Makale

İçki ve Kumar

İçki ve Kumar

Prof. Şakir BERKİ

I— İÇKİ:

Alkolün yıktığı hânümanlar verem mikrobunun söndürdüğü ocaklardan fazladır. Alkol nesilden nesile tahribat yapar; bu, tababet ilminde itiraz götürmez bir hakikattir. Alkol, ona müptelâ olanları yok yere cürümler îkaına sevkeder; (1) çünki normal akla darbe indirir; alkol alanlar ferdî ve içtimaî kararlarında çok defa isabet gösteremezler. Alkolün hem ferdi hem içtimâi hayat için zararlı olan bu tesiri dahi alkolün zihnî faaliyetteki menfi te’sirinin tabii bir neticesidir. Alkol ona müptelâ olanların aile ve çocuklarının nafakasını azaltır ve ba’zen de tamâmiyle yok eder.

Şu kısaca sayılan fecî mahzurlarından dolayıdır ki Kur’ân-ı Kerîm’de insânları bu belâdan kurtarmak için bir çok hükümler vârid olmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de beşer için eyi olan hiç bir şeyin men’edilmiş olduğu görülemez; fakat insanların ahlâkına, edebine, namus ve haysiyetine, sıhhat ve hayâtına muhalif olan her şey men’olunmuştur.

İslâmiyet henüz yavaş yavaş yayılmağa, kalb ve şuurlarda henüz tomurcuklanmağa başladığı ilk zamanlarda, Cenâb-ı Hak, içkiye mübtelâ kullarına tatbiki hiç zor olmayan şu ilk emri beyân buyurmuştur : “Sana sarhoş edici içkileri ve kumarı sorarlar. De ki : ikisinde de hem büyük günah, hem insanlara fâide vardır. Günâhları fâidelerinden daha büyüktür.” (Bakare, 219) (2).

Kur’ân-ı Kerîm, evvelâ içkinin günâh olduğunu ve günâhının zâhirî faydasından büyük bulunduğunu beyân etmekle, İslâmiyet yoluna girmiş olanlara içkinin müslümanlıkla kabil-i te’lif olmadığını ihtar etmekle iktifâ eylemiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de bidayette içki hakkında yalnız bir ihtar mevcûd olup, memnu’iyetîne dâir emir münderiç olmadığından müslümanlardan bir kısmı, Hz. Peygamber ve onun yakın dostları müstesna, içkiye yine devâm ettiler. Hattâ namaz vakitlerinden evvel bile içki alıyorlardı, öyle ki, ibâdette okunan âyetlerde şaşırmalar dahî vâki’ oluyordu. Bu, ibâdetin kudsiyeti ve ma’nâsı ile kabil-i te’lif bir vaziyet olmadığından Cenâb-ı Hak : “Ey imân edenler. Sarhoş iken ne söylediğinizi hakkiyle bilmedikçe, namaza yaklaşmayın." (1) diyerek içki hakkında ilk memnûiyeti koydu.

İlk memnûiyetin şâmil mâhiyette olmamasının, yalnız namaz vakitlerine münhasır ve namaz kılarken sarhoş olmıyacak derecede içkiye mesağ verir şekilde bulunması, içkiyi ekmek gibi istihlâk etmek kadersizliğine uğramış şaşkın ve câhil bir camia için en ma’kul bir hareket tarzı idi. Kestirme ve kat’î bir memnûiyet emr-i ilâhîinin tatbiksiz kalması gibi bir netice tevlid edebilirdi (2). Filhakika, hiç bir alışkanlıktan derhal vaz geçmek insanların kahir ekseriyeti için mümkün değildir; bu, bugünkü modern ve münkeşif tabâbet ilmince de kabul olunan keyfiyettir.

İslâmiyet ona tâbi olanların şuur ve kalblerinde gün geçtikçe kökleşip ferâgat edilemez bir ahlâk, karakter, ve edeb düstûru sistemine inkılâb edince kat’î memnûiyetin ısdârı için icâb eden zemin ve zaman hazırlanmış demekti. İşte Cenâb-ı Hak bu şeraitin tahakkuk ettiği sırada : "Ey îmân edenler, şarap da (1) kumar da, dikili taşlara kurban kesmek de, fal okları kullanmak da şeytanın kârt olan murdar işlerden başka bir şey değildir” (2). “Şeytan içki ve kumarla aranıza yalnız düşmanlık salmak, sizi birbirinize düşürmek (3), sizi Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan alıkoymak ister. O halde artık vazgeçmiyecek misiniz?” (4) diye hitap buyurarak îmân edenlere içkiyi tamamen meneylemiştir.

Kurân-ı Kerim, ne içkiye müsaade etti, ne de had koydu. Bunun sebebi ikidir :

1 — Cenâb-ı Hak, insana zararı olan şeyi tasvip etmez. (Mantık da bunu âmirdir.)

2 — Az, dâima çoğu da’vet eder. Bu kaide mutlaktır. Kanunlar bugünkü telâkkiye göre dahi umumiyet için yapıldığından Kurân-ı Kerim’in içki memnûiyetine her imân edenin, yani müslümanın riâyet etmesi şarttır.

