Makale

KUZEY ASYA'DA VE DOĞU AVRUPA'DA İSLÂM'IN YENİDEN DOĞUŞU


KUZEY ASYA’DA VE DOĞU AVRUPA’DA İSLÂM’IN YENİDEN DOĞUŞU

Halit GÜLER

Şubat ayı içerisinde Başkanlığımızı temsilen Saint Petersburg’da düzenlenen "İslâm’ın Yeniden Doğuşu" konulu konferansa katıldık. Heyette benden başka Diyanet İşleri Başkan Vekili M. Nuri YILMAZ, İstanbul Müftüsü Selâhattin KAYA ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanı Arif SOYTÜRK de vardı. İslâm ülkelerinden ve Müslüman Türk Cumhuriyetlerinden otuza yakın temsilci heyetin katıldığı konferans iki gün sürdü. Bu süresi az, anlamı büyük konferans, İslâm ve Medeniyetini İhya Cemiyeti ile Saint Petersburg Camii İmamlığı tarafından tertiplenmişti. Faziletli ve dirayetli bir kimse olan İmam Cafer ile cemiyet başkanı Muhammed Emir, konferansın her türlü hizmetiyle bizzat ilgileniyorlardı. Konferansın konusu gibi, organizasyonda görev alan gençler de sempatikti.
Çalışmalarını üç ayrı oturumla iki gün sürdüren konferansta daha çok şu konular üzerinde duruldu:
Birinci Oturumda; açış ve protokol konuşmaları yapıldı. Bu oturumun ikinci konuşmasını heyet başkanımız M. Nuri YILMAZ Arapça yaptı ve ilgi ile takip edildi.
İkinci Oturumda ; daha ziyade Saint Petersburg’daki İslâm tarihi ve İslâm kültürü anlatıldı. İslâm medeniyetinden örnekler verildi. Kendi tabirleriyle İslâm kültür ve medeniyet hazinelerinin kapıları birazcık aralandı.
Üçüncü Oturumda; Saint Petersburg’da İslâmın Modern Durumu ve Perspektifi, Saint Petersburg da halkın millî kültür faaliyetleri konuları üzerinde duruldu.
Kur’an-ı Kerim’le başlayan konferans, yine Kur’an-ı Kerim’le sona erdi.
Konferansta yurt içinden ve yurt dışından ilgi büyüktü. Tertip heyeti içerisinde milletvekilleri, din görevlileri, üniversite hocaları, dernek başkanları, il ve belediye temsilcileri vardı. Çok sayıda gazeteci ve televizyoncunun konferansı takip ettiği görülüyordu. Türkiye’den gazeteci Dr. Resul İZMİRLİ ile bir arkadaşı da konferansı takip edenler arasında idiler. Müslüman Türk Cumhuriyetlerinin hemen hemen hepsi toplantıya temhiri göndermişti. Yeltsin’in yardımcısı bile vardı. Bir konferansta dinin bu seviyede konuşulması Komünizmin kısırlaştırdığı bu topraklarda artık hiç kimseyi ürkütmüyor ve korkutmuyordu. Açılış oturumuna katılan Ruslar da konferansın özüne uygun konuşmalar yapmaya çalışıyorlardı. İslâm’ın prensiplerinin izah edilmesinin ve geleceğe dair plân ve projelerinin bu açıklıktaki toplantılarda görüşülmesinin ve tartışılmasının insanları, özellikle Rusları rahatlattığı anlaşılıyordu. Bu ve benzeri konferanslar sayesinde İslâm’ın korkulacak bir sistem olmadığının anlaşılması büyük kazançtı.

