Makale

Hoşgörü

Hoşgörü

Dr. Durak PUSMAZ
Haseki Eğitim Merkezi Müdürü

Bilindiği gibi insanlar farklı farklı yaratılmışlardır. Gerek beden ve gerekse rûhî bakımdan hiçbiri diğerinin aynısı değildir. Herbirinin kişiliği, karakteri, temayülü, inancı, düşünme biçimi, hayat tarzı sevdiği ve sevmediği şeyler farklıdır.
İşte insanların birbirlerinin bu farklılıklarını anlayışla karşılamalarına “hoşgörü” diyoruz. Müsamaha ve tolerans olarak da anılan hoşgörü, insanları oldukları gibi kabul etmek demektir.
Hoşgörülü olmak, kendi fikir ve düşüncelerimizi başkalarına zoraki dayatmaya kalkışmamaktır. Doğru bildiğimiz, doğruluğuna inandığımız, fikirlerimizi, düşüncelerimizi başkalarına anlatırız. Onların da buna inanmaları için çaba harcayabiliriz, ama bizim gibi düşünmeleri, bizim gibi inanmaları için zorlamayız. Yüce dinimizin temel prensiplerinden biri de “Dinde zorlama yoktur.”(,) esasıdır. İslam’da aslolan tebliğdir. Peygamberlerin görevi de Allah tarafından kendilerine bildirilen hükümleri sadece insanlara tebliğden ibarettir. İnsanları hidâyete erdirmek Allah’a aittir. Bu sebeple Kur’an-ı Kerimde: “Peygambere düşen vazife ancak tebliğ etmektir. Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir.® buyrulur.
Hz. Peygamber, insanlar müslüman olmuyorlar diye çok üzülüyordu. Kur’an-ı Kerim’de üzülmemesi istenmiş, görevinin sadece tebliğden ibaret olduğu hatırlatılarak şöyle buyrulmuştur:
“Eğer yüzçevirirlerse bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır.”(3)
Bu alemde her türlü düşünce olacaktır. Yüce yaratıcı öyle dilemiştir. İstesek de istemesek de dünyada iyilikler de bulunacak, kötülükler de, inananlar da olacak, inanmayanlar da. Allah inananlara hayat hakkı tanıdığı gibi inanmayanlara da tanımıştır. İnananlara rızık verdiği gibi inanmayanlara da vermiştir. Bu, ilahi bir kanundur.
“De ki: Kesin delil ancak Allah’ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.”’4’
“Eğer Rabbin dileseydi yer- yüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen inanmaları için insanları zorlayacak mısın?”®
“Eğer Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek ümmet yapardı. Fakat onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.”(6)
Evet, Rabbimiz dileseydi herkes iman ederdi, insanları tek bir ümmet yapardı. Yeryüzünde iman etmeyen kimse kalmazdı. Kullarını günaha meyletmeyecek özellikte yaratırdı. Ancak yüce Rabbimiz bunu dilememiş, kullarını hem iyilik hem de kötülük yapmaya kabiliyetli bir şekilde yaratmıştır. Allah kullarına akıl vermiş, fikir vermiş, hür irade vermiş ve doğru yolu da göstermiştir. Bunun neticesinde sorumluluğu kendisine ait olmak üzere inanıp inanmamakta serbest bırakarak şöyle buyurmuştur: “De ki, hak Rabbindendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr.”(7)
Bu alem zıtlıklar alemidir. Bu gerçeği görebilmek için uzaklara gitmeye gerek yok, kendi vücûdumuza bir gözatmamız yeterlidir. İşte ağzımız! Ağzımızda, demir gibi sert dişlerimizin yanında helva gibi yumuşak dilimiz de var. Bunlar gayet ahenkli bir şekilde uyuşup beslenmemizi ve konuşmamızı sağlıyorlar. Aslolan kâinatta var olan zıtları ortadan kaldırmak değil, aksine bu zıtların hoşgörü anlaşı içerisinde kaynaşmalarıdır.
İnsanları Sevmek
Hoşgörüyü gerçekleştirecek olan bir takım esaslar vardır. Bunların başında sevgi gelir. Sevginin olduğu yerde mutlaka hoşgörü olur. Kâinatın yaratılış sebebi sevgidir. Dinimizin esası da sevgi üzerine kurulmuştur. Mümin sevgi insanıdır. Allah’ı sever, peygamberi sever, müminleri sever, hatta bütün insanları bütün yaratıkları sever. Sevgi şairi Yunus’un ifadesiyle "yaratılanları sever yaratandan ötürü." Söz Yunus’tan açılmışken onun şu mısralarını kaydetmemek olmaz:
"Gelin birlik olalım İşi kolay kılalım Sevelim, sevilelim Dünya kimseye kalmaz."
Sevgi, kin ve nefretin zıttıdır. Kin ve nefret sahibi olanlar, sevgiden yoksundurlar. Sevgiden yoksun olan kimseler de hoşgörülü olamazlar.
Büyük Şair Hudâî de hoşgörüsüz insanlara nazaran mezar taşlarının daha makbul olduğunu belirterek şöyle der:
"Faydası olmayan bahardan yazdan Yüce dağ başının kışı makbuldür.
Cahilin yaptığı sohbetten sözden Alimin hayâli, düşü makbuldür.
Lokma yeme muhânetin elinden Kurtulmazsın sonra acı dilinden.
Nâmertlerin kaymağından balından Merdin kuru, yavan aşı makbuldür.
Hüdâî söyler incecikten
Hal ehli olmayan he bilir halden?
Bilgisiz, duygusuz, hoşgörüsüz kuldan Ölülerin mezar taşı makbuldür."
İnsanların Kusurlarını Örtmek
İnsanlar arasında hoşgörünün gelişmesi ve yayılmasını sağlayacak olan hususlardan biri de insanların birbirlerinin kusurlarını örtmeleridir. Dinimiz müminleri buna teşvik etmektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.) hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Her hangi bir kul dünyada diğer bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter.” <8) Kusursuz kul olmaz. Herkesin bazı kusurları bulunabilir. Biz bu dünyada insanların kusurlarını araştırmaz, örtersek, Allah da kıyamet gününde bizim kusurlarımızı örter.
Affedici Olmak
Hoşgörüyü sağlayacak olan bir diğer husus da affedici olmaktır. Affetmesini bilmeyen hoşgörülü olamaz. Bunun tersini söylemek de mümkündür. Hoşgörülü olan affedici olur. Yüce dinimiz İslamiyet’in en bariz vasıflarından biri de affedici olmaktır. Peygamberimizin ifadesiyle yüce Rabbi- miz çok affedicidir, affı sever. Öyle ise biz de affedici olmalıyız. Al-i imran sûresinin 133. âyetinde Rabbimiz bizi mağfiretine ve cennetine çağırıyor ve bu cennetin müttakiler için hazırlanmış olduğunu belirtiyor. Devamında müttakilerin vasıfları belirtilirken: “Onlar kızdıkları zaman gayzlarını, öfkelerini yutarlar. İnsanlardan gelen kötülüklere karşı affedici olurlar.” buyrulur. Bir başka âyet-i kerimede: “Eğer affeder, kusurlarını başına kakmaz, bağışlarsanız, şüphesiz Allah da çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir.”™ buyrulmuştur.
Selamı Yaymak
Selamlaşmak da sevgi ve hoşgörünün gelişmesine ve yayılmasına vesile olur. Bu sebeple İslam dini selamlaşmaya, toplum içerisinde selamın yayılmasına büyük önem vermiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size haber vereyim mi? Aranızda selamı yayınız.”™ Demek ki selamlaşmak insanların birbirlerini sevmelerini, birbirini sevmeleri de cennete girmelerine vesile olmaktadır. Selam barış ve esenlik dilemek anlamındadır. Dinimiz selamın yayılmasını, tanıdık, tanımadık herkese selam verilmesini emretmiştir. Bir adam Peygamber Efendimizden: “İslamın hangi ameli daha hayırlıdır?” diye sorunca Efendimiz: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığına selam vermendir.” cevabını vermiştir.00
Tartışmada Kırıcı Olmamak
Tartışmada kırıcı olmamak, tenkidde aşırı gitmemek de hoşgörünün gereğidir. Kur’an-ı Kerimde: “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.”(12) buyrulmuş, gayr-i müslimlerle mücadelede bile aşırı gidilmemesi, en güzel yolun tutulması emredilmiştir: “Kitap ehli olanlarla en güzel yoldan başka bir yolla mücadele etme.”(13)
Kötülüğe iyilik
Dinimize göre insan kendisine yapılan kötülüğe meşru ölçüler içesinde karşılık verebilir, buna misliyle mukabelede bulunma hakkı denir. Fakat affedici olmaya, hatta daha ileri gidilerek kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmaya teşvik edilmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerimde şöyle buyrulur: “Bir kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar, barışı sağlarsa onun mükâfâtı Allah’a aittir.”(’4>
Kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmak hoşgörüde de ileri ahlaki bir üstünlüktür. Dinimizi kötülüğe iyilikle mukabele edilmesin emretmiştir.
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur."05’ Fakat bu, kolay değildir, herkes bunu yapamaz. Onun için bunu takip eden ayette: “Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak hayırdan büyük nasibi olan kavuşturulur.”(16) buyrulur.
Ra’d sûresinde akıl sahiplerinin üstün vasıflarından bahsedilirken “Onlar kötülüğü iyilikle savarlar.”07’ buyurulur. Şâir ne güzel söylemiş:
"Katibi, yolunu, erkanını güt
Daima eksik etme kendüye öğüt,
Namı iyilikle anılan yiğit
Dünyada kemliğe iyilik edendir.”
Hoşgörünün olmadığı yerde taassub vardır. Taassub, hoşgörünün zıttır. Taassubun hiç kimseye yararı yoktur.
Daima felaket getirir. Aynı vatanda yaşıyoruz.
Gidebileceğimiz başka bir vatanımız da yok, öyle ise birbirimize karşı hoşgörülü olmalıyız.
Birbirlerimizin fikirlerine tahammül etmeliyiz.
Başka çaremiz de yok.
Ancak burada belirtilmesi gerekir ki herşeyde olduğu gibi, hoşgörünün de bir sınırı vardır. Mesela biri yangın çıkarırsa buna karşı hoşgörülü olunmaz. Hemen onun cezalandırılması, yangının söndürülmesi gerekir. Çünkü yangın bir felakettir. Bunun gibi, zinaya, fuhşa, rüşvete, zulme, ahlaksızlığa karşı da hoşgörülü olunmaz. Aklın yolu birdir. Açık doğrular vardır. Bunların doğruluğu savunulur, kötülükler izale edilmeye çalışılır.
Dikkat edilecek bir husus da hoşgörüyü sadece kendimiz için istememektir. Önce biz karşınızdakini hoşgörelim ki ondan da hoşgörülü olmasını isteme hakkımız olsun. Kendisi hoşgörülü olmayanın hoşgörü edebiyatı yapması gülünç olur.
İnsanlık bir ailedir. Toplumumuz hoşgörüye muhtaçtır, dünyamız hoşgörüye muhtaçtır, Hoşgörüsüzlük müslümanlara ait değildir. Bizim kültürümüzün, inancımızın temelinde hoşgörü vardır. Hoşgörü için en güzel örnekler kendi tarihimizde, kültürümüzde vardır. Mevlânâ’ları, Yunusları yetiştiren bu kültürdür. Asırlarca Osmanlı diyarında gayr-i müslimlerle müslümanlar bir arada barış içerisinde yaşamışlardır.
Şüphesiz en büyük hoşgörü sahibi Hz. Peygamberdir. Hz. Peygamber bilindiği gibi Mekke’de doğmuş, orda yetişmiş, orda peygamber olarak yaşamış, İslam dinini tebliğ etmeye orda başlamıştı. Fakat Mekke müşrikleri buna karşı koymuşlar, nihayet Hz. Muhammed ve ashabı oradan Medine’ye hicret etmek zorunda kalmışlardı. Hz. Peygamber (s.a.s) hicreten sekiz sene sonra muzaffer bir komutan olarak Mekkeyi fethettiği zaman, kendisine Mekke’de hayat hakkı tanımayan Mekke halkına insanlık tarihinde emsali görülmemiş bir şekilde hoşgörü örneği göstermiş, onları atfetmiştir. Tarih bunun canlı şahididir. Hz. Peygamberin yolundan giden ashabı ve diğer müminler de hoşgörülü olagelmişlerdir.
Hoşgörü sihirli bir sözcüktür. Sözde herkes hoşgörülüdür. Oysa asıl hoşgörü sözle olmaz, fiille olur. Birlik ve beraberliğimiz, dirlik ve düzenimiz, ilerlememiz ve kalkınmamız buna bağlıdır. Hoşgörü olmadan birlik ve beraberlik olmaz. Birlik ve beraberlik olmadan da ilerleme ve kalkınma olmaz.

1-Bakara Sûresi, 256
2- Maide Sûresi, 5/99
3- Şura Sûresi, 42/46
4- En’am Sûres.i 6/149
5- Yunus Sûresi, 10/99
6-Hud Sûresi. 11/118
7- Kehf Sûresi, 18/29
8- Müslim, Rs, 1/281
9- Tegabun Sûresi, 64/14
10-Müslim, İman, 54
11- Riyazü’s Salihln
12- Nahl Sûresi, 16/125
13- Ankebût Suresi 29/46
14- Şura Sûresi, 42/40
15- Fussilet Sûresi, 41/34
16- Fussilet Sûresi, 41 /35
17- Ra’d Sûresi, 13/22

“Hoşgörü sihirli bir sözcüktür. Sözde herkes hoşgörülüdür. Oysa asıl hoşgörü sözle olmaz, fiille olur. Birlik ve beraberliğimiz, dirlik ve düzenimiz, ilerlememiz ve kalkınmamız buna bağlıdır.”