Makale

ZİHİNSEL VE BEDENSEL ÖZÜRLÜLERİ KORUMAK

ZİHİNSEL VE BEDENSEL
ÖZÜRLÜLERİ KORUMAK


Doç. Dr. Fikret KARAMAN

Her toplumda, zihinsel ve bedensel özürlü insanların bulunması kaçınılmazdır. Bu tür hastalıklar doğuştan olabileceği gibi, sonradan da ortaya çıkmış olmaları mümkündür. Özellikle çağımızda, sanayi ve teknolojinin beraberinde getirdiği iş ve trafik kazalarıyla söz konusu rahatsızlıklar daha da çoğalmıştır. Bu yüzden her geçen gün, özürlüler için zorunlu olan barınma, eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine olan ihtiyaç daha da artmaktadır. Çünkü bu hastalıklara karşı uygulanacak tedavi yöntemleri, çoğu zaman şahsın ve ailenin kapasitesini aşarak, bir kamu hizmetini gerektirmektedir. Toplumun ortak bir problemi olan bu nazik konuya katkıda bulunmak amacıyla, bu yazımızda ilgi, şefkat, merhamet ve korunmaya muhtaç, gözleri yaşlı, kalpleri hüzünlü, bitkin ve çaresiz, söz konusu insan grubu ile yakınlarına karşı, bir nebze de olsa görev ve sorumluluğumuzu hatırlatmak istiyorum.
Sağlığın kıymetini bilmek: Yüce dinimiz İslam, daima sağlıklı bir hayat tarzını tavsiye etmiştir. Bu nedenle “canı ve aklı korumayı", dinin muhafazasını zorunlu kıldığı beş temel prensibin arasında saymıştır. Gerçekten dünyada bir insan için, iman nimetinden sonra en kıymetli varlık sağlıktır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) de bu hususun önemine şu sözleriyle işaret etmişlerdir:
“İnsanların çoğunun (kıymetini bilmeyip) aldandığı iki nimet vardır: Bunlar, sağlık ve boş vakittir.
“Allah katında kuvvetli (sağlıklı) mümin, zayıf müminden daha sevimli ve hayırlıdır.
“Allah’tan af ve afiyet dileyin; zira hiçbir kimseye “yakın ” (iman) den sonra, afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir. ”(2> Yine bir adam, “Hangi dua daha üstündür?” diye üç ayrı günde, Hz Peygamber (s.a.s.)’e aynı soruyu tekrar ederek sorar: Rasulullah (s.a.s.) her defasında, “Rabbinden dünyada da, ahiret- te de afiyet vermesini iste. diye cevap vermiştir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın şu beyti de, sağlığın önemini vurgulayan öğüt ve ibretle dolu bir belgedir.
“Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”
Genelde, hastalığın her çeşidine karşı tedbirli olmak, esas olmalıdır. Bu nedenle, koruyucu hekimliğe riayet etmek, mümkün olduğu kadar periyodik aralıklarla sağlık kontrolünden geçmek, perhiz yapmak ve gerektiğinde ilaç almak gibi hususlara dikkat edilmelidir. Bilindiği gibi insan açısından hastalığın her çeşidi kaygılıdır. Ancak tedavisi güç ve uzun süreli olan hastalıklar, daha zor ve zahmetlidir. Şüphesiz ki bu tür hastalıkların başında ise, zihinsel ve bedensel özürlüler gelmektedir. Aslında bu tür hastaların üzüntüsü ve ızdırabı, sadece kendileriyle sınırlı değildir. Anne, baba ve kardeş başta olmak üzere, diğer bütün yakınlarını kapsamakta, onları sürekli acı, üzüntü, stres ve yorgunluk içinde yaşamak zorunda bırakmaktadır.
