Makale

17. YILDÖNÜMÜDE ŞEHİDLERİMZİN AZİZ HATIRASINA ÇANAKKALE’Yİ GEÇİLMEZ YAPAN RUH…

17. YILDÖNÜMÜDE ŞEHİDLERİMZİN AZİZ HATIRASINA

ÇANAKKALE’Yİ GEÇİLMEZ YAPAN RUH…

Yavuz Bülent BAKİLER

Bir ilmî tespite göre: "Milletlerin hayatında kültür, tekniği daima mağlub eder."
İlimde-teknik’de ileri giden milletler, kültür değerlerini ihmal ederlerse, yıkılıp giderler.
Siyasî iktidarlarını kaybeden milletler, kültür dünyalarından kopmazlarsa, bin yıl sonra bile olsa, yeniden derlenip toparlanabilirler (İsrail örneğinde olduğu gibi), yeniden siyasi iktidarlarını kurabilirler.
Milletlerin hayatında, tekniğin de elbet çok büyük bir önemi vardır. Ama milletleri, sadece teknik alanda yapılacak çalışmalarla ayakta tutmak mümkün değil. Çünkü tekniğin medeniyetin beraberinde getirdiği bir takım zevkler, rahatlıklar, sefahatlar. Millet hayatında gevşemelere, tembelliklere, dağılmalara yol açmaktadır.
Millet bütünlüğünü sağlayan, pekiştiren kültürdür. Kültür; bir milletin" dil, din, tarih, gelenekler ve görenekleriyle birlikte güzel sanatlar bütünlüğüdür.
Sadece kültür değerlerine önem vererek ilmi ve tekniği bir tarafa itmek de yerle gök arasını dolduracak kadar yanlıştır. Milletler için doğru yol: Hem kültür değerlerine sahip çıkmak, hem de ilimde ve teknikte gayretli olmaktır.
Çanakkale Savaşları’nın tarihimizde ayrı bir önemi var. Çanakkale savaşlarında, bizim iman gücümüz, Batının tekniğini mağlub etmiştir.
Merhum Akif’in ifadesiyle Çanakkale Savaşı "yer yüzünde ender görülen" savaşlardan biri. Sekiz-buçuk ay süren Çanakkale Savaşlarında, şehid sayımız iki yüz elli bin civarındadır. Düşman kuvvetlerine indirdiğimiz darbelerle öldürdüğümüz asker sayısı da iki yüz elli bine ulaşmıştır.
Çanakkale’de öyle sırtlar, öyle mevziler vardır ki, oralarda, bir metrekarelik bir vatan parçası, yirmi Mehmetçiğimizin kanıyla sulanmıştır. Mesela 17.000 kişilik ordumuzdan 16.000 şehid verdiğimiz olmuştur. 80.000 askerimizin donarak şehid olduğu Sarıkamış harekâtında bile, böyle bir kesafetten bahsedemeyiz.
Acaba, Çanakkale’de Mehmetçiğimizi zafere ulaştıran, Çanakkale’yi geçilmez yapan güç nedir? Bizden çok daha fazla modern cihazlarla teçhiz edilen düşman orduları, acaba neden Çanakkale önlerinde çakılıp kaldılar? Büyük bir hezimete uğradılar?
Çanakkale’de ordularımızı muzaffer kılan, hiç şüphesiz ki Onun iman gücüdür.
Mehmetçiğimizin "ölürsem şehid kalırsam gazi" inancı olmasaydı veya ordularımız, vatan kutsiyetine inanmasaydı, "ezanın susması, bayrağın inmesi" bir mânâ ifade etmeseydi, netice zafer olabilir miydi?
Müslüman Türkün büyük imânı, yani kültür dünyasının aydınlığı, Batının teknik gücünü Çanakkale’de şaşkına çevirmiştir.
Çanakkale savaşları denilince, aklıma iki mütbiş hadise geliyor. Birisi Mehmetçiklerimizle; öteki ise, bir yürekli padişahımızla ilgilidir.:
1984 yılında Milli Güvenlik Akademisi’ne Kültür Bakanlığı Temsilcisi olarak devam ediyordum. O yıllarda, harp Akademileri Komutanı Orgena-ral Recep Ergun idi.
1984 yılında onun emriyle, Harp Akademilerinin büyük konferans salununda, Çanakkale Zaferinin 69. yıldönümü dolayısıyla bir merasim yapıldı. 0 gün orada, bir emekli albay, büyük mikyaslı haritalar başına geçerek, elindeki ince uzun bir çubukla, savaş yıllarındaki mevzilerin yerlerini birer birer göstererek, rakamlar vererek, isimler sayarak, Çanakkale Zaferini anlatmaya çalıştı.
Doğrusu, dinlediğim o dağ, tepe, dere, ırmak isimleriyle, manga, takım, bölük, tabur, alay rakamlarıyla, şehitlerimizin ve gazilerimizin rütbe yağmurlarıyla, düşman gemilerinin bir diş gıcırtısı gelen künyeleriyle... adeta şaşkına dönmüştüm. 0 kadar ki, konuşma bittiği zaman hafızam bozuk bir hesap makinası gibi karmakarışıktı. Aradığımı, istediğimi bulamamış olmanın sıkıntısı altındaydım. O, emekli albaydan sonra, kürsüye Recep Ergun Paşa çıktı. Yüzünün gergin çizgilerinden ve öfkeli ses tonundan anladım ki, Paşa da verilen kupkuru rakamlar ve isimler kalabalığından memnun değildir. Öfkesi bugünkü gibi aklımda. Dedi ki: ".... Geçen yıl Çanakkale Zaferinin yıldönümü dolayısıyla Heybeli Ada’ya davetliydim. Günü, bir hemşire hanım hazırlamıştı. Orada, Deniz Harb Okulu Öğrencilerimizi ikiye ayırmış, karşı karşıya sıralamıştı. Çocuklarımızın yarısı, düşman kuvvetlerini temsil ediyordu, yarısı da bizim kuvvetlerimizi. Düşman kuvvetleri hep bir ağızdan çağırıyorlardı: Çanakkale bizim olacak! İstanbul’u alacağız!
Bizim kuvvetlerimiz cevaplarında gecikmiyorlardı.
Çanakkale geçilmez!
Çanakkale geçilmez!
Ölürsek şehid! Kalırsak gazi!
Sonra savaşla ilgili kısa, fakat özlü bilgiler...
Arkasından düşman kuvvetlerinin hep bir ağızdan iddiaları: Çanakkale’yi geçeceğiz!
Bu iddiaya bizim çocuklarımızın göğüslerini gererek verdikleri kesin cevap:
- Çanakkale geçilmez!
Sonra, top-tüfek efekti arasında, yine bir kişi tarafından verilen özlü bilgiler... Top tüfek seslerini bastıran düşman güçlerinin naraları:
-Hurra! Hurra! Hurra!
Bizim çocuklarımızın, salondan taşan mukabil cevaplan:
- Ya Allah! Bismillah! Allahuekber!
O gün Deniz Harb Okulunda hazırlanan programı, çok büyük bir heyecanla takib ettik.
Arkadaşlar! Çanakkale zaferini, öyle bir takım dere-tepe isimlerini sayıp dökmekle, bir takım rakamlar sıralamakla anlatamayız.
Unutmayınız! Çanakkale’de Mehmetçik, Allah’la beraber olmanın zaferini kazanmıştır. 0 iman olmasa İdi, bugün biz burada bu toplantıyı yapamazdık!
Recep Ergun Paşanın tesbiti yüzde yüz doğruydu. Mehmetçiğin imanı, kültür değerlerimize bağlılığı, Çanakkale’de, Batının tekniğini bir kere daha mağlub etmişti.
Harb Akademilerinde, o günün akşamında yapılan ikinci bir toplantıda Recep Ergun Paşa’nın yanına gittim:
-Paşam! dedim bugün sizin şahsınızda, ordumuzu daha çok sevdim. Allah sayınızı artırsın ve sizleri daima muvaffak kılsın!
Yanındaki genç kurmayları göstererek gülümsedi:
-Yeni arkadaşlarımız yetişiyorlar işte!
Şimdi Çanakkale Savaşları denilince aklıma hep Recep Ergun Paşa’nın doğru tesbiti geliyor:
"Çanakkale’de Mehmetçik, Allah’la beraber olmanın zaferini kazanmıştır!"
Doğru! Çok doğru! Çünkü, ruhsuz, köksüz, imansız bir nesil Çanakkale’de zafer kazanamazdı. Ancak, idam fermanımızın altında boğulur giderdi.
Çanakkale Savaşları dolayısıyla beni çok heyecanlandıran, hafızamdan silinmeyen 2. olay, Sultan 2. Abdülhamid Han’la ilgilidir:
Düşman kuvvetleri, çok büyük güçlerle Çanakkale’ye yüklenince, ittihatçılarımız endişelenirler: "Ya Çanakkale düşerse? Ya İngilizler-Rusiar-Fransızlar İstanbul’a girerlerse?..."
İttihatçılarımızdan birkaçı, ihtirasları ve cehaletleri yüzünden tahtından indirdikleri 2. Abdülhamit Han’a gider ve durumun vahametim anlatırlar. Maksatları nail ettikleri Hünkâr’ı istanbul’dan emin bir yere götürmek, onu esaretten kurtarmaktır.
2. Abdülhamit Han’ın verdiği cevap gerçekten müthiştir.
-Benim ecdadım Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’a girdiği zaman, Bizans imparatoru şehri terketmedi. Atalarımızın atlarının ayaklarının altında ölmeyi, kaçmaya tercih etti. Şimdi, ben, bir Bizans Kayzerinden daha mı şahsiyetsiz bir kimseyim ki, İstanbul tehlikededir diye can telaşına düşerek şehri terk edeyim. Canımdan hiçbir endişem yoktur. Kaçmaktansa, çarpışarak şehid olmayı tercih ederim. Siz de korkmayınız! Padişahlığım zamanında, Çanakkale boğazını çok iyi tahkim ettirmiştim. Eğer, o tahkimatı bozmadınızsa düşman Çanakkale’yi geçemeyecektir!"
İttihatçılar, büyük bir utançla, eski Hünkârın huzurundan ayrılırlar. Ve onu tahtından indirmekle "büyük bir hata" işlediklerini bir kere daha itiraf ederler.
Biz, Çanakkale Savaşlarına girdiğimiz zaman Mehmetçiğimizden Hünkârımıza kadar işte bu inanç içerisindeydik. Bizi zafere götüren bu iman oldu. Bugün Anadolu’da işte o büyük iman sayesinde yaşıyoruz.
Milletimizi-ordumuzu teknikle-ilimle-medeniyetle yan yana- iç içe yaşatmak, şartların şartı olarak bizi zorluyor. En modem silahlarla donatılmamış bir ordunun, ilimden uzak bırakılmış bir milletin, asrımızda, kağıt bir kaleden ne farkı olabilir?
Ama dünyanın en modern silahlarıyla donatacağımız ordumuzu, dünyanın en modern tekniğiyle başbaşa yaşatacağımız milletimizi, Allah inancından, Peygamber sevgisinden ve mübarek kültür değerlerimizden koparırsak, Çanakkale Zaferlerinin bize kazandırdığı bu aziz vatanı, kendi ellerimizle ya düşmana teslim etmiş oluruz veya onun yetmiş parçaya bölünmesine seyirci kalırız.
Kültürün, tekniğe daima galib geleceğini unutmamalıyız.!