SAİNT PETERSBURG CAMİİ
Bu konferans vesilesiyle tarihî Saint Petersburg Cami-i’nin durumuna da muttali olduk. İkiyüz yıllık geçmişi olan caminin tamiratına başlandığını gördük. Tabiîki sevindik. Bu bir araya geliş, biraz da Müslüman ülkelerin dikkatlerini bu camiye çekmek içindi. Gerçi bize böyle bir şey açık açık söylenmiyordu ama, meselenin öyle olduğu anlaşılıyordu. Hani haksız da değillerdi.
Şu anda restorasyon çalışmalarının başlatıldığı camide ikibini aşkın cemaatle cuma namazı kıldık. Hemen hemen aynı sayıya yakın bir kalabalıkla da öğle namazını eda ettik. Seksenbin Müslüman Türkün yaşadığı bu şehirde Müslümanların camiye ilgisi az gibi görünüyorsa da bu rakam ağır kış şartlarında başlangıç olarak fena değildi. Buzlarla kaplı kaldırımlarda düşmeden yürüyebilmek için mücadele veren yaşlı kadın ve erkeklerin oluşturduğu sıcak tablo görülmeye değerdi.
Yılların mabed hasretini ve ibadet ihtiyacını gidermeye çalışan mü’minlerin aydınlığa aşkla koşuşları..
Şu anda tamiri için gayret edilen cami, Buharalı bir emir tarafından 1800 yıllarında yaptırılmış. Selçuklu ve Osmanlı karışımı bir eser, yer yer Arap tesiri de görülüyor. 1938-1956 yılları arası ibadete ve ziyarete kapalı kalmış. 1956 yılında yeniden ibadete, daha çok ziyarete açılmış. O günden bu güne ulvî görevini cemaatı artarak ihlâs ve sabırla devam ettiriyor. Mabedlerin huyu insanlara, insanların huyu mabedlere sinmiş. Eğer ihlâs ve sabır, ihlâs ve sabırda sebat ve cesaret olmasaydı herhalde bu günlere gelinmezdi.
Saint Petersburg Camii’nde 6000 kişi namaz kılabiliyor. Bahçesiyle birlikte bu rakam
10.000’i bulur. Şimdiye kadar her türlü ilgisizliğe rağmen yıkılmadığına göre sağlam bir yapısı var. Ahşap işçilikteki kalite ve ustalık bilhassa görülmeye değer. Minareler yarıya kadar yıkılmış, mihrap ve kubbe çinileri biraz dökülmüş, üst katlar kaderine terkedilmiş. Çok şükür şimdi kubbe altında cemaat, mihrapta imam ve üst katlarda talebeler var.
Semerkanttaki Gür Emir Türbesinin benzeri olan kubbeyi ve minareleri orijinaline uygun yeniden yapabilmek için mozayik ve çini atölyeleri kurulmuş. Parasızlık sebebiyle çalışmalar bir noktada tıkanmış. İmam Caferin, cemiyet başkanı Muhammed Emir’in iyi niyetli gayretleri, cemaatin sıcak ilgisi ve mimarların bilgisi yetmiyor. Bunlara maddi destek gerekiyor. Yardım etmek isteyen vatandaşlarımıza hesap numarasını verebileceğimizi buradan duyurmak istiyorum. Petersburg Camii komünizmden kurtulmuş ama şimdi de yok- Diyanet -4 C Iuk iskelelerine takılmış. Bakalım bu iskelelerden ne zaman kurtulacak, pırıl pırıl mi-narelerıyle, aydınlık kubbesiyle ne vakit ortaya çıkacak?

MOSKOVA’DA BİR İSLÂM MERKEZİ
İstanbul Atatürk Havaalanından saat 09:30’da yükselen uçağımız, sakin bir uçuştan sonra mahalli saatle 13:30’da Moskova Havaalanında idi. Bizi karşılayanlar arasında Moskova Camiinin genç ve dinamik imamı Ravil Efendi de vardı. Esas gideceğimiz şehir olan Saint Petersburga saat 17:30’da uçacaktık. Hem de bir başka havaalanından. Demek ki biraz vaktimiz vardı. Bu boşluğu değerlendirmek maksadıyla Moskova Camii’ne gitmeye karar ver-dik. Zaten Petersburga uçacağımız havaalanına gitmek için de oradan geçmemiz gerekiyordu. Biliyorsunuz Moskova’da iç hatlarla dış hatlar ayrı.
Camiye kavuştuğumuz zaman gördüğümüz manzaradan çok memnun olduk ve büyük sevinç duyduk. Diğer arkadaşlarımı bilmiyorum ama, benim bu Moskova Camiine dördüncü gelişimdi. Her gelişimde memnuniyet verici değişiklikler görüyordum. Ama bu seferki çok farklı idi. Caminin bahçesi ana caddeye doğru en az bir misli genişletilmiş. Boşluğun çok değerli olduğu bir yerde bulunmasına rağmen bahçenin genişletilmesine izin verilmiş. İmam Ravil bu işin cemaatiyle birlikte zor başarıldığını söylüyor. Bahçeye ilave edilen kısmı gösterirken gözlerinin içi gülüyor. Caminin bahçesindeki köhne binalar temizlenmiş. Onların yerine bir islâm Merkezi inşa edilmiş. Bu inşaatın başladığını duyuyorduk ama işin bu noktaya geldiğini bilmiyorduk. Nerdeyse üç katlı binanın çatısı kapanmak üzere, İmam Ravil’in verdiği bilgiye göre islâm Merkezi’nde şu üniteler var; konferans ve toplantı salonları, dershaneler, misafirhane, kütüphane, aşhane ve bürolar.
İmam Ravil’in verdiği bir başka sevindirici haber de Türkiye’den Rusyaya gelmek isteyenlere vize verme yetkisine kavuşmaları idi.
Bir müddet önce islâm Merkezi’nin mimarı Aliye Hanımla Ankara Koca tepe Cami-i’nin ulu kubbesi altıda bir araya gelmiştik. Başını kaldırıp bakışlarını kubbenin nakışlarında gezdirerek ve hayran hayran içini çekerek "Biz böylesini yapamayız ki, ah ya-pabiisek." dediğini hatırladım. Bu söz bize çok tesir etmişti. Bu niyet ve bu heyecanın, fırsatını ve ortamını bulduğu zaman nelere muktedir olabileceğini o zaman düşünmüştüm. Bu iman ve hizmet aşkıyla dolu gönlü, Allah öksüz bırakmaz, diye düşünmüştüm. O anda İmam Ravilde ciddi bir dinî kıyafetle ve biz de yaparız azmiyle yanımızda idi. Nitekim yapmışlar. Yapılan Kocatepe Camii gibi bir mabed değil ama, bizim bile yapamayacağımız güzellikte bir İslâm Merkezi. Bu merkezin gelecekte daha güzel eserlerin ortaya çıkmasına sebep olacak kimseleri yetiştireceği kesin. Mimar Aliye hanıma tebrik ve takdirlerimizin iletilmesini rica ederek oradan ayrıldık.
Madalyonun bu yüzü güzel. Bakalım öbür yüzünde neler var. Çok şükür ki o yüzde biz yokuz!