Hastalık Ceza Değildir: insan unsurunun olduğu her yerde hastalık, dert, sıkıntı ve musibetlerin bulunması doğaldır. Belki de kişinin sabır ve tahammüle yönelik gerçek cevheri, bu imtihan ve denemeden sonra ortaya çıkacaktır. Bir ata sözünde; “Altın ateşte, insan mihnette (sıkıntı anında) belli olur” denilmiştir. Gerçekten kişi, her an bir imtihan ile karşı karşıyadır. Onun sağlıklı günleri olabileceği gibi, sıkıntılı ve zahmetli günleri de olacaktır. Kuran’ın şu ayetleri bu konuya ışık tutmaktadır:
“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için, ölümü ve hayatı yaratmıştır.”’4
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) sabredenleri müjdele.’*5’
Ne var ki bu açıklamalara rağmen, toplumda bazı kimseler kaza, bela, sıkıntı ve hastalık gibi problemlere maruz kalan insanları ya cezalandırılmış gibi düşünmekte veya onlara karşı tamamen ilgisiz kalmaktadır. Oysa ki bu tür ön yargılar kesinlikle doğru değildir. Çünkü Yüce Allah kullarını cezalandırmak için fırsat aramaz. Tam tersine O. kullarının bütün davranışlarına karşı bizden çok daha sabırlı ve merhametlidir. Çünkü nice hastalık, güçlük ve sıkıntılar vardır ki onları, sahibinin bağışlanmasına sebep kılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in konu hakkındaki şu hadisleri gönlümüze ve ruhumuza huzur, ümit ve ferahlık vermektedir:
“Müminin hali ne güzeldir. Zira her işi hayırdır. Bu durum sadece mümin içindir. Bir kazanç ve menfaat sağlarsa, şükreder. Bu da hakkında hayırlı olur. Eğer zarar ve ziyana uğrarsa, sarsılmadan dayanır, sabreder yine hakkında hayırlı olur. ”<6t “Mümine isabet eden her yorgunluk, hastalık, üzüntü, sıkıntı ve hatta ayağına batıp rahatsız eden diken bile, eğer Allah yolunda çalışıyorsa, günahlarına keffaret olur. ”’71
“Yüce Allah buyuruyor ki: Her kimin iki sevgili organını (göz v.s.) giderirsem, o da sabredip Hakk’ın rızasını umarsa, oııım için cennetten başka bir sevaba razı olmam. ”<sı
Yukarda meali verilen ayet ve hadislerden de anlaşıldığı gibi kişi, karşılaştığı sıkıntıları kendisine yapılmış bir haksızlık olarak algılanmamalıdır. Çünkü bazen de Cenab-ı Hakk, güçlükleri derece itibariyle kendisine daha yakın olan kullarına vermektedir: Sahabeden Mus’ab b. Sa’d’ın naklettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e “İnsanlardan en çok kimler belaya uğrar" diye sorulduğunda, şöyle buyurmuşlardır: “Peygamberler, sonra büyüklükte onlara yakın olanlardır. Kişinin diyaneti nispetinde belası da şiddetli olur. Şayet dininde zayıflık varsa, Allah onu da diyaneti nispetinde imtihan eder. Bela kulun peşini bırakmaz. Ta ki kul, hatasız olarak yeryüzünde yürü- yünceye kadar. ”9
Söz buraya kadar gelmişken, başına gelen sıkıntı ve kederlere rağmen şükür ve dua ile Allah’a hamd eden Hz. Eyyub (a.s.)’un durumunu da hatırlatmakta yarar vardır: “Eyyub’uda(an), hani Rabbine: ‘Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisin’ diye niyaz etmişti. Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir öğüt olmak üzere, onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.”10
Kaynaklardan anlaşıldığına göre Hz. Eyyub, hem varlıklı biriydi, hem de aile efradı genişti. Fakat evinin yıkılması sonucu, aile fertlerinin çoğu ölmüştü. Söz konusu kazaya bağlı olarak malı ve serveti de elinden gitmişti. Daha da önemlisi, bu üzüntülü olaydan sonra, on yıldan fazla süren bedeni bir hastalığa müptela oldu. Bütün bu felaket ve hastalığa rağmen, halinden şikayet etmedi. Tersine O, bollukta, darlıkta, sağlıkta, hastalıkta her zaman ve her yerde Allah’a şükretmenin ve sabretmenin sembolü olmuştur. Bu büyük teslimiyetin karşılığında, Allah onu sıkıntı ve ızdıraptan kurtarıp tekrar sağlığına ve bolluğa kavuşturmuştur. Her şey Allah’ın elindedir. Veren de O’dur, alan da O’dur. O’na dayanmak, umudu yitirmeden O’ndan iyiliği, hayrı ve sağlığı istemek tükenmez bir hazinedir.
