Makale

İktisadî Kültürümüzde "Bütçe" Kavramı

İktisadî Kültürümüzde "Bütçe" Kavramı

İbrahim Ural
Din İşleri Yüksek Kurulu Baş Uzmanı

Bütçe bir devletin bir kuruluşun veya bir ailenin belirli bir zaman dilimi içindeki gelir ve giderlerini (harcamalar) tahmini olarak gösteren cetveldir. Bütçe, bir çeşit plan demektir. Devlet Bütçelerini uygulamak hükümetler için mecburidir. Bütçe; gelirlerin toplamı ile gider ve harcama yetkisini de ihtiva eder. Bütçe, tahmin, esasına dayanır. Belirli bir dönem için elde edilecek gelirler ve yapılacak harcamalar önceden tahmin edilir. Resmi bir tabir olarak buna "Konsolide Bütçe" denmektedir. Gelirlerin giderlerden iazla olması halinde "Bütçe Fazlası", tersi halinde ise "Bütçe Açığı" kavramları gündeme gelir. Devlet bütçeleri için süre -genellikle- bir yıldır. Buna bütçe yılı ya da malî yıl denir. Çeşitli durumlarda iki veya üç aylık geçici bütçeler hazırlanır. Yurdumuzda malî yılın başlangıcı 1 Mart iken 1983 yılından itibaren 1 Ocak tarihi kabul edilmiştir.
Arapça’da "el Mizânlyye" kelimesi, bütçe anlamında kullanılmaktadır. Ölçü, kriter ve kıstas anlamlarına da gelen bu kelimenin denklik ve eşitliği sağlama, terazi gibi dengeyi belirlemek vs. anlamlara gelebileceği dikkate alınarak, gelir ve giderlerin biri birine müsavi olduğu "denk" bütçe prensibinin öngörülüp, öngörülmediği konusu tartışılabilir. Şurası bir ger-çektir ki, klâsik "siyâsetnâme" ve "nasihatü’l-mülûk" yazarlarıyla ahlâk kitabı yazarları, öğütleri arasında iradlarla (gelirler), masrafların (giderlerin) birbirine eşit olmasına önemle temas etmişlerdir. Yakın zamanlara kadar devlet bütçeleri konusunda bu görüş hâkim olmuştur. Prof. M.Hamidullah "İslâm’a Giriş" adlı kitabında, Kameri takvim yılının her asırda üç bütçe yılı kazandırdığına dikkat çekmiştir.
Osmanlı Tarihiyle ilgili eserlerde, Türk-İslâm Tarihinde bütçe kavramının ilk kez Sadrâzam Tarhuncu Ahmed Paşa tarafından benimsendiği, daha önce böyle bir anlayışın bulunmadığı ifade olunmuştur. Ansiklopedilerde, adı geçen sadrâzamla ilgili maddelerde de aynı yorumlar yapılmaktadır. Meselâ, "Hayat (Küçük) Ansiklopedisi" adlı eserde, sözkonusu maddede, Tarhuncu Ahmed Paşa’nın (ölümü: 1653) veziriazam olduktan sonra ilk defa devlet bütçesi yapmak için teşebbüslerde bulunduğu, bu yüzden itibârdan düşüp, bir yıl sonra idam olunduğu yazılıdır. Oysa, daha Hz. Ömer’in hilâfeti devrinde devlet gelirlerinden vatandaşlara yıllık tahsisat ve maaşların kaydedildiği "Divanlar" oluşturulduğu; tarihî bir gerçektir. Öte yandan Emeviler devrinde vergi kayıtlarıyla ilgili belgelerin Arapça’ya tercüme edildiği bilinmektedir. Abbasîler devrinde Ali b. Isa ve Yakub b. Killîs gibi vezirler tarafından devlet mâliyesi ve bütçesi konusunda reform niteliğinde düzenlemeler yapıldığı tarih (özellikle İslâm Medeniyet Tarihi) kitaplarında belirtilmiştir. Corci Zeydan’ın (Medeni-yet-i İslâmiyye Tarihi, trc. Z. Me-gamez, C. 2, sh.61) Ibn Haldun’dan naklen verdiği bilgilere göre Halife Me’mun döneminde devletin toplam nakdî geliri (390.855.000) Dirhem’e ulaşmıştı. Anadolu Selçukluları devrindeki mâlî gelir ve giderleri hâvi bir eser olan, Risâle-i Felekiyye’deki ra-kamlar devlet bütçesiyle ilgili harcamalardır.
