Makale

HAC EMİRLERİ TARİHİ

HAC EMİRLERİ TARİHİ (*)

Dr. Bedri Muhammed Fahd, Çev. Prof. Dr. Münir ATALAR
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Mekke, etrafında tavaf edilen ve içerisindeki putları barındıran Kâbe sebebiyle, Cahiliye Arapları ta­rafından saygı gösterilen bir yer olduğu gibi; daha sonra İslâmî devrede de hac ibadetinin önemli bir rüknü olan tavafın yerine getirildiği mekân ve na­mazlarda kıble olması hasebiyle mu­kaddes bir yer olmuştur. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafından inşa edilen Kâbe, o devirden beri mukaddes bir mekândır.

Hac vazifesi, dünyanın çeşitli yer­lerinden dil ve ırk farkı yapılmaksızın bu ibadeti yerine getirmeye gücü yeten Müslümanlar tarafından yapılmıştır. Bu vazifenin yerine getirilmesi için bir ta­kım kuralların (Menâsik-i Hac) hacıla­ra öğretilmesi gerekli olduğundan, Hz. Peygamber (s.a.s.) (**), İtâb b. Useyd’i ve­kil göndermiş, Veda Haccı’ nda da biz­zat hac emîri olarak hac ibadeti ile il­gili; Arafat’ta Vakfe (duruş), Müzdelife’den Mina’ya gidiş, buradaki ibadetler ile kurban kesme ve Kâbe’yi tavaf etme gibi ibadetlerin, nasıl yerine ge­tirileceğini Müslümanlara öğretmiştir.

(*) Bu yazı, Dr. Bedri Muhammed Fahd (Muhammed b. Abdullah Üniv. Edebiyat Fak. Fasel-Mağrib tarafından al-Mavrid’de (c. IX. sayı: 4. s. 179-210, 1981 Bağdad) yazı­lan, “Târihü Ümerâi’l-Hacc” isimli madde­sinin çevirisidir.

(**) Yazar, (sallallahu aleyhi ve sellem) yerine, parantez içinde (sad) harfini kullanmıştır. Biz de bu kısaltmayı (s) harfi ile gösterece­ğiz. (Çevirmen)

Hz. Muhammed’in (s) vefatından sonra dört büyük halife de hac emîri ol­muşlardı. Kendilerinden sonraki halife­ler de bu vazifeyi devam ettirerek bizzat emîr oldukları gibi, hac süresince hacı­lara rehberlik yaparak emniyeti muhafa­za edecek emirler tayin etmişlerdir. Kâbe’nin bakımı ve örtüsünün takılma­sı ve Mekke-Medine’deki fakirlere hedi­yeler verilmesi gibi hizmetler, emirlerin görevleri arasında yer almaktaydı.

Abbasîler, gerekli vasıflara sahip hac emirleri tayin ettikleri gibi, Irak’tan özel hac emirleri de tayin et­mişlerdi. Daha sonraki yıllarda da Abbasîler tarafından tek emîr tayin edilmiş, son zamanlarda da Hz. Ali soyundan nakibler hac emîri olmuşlardı. Abbasîlerin merkezî otoritelerini kaybettikleri devrede hilafet merkezinden ayrı, müsta­kil devletlerin ortaya çıkması ile meyda­na gelen kargaşalardan sonra hac emirleri, halifelerin sahip oldukları ülke­leri müdafaa edebilecek komutanlardan tayin edilmişti. Bu dönemde, bazen Irak, Şam, Mısır ve Mağrib’den gelen hac emirleri bulunduğu gibi bazen de aynı bölgelerden birden fazla emirlerin, Mek­ke ve Medine’de karşılaştığı olmuştu.

Abbasî halifeliğine Moğollar tarafın­dan 1258 tarihinde son verilmesi ile Irak’tan gönderilen hac emirleri döne­mi sona ermiş ve on dokuz yıl boyunca Emîr Baybars’ın ortaya çıkmasına kadar hac emîri tayin edilememişti. Abbasî halifeliğinin Mısır’a naklinden itibaren, hac emirleri Mısır’dan tayin edilerek Kâbe örtüleri de buradan gönderilmeye başlanmıştır.

Bu çalışmamızda, tarih boyunca Hz. Muhammed (s) döneminden başlayarak, Dört Halife, Emevî ve Abbasî devirle­rindeki hac emirleri ile Irak hacılarının çıkış yerleri ve hac yolculuğunda karşı­laştıkları zorlukları ortaya koyarak, yazı­mızın sonunda konu hakkında telif edi­len eserleri vereceğiz.

HZ. MUHAMMED (S) DÖNEMİNDE HAC EMÎRLERİ (1)

Hicretin 8. senesinde Mekke’nin fet­hedilerek İslâm beldesi olması ve hac ibadetinin Müslümanların kontrolünde devamı ile Müslümanlar, başarılarına ta­yin olunan hac emîri İtâb b. Useyd baş­kanlığında hac vazifelerini yerine getir­mişlerdir. Hicret’in dokuzuncu senesin­de de Hz. Muhammed (s), Hz. Ebû Be­kir’i 300 Müslümanın başında hac emî­ri tayin etmiştir. Hicretin 8. ve 9. senele­rinde Müslümanlar hac ibadetlerini ye­rine getirirlerken, müşrikler de cahiliye âdetleri ile kendilerine ait yerde haclarını yapmışlardı. (2) Hz. Muhammed (s) daha sonraki sene Hz. Ali’yi onlara gön­dererek bu seneden sonra müşriklerin çıplak olarak Mescid-i Harâm’a yaklaşa­mayacaklarını bildirmiştir. (3) Hz. Mu­hammed (s) hicretin 10. senesinde Vedâ Haccı’nı yerine getirirken orada hiçbir müşrik bulunmamıştır.

DÖRT HALİFE DÖNEMİNDE HAC EMİRLERİ (4)

Hz. Ebû Bekir döneminde;

Hac emîri olarak Hz. Ömer tayin edilmiştir. Bağdâdî, Hz. Ömer’in; Taberî de, İtâb b. Useyd veya Abdurrahman b. Avf’ın hac emîri olduklarını belirt­miştir. (5)

Hicretin 12. senesinde Hz. Ebû Bekir hac emîri olmuştur. Kaynaklarda Hz. Ebû Bekir’in halifeliği döneminde hacca gitmediği iddia edilmekle birlikte Taberî, Hz. Ebu Bekir’in hac emirliği yaptı­ğını belirterek diğer rivayetleri çürüt­müştür. (6)

Hz. Ömer döneminde;

H. 13’de Abdurrahman b. Avf hac emîri tayin edilmiş, ertesi sene ise Halife hac emirliği yaparak hilafetinin son iki senesinde emîr olmuştur. (7)

Hz. Osman’ın halifeliği zamanında;

Abdurrahman b. Avf, H. 24’de hac emîri olmuştur. Onu takiben Hz. Os­man’ın hilafetinin son iki senesinde emîr olmuştur. (8)

Hz. Ali’nin halifeliği döneminde;

H. 36 ve 37 yılında Hz. Abdullah b. Abbâs ile H. 37 senesinde Ubeydullah b. Abbâs (9) veya Kışım b. Abbâs’ın emîr oluşları hakkında rivayetler vardır. Taberî, Kışım’ın bu tarihte Mekke valisi ol­duğunu belirtir. (10) H. 39 yılında Şeybe b. Osman el-Hicâbî emir olmuş ancak, Halife Abdullah b. Abbâs’ı emir tayin et­miştir. Muaviye b. Ebî Süfyan’ın gön­derdiği Yezid b. Şecere ile Şeybe arasın­da emirlik konusunda meydana gelen ih­tilaftan sonra Şeybe’nin emirliği kabul edilmiştir. (11)

EMEVÎLER DÖNEMİNDE HAC EMİRLERİ (12)

H. 40’da Mugire b. Şu’ be

H. 41’de Utbe b. Ebî Süfyan

H. 42 ve H. 43 senelerinde Mervân b. Hakem

H. 44’de Muaviye b. Ebî Süfyan

H. 45’de Mervân b. Hakem

H. 46’da Utbe b. Ebî Süfyan

H. 47 ve H. 48 senelerinde Mervân b. Hakem

H. 49’da Saîd b. As

H. 50’de Muaviye b. Ebî Süfyan (Yezid b. As hakkında da rivayet var­dır.)

H. 53’de Mervân b. Hakem (Saîd b. As hakkında da rivayet vardır.)

H. 54’de Saîd b. As

H. 55’de Mervân b. Hakem

H. 56 ve 57’de Velîd b. Utbe b. Ebî Süfyan (57 senesinde Utbe b. Ebû Süfyan)

H. 58 ve 59’da Velîd b. Utbe (Osman b. Muhammed b. Ebî Süfyan)

Yezid b. Muaviye döneminde hac emirleri;

H. 60’da Âmir b. Saîd (Velîd b. Utbe)

H. 61 ve 62’de Velîd b. Utbe

H. 63, 64 ve 65’de Abdullah b. Zübeyir

Mervân b. Hakem Şam’da halife iken H. 66-72 seneleri arasında Abdullah b. Zübeyir.

Haccac b. Yusuf, H. 72’de hac emîri olmaya çalışmış fakat Abdullah b. Zübeyir’in Mekke’de hâkim olması sebe­biyle Mekke’ye giremeyerek yanındaki­ler ile birlikte, Mina ve Arafat’taki hac ibadeti ile ilgili vazifeleri yerine getir­miş (13) ertesi yıl ise hac emîri olmuş­tur.