Diğer örnek bir olay da, Hz. Yakub (a.s.)’un öldü ya da kayboldu denilen oğlu Yusuf için aşırı derecede üzülüp ağlamasına rağmen, Allah’tan ümidini kesmeden onu aramaya devam etmesidir. Öyle ki meraktan bedeni zayıflamış, gözlerine de ak düşmüştür. Gözlerinin ağarması hususuyla ilgili üç görüş ileri sürülmüştür: 1- Gözlerin ağarması, çok ağlamaktan kinayedir. 2- Üzüntüden gözlerinin ışığı tamamen kaybolmuştur. 3-Gözlerinin ışığı kaybolmamış fakat görme gücü zayıflamıştır. Bu konu Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır: “Onlardan yüz çevirdi ve ‘vah Yusuf’a yazık oldu’ diyerek üzüntüsünden gözleri(nin karası) beyazlaştı, artık derdini içine gömer oldu. Ey oğullarım, gidin Yusuf’u ve kardeşini arayın. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah’ın rahmetinden ancak kafirler topluluğu ümidini ke- ser.”ül, Merhum Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi’nin dediği gibi kul daraldığı zaman, Allah ona mutlaka bir çıkış kapısı açacaktır. Yeter ki, O’na karşı olan iman ve ümidimizi korumaya devam edelim:
“ Nâçar kalacak yerde Nâgâh açar ol perde Derman eder ol derde Mevla görelim neyler Neylerse güzel eyler.” Zihinlerde doğabilecek şüpheleri iyice silip yerine sağlam bir inanç, irade, azim ve sabır yerleştirmek için, şu hadisin mealini de buraya almakta yarar vardır: “Bir kul, salih amel işlerken araya bir hastalık veya sefer girerek ameline mani olsa, Allah ona sıhhati yerinde ve mukim iken yapmakta olduğu salih amelin sevabını aynen yazar. ”"21
Ziyaret, Moral ve İlgi: Hasta ve özürlü insanlar, her zaman toplumun şefkat ve merhametine muhtaçtır. Bu nedenle onları arayıp bulmak, güler bir yüz gösterip sohbet etmek, bir gün iyileşebileceklerini müjdeleyerek onlara teselli ve moral vermek çok önemlidir. Böylece kısa bir süre de olsa sıkıntı ve üzüntüleri hafifletilmiş olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)’de hastayı ziyaret ettiğinde ona teselli verir, elini alnına ve bileğine koyarak onun için dua eder ve “inşallah iyileşeceksin" bazı rivayetlerde de, “Hastalık, temizleyicidir (günahların silinmesine vesile olur) inşaallah” derdi. Hastalan karamsarlığa düşürecek konuşmaları yapmazdı."13
Yüce Allah, Peygamberimiz (s.a.s.)’in insanlara karşı şefkatli davranışını ve onların dertleriyle ne kadar içli dışlı olduğunu şöyle açıklamaktadır: “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”14Görülüyor ki insanlığa örnek olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.s.), onların dertlerini dinleyen, sıkıntıya uğramalarına üzülen, iyiliğini, sağlığını ve mutluluğunu temin etmeye çalışan bir tutum sergilemiştir.
