Makale

Leke Kaldırmayan Kumaş Din Görevlisi

Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Leke Kaldırmayan Kumaş
Din Görevlisi

Dinden soyutlanmış bir toplum var olmadı, bundan sonra da olamayacak. Din bir kurum olarak sosyal hayatın temel yapı taşlarından biridir. Her kurum, kendi yürürlüğünü sağlayacak, uygulanmasına öncülük ve önderlik edecek, kendisinden beklenen pratik faydaları ortaya çıkaracak her düzeyden "elemanları" da temin eder. Bu değişmez bir kuraldır. Din insanlık tarihinin en eski ve köklü kurumu olması do- layısı ile bu kuralın ilk olarak icra edildiği alan olmuştur.
Semavî din düzleminde bu önderlik ve öncülük işini ilk üstelenenler tabiî ki peygamberler olmuştur. Onlar tebliğ ettikleri dini inananlara "emanet" etmişler, onlar da emaneti yere bırakmamak için ne gerekiyorsa yapma gayreti içinde olmuşlardır. Bu gayret genellikle din konusunda yeterlilik kazanmış insanların öncülük ve önderliğinden yararlanma şeklinde olmuştur. "Din adamları"nın ortaya çıkması bu tabiî sürecin sonucu olmuştur.
İslam’ın ilk devirlerinde dinî rehberlik resmî bir nitelik arz etmemekle birlikte Kur’an-ı Kerim’de bu alanda hizmet görecek özel kişilerin gerektiğine vurgu yapılmıştır. (Tevbe, 122) Bu özel kişilerin temel niteliği din konusunda köklü bilgi sahibi olmak ve halkı uyarmak/bilgilendirmektir. İslâm ilim geleneğinin sağlam bir zemine oturup yaygınlaşmasında ve "ilim erbabı" ile halkın sıkı bir ilişki içinde bulunmasında bu ayetin temel etken olduğunu söyleyebiliriz.
Dinin öğrenilip geniş halk kitlelerine öğretilmesi görevi, kavram olarak olmasa bile fiilen "din görevlisi" olgusunu ortaya çıkarmıştır. Başlangıçta "hasbe- ten lillah" yerine getirilen bu görev, toplumsal hayatın karmaşıklaşması, "iş bölümü"nün kaçınılmaz olması din hizmetinin ağırlıklı olarak belirli kişilerce yürütülmesini zorunlu kıldı. Din hizmetleri alanı da bu olgunun dışında kalamazdı.
Nitekim öyle oldu ve din hizmeti verenlerin bu iş için ücret almaları söz konusu oldu. Verilen din hizmeti karşılığında ücret alınması halinde, dini Allah rızası için tebliğ ve talim etme ülküsü acaba yara almıyor muydu? Değişik bir ifade ile din hizmeti karşılığında ücret almak dinin temeli olan "ihlâs" ilkesine aykırı olmaz mıydı?
İslâm bilginlerinin soruya verdikleri cevap şu oldu:
İyiliği emredip kötülükten alıkoymak, yani en geniş manası ile dini yaşama ve başkalarının da yaşaması için çaba harcamak her Müslümanın yerine getirmesi gereken bir görevdir. Ancak bu görev gündelik hayatı yaşarken olayların akışına göre yerine getirilecektir. Müslümanın belli bir yerde (mesela camide) hizmet için düzenli bir mesai harcaması halinde (habs-i nefs) maişetini başka yerden kazanma imkânı kalmayacağından, verilen din hizmeti için ücret almak caiz olur.
Osmanlı-lslâm kültüründe yakın zaman öncesinde "hade- me-i hayrat" (hayırlı işlerin hizmetkârları) diye anılıyordu. Hayırlı işlerin başı ve evveli din hizmetlerinin verildiği camilerde görevli kişileri (vaizler, imam-ha- tipler ve müezzin-kayyımları) ifade ediyordu. Günümüzde din görevlisi diyoruz. "Hademe-i hayrat" fedakârlık, bağlılık ve teslimiyet anlamı gizler içinde, ifadesini maddî karşılıkta değil, "hasbilik"te bulur hademe-i hayrattık. Bir zorunluluk sebebi ile gündeme gelen maddî karşılık, aslında hademe-i hayrat kavramı çerçevesinde paranteze alınmıştır. Tıpkı Yavuz Sultan Se- lim’in "Hakimü’l-Harameyn" nitelemesini reddedip, "Hadimü’l- Harameyn"i ihdas ederek benimsemesi gibi. Verilen hizmetin insana şeref madalyası olduğu yerdir burası, işte din görevlisi, en merkezî yerden en ücra köye kadar bu manevî madalyanın varisidir.