H. 74’de Abdülmelik b. Mervan

H. 75’de Medine valisi İbban b. Os­man (Haccac)

H. 76-79 seneleri arasında Abdülme­lik b. Mervân (Vali İbban b. Osman) (14) H. 80’de Süleyman b. Abdülmelik b. Mervân

H. 82’de İbban b. Osman

H. 83 ve 84 senelerinde İsmail el- Mahzûmî

H. 88-91 seneleri arasında Ömer b. Abdülaziz, (H. 88’de Ömer b. Velîd)

H. 92’de Velîd b. Abdülmelik, (Ab­dülaziz b. el-Velîd)

H. 93’de Ömer b. Abdülaziz,

H. 95’de Bişir b. el-Velîd

Süleyman b. Abdülmelik’in halife­liği döneminde;

H. 96’da Ebû Bekir b. Muhammed el-Ensârî, (Mesleme b. Abdülmelik)

H. 98 ve 99 senelerinde Ebû Bekir el- Ensârî, (H. 98’de Abdülaziz b. Abdullah b. Halid)

Ömer b. Abdülaziz’in halifeliği döneminde;

H. 100’de Ebû Bekir b. el-Ensârî

H. 101-103 seneleri arasında Abdur­rahman b. Dahhak b. Kays el-Fahrî (H. 101’de Ömer b. Abdülaziz)

El-Hâdî’nin halifeliği döneminde;

H. 104’de Abdurrahman b. Abdur­rahman en-Nasrî

Hişâm b. Abdülmelik’in halifeliği döneminde;

H. 105’de İbrahim b. Hişâm el- Mahzûmî

H. 106’da Halife Hişâm

H. 107-112 seneleri arasında İbrahim b. Hişâm el-Mahzûmî

H. 113’de Süleyman b. Hişâm b. Ab­dülmelik

H. 114’de Halid b. Abdülmelik

H. 115’de Velîd b. Abdülmelik (15) (Mekke, Medine ve Taif valisi Muham­med b. Hişâm b. İsmail) (16)

H. 116’da Muhammed b. Hişâm b. İsmail el-Mahzûmî (17)

H. 117’de Hâlid b. Abdülmelik

H. 118’de Muhammed b. Abdülmelik

H. 120 ve 125 seneleri arasında Muhammed b. Hişâm b. İsmail

H. 126’da Ömer b. Abdullah b. Abdülmelik b. Mervân

H. 128’de Abdülaziz b. Ömer b. Abdülaziz

H. 129’da Abdülvâhid b. Süleyman b. Abdülmelik b. Mervân

H. 130’da Muhammed b. Abdülme­lik b. Atiyye

H. 131’de Velîd b. Urve es-Sa’dî b. Ebî Bekir b. Havâzin

Rivayetlerden anlaşıldığı üzere, Emevî dönemi hac emirlerinin çoğu Benî Ümeyye’dendir. Emevî halifelerin­den Muâviye, Abdülmelik ve üç oğlu el-Velîd, Süleyman ve Hişâm, birden ziyade haccetmişlerdir. Emevîlerden Hz. Muaviye, birden fazla hac emîri olmuş, kendisinden sonra da oğulları emir ol­muşlardır. İbni Zübeyir tarafından Emevî ailesinin emirliği engellenmişse de ölü­münden sonra bu vazife onlar (Emevîler) tarafından devam ettirilmiştir. Emevî ai­lesi dışında da Ensar’dan veya Havâzin gibi bazı Arap kabilelerinden ve Sakîf ve Kureyş’den bazıları ve özellikle Mahzûm kabilesinden hac emirliği görevini yerine getirenler olmuştur.

ABBÂSİLER DÖNEMİNDE HAC EMİRLERİ

A- Büyevhîler dönemine kadar Abbasîlerin ilk döneminde hac emir­leri ( l8)

Abbasîlerin hilâfeti ellerine geçirme­leri ile hac emirliği görevini de üzerle­rine almaları tabiî bir durum hâline gel­mişti. Abbasîler dönemindeki hac emir­leri şunlardır:

H. 132’de Dâvud b. Ali b. Abdullah b. Abbâs (Abbasîlerin ilk hac emîridir)

H. 133’de Ziyâd b. Abdullah b. el- Hârisî

H. 134’de Kûfe Vâlisi İsâ b. Musa b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbâs (19)

H. 135’de Basra Vâlisi Süleyman b. Ali b. Abdullah b. Abbâs (20)

Ebû Cafer b. Mansûr döneminde hac emirleri;

H. 136’da Halife, (Onun, Seffah ve Ebû Müslim el-Horasânî’ yi tayin ettiği rivayeti de vardır.) (21)

H. 137’de Fadl b. Sâlih b. Abdullah b. Abbâs

H. 139’da Abbâs b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbâs

H. 140’da Halife Ebû Cafer b. Mansûr

H. 141’de Sâlih b. Ali b. Abdullah

H. 142’de İsmail b. Ali b. Abdullah

H. 143’de İsâ b. Muhammed b. Ali

H. 144’de Halife Mansûr

H. 145’de es-Sîrî b. Muhammed b. Hâris

H. 146’da Abdülvehhab b. İbrahim b. Muhammed

H. 147’de Halife Ebû Cafer b. Mansûr

H. 148’de Halife’nin oğlu Cafer b. Mansûr

H. 149’da Muhammed b. İbrahim b. Ali

H. 150’de Abdüssamed b. Ali

H. 151’de Muhammed b. İbrahim b. Muhammed b. Ali

H. 152’de Halife Ebû Cafer b. Mansûr

H. 153’de Mehdi b. Mansûr

H. 154’de Muhammed b. İbrahim b. Muhammed b. Ali

H. 155’de Abdüssamed b. Ali

H. 156’da Abbâs b. Muhammed b. Ali

H. 157 ve 158 senelerinde İbrahim b. Yahya b. Muhammed

H. 169’da el-Hâdî’nin halifeliği dö­neminde, Süleyman b. el-Mansûr

H. 170’de Halife Harun Reşîd

H. 171’de Abdüssüman b. Ali

H. 172’de Yakub b. Ali

H. 173-175 senelerinde Halife Harun Reşîd

H. 176’da Süleyman b. Mansûr

H. 177’de Halife Harun Reşîd

H. 178’de Musa b. İsâ b. Musa

H. 179’da Halife Harun Reşîd

H. 180’de Musa b. İsâ b. Musa

H. 181’de Halife Harun Reşîd

H. 182’de Musa b. İsâ b. Musa

H. 183’de Abbâs b. Musa b. el-Hâdî

H. 184’de İbrahim b. el-Mehdî

H. 185’de el-Mansûr b. Mehdî

H. 186’da Halife Harun Reşîd, oğul­ları Emin ve Me’mun’u da beraberinde hacca götürmüştür.

H. 187 ve 188 senelerinde Harun Re­şîd

H. 189’da Abbâs b. Musa b. el-Hâdî

H. 191’de Fadl b. el-Abbâs b. Mu­hammed b. Ali

H. 192’de Abbâs b. Abdullah b. Ca­fer b. el-Mansûr

H. 193’de el-Mansûr halife olduğu zaman Davud b. Abbâs b. Musa’yı emir tayin etmiştir.

H. 194’de Ali b. Reşîd

H. 195’de Dâvud b. İsâ b. Musa

H. 196 ve 197 senelerinde Abbâs b. Musa b. İsâ

H. 198’de halifeliğe Me’mun geçti­ğinde Abbâs b. Musa b. İsâ

H. 199’da Şiilerden İbni Eftas hac emîri olmuşsa da Süleyman b. Dâvud b. İsâ hac emirliğini üzerine almış, Eftas’ın onun üzerine gitmesi neticesinde Süleyman emirlikten çekilmiştir. (22) Bu sene hacıların emirsiz olarak da hac va­zifelerini yerine getirdikleri rivayet edil­miştir.

H. 200’de Ebû İshak b. Harun Reşîd

H. 201’de İshak b. Musa b. İsâ

H. 202’de Mekke Valisi İbrahim b. Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib

H. 203’de Süleyman b. Abdullah b. Süleyman b. Ali

H. 204-206 seneleri arasında Abdul­lah b. el-Hasan b. Abdullah b. el-Abbas b. Ali b. Ebî Tâlib

H. 207’de Ebû İsâ b. Reşîd

H. 208’de Salih b. Reşîd

H. 209’da Salih b. Abbâs b. Muhammed b. Ali

H. 210 ile 213 seneleri arasında Ab­dullah b. Abbâs b. Muhammed

H. 214’de İshak b. Abbâs b. Muham­med

H. 215 ve 216’da Abdullah b. Ubeydullah b. Abbâs b. Muhammed

H. 217’de Süleyman b. Ubeydullah b. Süleyman b. Ali

Mutasım’ın halifelik döneminde;

H. 218, 219 ve 220 senelerinde Salih b. Abbâs b. Muhammed

H. 221 ile 226 seneleri arasında Mu­hammed b. Dâvud b. İsa b. Musa

Halife Vâsık döneminde, H. 227-232 seneleri arasında Muhammed b. Dâvud b. İsâ b. Musa.