Toplum bir bütündür. Bugün komşumuzun başına gelen, yarın bizim de başımıza gelebilir. O halde bu tür özürlü gruba giren insanları üzmeden, incitmeden, sık sık ziyaret ederek onlara moral ve destek vermek dini ve insani bir görevdir. Şu hadis metninde de ifade edildiği gibi, insanların birbirlerine karşı olan duyarlılığı, bir vücudun organları gibidir: “Müminler, birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve acımalarında, bir tek cesede benzerler. Cesedin bir organı rahatsız olunca, diğer organları da uykusuzluk ve ateş ile onun rahatsızlığını duyar. ”"15’
Bir müddet önce ulusal bir gazetede; “ ilacın yapamadığını sevgi ve oyun yaptı ” şeklinde bir başlık dikkatimi çekince okumaya başladım. Habere göre; biri 4 yaşında ofistik, diğeri ise 7 yaşında Down Sendromlu iki çocuk, başlangıçta kimseyle iletişim kuramadıkları gibi, çevrelerine ihtiyaçlarını da anlatamamaktadırlar. Ancak yakınları ve arkadaşları bu iki yavrucuğa hasta muamelesi yapmadan, bir çocuk yuvasındaki “Kaynaştırma Programı "m model alarak eğitime tabi tutmaları üzerine, olumlu sonuçlar almaya başlamışlardı. Artık bu çocuklar yaşıtlarıyla düzenli oynamaya, okumaya, yazmaya ve şarkı söylemeye muvaffak olmuşlardı."16
Gerçekten, özürlü çocukları topluma kazandırmanın üç önemli hedefi bulunmaktadır: Birincisi, ağır bir stres ve yük altında bulunan ailelerin sıkıntılarının hafifletilmesi; İkincisi, özürlü çocuğun da normal bir birey gibi yaşama hakkının olduğu, ayrıca diğer sosyal imkanlardan da yararlanması gerektiği bilincinin geliştirilmesi; üçüncüsü ise, sınırlı da olsa özürlü çocukların yetenek ve becerilerinin geliştirilerek. toplumsal üretime katkıda bulunmasının sağlanmasıdır. Çünkü çocukların zihinsel ve fiziksel yetenekleri geliştirildikçe, toplum içinde bağımsız davranabilecek ve üretken duruma gelebileceklerdir. Özürlülüğü bir talihsizlik eseri kabul ederek, bu tür çocuklan toplum dışı bırakma yerine, dünyaya gelen her çocuk gibi onların da bakım, eğitim ve düzenli bir hayat haklan olduğu unutulmayarak, onlara gerekli hizmeti vermek bir insanlık borcudur. Bu bilincin, toplumun her kademesinde benimsenmesi ve desteklenmesi çok önemlidir.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, zihinsel ve bedensel özürlülerin zorlukları, toplumun ortak problemleri olarak değerlendirilmelidir. Bu hususta aile ve okul başta olmak üzere, devletin manevi çatısı altında yer alan diğer bütün kurumlar, kendilerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmek zorundadır. Bu amaçla kurulan vakıf, dernek, eğitim, sağlık ve rehabilitasyon merkezlerine maddi ve manevi yönden yardımcı olmak, dini ve insani bir görevdir. Bu tür hastalar, dört duvar arasında yalnız bırakılmamalıdır. Mümkünse, beceri ve kabiliyetlerine göre iş imkanı sağlanarak topluma kazandırılmalıdır. Daha da önemlisi, sevgi ve ilgiye muhtaç, bağrı yanık bu insanlar sık sık ziyaret edilerek, onlara moral ve destek verilmelidir. Unutmayalım ki onların da en az bizim kadar, üzerinde yaşadığımız dünyanın nimetlerinden ve güzelliklerinden yararlanmaya hakları vardır.

1- Beyhâkî, c. 10, s. 152, H. No: 20173.
2- Kütüb-i Sitte (Hadis Ansiklopedisi), Hazırlayan Prof. Dr. İbrahim CANAN, c. 1, s. ’124.
3- a.g.e., c. 11, s. 124; Buhâri, Rikak, 1.
4- Mülk, 2.
5- Bakara, 155.
6- Müslim, Zühd, H. No. 2999.