Müslüman eğitimciler ve ahlâkçılar, ev idaresi ve ev ekonomisiyle (llm-i Tedbir-i Menzil) ilgili eserlerinde aile bütçesi konusuna da değinmişlerdir. Kınalızâde, Ahlâkı Alâî adlı eserinin büyük bir kısmını ev idaresi konusuna ayırmıştır. Osmanzâde, Hülâsatü’l Ahlâk adlı eserinde aile bütçesiyle ilgili açıklamalarında harcama konusunda şu dört şeyden kaçınmak gerektiğini söylemektedir ki, bu hususlar şunlardır:
1- Fazla kısıntı
2- 2-İsraf
3- Riyâ, şöhret ve kibirlenmek için harcama
4- Yapılan yardımı başa kakma. (H.el-Ahlâk, v.22 a)
Hadis kaynaklarının "Nafakât" başlıklı bölümlerinde de bütçe tanzimiyle ilgili rivayetler yer almaktadır. Bütçe hesapları yapılırken gelir miktarları zaman birimlerine göre yapılmalıdır. Mesela aylık ücret alanların bütçeleri aylık, üç aylık maaş alanların (örneğin emekliler) bütçeleri üç aylık, çiftçi ve köylülerin hesapları ise yıllık olmalıdır. Anadolu’daki köylü vatandaşlarımız genellikle, bütçesini hasad sonundan itibaren, güzden güze, bir yıllık olarak yaparlar. Milâdî dokuzuncu asır yazarlarından olup da, Abbasî Halifesi Mutasım’a devlet yönetimi ve bütçe konusunda bir rapor sunmuş olan İbn Ebir-Rebi’i, "Bütçe, gelir ve giderlerin önceden takdir edilmesiyle meydana çıkar" demiş ve şu ihtimalleri zikretmiştir:
1- Gelir giderden fazla olur.
2- Gelir giderden az olur.
3- Her ikisi (gelir ve giderler toplamı) birbirine eşittir.
Birinci durumda devlet reisi başarılı ve tedbirlidir. Gelirin fazlası muhtemel olumsuzlukları karşılamak için hazırdır. İkinci durumda hükümdarın yönetimi yanlıştır. Üçüncü durum tam bir güven ve huzur ortamı için sözkonusudur.
Felâket ve musibetlerin ortaya çıktığı bir zamanda, bu da yetersiz kalır. Dostların himmetiyle bunları karşılamak gerekir." demektedir. (Sülûkü’l -Mâlik, sh. 119)
Abbasîler devrinin meşhur ediplerinden Câhız da "Kitâbü’l-Buhalâ" adlı kitabında (Sh. 11, 12) bütçe ve hesaplama ile ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Başta, Kâbusnâme’nin yazarı Keykâ-vus olmak üzere, siyâsetnâme yazarları ve eğitimciler, eserlerinde "ihtiyat akçesi" olarak belirli bir meblağın ayrılmasını öngörmüşlerdir. Hatta bu kavram günümüze kadar gelmiştir. Beytü’l-mâl konusunda yazılmış olan eserlerde de bütçe konusuna değinilmiştir. Dr. Celâl YENİÇERİ İslâm Fıkhında Bütçe konusuyla ilgili bir tez çalışması yapmıştır.
İslam Fıkhına göre, devlet bütçesinin temel gelir kaynağını mecburî vergiler oluşturmaktadır. Altın, gümüş, ticarî mallar ve hayvanlardan alınanlara zekât; ziraî ürünlerinden alınanlara öşür veya haraç, maden vergisine veya ganimetlerden alınan paylara ise humus denilmektedir. Olağanüstü durumlarda "Nevâib" denilen yeni vergiler getirilmesi kabul edilmiştir. Osmanlılarda bu anlamda "Avarız" terimi kullanılmıştır. Zekât ve ganimetlerden alınan payların sarf yerleri bizzat Kur’anda gösterilmiştir. Tevbe Sûresi’nin altmışıncı, Enfâl Sûresi’nin kırkbi-rinci âyeti bununla ilgilidir. İslâm Fıkhında gelirlerin harcanması devlet reisinin keyfî insiyatifine bırakılmış değildir. Bütçe, garantili bir plânlama aracıdır. Bu sayede mükelleflerden alınan vergiler ya bizzat yoksullara temlik olunur, ya da umumî yarar istikametinde harcanır.
Dört Halife Devri tatbîkatı, İslam Fıkıhçılarını, zekâtın toplandığı bölge veya eyâlette dağıtılmasının esas olduğu görünüşüne vardır-mıştır. İmam Ebû Hanife toplanan zekâtın, doğrudan başka bir bölgeye nakledilmesini mekruh görmüştür. Ibn Nüceym, diğer bölge halkının daha muhtaç durumda oluşunu zekâtın nakli için yeterli bir sebep olarak görmektedir, (el-Eşbâh, sh. 67). Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm, Resûlullah (a.s.) dönemindeki bazı uygulamalara bakarak, zekâtın doğrudan başka bölgelere ve merkezî hazinelere nak-ledilebileceğini Kitâbü’l Em-val’inde (sh. 599-600) zikretmektedir. Esasen tahsilatın yalnız top-landığı bölgede dağıtılması bugünkü bütçelerin tanzimine esas olan "Bütçenin Birliği" kuralıyla bağdaşmamaktadır.