Mütevekkil Alallah halifeliğinin başlangıcında;

H. 233 ile 235 senelerinde hac emîri olmuştur.

H. 236’da Halife’nin oğlu el-Muntasır

H. 237 ve 238 senelerinde Ali b. Musa b. Cafer b. İsâ b. Ebî Cafer el-Mansûr (23)

H. 239’da Abdullah b. Dâvud Mu­hammed b. Dâvud b. İsâ b. Musa hac emîri olmuştur.

H. 240 ile 244 seneleri arasında Abdüssamed b. Musa b. Muhammed b. İbra­him b. Muhammed

H. 245 ve 246 senelerinde Muham­med ve Süleyman Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbâs

H. 247’de Halife el-Muntasır (24)

H. 248’de Halife el-Müstain dönem­lerinde de aynı emir (25)

H. 249’da Mekke Valisi Abdüssamed b. Musa b. Muhammed b. İbrahim (26)

H. 250’de Mekke Valisi Cafer b. Fadl (27)

H. 251’de de Cafer b. Fadl hac emîri olmak istemiş, ancak hac emirli­ğine İsmail b. Yusuf b. İbrahim Abdul­lah el-Hüseyin el-Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib hac emîri olmuş, Vali Cafer’in evi yağmalanarak Mekke’de gerekli tamir­lerde kullanılmak üzere mallarına el ko­nulmuştur. Halktan 200 bin dinar alın­mıştır. (28)

H. 252’de Halife el-Mu’tez döne­minde, Muhammed b. Ahmed b. el- Mansûr (29)

H. 253’de Abdullah b. Muhammed b. Süleyman b. ez-Zeynebî (30)

H. 254’de Ali b. Hasan b. İsmail b. Abbâs b. Muhammed (31)

H. 255’de Halife Mehdîbillah döne­minde, Ali b. el-Hüseyin b. İsmail b. el-Abbâs b. Muhammed b. Ali (32)

H. 256’da el-Mutemedallah’ın hali­feliğinin ilk döneminde, Muhammed b. Ahmed b. İsâb Ebî Cafer (33)

H. 257 (34) ve 258’de el-Fadl b. İshak b. el-Hasan b. Abbâs b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas (35)

H. 259 (36) ve 260’da İbrahim b. İbra­him Muhammed b. İsmail b. Cafer b. Ali b. Abdullah b. Abbâs (37)

H. 261 (38) , 269 (39) ve 263 (40)’ de el-Fadl b. İshak b. Hasan b. Abbâs b. Mu­hammed b. Abdullah b. Abbâs

H. 264 (41), 265 (42) ve 266 (43) senele­rinde, Harun b. Muhammed b. İshak b. Musa el-Hâşimî el-Kûfî

H. 267’de Mısır’dan gelen Tolunoğlu Ahmed ve Vali Ömer b. el-Leys Kâbe’de, Halil İbrahim Makamında san­caklarını diktiler. Velâyetin kendilerine ait olduğunu iddia etmeleri üzerine mey­dana gelen münakaşa üzerine halk, Kâbe’den dışarı çıktı. Hac emîri Ha­run’un mevâlîleri, Amr b. el-Leys’e yar­dım etmeleri üzerine, O’nun velayeti ka­bul edildi. (44)

H. 267 ve 268 senelerinde, Mekke Valisi Harun b. Muhammed hac emîri oldu. (45)

H. 269’da Tolunoğlu Ahmed, komu­tanları Muhammed b. Sirac ve el-Gaznevî’yi iki bin askerle birlikte Mısır’dan Hicaz’a yolladı. H. 470 yılının Zilkade ayında Mekke’ye gelen bu iki komutan; kasap ve değirmencilere ikişer, ileri ge­lenlere yedişer dinar dağıttılar. Mekke Valisi Harun’un yüz yirmi atlı ve iki yüz yaya ile Irak’tan gönderilen Amr b. Leys komutasındaki otuz atlı ve yüz ya­yadan oluşan ordu, Mısır ordusu ile Mekke’de karşılaştı. Mekke valisinin askerleri, Tolunoğlu’nun ordusunu yene­rek askerlerini takip edip mallarına el koydular ve Tulumoğlu’na lanet yağdır­dılar. (46)

H. 270 (47), 271, 272 (48), 273 (49), 274 (50), 275 (51), 276 (52), 277 (53), 278(54), 279 senelerinde Mekke Valisi Harun b. Muhammed el-Hâşimî (55) hac emirliği yaparak bu görevi on altı sene devam et­tirmiştir. (56)

H. 280’de (İbni Taranca adıyla tanı­nan) Ebû Bekir Muhammed b. Ha­run (57)

H. 284 (58), 285 (59) ve 286 senelerinde (60), Muhammed b. Abdullah b. Dâvud el-Hâşimî Bâterce

Halife Mutefîbillah zamanında 288 (61), 289 (62), 290 (63), 291 (64), 292 (65), 293(66) senelerinde, el-Fadl b. Abdülmelik el-Hâşimî hac emîri olmuştur.

H. 294 senesinde hac kâfilesi Karmatîlerin saldırısına uğrayarak, malları ellerinden alınıp çok sayıda hacı öldürül­müştür. Bunun üzerine Suvartekin ko­mutasında halife’nin gönderdiği ordu, Karmatîlerle savaşarak komutanları Zekerviye b. Mihreviy’i öldürüp esirler ile çalınan malları geri almışlardır. (67)

Halife Muktedirbillah zamanında H. 295’de yine Fadl b. Abdülmelik hac emîri olmuş (68), H. 296 (69), 297 (70), 298 (71), 299 (72), 300 (73) ve 301 senele­rinde de bu göreve devam etmiştir. (74)

H. 302’de Halife, Zübab Vadisi ve çevresinde ikamet eden hac kâfilelerine saldırarak mallarını çalan bedevî Arapları tedip etmek üzere, Yusuf b. el-Hâdim komutasında bir ordu göndermiştir. Bu ordu saldırganları öldürerek hacılar­dan ve ticaret kervanından çalınan mal­ları geri almıştır. (75)

H. 303 (76), 305 (77) ve 306 (78)’da da Fadl b. Abdülmelik hac emîri olmuştur.

H. 307 (79) ve 308’de (80) Musa’nın annesi, Kahramane’nin kardeşi Ahmed b. Abbâs hac emîri olmuştur. Kahramane, Muktedirbillah devrinde güç ve oto­rite sahibi olan bir cariyedir.

H. 310’da İshak b. Abdülmelik hac emîri oldu. (81)

İshak b. Abdülmelik, hac kâfileleri­ne saldırarak Müslümanların başında bü­yük bir problem olan Karmatîler ile uğ­raşmıştı. Abbasî Hükümeti, Karmatîler ile başa çıkmaktan âciz kaldığı için (82) bazı Arap kabilelerini onlara karşı kul­lanmaktan başka çare kalmamıştı. (83) Vezir Ali b. İsâ, Karmatîlerin taşkınlıkla­rına engel olma, Halifeyi ve komutanları ikna etmeye çalışmasına rağmen bir ba­şarı elde edemeyince (84) görevinden ay­rılmaya mecbur kalmıştı. (85)

H. 318’de Mansûr ed-Deylemî, hacı­ları korumakla görevlendirilmiş ise de Mekke’ye vardığında, Karmatîler tarafın­dan kuşatılarak öldürülmüştür. Mekke ve çevresindeki Müslümanlara zarar ve­ren Karmatîler, Kâbe’deki Hacer-i Esved’i yerinden çıkarmışlar ve örtüsünü çalarak insanlara zarar vermişlerdi. (86) H. 318’de Abdüssamed b. Eyyüb b. Abdurrahman el-Aziz el-Gınâî, hac emîri olarak hacıları korumak için bera­berinde askerî bir kâfıleyi de yanında götürmüştü. (87)

H. 319’da da aynı emîrin askerî bir kuvvetle hacca gittiği ve emniyetle dön­düğü belirtilmiştir. (88)

H. 320’de Karmatîlerin engellemele­ri sebebi ile hac heyeti çıkarılamamış­tır. (89)

H. 323’de Mütehişşim’in kölesi Ko­mutan Lü’lü başkanlığındaki hac kâfi­lesi, Karmatîlerle karşılaşmış, iki taraf arasında savaş vukû bulması üzerine, ha­cılar Irak’a geri dönmüşlerdi. (90)

Bu tarihten itibaren birbirini takip eden uzun seneler boyunca hac heyeti gönderilememiş, H. 327’de hac seferi yeniden başlamıştır. Mekke Emîri Ömer b. Yahya el-Alevî’nin girişimiyle Bağdad ile Karmatîler arasında antlaşma yapılmış; hacıların gidiş-dönüş emniye­tini sağlama karşılığı olarak Karmatîlere, her deve başına beş ve her mahmil için de yedi dinar ödenmesi kabul edilmiş (91), daha sonra bu antlaşma yeniden gözden geçirilerek Karmatîlere toplam 50 bin dinar ödenmesi şeklinde değişti­rilmiştir. (92)

Karmatîlerle yapılan bu antlaşmadan sonra diğer Arap kabilelerinin de muhtemel saldırıları önlenmiştir. Karmatîlerden Ebû Tahir b. Süleyman b. el- Hasan el-Hicri’nin ölüm haberi yayılınca, H. 332 yılı itibarıyla hiçbir kimse hac yolculuğuna çıkamamış­tı. (93) Bu tarihten iki sene sonra da Abbasî Hükümetinin, Büveyhîlerin tesiri al­tına girmeleri ile hac emîri tayini Büveyhîlerin eline geçmiştir.