7- Müslim, Birr, 14, H. No: 2573.
8- Tirmîzî, Zühd, H. No: 2512.
9- Tirmîzî, Zühd, 57.
10- Enbiya, 83-84.
11- Yusuf, 84, 87.
12- Buhârî, Cihad, 134.
13- Siret Ansiklopedisi, trc: Komisyon, (Yeni Şafak, İst.), c.l, s. 322.
14- Tevbe, 128.
15- Et-Tâc, c. 5, s. 18.
16- Milliyet, 22 Nisan 2002, s. 7.

İSLAM’IN ENGELLİLERE BAKIŞI

Yüce Allah, varlıklar içerisinde insanı mükerrem ve şerefli bir konumda yaratmıştır. Bu bakımdan insan, saygı ve hürmete layıktır. İnsanı insan yapan özelliklerin dışında kalan nitelikler, dinimize göre bir üstünlük sebebi değildir. Zira Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.):
"Allah sizin sûretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar" 1buyurmuşlardır. Buna göre esas olan ruhun, kişiliğin, kalbin ve davranışların olgunluğu ve gelişmişliğidir.
İnsan bedeninin bazı fonksiyonlarını yitirmiş olması, yani engelli olmak, insan için bir kusur sayılmaz. İnsanları fizikî durumlarına göre değerlendirmek veya ayıplamak, dinimizce günah sayılmıştır. Nitekim bu konuda Peygamberimiz (s.a.s.): "Bir kimsenin mü’min kardeşini (herhangi bir kusuru veya fizikî engeli sebebiyle) küçümsemesi günah olarak ona yeter’"2’ buyurmuştur.
Her insan, farklı bir yetenek ve değişik bir yapıda yaratılmıştır. Yüce Yaratıcı, böyle takdir etmiştir. Hiç kimsenin buna itiraz etmeye hakkı yoktur. Çünkü Yüce Allah, yoktan var ettiği her şeyi kendi hikmet ve takdirine göre yaratır. Fiziki engellilere destek olmak, dinimizin emrettiği bir görevdir. Yüce Allah, insanoğlunu gücünün yettiği işlerle sorumlu tutmuştur. Bunun için, özürlülerle ilgili özel hükümler koymuş, inananların her konuda birbirleriyle dayanışma içerisinde bulunmalarını emretmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.) de engellilerle ilgilenmiş; onların yeteneklerini değerlendirmiş ve onlara yapabilecekleri çeşitli görevler vermiştir. Ashabından görme engelli Abdullah İbn Ümm-i Mektum’u, kendileri Medine dışına çıktığı günlerde yerine vekil bırakmış olmasını bir örnek olarak hatırlatabiliriz.
Hayatta sevineceğimiz ve huzur duyacağımız olaylarla karşılaştığımız gibi bazen de bizleri üzen, hoşumuza gitmeyen engeller, hastalıklar ve felaketlerle de karşılaşabiliriz. Ancak başımıza gelen felaketleri, hastalıkları sabırla karşılamak, isyan etmemeliyiz. Unutmayalım ki, karşılaştığımız felaket, hastalık ve engeller, geçmiş günahların keffâreti, gelecek mükâfâtlann da habercisidirler.
Özürlü kardeşlerimizin toplum hayatına katkıda bulunmaları için, yeteneklerini geliştirmek üzere onlara uygun mekanlar hazırlanması, eğitim imkanı sağlanması, yapabilecekleri işlerin verilmesi, İnsanî ve İslâmî görevimizdir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.), felaket, hastalık ve özür durumlarında müslümanların dayanışma içerisinde olmasını vurgulayan bir hadisi ile yazımızı bitiriyoruz.
"Merhamet, sevgi ve birbirine destek olmada mü’minler, bir beden gibidir. O bedenin bir uzvu hastalanınca vücudun diğer organları, hasta uzvun elemini paylaşırlar.’"3’

1 - Terğib, 1/55.
2- Müslim, Birr, 32.
3- Tecrid-i Sarih, 12/128.