İçkinin mahzurlarından en mühimi, bizce, dînine hulûs ve vekarla bağlı kimseleri ibâdetten alıkoyacağıdır. Kur’an-ı Kerîm’in en mühim emirlerinden biri Cenâb-ı Hakk’a ibâdet, secde etmektir. Kur’an-ı Kerim’de namazın büyük bir vazife olduğu sık sık beyan buyurulmaktadır. Kanına, irâdesiyle alkol bulaştıran müslümanlar bu vaziyette namaz kılmağa cesaret edemez. Zİrâ namazın diğer bir ma’nâsı da Cenâb-ı Hak huzurunda onun emirlerine sadakatle itaat edileceğine dair ubudiyette bulunmaktan ibarettir.

Hiç şüphe yoktur ki içki memnûiyetine rağmen, türlü sebeplerle yakasını bu belânın pençesine kaptırmış olan kimseler dinsiz ve îmânsız değildirler ve müslümandırlar (5). Ancak dinde, hele İslâm dininde irâdeye hâkim olup, Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine uygun olarak hareket etmek, kalbdeki imânı, ibâdet etmekle ve yasaklarından çekinmekle fiile çıkararak ilâhi takdir ve ihsanlara bu ve öte dünyada mazhar olabilmenin şaşmaz lâzimesidir (6).

II _ K U M A R :

Hiç hakkı olmadığı halde arkadaşının veya hemcinsinin cebinden parasını ve hattâ nafakasını almak kadar ruh ezici bir şey yoktur. Kumar oynayan kimse zamanlarını cemiyet menfaatine kullanmaz olur; âile ve çocuklarını nafakasız bırakabilir; geceleri de uyumıyarak ve yemeği dahi ihmal edercesine bu oyuna dalarak sıhhatinin bozulmasına yol açar; parasız kalınca ya çalar, veya memur ise rüşvet, irtikâp yolları ile cemiyete büyük zararlı korkunç işler yapmağa, mecbur kalır; namuslu ise bunu da yapamaz, intiharla hayatına hâtime çekebilir.

Görülüyor ki kumar da fenalıkları saymakla bitmiyecek kadar vahim içtimâi bir beliyyedir. Onun içindir ki Müslümanların Kitabı kumarı da men’etmiştir. Bu husustaki âyetler evvelce kaydedilmiş olduğundan tekrarı zaittir. Burada kaydedilecek husus şudur : İçki tedrici şekilde menedildiği halde kumar öyle değildir. Bu husustaki ilk âyetten itibâren memnudur. Azı da çoğu da memnudur. Oynayanlar zengin de olsalar memnûdur.

Zira kumarın çok zenginleri iflâsa sürükleyerek avuç açtırdığı, servetin kaybedilmesinden neş’et eden yeis ve elemle içki vesâir mükeyyefatla sefalete düşürdüğü kumar tarihinin sık sık kayıd ettiği vak’alardandır.

Zenginin kumar oynması memnu olmakla fakirin bundan sakınması tabiatiyle gerekir. Bu, Kur’ân-ı Kerim’in, İslâmiyetin kat’î emri iktizâsıdır. Diğer cihetten, fakirlerin esasen kumar oynayacak parası değil, nafakasını karşılayacak geliri dahi yoktur. Kaldı ki kumar da kazanmak da garantili bir şey olmadığından fakirler kumara değil kumara sarfedecekleri zamanda çalışarak nafakalarını temin için çalışmağı tercih etmelidirler. Akl-ı selim ve mantık bunu icâb ettirir.. Cenâb- Hak akl-ı selim ve mantık bakımından fakirle zengini ayırt etmiş değildir (1).

Kumar oynamak İslâmiyetin temelini teşkil eden namaza mâni’ olan sebeplerin en mühimidir. Kumar oynayan kazandıkça kazanacağım deye, kayıp eden kayıp ettiğini çıkaracağım ümidiyle kumara devam eder. Bu suretle bir kumar partisinde dakikalar, saatlar, hattâ azgın kumarbazlar muhitlerinde geceler ve gündüzler dakika gibi geçer gider. Namaz kumar oynarken akla gelse bile kumar oynayanlar namaz vaktinde kumarı bırakıp namazı edadan sonra kumara devam şeklini ihtiyar edemezler. Bunun sebebi ikidir : Kumarbazda böyle bir şey binde bir akla gelir; sâniyen böyle bir namaz Islâmda ibâdetin ma’nâsiyle gayr-i kabil-i te’liftir.

Kumarın en mühim mahzurlarından biri de, temas edildiği üzere kumarbaza çalışma, gerek kendi gerek cemiyet için müsbet işler yapma imkânı vermemesinden ibarettir. Filhakika öyledir : Kumarbaz çalışma vakitlerini kumar masasında heder eder. Ba’zen sabahlara kadar oynar, oyun bitince, uykusuz kaldığı akşamın uyku ihtiyacını çalışma saatlerinde gidermeğe çalışır. Veya çalışmağa gitse bile uykusuz ve sinirli hâliyle yaptığı çalışmadan istenilen normal netice ve randıman hâsıl olmaz.