Yukarıda geçen rivayetleri değerlen­dirdiğimiz zaman açıkça görülmektedir ki Abbasîler hac emirliğine önem ver­mişlerdir. Ebû Cafer yedi, Ebû Abdullah el-Mehdî bir, Harun Reşîd dokuz defa hacca gitmiştir. Abbasîler döneminde bir kaç senelik fasıla haricinde hacca ka­file gönderilmeye devam edilmiş, bu arada da halifelerin aile fertleri ve akra­baları da hacca gitmişlerdir. Ziyad b. Ubeydullah H. 133’de amcası Dâvud b. Ali’nin vefatından sonra yerine geçerek Mekke, Medine, Taif ve Yemen’de vali olunca hac emîri de olmuştur. (94)

Abbasi valilerinden olan ve Ha­life Mehdî’nin dayısı Yezid b. Mansûr el-Humeynî, Ziyad b. Ubeydullah’ı hac emîri tayin etmiştir. (95)

Hac emirliğine bazen Şia’dan kim­seler de getirilmiştir. Emin-Me’mun mücadelesi sırasında ülkede anarşi orta­mının yayılması ve Me’mun’ un zama­nında Kûfe ve Mekke-Medine civarında Şia mensuplarının hâkimiyeti dönemin­de, Şia’ya mensup kişiler de hac emirli­ği yapmışlardır. H. 199’da İbnü’l-İflis adıyla tanınan birisi hac emîri olmuş­tur. Me’mun’ un, kardeşini yenmesi üze­rine Şia’yı da memnun etmeye çalışa­rak İbni Musa b. Cafer’i hac emîri yapmıştır. (96) H. 204 ve 206 arasında Ehl-i Beyt’den Ubeydullah b. Hasan b. Ubey­dullah b. Abbâs b. Ali b. Ali b. Ebû Tâlib emir olmuştur. (97)

Abbasî’ler döneminde hac emirliği görevini üstlenen kimseler, bu vazifeleri başarılı bir şekilde yerine getirmişlerdi. Ancak Müstain döneminde H. 201’de hac esnasında görülen kargaşa ve Tolunoğlu’nun gönderdiği heyet arasında meydana gelen olay dışın­da, hac görevi huzurla yerine getiril­miştir. Hicrî IV. asrın başında özellikle Müstain döneminde Karmatîlerin mey­dana getirdiği olayların etkisi ile devletin gerileme dönemine girmesi üzerine hac için bazı güçlükler çıkmış, yukarıda be­lirtildiği gibi Karmatîlerle yapılan antlaşma üzerine yol emniyeti sağlanmıştır.

BÜVEYHÎLER DÖNEMİNDE HAC EMİRLİĞİ (H. 334-447)

Büveyhoğulları, Abbasîlere tahak­küm etmeye başladıklarında bütün doğu İslâm ülkelerini de siyasî etkileri altına almışlardı. Bu dönemde etkili bir şekilde Şia siyaseti takip eden Büveyhîler, hac emirleri tayin işini de kendi el­lerine almışlar ve hac emirlerinin çoğu­nu Hz. Ali soyundan olan nakîblerden seç­mişlerdi. Bu emirlerden Ebû Ahmed Hü­seyin b. Musa en-Nakîb, H. 354 (98), 355 (99), 356 (100), 357 (101), ve 360 (102) senelerinde hac emîri tayin edilmişti.

H. 366’da Ebû Abdullah Ahmed b. Ebi’l-Hüseyin Muhammed b. Ubeydullah el-Alevî. (103)

H. 370’de Ebû’l-Feth Ahmed b. Ömer Yahya el-Alevi. (104)

H. 380’de Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Ubeyd el-Alevî el-Musevî. (105)

H. 381-383 senelerinde Ebû’l-Hasan Muhammed b. Hasan b. Yahya el-Alevî. (l06)

H. 384’de Ebû’l-Hasan el-Alevî (Arap kabilelerinin itiraz etmeleri üzeri­ne bu sene hac görevi emirsiz yapıl­dı.) (107)

H. 385-388 seneleri arasında Ebû Abdullah Ahmed b. Ubeydullah el-Alevî. (108)

H. 389-393 (109), 394 (110), 396 (111), 400 (1l2), 403 (113) senelerinde Ebû’l-Haris Muhammed b. Muhammed b. Ömer.

H. 404-406 (ll4) senelerinde Ebû’l- Hasan Muhammed b. Hasan b. el-İkkâsî.

H. 412 (115), 413 (116) senelerinde hac halifesi, Kûfe-Mekke yolundaki kargaşa­dan dolayı Şam yolu üzerinden dönmüştür. H. 415’de de hac kâfilesi Şam yolundan dönmüştür. (117) H. 447’de Büveyhîlerin; Abbasî halifeliği üzerindeki baskısına son veren Selçuklular Bağdat’a girmişlerdir.

Yukarıda yapılan açıklamalardan an­laşılmaktadır ki, bu dönem içerisinde hi­lafet merkezinin zayıflaması, Abbasî devleti içerisindeki karışıklıklar, veba­nın yayılması ve Büveyhîlerin hilâfet üzerindeki baskıları gibi sebeplerle za­man zaman hac heyeti gönderilememiştir. Karmatîlerin, ücret karşılığında yol emniyetini üzerlerine almaları hacıları biraz rahatlatmış, H. 339’da Haceru’l-Esved tekrar yerine konulmuş­tur. (118) Yine bu dönem içerisinde, bazı bölgeler şeklen hilafet merkezine bağlı kalmakla birlikte, fiilen merkezden ayrı devletler kurulmuş, bağımsızlıklarını ilan eden bu devletler, kendilerini kabul ettirmek için hac mevsiminde kendi ad­larına emir ile hac kâfileleri göndermiş­lerdir. Mısır’da devlet kuran Tolunoğlu Ahmed ile daha sonra H. 334’de İhşidler’den Kâfur, hac emirleri göndermiş­lerdir. (119) Mısır ve Mekke emirleri ara­sında H. 341 (120) ve 342’de (121) meyda­na gelen olaylar, Fâtımîlerin Mısır’a H. 358’de hâkim olmasından sonra da tek­rarlanmıştır. (122) Ancak Mısır sultanları H. 364 (123), 365 (124), 381 (125) ve 396 (126) senelerinde, hutbelerini halife adına okumuşlardır.

ABBÂSÎLERİN SON DÖNEMİNDE HAC EMÎRLERİ (H. 447-656)

Selçuklular, Mâverâünnehir’den Şam’a kadar İslâm ülkelerini hâkimiyetleri altına alarak Büveyhîler ile Şia’nın hilafet üzerindeki baskılarına son verme­lerinden sonra, Abbasî halifelerini tanı­mışlardı. H. 656 / M. 1259’da Bağdad hi­lafet merkezinin yıkılmasından ve daha sonra da Anadolu Selçuklu Devleti’nin inkırazıyla ortaya çıkan Atabeylikler ve Türkmen Beyliklerinden sonra doğudaki İslâm ülkeleri ikiye ayrılmıştı.

Bu dö­nemde ortaya çıkan küçük devletlerin, hâkimiyet mücadelesine başlamasıyla özellikle Hicaz bölgesinde aynı anda bir­den fazla emir bir araya gelerek hac gö­revi yerine, aralarındaki çekişmeler ile vakit geçirmişlerdi. Bu arada da Mağrib ülkelerinden bazı zenginler de Hicaz’da­ki fakirlere yardım etmişlerdi. (127) Emir­ler arasında meydana gelen çekişmeler neticesinde, Halife hac kâfilelerinin em­niyetlerini sağlayamadığından tayin ede­ceği hac emirlerini, emniyeti sağlama­ya gücü yetecek komutanlardan seçmeye başlamıştı.

Selçuklu döneminde Hz. Ali soyun­dan nakiblerinden Ebû’l-Ganâim Muam­mer b. Muhammed b. Ubeydullah el-Alevî, ilk hac emîri olup, H. 456’dan (128) H. 462’ye kadar bu vazife­yi devam ettirmiştir.

Mekke Emîri Muhammed b. Muhammed İbni Ebî Hâşim Bağdat’a gelip Sultan Alparslan ile gö­rüşerek Mekke’de hutbeyi Abbasî Halife­si Kâim Biemrillah ile Sultan Alparslan adına okuttuğunu, hutbede Fâtımî halife­sinin adını zikretmediğini belirtmesi üzerine Sultan, ona 30 bin dinar ve de­ğerli bir hil’at ile ayrıca yıllık on bin di­nar aylık bağlatmıştır. Sultan, Medine emîri için de 20 bin dirhem bağışta bulu­narak yıllık beş bin dirhem maaş bağlat­tığını bildirmiştir. (129) Hutbenin Abbasî halifesi adına okunması dört sene beş ay devam ettikten sonra hutbe Fâtımî hali­fesinin adına okunmaya başlanmış­tır. (130) Mısır Fâtımî Halifesi Mustansır Billah, Kâim Biemrillah ve Alparslan’ın ölümünden sonra, H. 467’de Mekke Emîri Ebû Haşim’e değerli hediyeler göndererek hutbeyi kendi adına okutma­sını istemiştir. Fâtımî halifesi ertesi sene de hutbenin kendi adına okunmasına de­vam edilmesini talep etmiştir. (131)

Böylece, hac emîrinin tayini halifeler ile güçlü sultanlar arasında el değiştirmiştir. H. 470’de Vezir Fahruddevle Ebû Nasr Muhammed b. Muhammed b. Cehir tara­fından yaptırılan ve üzerinde, “Lâilaheillallah Muhammedürrasûlullah el-İmam Muktedir Billâh” yazılan bir minber hac kâfilesi ile gönderilmişti. Ancak, hutbenin tekrar Fâtımî halifesi adına okunmasından Bağdat’ın haberi olmadığından, bu minber Mekke’ye gel­diği zaman alınıp kırdırılmıştır. (132) Şii Nakibi Ebû’l-Ganâim son hac emîri olup, ondan sonra hac emirleri askerî komutanlar arasından seçilmiştir. Ebû’l- Mansûr Kutluğ’un on iki sene emir oldu­ğu ve hac kâfilelerini bedevî Arapların saldırılarından koruyarak onlara korku saldığı rivayet olunmuştur. O, H. 480’de vefat ettiğinde Selçuklu Veziri Nizâmülmülk şöyle demiştir: “Bu gün bin adam ölmüş­tür.” (133) Ebû’l-Mansûr’dan sonra H. 476’da Hımartekin hac emîri tayin olunmuştur. (l34) Mekke emîri, on­dan memnun olduğunu belirtmek için adamları ile birlikte Halife’ye geldiğinde halifelik divanı, onları karşılamaya çıka­rak hil’atler giydirmiştir. (135)