Hz. Ömer (r.a.) devrinde oluşturulan divanlar (kayıtlar) da herkesin istihkakı olan maaşlar belirlenmişti. Ödemeler yılda bir kez ödeniyordu. Maaş nisbetleri farklı idi. İslâmiyet’e girişteki kıdem ve hizmet esas alınmıştı. Dağıtılan bu gelirlerin bir çeşit "Bütçe Fazlalığı" olduğu söylenebilir. Mevlâna Şiblî, Asr-ı Saadet adlı eserinin Hz. Ömer’le ilgili bölümünde, Onun hilâfeti devrindeki bütün sosyo-ekonomik gelişme ve müesseseleri incelemiştir. Adıgeçen eserde, Hz. Ömer (r.a.) devrindeki mâlî uygulamalarla ilgili rakamsal örnekler vardır.
Devlet Hazinesinin, hükümdarın özel hazinesi gibi zannedilmesi İslâm fıkıhçılarını ve İslâm Tarihini bilmemek olur. Hz. Ebubekir’in halife seçilmesiyle birlikte, sahabîlerin teklifiyle kendisine yeterli mik-darda maaş bağlandığı tarihî bir gerçektir. Hilâfetin saltanata dönü-şünden itibaren bu konuda aşırı bir lüks ve ihtişama meyledilmiş olsa da, devlet hazinesi ile hü-kümdarın özel hazinesi biribirin-den daima ayrı olmuştur. Osmanlılar devrinde hükümdarın özel hazinesi "Hazine-i Hâssa" olarak isimlendiriliyordu. Hükümdarların, bütün müslümanların ortak hazinesi olan Beytü’l-Mâl-i Müslimîn’e tecavüzü, İslâm kamuoyunda şiddetle ve tepkiyle karşılanmıştır. Buna bir örnek olarak imam Süf-yân-ı Sevrî’nin Abbasî halifesi Harun Reşid’e bu tür bir olay vesilesiyle yazdığı mektubu zikredelim:
"Ey Harun! Müslümanların Beytülmâl’ine, onların rızâsı dışında hücûmetmiş oldun. Senin bu davranışından; burada hak sahibi bulunan müellefe-i kulûb, âmiller, mücâhidler, yol-da kalmışlar, Kuran hafızları, ilim ehli, dullar, yetimler buna razı oldular mı? Tebean olan halk bunu kabul ettiler mi? Ey Harun! Paçalarını sıva ve bu sorulara cevap hazırla!... Şunu iyi bil ki, bundan dolayı ilâhî adalet ve mahkeme önüne çıkarılacaksın, İlmin, zühdün, Kur’an’ın ve Kur’an ehli hayırlı kişilerle birlikte olmanın lezzetini terkedip, zâlim olmayı tercih ettin. Zalim-lerin de önderi oldun..
Bundan sonra bana mektup yazmayasın. Yazsan bile, cevap verecek değilim. Vesselam..."
Ahmed Zıyaüddin Gümüşhâne-vî, Camiu’l-Mütûn Fi’l-Akaid adlı eserinde (sh.70) bu mektubun metnini nakletmiştir.
İslâm bilginleri, olağanüstü durumlarda yeni vergiler konulmasını caiz görmekle birlikte, bunun yöneticilerce kötüye kullanılmasına izin vermemişlerdir. Izzuddin Ibn Abdisselam Mogollara karşı direnmek üzere, halka yeni vergiler koymak isteyen hükümdarın isteğine karşı çıkmış ve hazinede para mevcut iken, böyle bir yola girilmesinin caiz olamayacağını söylemiştir, ilhanlı devrinde vezirlik yapmış olan bilgin Nasiruddin Tûsi, Mâliye ile ilgili risalesinde bazı tür mallar üzerinde hiçbir şekilde tasarruf ve müdâhalede bulunulmayacağını şöyle açıklamaktadır:
"Padişahlar, (şu) dört sınıf maldan sarfedemezdi. Birincisi; başka hükümdarların hayır ehline verdiği mal. İkincisi yetim malı. Üçüncüsü gaip kişilerin mallarıyla, emânet malları. Dördüncüsü ise vakıf mallarıdır..." (Trc. Eden: Doç. Dr. Mehmet Bayraktar) (sh.25).
M.Zeki PAKALIN "Mâliye Teşkilâtı Tarihi" adlı değerli eserinde özellikle Osmanlı devrindeki uygulama modelleri konusunda ayrıntılı bilgiler vermiştir. Selçuklular dönemindeki "Müstevfî = Mâliye Bakanı" örneğinin de araştırılması gerekir.
İslâm Açısından Plânlama ve Bütçe konusunun birlikte ele alınması sayesinde teori ile pratiğin birbiriyle ilişkisi müşahhas olarak anlaşılacaktır. Bu iki konu birlikte işlenmelidir.