Kumâr bahsinde piyangolarla at yarışları gibi kader oyunlarına da temâsta fâide vardır :

Bu gibi kader oyunlarını devletler kumar kasıd ve niyetiyle vaz’ ve meşru’ kılmış değillerdir. Fakat bu oyunlar mahiyet itibariyle oynıyanları kumarın bazı tehlikelerine maruz bırakabilirler. Meselâ aylığı ancak nafakasına yeten irâdesiz veya para hırsı geme vurulmaz derecede şahlanmış az gelirli kimselerle memurların bilhassa at yarışlarında aylık nafakalarını zayi ettikleri vaki’dir.

Müşavere Hey’eti kararları

İKİ BAYRAM ARASINDA NİKÂH

Karar No. 121/22

İslâmiyet, bilumum şeameti kaldırdığına binâen,

İki bayram arasında vâki’ olan nikâh hâdisesinde İslâmî bir mahzur olmadığı..

28/2/1952

Karar No. 107/17

Zarurete binâen mâdeni mevâd ile diş taktırmak, kaplatmak ve doldurtmak câiz olup gusle ve imamete mâni’ değildir.

25/Şubat/1952

(1) Sarhoşların bütün ailelerini veyâ bir arkadaşını veyâ gönlü kaydığı bir kadını vurmak, bıçaklamak vesâır şekillerle öldürdüğü veyâ yaraladığı günlük gazetelerin sık okunur havâdislerindendir.

(2) Âyet-i kerîmedeki fayda içkinin sıhhate faydasını işaret için değildir. İçki satarak para te’- mini murad olunmaktadır. Kumar için de hal böyle tefsir olunmalıdır. Kumarda kazanan için de, oynatan için de nakdî kazanç vardır.

(1) Nisâ, 42.

(2) Bu âyet-i kerîmede dünya hayatı için de hikmet ve ders mevcuttur. Tatbikı imkânsız olan kanunlar yapmamak, emirler ihdas eylememek lâzımdır. Böyle kanun ve emirler fuzulî ve ma’nâsızdır. Zira riâyet görmelerine imkân yoktur. Halbuki kanunların yapılışında ve emirlerin verilmesinde tahakkuku mutlaka lâzım ve zarûri içtimâi maksatlar mevcuddur.

(1) Şaraptan maksat, müskirattır. Şu halde, içki memnûiyeti, alkolü muhtevi olup zevk ve sefa sürmek, gam keder dağıtmak bahânesiyle içilen her şeye şâmildir.

(2) Mâide, 90,

(3) Kumar bahsine bakınız.

(4) Mâide, 91.

(5) 2irâ Kur’ân-ı Kerim’in içki ile alâkali âyetlerinin hiç birisinde içenin kâfirliğine dâir bir kayıt yoktur; nâçiz zannımızca âlemlerin Rabbi bu memnûiyete böyle bir müeyyide koymamış olmakla âciz ve iradesiz kullarının zaif yaradılışını nazara almış ve onları bu yaradılışlarının hatâlarından tevbe etmiyenlerin âhirette mücâzat olunacaklarını beyan buyurmakla iktifa etmiş ve kendilerinin İslâm dışı kalacakları hakkında bir hüküm beyan buyurmamakla da merhametli ilâhiyesini mahfuz tutmağı murâd eylemiştir. Bu merhamete mukabil kulları da Cenâb-ı Hakk’ın her emrine itaat etmek için irâdelerinin, son haddini sarf ederek, O’nun emirlerine riâyete gayret ederlerse Cenâb-ı Hakk’a sevgi ve hürmet vazifelerini ifâ etmiş olurlar.

(6) Hakiki müslüman, büyük dindar, fiilini sâlik olduğu dinin esaslarına, Rabbinin emirlerine uydurmağa gayret eden, bu uğurda cehd sarfeden kimsedir. Eğer peygamberler yalnız va’dedip fi’liyatları va’dlerine uymasaydı, tarih her birini çoktan unuturdu. Eğer Hz. Ömer ve onun gibi derece derece büyük ve bugün bile edeb, ahlâk ve karakterlerinin insana heyecan veren numuneleri olmasa idi, nam ve şanlarını tarih kitaplarında bulmağa imkân hâsıl olmazdı.

(1) insan, akıl ihsan ettiği için Rabbına şükretmelidir. Akıl kadar hakikî servet yoktur. Zirâ akılsız zenginin iflâsı kolaydır; akıllı fakirin ise zenginleşmesi, hiç değilse kimseye muhtaç olmayacak kadar kazanması mümkündür. Ve bu binlerce misalleriyle sâbit bir hâdisedir. Miras yedilikle servet sâhibi olan müstesna, diğer zenginlerin yarısından fazlası akd ve mantıkları ile zenginleşmişlerdir. Diğerleri, burada kaydetmeğe lüzum olmayan ba’zı nâ meşru esbabla servet sâhibi olmuşlardır.