Selçuklu Sultanı Melik Şah, H. 480’de askerleri ile birlikte Kûfe civarın­da avlanmaya çıktığında, hac yolu üze­rinde bulunan Rahbe’ye yakın “Şebîn” adı verilen bir yerde, Ribât inşasını em­retmiştir. Burçlar ve hendekler ile birlik­te inşa edilen ve Sultan’ın avlanma sıra­sında kullandığı bu Ribât’a, “Menârâtü’l-Kurûn” adı verilmiştir. (136) H. 481’de de Vezir Ebû Şucâ er-Ruzdârî, as­kerleri ile birlikte hacca gitmiştir. (137) Sultan’ın vefatı ile askerlerin oradan ay­rıldıklarını hisseden Haffâce kabilesi ha­cılara hücum etmiştir. H. 485’deki saldı­rıda kabile reisi Hatlâu’t-Tavîl başların­da bulunmuştur. (138)

H. 502-504’de Kama el-Ercüvânî hac emîri olmuştur. (139)

H. 507’de Zengi Berkuk hac emîri olmuştur. (140) H. 512’de Hazâr hac emîri olduğunda, Halife Müsterşid ona hil’at giydirmiş, Mekke-Medine emîri de kendisini karşılamıştır. (141)

H. 540’da Emîr Kımaz Ercüvânî hac emîri oldu. (142)

H. 541 ve 542’de Nazaru’l-Hâdim b. Abdullah el-Cuyûşî Ebû’l-Hasan hac emîri olmuş (143), dönüşte hastalığı sebe­bi ile Emîr Kımaz’a görevini devretmiş ve Bağdad ’da vefat etmiştir. (144)

H. 575’de Huzistan Valisi Emîr Mücîriddin Taştekin b. Abdullah el-Müstencidî. (145)

H. 576’da Kâbiz Şam’dan (146), Taş­tekin de Irak’tan emir tayin edilmiştir. (147)

H. 577 (148), 578, 580 (149) senelerinde Taştekin hac emîri tayin edilmiştir.

H. 578’de Hüsameddin Lâcîn Şam’­dan hac emîri tayin edilmiştir. (150)

H. 583, 586 (151), 587 (152) senelerinde de Taştekin hac emîri olmuştur. Ancak H. 588 senesinde bu emir, Selçuklularla harp etmekle görevlendirilmesine rağ­men vazifesini yerine getirmediğinden, Halife tarafından tutuklanmıştır. (153) Selahaddin-i Eyyûbî’nin hatibi olan bu emir, H. 602 senesinde ölmüştür. (154)

H. 588’de Irak’tan Felekeddin Aliye b. Abdullah et-Türkî Ebû Saîd en-Nâsî (l55) hac emîri olmuştur. Hac dönü­şünde görevinden uzaklaştırılan bu emir, H. 594’de yeniden tayin edilmiş ise de sonradan yeniden görevinden uzaklaştı­rılmıştır. Bu emirden sonra da Derbâs el-Kerdi hac emîri olmuştur. (156)

H. 589’da Halife’nin kölelerinden Kutbeddin Sancar en-Nâsir emir olmuş (157), ancak Araplardan Anze kabile­si ona karşı gelmiştir. Emir, yanında beş yüz atlı asker olduğu halde onlarla harp etmeyerek kabilenin lideri Dehmiş’e, 50 bin dinar vermeyi kabul etmiş ve bu para­yı da hacılardan toplamıştır. Emir, Bağdat’a döndüğü zaman Halife, bu parayı ondan alarak hacılara iade etmesini em­retmiş, sonra da vazifesinden almış­tır. (158) H. 610’da Şam halkı Hısnü’d- Devle’nin emirliği altında hacca gitmiştir.

H. 591’de Şam’dan Kara Sancar, Mı­sır’dan Şerif İsmail Sa’leb el-Caferî hac emîri olmuşlardır. (159)

H. 592’de Irak’tan Taştekin’in emir­lerinden Alp Kara Mülük, Mısır’dan da Şerif İsmail b. Saleb Caferi hac emîri olmuş, Taştekin’in hanımı onun adına vekâleten hacca gitmiştir. (16°)

H. 593’de Irak’tan Şemseddin Üsbet, Şam’dan Seyfüddin Muhammed b. Gayruk (160), 595’de Muzafferüddin Senkar en-Nâsırî hac emîri olmuştur. (161)

H. 596’da Kutbeddin Sancar en-Nâsırî (162) emir olmuştur.

H. 597’de Muciriddin Taştekin el-Müstencidî hapiste iken, halife tarafından serbest bırakılarak malları kendisine iade edilmiş (163) ve emîr olmuştur. (164)

H. 598’deki Mucemüddîn Taşte­kin (165) ve Muzafferüddin Senkaruce es-Seb (166) arasında emirlik konusunda ih­tilaf vardır. 599’daki emir, Mucemüddîn Taştekin idi. (167)

H. 600’de Taştekin’in komutanların­dan Alp Kara emîr olmuştur. Ancak o, hac esnasında halka zulmettiğinden Bağdat’a dönüşünde, Halife onun hapsedil­mesi ve dövülmesini emretmiştir. Alp Kara aynı yıl içinde vefat etmiştir. (168)

H. 601 senesinde Muzafferüddin Sangır en-Nâsırî Bağdat’tan, Şam’dan Dimeşk Kalesi Valisi Sarimuddin Berguş el-Âdil ve Zeyneddin Karaca Sahib Sarhad. (169)

H. 602’de Muzafferüddin Bağdat’tan; Emîr eş-Şûcâ b. Ali b. es-Selâr emîr ol­muştur. (170)

H. 603’de de Muzafferüddin yine emîr olmuş, ancak o, Vezir Nasuru’d-Din el-Mehdî’nin adamlarından biri ile tartıştığı için hac dönüşünde, vezirin kendisini cezalandırmasından korkarak Irak hac kafilesinden ayrılıp, Şam’da bulunan Melik Âdil’in yanına sığınmıştır.­ Yakut’un kâfilesinin Bağdat’a em­niyet içerisinde ulaştığını duyan Halife, onu karşılamak için adamlarından birini görevlendirmiştir. (171) Halife, Yakut’un emirliğini tasdik ederek, sonraki iki se­nede de onu görevlendirmiştir.

H. 603 senesinde Buhara’dan Hanefî Mezhebi Reisi Burhaneddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülaziz b. Mazet, Irak heyetine katılmıştır. Buhara kâfilesi şid­detli susuzluk çekerken, Buhara Reisi Sadr-ı Cihan yanında fazla su bulunma­sına rağmen kâfilesini susuz bırakmıştır. Bu sebeple Irak’ta lanetlenmiş, sokak­larda aleyhine kaba sözler sarf edilmiştir.

Hacılar, bu seneye Sadr-ı Cehennem de­miştir. Sadr-ı Cihan memleketine döner­ken halk, ona lanet yağdırarak kaba söz­ler söylemişlerdir. Tarihçiler H. 604 se­nesinde de Sadr-ı Cihan’ın hac emîri olduğunu ileri sürmektedirler. (172)

H. 604’de Irak’tan Yakut er-Rûmî ve Şam’dan da Şiblü’d-Devle el-Hüsâmî hac emirliğine tayin edildi. (173)

H. 605’de Yakut yine Irak’tan hac emirliğine gönderildi. Şam’dan da Kudüs Valisi Kımız emîr tayin edilmiştir. (174)

H. 606’da Yakut’un emirliği devam etmiş, Şam’dan da Fahreddin İyas eş-Şâmî tayin olmuştur. (175)

H. 607 ve 608’de Muhammed b. Ya­kut babası adına emîr tayin olmuş, ancak o çocuk yaşta olduğu için İbni Ebî Faris işlerini takip etmiştir. (176)

H. 608’de Irak hacıları, Mekke Emîri ve adamlarının saldırısına uğrayarak malları çalınmıştır. (177) Bu sebeple H. 607’de Hüsameddin b. Ebî Firas, Mu­hammed Yakut adına emîr olmuş Mekke Emîrine pek çok hediyeler götürerek on­lardan gelecek saldırılara karşı tedbir al­mıştır. Aynı sene Şam’dan Şecaeddin İbni Muharib emîr olmuştur. (178)

H. 610’da Hüsameddin b. Ebû Firas, Muhammed b. Yakut adına hac emîri olmuş, Kerk ve Kudüs’ten Sıddık b. Timurtaş el-İzz et-Türmânî, Şam’dan el-Melik ez-Zahir İbni Selahaddin emîr ol­muştur ve Yâkûb el-Hayyât el-Gâzî Kasiyon’da mukîm idi ve Melik ez-Zahir’in de arkadaşı idi. Ez-Zâhir Bedir’e vardı­ğında Mısır hâkimi es-Sultan el-Kâmil Muhammed, askerinin korkudan Mı­sır’dan Yemen’e geçtiğini duydu. Hac dışında Şam’a dönmeye onu mecbur etti ve kendisiyle Yâkûb el-Hayyât da dön­dü. (179)

H. 611’de Hüsameddin b. Ebû Firas ve Şamdan el-Muazzam b. el-Melik el-Âdil emîr olmuşlardır. (180)

H. 612 ve 613’de Hüsameddin yine emîr olmuş, Şam Emîri İlmüddin el-Caberî karşılaşmıştır. (181)

H. 614’de Hüsameddin b. Ebî Firas, Muhammed b. Yakut adına emir olmuş­tur. Yakut bu seneden sonra başkası adı­na hac emîri olmayıp kendi namına bir­kaç sene hac emîri olmuştur.