KOMÜNİZMİN TİTRETTİĞİ ELLER, KARARTTIĞI GÖNÜLLER
Saint Petersburgdan dönüşümüzde bir gece Moskova’da kalmamız gerekti. Konferans sebebiyle dinî idarenin misafir trafiği yoğun olduğu için bizi havaalanında yine dinî idarenin görevlendirdiği, alkolik olduğu ilk anda anlaşılan bir Rus genci karşıladı. Ertesi gün yine aynı genç bizi otelimizden alarak havaalanına getirdi. Otelden ayrılırken karaborsa ekmek satıldığını gördük. Otel hizmetçisi kendisine verdiğimiz 25 Ruble bahşişle hemen bir ekmek aldı. Aldığı aylık ücret 400 Ruble. Demek ki karaborsada 16 ekmek bedeli.
Uçağın kalkış saatini şeref salonunda bekliyoruz. Bize rehberlik eden Rus gencinin İngilizce ve Fransızcanın yanında Arapça da bildiği anlaşılıyordu. Her nedense dört dil onu alkolik olmaktan alı-koyamamıştı. Aşırı ilgi ve iltifatına rağmen onun bu hali bizi rahatsız ediyordu. Nitekim şeref salonunda zaman doldururken ikram olsun diye büfeden "istemez, teşekkür ederiz" dememize rağmen çay ve pasta getirdi. Alkol adamı o hale getirmiş ki genç olmasına rağmen elleri titriyor ve eline aldığı bir şeyi taşımakta güçlük çekiyordu. Nitekim bize ikram olsun diye büfeden getirdiği her şeyi ellerinin titremesi sebebiyle döktü. Alkolün bu seviyedeki bir insanı bile ne hale getirdiğini görmenin dehşetini yaşadık. Artık insanları bu hale getiren alkol mü, yoksa komünizm mi idi tartışılması gerekir. Bizim için farketmez, çünkü ikisi de aynı.
Müslüman Türkler Komünizmden kurtuluşu İslâm imanında, Ruslar da alkol sarhoşluğunda aramışlar.
Aynı adam havaalanına giderken dükkanların önündeki uzun kuyrukları göstererek "Benim karım da bu kuyruklara girip bir şeyler alabilmek için gece evden ayrılır ve buralarda gördüğünüz gibi bekler." dedi.
SONUÇ
Yukarıdaki örnekler gösteriyor ki komünizmin yıkılışı ile İslâm’ın yüceliği bir kere daha anlaşıldı. Demirperde’nin karanlığı kalkarken İslâm’ın aydınlığı hissedildi.
Komünizmin üç - çeyrek asırlık döneminde en büyük mücadeleyi İslama karşı verdi; en büyük zulmü de Müslümanlara reva gördü. Camiler kapatıldı, kervansaraylar turistik gazino yapıldı, medreselerde otlar bitti, türbeler boşatıldı. Bu mabedlerin gölgesinde huzur bülan,minaresinde ezan okuyan insanlar Sibirya’nın uçsuz çayırlıklarına sürgün edildi. Bu konferans esnasında gördük ki o sürgün edilen insanlar ve çocukları oralarda Müslümanlığı yaşattılar. Hatta Müslüman şehirler ve köyler kurdular. Bugün o şehirlere ve köylere camiler yapmaya, medreseler açmaya çalışıyorlar. Sanki zulme uğrayan ve Sibirya’ya sürülen onlar değil. Şimdi bir araya gelip İslâmî konuşuyorlar. Diğer İslâm ülkelerinden misafirler, temsilciler davet ederek biz de varız demek istiyorlar.
Onları hayata bağlayan, komünizmin korkunç zulmüne sabırla dayanmalarını sağlayan, bir türlü kalplerinden söküp atılamayan Allah ve Peygamber sevgisi olmuştur.
Şimdi de yıllarca düşünce dünyalarında muhafaza ettikleri inanç sistemlerinin müesseselerini ihya etmeye çalışıyorlar. Bu konuda fazla da gecikmek istemiyorlar. Başta Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan olmak üzere irili, ufaklı bütün Türk Cumhuriyetlerinde aynı heyecan, aynı diriliş ve aynı silkiniş. Zaten inanmamışlar ve kabul etmemişlerdi ki, komünizmi- terketsinler! Komünizmin korkunç zulmünden, insafsız baskısından kurtuldular, o kadar.
Müslümanlık inancına sahip olmayanlar ise bu korkunç gidişatı görmemek için kendilerini alkole verdiler. Komünizmden kurtuldular ama alkolden kurtulamadılar.