İslâmî öğreti, "din adamı"nı birtakım özel ruhanî yetkilere sahip kılmaz, insan olarak başkalarından hiçbir ayrıcalığı yoktur. Onun görevi "din"i öğrenip üşülünce öğretmek, öğrenilenlerin uygulanmasında pratik "yardım" sağlamak, önderlik etmektir. Bu yardım işlemi, dinin temel yapısına müdahalede bulunmadan, yine dinin prensipleri dahilinde meselelere çözüm aramaktan mabette fiilen önderlik etmeye kadar geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. "Âlimler, peygamberlerin varisleridir" (Buhari, İllim, 10) hadisi, söz konusu "yardım"ın ilim temeline dayandığını ortaya koyuyor.
Din görevlisinin "önderliği" din alanı ile sınırlı kalmaz. Bilgi, kültür ve tecrübesi oranında gündelik hayat alanına da yansır. Esasen din hayatın her alanında bir şekilde var olduğu için bu tür bir ayırım sadece şekilden ibaret kalır. İşte "imam"(önder) kelimesi anlamını burada bulur.
İslâm toplumlarında bilginler daima rağbet görmüş, İdarî mekanizmanın hem rehberi, hem "murakıbı" olmuştur. Bu Osmanlı dönemi için de böyle idi. Şeyhülislâmdan cami ve mescitlerde görevli imamlara kadar her kademeden ilim ve din erbabı yürüttükleri din eksenli hizmetle toplum içinde önemli bir yapı taşı konumunda idiler. Ulema üst düzeyde; imamlar, vaizler ve diğerleri halk düzeyinde fikir ve kanaat önderi olarak daima öne çıkıyorlardı.
Ancak, Osmanlı’nın Batı karşısında her alanda geri kaldığı su yüzüne çıkınca, bu durumdan kurtulmanın yolları aranmaya başlandı. Tabiî ki ilk bakılan yer Batı oldu. Batı’ya hâkim "seküler" dünya görüşü yerli aydınların önemli bir kısmını etkiledi. Mevcut geriliğe dinin/ulemanın sebep olduğu yargısı çeşitli şekillerde dile getirilmeye başlandı. - Ünlü ressam Osman Hamdi’nin "Mihrap" adlı tablosu ile Tevfik Fikret’in "Tarih-i Kadim" adlı şiirleri bu yaklaşımın "sanat" alanındaki en belirgin örnekleridir.- ilmiye sınıfının itibarı sarsıldı. Bu sarsıntı din alanında hizmet veren herkesi etkiledi. Bu arada karşı duruş sahipleri bakış açılarını ifade edecek terimleri de üretmeye başladılar, "irtica" ve "mürteci" ifadeleri bu sürecin ürünüdür. Başlangıçta ünlü 31 Mart olayı ve onun aktörleri için kullanılan bu kelimeler zamanla - sınırlı sayıdaki bazı kişilerce- din ve dindarı nitelemek için kullanılır oldu.
Aynı yaklaşım ne yazık ki Cumhuriyet sonrasına da taşındı ve sızıntı şeklinde de olsa varlığını sürdüregeldi.
Din adamı ifadesinin "din adamları sınıfı" gibi özel imtiyazlı bir kesimi çağrıştırdığı için din hizmeti verenlerin "din görevlileri" diye tanımlanması anlamlıdır. Ancak dinî-kültürel tarihimiz içinde köklü bir geçmişi olan "imam" ve "hoca" terimleri toplum içinde yaygın olarak kullanılagelmektedir. Zira imam/hoca/din görevlisi konumu itibari ile halkın içindedir. Dini öğrenmesinde, namazında, doğumunda, ölümünde, mevlidinde onunla birliktedir. Kısaca toplumun yaygın katmanları "ho- ca"yı "kendinden biri" olarak görür; dinin ve din görevlisinin olumlu ve yapıcı rolünü benimser ve destekler. Ülkenin her yanında halkın parası ile hocaların öncelikli hizmet mekanı olarak inşa edilen camiler bu yaklaşımın en sağlam belgeleridir.
Ancak o "aykırı ince damar" kendini çeşitli şekillerde gösterir. Bu damar "hoca" kavramını bir şekilde yıpratmanın peşindedir. Onu toplum içinde görmek istemez. Bu alanda özel bir üslûp kullanır.