H. 615’de Irak’tan İkbaş b. Abdullah en-Nâsırî ve Şamdan Mülkü’l-Muazzam (Şukeyfât diye biliniyordu) emir olmuş­lardır. (182)

H. 616 ve 617’de İkbaş emîr olmuş, son haccında Mekke emîri tarafından öl­dürülmüştür. Bu sene Şamdan el-Mübariz emîr olmuş, daha sonraki yıllarda Moğol istilası sebebi ile bir süre Irak’tan hac emîri ve hac kervanı gönderilme­miştir. (183)

H. 618, 619 (184), 621 ve 622 senele­rinde Hüsameddin b. Ebû Firas kendi adına emîr olmuş, on üç sene emirlikten sonra Irak’tan ayrılarak Mısır’a gitmiş, H. 629’a kadar orada kalmıştır. (185)

H. 624 / M.1226’da Halife’ye bağlı hükümdarlardan Şemseddin Kıbran ve Şam bölgesinden eş-Şûcâ b. es-Silâr, Diyarbekir (*) bölgesinden Şehabeddin Gazi b. el-Âdil emîr olmuştur. Fırat’a hatta Kûfe’ ye kadar yol aldı ve Halife, ona he­diyelerle birlikte ikramlarını gönderdi ve haccın ifasından sonra aynı yoldan geri döndü. (186)

H. 627’den 630’a kadar Emîr Şemseddin Aslan Tekin en-Nâsırî hac emîri olmuştur. (187)

H. 631’de emir olan Şemseddin Kı­ran, bedevî Arapların karşı çıkmaları üzerine görevinden alınmış, daha sonra da yeniden hac emîri tayin edilmiş­tir. (188)

H. 632’de Kıran’ın emirlikten azle­dilmesinden sonra, Hüsameddin b. Firas yeniden hac emîri olmuştur. (189) H. 634’de emîr tayin edilen Hüsameddin hac dönüşünde önceki yıllarda hacılara saldıran bedevî Arapları Bağdat’a ge­tirmiştir. (190) Bu sene Hac Emîri eş-Şûcâ ölmüştür. (191) H. 640’da Emîr Şem­seddin en-Nâsırî, Irak hac emirlerinin altı senelik emirlik vazifesine ara verme­sinden sonra tekrar hac emîri olmuş­tur. (192)

H. 641’de Emîr Ebû Meyamin el-Mustansırî hac emîri olmuştur. Halife Mu’tasım Billah’ın annesi hac kâfilesine katılmıştır. (193) Emîr Felekeddin Muhammed b. Alaaddin et-Tibrâsî ed-Dîvîdâr, Abbasî halifeleri döneminde Irak’tan gönderilen son hac emîri ol­muştur. (194)

Abbasi dönemi hac emirlerini göz­den geçirdiğimizde şu noktalar karşımı­za çıkmaktadır:

1. Hz. Ali soyundan, özellikle nakibler arasından gönderilen emirler dönemi sona ermiş, yerine Abbasî ordu komu­tanlarından emirler gönderilmiştir.

2. Hac emîri olarak tayin edilen ko­mutanlar, o yıl boyunca askerî ve idarî vazifeleri yerine getirmişlerdir. Bu emir­lerden bazıları bu görevleri birden fazla yerine getirmişlerdir. (195) Taştekin’in 25 (196), Emîr Hüsameddin b. Ebû Firas’ın da 13 defa hac emirliği yaptığı ri­vayet edilmiştir. (197)

3. Yukarıda gördüğümüz gibi bazen de yol emniyeti olmaması ve yollarda hacıların saldırılara uğraması gibi sebep­lerle birkaç sene hac emîri tayin edil­memiştir. Diğer taraftan H. 615 senesin­de Moğol istilası sırasında işgal altında­ki ülkelerde Müslümanlar, hacca gide­memişlerdir. H. 624 senesinde Moğol orduları Erbil’e geldiklerinde, Bağdat’ta hac ile Moğollara karşı cihat edilmesi arasında tercih söz konusu olmuş, cihat vazifesi karara bağlandığından hac va­zifesi iptal edilmiştir.

Abbasî hükümeti, Moğolların özel­likle gece saldırılarını tespit ederek (198) yol emniyetinin olmaması sebebi ile H. 636 ve 637 (l99) senelerinde, hac kâfilesi göndermekten vaz geçmişlerdir.

4. Bazı hac emirleri de hacca bizzat kendileri gitmeyip, oğullarını veya köle­lerini kendi adlarına hac emîri olarak göndermişlerdir.

5. Bazı hac emirlerinin de ha­talı davranışlarından dolayı halife tara­fından hesaba çekilme veya cezalandır­ma korkusuyla hac dönüşlerinde, Şam veya Mısır’a kaçtıkları ve memleketleri­ni terk ettikleri görülmüştür.

IRAK HEYETİ’NİN ÇIKIŞI

Abbasî halifeleri, hac mevsiminde Mekke ve Medine’ye heyet gönderme işi­ne önem vermişlerdir. Bu durumun Abbasî devletinin son zamanlarında, ilk dönemdekinden daha fazla olduğu görül­müştür. İslam ülkelerinin hilafet merke­zinden ayrılıp, ayrı bir devlet oldukları­nı ilân ettikleri ve üstünlükleri birbirleri­ne kabul ettirme hususunda yarıştıkları için hilafet merkezine heyet gönderme işine daha fazla ihtimam gösterdiği gö­rülmüştür. Zilkade ayının girmesi ile merkezden Horasan’a kadarki bölgeler­den Bağdat’a gelmeye başlayan hacıların (200); çadır, yiyecek-içecek ihtiyaçları­nın karşılanması zaruri bir hâle geliyor­du. Bağdat’ta toplanan bu hacıların sa­yıları binlerce olup, H. 406 senesinde çevreden gelen bu hacıların 20 bin kadar olduğunun tahmin edildiği belirtilmiş­tir. (201)

Bu arada da muhtelif yaşta çeşitli milletlere mensup insanlar, değişik renk ve modellerde giydikleri elbiseleri ile ge­zinmek için çıktıkları Bağdat caddele­rinde, oldukça güzel bir manzara meyda­na getirmişlerdir. Dünyanın dört bir ya­nından gelen hacılar arasında bulunan âlimler ve talebeler de ilim meclislerini ziyaret ederek büyüklerin sohbetlerini dinlemişlerdir. Hacılarla birlikte gelip ilim tahsil ederek icazet alanların isimle­rini tarihî kayıtlarda bulmak mümkün­dür.

Dünyanın çeşitli yerlerinden Bağdat’a gelen talebe ve âlimler ile Bağdat’taki âlimler arasında meydana gelen tanışma ortamında, Bağdat’taki kitap müstensihleri (çoğaltıcıları) ve satıcıları ile dışarıdan gelenler arasında alışveriş­ler olmuştur. (202) Hac için Bağdat ve Hicaz’a gelenlerin yanında, doğudan ve batıdan ticaret kervanları da gelerek mal­larını satıp ticaret malları satın alarak kendi ülkelerine götürmüşlerdir. (203)

Doğudaki İslâm ülkelerinden Abbasî halifelerinin meşruiyetini kabul ederek Bağdat’a gelen bu insanların bir araya gelişini değerlendiren halifeler, onlara resmî tebliğler vererek bunların İslâm ülkelerinin her tarafında neşredilmesini sağlamışlardır. Hacıların kendi ülkeleri­ne döndüklerinde beraberlerinde halife­lerden getirdikleri resmî tebliğler arasın­da, devlet başkanlarının meşruiyetlerini tanıtan belgeler ile Hilafet Merkezi ara­sındaki tebliğler yer almaktaydı. Yâkûb b. el-Leys es-Sıgar ortaya çıkarak Abbasî emirlerinin Tâhirîler üzerinde hâkimi­yetini sağlamak ve genişletmek için İran toprakları üzerinde yayılmaya başladığı zaman, Halife Mutemed Alallah (H. 276-­286), Yâkûb b. Sıgar aleyhinde bir tamim yayınlayarak onu kötülemiş, bu belgeyi bütün hacılara okutarak kararını bütün doğu ülkelerine, özellikle Yâkûb’ un çevresindekilere onun meşru olmayan bir davranış içerisinde olduğunu ve onu tanımadığını bildirmiştir. Diğer bir hali­fe de buna benzer bir uygulama yapmış­tır.

Halife Kadir Billah H. 391 senesinde, Halife Vâsık Billah’ın torunlarından bi­rinin Horasan’da kendisini veliaht ilan etmesini protesto ederek oğlu Ebû Fadl el-Gâlib Billah’ı yaşı küçük olmasına rağmen veliaht tayin etmiş, bu kararı da Irak’a giden hacılara okumuştur. (204) H. 565’de Endülüs’ten gelen Bünyamin de Halife’ye ihtiyaçlarını arz etmiştir. (205) Hac emirleri tayini, hac kâfilelerinin Bağdat’ta toplanmalarından sonra yapı­labildiği gibi, bazen de hac mevsimin­den çok önce yapılmıştır. Mesela, H. 506 senesinde Seyyid Mürteza, Safer ayında emîr tayin edilmiştir. (206)

Daha önce belirtildiği gibi, Abbasîlerin ilk dönemlerinde hac emirleri, Abba­sî aile fertlerinden tayin edilmiş, sonraki yıllarda da özellikle nakîbler arasından gönderilmiştir. Hac emîri tayini, Hilafet Merkezinde, sultan, eşraf, kadı ve fukahânın (207) hazır bulunduğu bir mecliste özel bir merasimle yapılarak emire de­ğerli hil’at ve hediyeler verilirdi. (208) Bu âdet, H. VII. asırda hac emîrinin atına bindikten sonra, hilafet sarayına gelerek Türkler Kapısı’nda atından inip halifenin odasına kadar yaya olarak gelmesi ve burada kendisine hil’at giydirilmesi şek­linde uygulanmıştır. (209)

Hac emîrinin en önemli vazifeleri arasında, hacıların gidiş ve dönüşlerinde başkanlık etmek, onları herhangi bir sal­dırıdan korumak vardı. Arap Yarımada­sında Abbasî otoritesinin gevşediği dev­relerde hac emirlerinin vazifeleri, sade­ce Mekke’de imamlık ve hac vazifesi­nin yerine getirilmesi anında rehberlik yapmak olmuştu. (210) Hac emirlerinin tayinlerinden sonra “Sebîl” adı verilen, kâfilenin yolculuğu esnasında özellikle Kûfe ile Mekke arasında çölde yolcula­rın sularını temin eden görevliler tayin edilmiştir.

Halife Mutasım Billah’ın se­bilcilerinden tacir Ebû Kasım b. Kelâle tayin olunan sebilcilerden olup kendisi­ne “Sebîlü’l-Fakir” adı verilmiştir. Es-Sirac Ömer b. Bereke el-Hezelî de bunu kontrol ile görevlendirilmiştir. (211)) Veri­len bu örnek, hacılara hizmet konusunda halifelerin hizmette yarıştıklarını göster­mektedir. H. 641’ de Abbasî idaresi, hac mevsiminden önce Şevval ayında hac emirlerine 50 bin dinar tahsis etmiştir. Kâbe örtüsü, Peygamber’in (s) Türbe-i Şerif örtüsü, mukaddes yerlerdeki fakir­lerin sadakaları ve bedevî Araplardan gelebilecek saldırıları önlemek için ha­raç masrafları, Halife tarafından hac emîrine teslim edilirdi.

H. 641 senesinde çıkarılan kafilede bulunan sebillerin miktarı:

I. Mutasım Billah adına özel bir sebil taşıyan 200 adam,

2. Müstensir Billah adına sebili taşı­yan 150 deve,

3. Zahir Lidinillah adına sebili taşı­yan 150 deve,

4. Zahir Biemrillah adına sebili taşı­yan 100 deve

5. Halife Nasır Billah’ın annesi adına sebili taşıyan 80 deve.

6. Karışık sebil, genel sebil veya kar­ma insanlar.

Bu kâfilede Halife’nin annesi de ha­zır bulunmuştur. O, başlarında Kâfur ez-Zâhir’ in bulunduğu 29 hizmetçisini de yanında götürmüştür. Ayrıca hilafet merkez deposundan yolculuk için ge­rekli olan yiyecek-içecek ve beraberin­dekilerin ihtiyaçları için eşyalar da gö­türülmüştür. Bu kâfiledeki deve mikta­rı şöyledir:

1. Teşrifat sandıklarını taşıyan 18 deve,

2. Sarnıçları taşıyan 30 deve,

3. Çadırları ve minderleri taşıyan 130 deve,

4. Sadaka için hazırlanmış ihramları ta­şıyan 130 deve,

5. Kâbe örtüsünü taşıyan 17 deve,

6. Züccaciye cinsinden eşyaları taşıyan 16 deve,

7. Yiyecek, helva ve şeker taşıyan 11 deve,

8. Mutfak eşyalarını taşıyan 90 deve.

9. Helvacılara ait eşyaları taşıyan bir deve,

10.Kasaba ait eşyaları taşıyan bir deve,

11.Fırıncıya ait eşyaları taşıyan bir deve,

12.Mutfak kazan ve araçlarını taşıyan 17 deve,

13. Yol resmini (yükünü) taşıyan (Resmü’l-Meşat) 11 deve,

14.Tatlı su taşıyan 8 deve,

15.Develerin otlarını taşıyan 70 deve,

16. Muhtelif eşyaları taşıyan 20 deve.

Abbasîler, belirtilen hac kâfilesinin hazırlığı için bir hafta boyunca yapılan hazırlıklar esnasında, 570 680 rıtıl ekmek ve 379 kerr buğday, hacıları ve eşyayı ta­şıyan hayvanlar -kinağ- 950 koyun ve mutfak masrafları için 226 dinar harcan­mıştır. Halifenin annesinin yolculuğu sı­rasında ayrıca 15 600 dinar ve 70 kadar hil’at dağıtılmıştır. (212)

Hükümet, kâfilenin yola çıkmasından önce yoldaki kuyuların tamir ve temizliği için (213) özel görevliler tayin etmiştir. Bu görevliler ayrıca yol emniyetini kontrol ederek yol güvenliği konusunda hacılara bilgi verirlerdi. Kâfile yola çıkarken emirin bayrağı ile önde yerini alır, kösler ça­lınır (214), kâfıleyi saldırılardan koruyacak askerler de kâfilenin yanında yer alırdı. Bağdad halkının da katıldığı uğurlama töreninde, halifenin hanımlarından biri­nin veya annesinin bulunması hâlinde ve­zirler ve devlet adamları, Bağdad yakının­daki el-Hille kasabasına kadar kâfileyi ta­kip edip buradan uğurlarlardı. (215)

Kûfe’den ayrılan hac kâfilesi Arap Yarımadasına girdiğinde, burada hac ibadeti bölümlerinden bir kısmı yerine getirilmeye başlanırdı. H. 580 senesinde Irak hacılarının hac vazifelerini asıl yeri­ne getirdiklerini, Rihle adlı eserin yazarı Endülüslü İbni Cübeyr tarafından anlatıl­mıştır. İbni Cübeyr, eserinde adı geçen se­nede daha önce görülmemiş bir kalabalı­ğın meydana geldiğini, Horasan’a hac için gelen emirler ve bunların kızları ile meşhur kadınları belirttikten sonra, hac için yapılan organizasyonun meydana ge­tirdiği manzara ve emirlerin göz kamaştı­rıcı elbiselerinden uzun uzun bahsetmiş­tir. (216) İbni Cübeyr, hac kâfilesindeki develerin üzerlerindeki mahfilleri ve bun­lardaki süslemeler ve nakışları anlattıktan sonra, Mescid-i Haram’ da gece aydınlat­mak için taşınan mumların son derece gü­zel bir manzara arz ettiğini anlatmıştır. (217)

Kâbe örtüsünün değiştirilmesi mera­simini de anlatan İbni Cübeyr, dört deve ile halife tarafından gönderilen Kâbe ör­tüsünün, kadı tarafından özel bir mera­simle taşınarak Kurban Bayramı günü Kâbe üzerine konulduğu ve ertesi gün görevliler tarafından önceki örtünün ye­rine yeni örtünün yerleştirilişini anlattık­tan sonra, Kâbe’yi yeşil elbiseler giymiş geline benzetmiştir. (2l8) Mekke’den Me­dine’ye dönen Irak hac kervanı ile bir­likte seyahat eden İbni Cübeyr, Irak ha­cılarının konaklama ve ziyaret yerlerini belirttikten sonra, kâfilenin gelişini ha­ber veren kösler ile Medine’ye girişle­ri (219), hac yolculuğu sırasında konak yerlerinden kalkışta yolcuları uyarmak için kösler vurulduğu (220) ve kâfilenin gecelediği sırada yakılan mumların etra­fı aydınlatışı ve meydana getirdiği güzel manzara, Rihle’ de uzun uzun anlatılmış­tır. (221) Medine’den Bağdat’a Irak kafi­lesi ile birlikte dönen İbni Cübeyr, yol­culuk sırasında konaklama yerlerinden ve Fırat Nehri üzerindeki köprülerden de bahsetmiştir. (222)

Irak tacirlerinin karşı­lanmaları ve yolcu edilmeleri, komutan­lar ve halk tarafından meydana getirilen kalabalık tarafından özel bir merasim ile yapılırdı. Kâfile içerisinde Halife’nin ha­nımlarından birinin bulunması halinde, karşılama özel olarak yapılır, hediyeler dağıtılırdı. (223)

H. 642’de Halife’nin ha­nımı hacdan dönerken, Hükümet bazı komutanları hac menzillerinden birine kadar yollayarak teşrifat malzemeleri ve tatlıları taşıyan 90 deve göndermiştir. Halife’nin emri ile devletin ileri gelenle­ri Firâş adı verilen yere giderek karşıla­ma törenine katılarak teker teker halife­nin annesini karşılamışlardı. Bu tören sı­rasında halife, hac emîrine hil’at giydir­miş ve 15 bin dinar vermiş, ayrıca hac sırasında annesini koruyan ve istirahatini temin eden hizmetçilere de hil’at giydirmiştir. Bu töreninin tamamlanmasından sonra Halife, annesini gemi ile Fırat nehrinden geçirip Hilafet Merkezine ge­tirerek ona hizmeti geçenlere hediyeler dağıtmıştır. (224)

HAC MENZİLLERİ

Irak hac kâfilesi Mekke-Medine’ye ulaşmak için Kûfe yolunu takip edip dö­nüşlerini de aynı yoldan yapmışlardır. Bu yol, Abbasîler döneminin güvenilir resmî yolu olup, ilk zamanlarında kul­landıkları Basra yolu ile Mekke-Medine’de birleşmektedir.

İmam Ebû İshâk el-Harbî’nin hac yolunun takip ettiği güzergâh; Fırat Neh­ri altındaki Abâ Nehri Kûfe, Kadisiye, el-Mağtiyye, el-Kar’a Vâsia, el-Akabe, el- Kâü’z-Zebâle, eş-Şükûk, el-Battân, es-Sa’lebiyye, el-Hâzimiyye, el-Ecfer, Feyd, Tûz, Süheyrâ, el-Hâciz, en-Nuhra, Mugîsetü’l-Mâvân, ez-Zevbede, es-Sileysiyye, el-Umgu’l-Ma’den Enîayhi, el-Mislah, el-Gamre, Zâtü Irk, el-Büstân, el-Meşşâş ve Mekke konaklama yerleri­dir. (225)

Mekke’den önce Medine’ye gitmek isteyenlerin takip edeceği güzergâhta es- Süleysile’den sonra İbrikü’l-İzâf ve Enkasa yolunu takip etmesi gerekmekteydi. Medine’ye gitmek isteyenler, İbrikü’l-İzâf ve Enkasa yolunu takip etmesi ge­rekmekteydi. Medine’ye gitmek isteyen­ler, İbrikü’l-İzâf yolu yerine Seddi Muaviye, el-Erdâhiyye, el-Maliha, Ma’den ve Benî Süleym yollarını takip ederek Medine’ye ulaşır. (226) Mekke’den Medi­ne’ye giden yol Mina, Arafat, Müzdelife, Meşa, Asfâr, Kadidi, el-Fehde, Evba, Sekya, Revha, Sayyale ve Milel yolu ile Medine’ye ulaşır. (227)

Basra yolu aşağıdaki güzergâhtan ge­çer: el-Münşâre, el-Meyzer, el-Hafın, en-Rahil, eş-Şeciyy, Maviyti’l-Aşar, el-Yensua, es-Sümeyle, en-Nebâc, Râme, İmrete, ed-Dâbiga, Devbe, el-İbrikîn, el-Cedeliy, Felcetü’d-Dâibe, Derre, Nahle, Zâtu Irk ve el-Büstân yolları ile Mekke’ye ulaşılır. Bu her iki yolda istirahat için menziller bulunup yemek ve diğer ihti­yaçlar buralarda karşılanırdı. Bu menzil­lerde bol miktarda su bulunmaktaydı. Hac kâfilesi, yukarıda belirtilen belde­lerde saldırıya uğrama tehlikesi veya aşı­rı yağmur sebebi ile çoğu zaman oralarda beklemişlerdi.