Ona göre "hoca camide"dir. Ona göre "hoca" sıradan bir hitap kelimesidir; bakkala, manava, şoföre hitap ederken kullanılabilir. Onun karikatürlerinde "hoca",.kaba ve çağ dışı bir tiptir, "kötü adam"dır, mürteci (gerici)dir. Daha ilkokul öğrencisi iken bize topluca seyrettirilen
"Vurun Kahpeye" filminde kurgulanan "köy imamı" tipi bütün iticiliği ile hâlâ hafızamdadır.
Din görevlisi üstü açık ya da örtülü bir şekilde bu içi boş mürteci kavramının muhatabı kılınmak istenir.
Yaygın tanıma göre mürteci din adına ilerlemelere karşı çıkan kişidir. İlerleme nedir ve hangi din görevlisi ilerleme diye nitelenebilecek bir şeye karşı çıkmıştır, ben falan ilerlemeye karşıyım demiştir? Böyle bir şey yok. "Hal böyle olunca irtica ve mürteci hep dışarıdan tanımlanan, dolayısı ile sorunlu bir kavram" (Nuray Mert, "Gericilik", Doğu-Batı, yıl 1, sayı 3, 1988, sayfa 10) haline geliyor. Herkes içini niyetine göre doldurup kullanıyor.
Din görevlisinin eleştirilecek yanı/yanları olmaz mı, tabiî olur. Sonuçta din görevlisi de insandır. Eksiği olabilir, vardır da. Esas olan bu eksiklerin giderilerek din görevlilerinin en üst düzeyde elemanlar haline gelmesidir. Zira beşerî zaafların en çok göze batacağı yer din görevlisinin kisvesidir.
’Din görevlileri eleştirilmesin’ gibi bir yaklaşım da asla söz konusu değildir. Önemli olan eleştirinin yapıcı ve olumlu olmasıdır. Belli bireylerde ortaya çıkan eksikliklerin kitleye mal edilmesi doğru değildir, haksızlıktır.
Geniş kitleler, din görevlisini olması gerektiği yerde görmeye devam ediyor. Dinin bize sunduğu çizgi "din görevlisini Hz. Peygamber’in makamındaki kişi" olarak görür. Konumunun gerektirdiği niteliklere sahip bir din görevlisi, toplumların olumlu yönde değişim ve gelişime yönelik atılımlarda önemli bir potansiyel etki alanına sahip bulunmaktadır. Bir pozitif enerji kaynağıdır. Toplumsal sarsıntılarda kaynaştırıcı, yatıştırıcı bir konumu vardır. Din görevlisinin halk üzerindeki bu etkisi tek yönlü ve sadece görevlinin öz niteliklerinden kaynaklanan bir şey değildir. Terazinin öbür kefesinde Müslüman halk vardır. "Marifet, iltifata tabidir." Din görevlisine atfettiği değer toplumu onun irşadına, yol göstermesine "hazır" hale getirmektedir.
Din görevlisi bir insandır, ama "kumaşı" beyazdır ve beyaz kumaş leke kaldırmaz. "Halkın içinde" bir hayatı vardır. Öyle olmalıdır, çünkü "işi" onlarladır. Hizmetinde bulunduğu dinin kendisine telkin ettiği hizmet parolası şudur: "Kulların duasını Hakk’a ulaştırmak istersek Hakk’ın muradını kullara tanıtalım. Hakk’ın güneşi karşımızda parlamakta iken gözlerimizi kapatmayacak kadar kuvvetli ve Cesur olalım." (Nurettin Topçu, Var Olmak, Yağmur Yayınevi, Ahmet Sait Matb., 1st. 1965, s.70)
Bu hedef her türlü hasis menfaatten uzak, hırsların esiri olmayan, üstlendiği sorumluluğun bilincinde, ufku açık din hizmetçisine işaret ediyor. Din görevlisi yetkin ve etkin olmak konumundadır. Yetkin olması, yetişmiş olmasına bağlıdır. Dini ruhu ile kavramış olmak bunun ön şartıdır. Din hayata hitap ediyorsa, "hayatı anlamak" dini anlatmanın temel şartı oluyor. Şu halde din görevlisinin yetişmişliği kapsamlı bir ifadedir. Çağın gerektirdiği kültür ve bilgi düzeyi onun kaçınılmaz malzemesidir. Din görevlilerimizin bu düzeyi yakalamasına yardımcı olma yolunda Diyanet işleri Başkanlığının sergilediği samimi gayretleri şükranla anmamak olmaz.
Tabiî ki her şeyin daha iyisi vardır. O daha iyi de zaten bu işi üstlenenlerin hedefi.