İmam el-Harbî’nin yukarıda belirttiği hac güzergâhlarında el-Hille şehrini be­lirtmemiştir. İbni Cübeyr, eserinde bu şehrin güzelliğinden uzun uzun bahset­miştir. (228)

Yakut el-Hamevî, Kûfe-Medine ara­sında 20, Kûfe-Mekke arasında 10 konak mesafe olduğunu (229), Basra ile Mekke arasındaki menzillerin de 42 tane olduğu­nu belirtmiştir. (230) Bu menzillerde yol­cuları aydınlatmak için meşale yakılan yerler bulunmaktaydı. (231)

Doğu’dan Irak’a gelerek Mekke-Medine’ye giden hacılar için, menziller bu­lunmaktaydı. Bu menzillerin doğu tarafındakileri daha bakımlıdır. (232) Hımar Tekin Selçukî tarafından yapılan diğer menzil Ribât şeklinde olup, hacılardan başka yolcular da buralarda misafir ola­rak kalabilmişlerdir. (233)

HACCA VERİLEN ÖNEM

Araplar, cahiliye döneminde hacca önem vererek, putlarını Kâbe etrafına koymuşlar, onu kumaş ve deriden örtü ile süslemeye çalışmışlar, hacılara ikram hususunda yarışmışlardı. (234) Daha sonra İslâm gelince, Kâbe civarındaki put­lar temizlenerek Müslümanların kıblesi olmuş ve onu ziyarete gücü yetenlere hac farz kılınmıştı. Müslümanlar da Kâbe’ye saygı göstermişler, Hz. Muhammed (s) Yemen kumaşından bir örtü ile Kâbe’yi örtmüştür. Müslümanlar da kendisinden sonra, Kâbe’ye örtü takma­ya devam etmişlerdi. Dört Büyük Halife döneminde de süren bu uygulama asırlar boyu devam edegelmiştir. Hz. Ömer ve Hz. Osman, Kıbbâti kumaşından Kâbe örtüsü takmışlardır. Hz. Ömer Kâbe ör­tüsünü değiştirirken, öncekini kısımlara ayırarak Müslümanlara dağıtmıştır. Mekke ve Medine arasındaki su sahiple­ri, konaklama yerleri yapmak için Hz. Ömer’den izin istemişler, o da su ve göl­geliklerden, Müslümanların faydalanma­sı şartı ile izin vermiştir. (235)

Hz. Ömer ve Hz. Osman tarafından Kıbbâti kumaşından yapılan Kâbe örtü­süne, Mısır’da Kıbtîler tarafından üzer­lerine “Tırâz” denilen nakışlar işlenirdi. Bu örtü Tîs, Şetâ, Tuna ve Dimyat kasabalarında yapılmakta idi. Bu gele­nek, Abbasîler dönemine kadar devam etmiştir. El-Fâkıhî, Kâbe üzerindeki ki­tabelerden Mehdî, Reşîd ve Memun za­manlarında yapılan bu örtülerde, yukarı­da belirtilen şehirlerin adlarının geçtiğini bildirmiştir. (236)

Halife Hz. Muaviye, “Dibâc” adı ve­rilen bir kumaştan Kâbe’ye örtü takmış, bu örtünün bakımı ve hizmeti için de bir köle satın alarak Kâbe’nin hizmetine tahsis etmiştir. (237) Yezid b. Muaviye ve Haccac da Kâbe’ye dibactan bir örtü giydirmişti. Abdullah b. Zübeyr de Kâbe örtüsü takmaya devam etmiş, bu örtüyü Aşure günü değiştirmeyi gelenek hâline getirmişti. (238) Yezid ile aralarında mey­dana gelen harpte, Kâbe kapısı kırılmış, daha sonra yeniden inşa olunduğunda kapı adedi ikiye çıkarılmıştır. (239)

Emevî halifelerinden Velîd, H. 88’de Mescid-i Rasûl’ü genişletmek için Medi­ne Valisi Ömer b. Abdülaziz’i görevlen­dirmiş, bütün İslâm ülkelerine mektup yazarak altın ve fayans göndermelerini (240) ve hac yollarını tamir etmelerini istemiştir. O, Medine’deki fakirlere de para dağıtmıştır. (241)

Süleyman b. Abdülmelik de Mekke Valisi Halid b. Abdullah el-Kisra’dan Zemzem kuyusu yakınında tatlı su çıkar­masını istemiştir. Halid, Seyber dibinde bir havuz yaptırıp buradan Mescid-i Ha­ram’a su akıtarak (242) Zemzem ve Makam-ı İbrahim arasında mermer çeşme­den kurşun borulu fıskiye ile su akıtılma­sını sağlamıştır. (243)

Abbasî halifeleri de hac hizmetine önem vererek hac yollarının bakımı ile ilgilenmişler, Mekke-Medine’deki fakir­lere para dağıtmışlardır. İlk halife Ebû’l-Abbâs Seffâh, H. 132’de halife olduğu zaman Mescid-i Nebevî’nin bakım ve tezyini ile meşgul olarak (244) Irak-Mek- ke hac yolu ile hac menzilleri ve su kuyularına önem vererek hacılara hizmet etmiştir. Ebû’l-Abbâs’tan sonra H. 136’da halife olan Ebû Cafer el-Mansûr da hac yolu üzerinde menziller yapıl­masını emretmiştir. Görüldüğü gibi bu iki halife, hacıların rahat ibadet yapabilmeleri için her türlü imkânı hazırlamışlardır. Onlar tarafın­dan özel kimseler için inşa edilen, “Müte- velli’l-Menâzil” adı verilen konaklama yerleri de yapılmıştır. Bu yerlerden bi­rinde yazılı olan beytten, oraya özel in­sanların geldiği anlaşılmaktadır. (245) Ebû Cafer’in yaptırdığı, “el-Atîk” adı verilen ve içerisinde 90x45 zira ebadında bir havuz bulunan (246) menzilden başka, Medine Mezarlığı’nın alt tarafında hacı­ların faydalandığı bir havuz bulunmak­taydı. (247)

Halife Mehdî, Seffâh’ın yaptırdığı konaklama yerlerinden daha genişini in­şa ettirerek havuzlar yaptırmış, hac yo­lu üzerinde mesafe belirleyici işaret lev­haları koydurarak kuyular açtırmıştır. Bu havuzlardan bazılarına vefatından sonra onun adı verilmiştir. (248) El-Ecfer’den bir buçuk mil uzakta onun adına bir ku­yu (249) ile el-Feyd’de bir (250) ve el-Hâ- cir’de de iki kuyu açtırmıştır. (251) Meh­dî, kuyu açılmasını teşvik ederek, kuyu açtıranları desteklemiştir. (252) Mehdî, Kâbe’de üst üste biriken örtüleri çıkara­rak, dibactan altın işlemeli örtü takarak H. 160’da Irak’tan gönderilen 30 mil­yon dirhem ve Mısır’dan gelen 300 bin dinarı hac için harcamış, 150 bin elbise dağıtmış ve Mescid-i Nebevî’yi genişlet­miştir. (253)

Halife Harun Reşîd döneminde, Ab­basî ailesinin hacca gösterdikleri ilgi zir­veye ulaşmıştır. Halife dokuz defa hacca giderek H. 170 ve 174 senelerinde Mek­ke ve Medine halkına hediye olarak pa­ra dağıtmıştır.

H. 286 senesinde oğulları Mehdî ve Me’mun, halkına bir buçuk milyon dinar dağıtmıştır. Harun Reşîd, H. 188 senesinde son haccına yaya ola­rak gitmiş ve pek çok mal dağıtmıştır. Harun Reşîd, hacca gittiği senelerde be­raberinde yüz kadar fakir insan ve bunla­rın çocuklarını hacca götürür, hacca gi­demediği zamanlarda 300 adama bol para vererek Kâbe örtüsü ile birlikte hacca gönderirdi. Harun Reşîd’ den hac için daha çok ikramda bulunan başka bir ha­lifenin bulunmadığı rivayet edilmekte­dir. (254) Harun Reşîd’in, hac konakla­ma yerleri ve su kuyularının eskilerini muhafaza ve yenilerini inşa etme konu­sunda hizmeti olmuştur. Muntesife adı verilen bir yerde halifeler tarafından inşa olunan “Kasr-ı Halife” isimli konakla­ma yerinde, Harun Reşîd tarafından el- Burûd adlı yeni kuyu açılmış (255), Mes­cid-i Nebevî’ ye iki buçuk mil mesafede Zât-ı Irk’ da havuz yaptırmıştır. (256)

Harun Reşîd’in azatlı kölelerinden Hüseyin el-Hassî’nin de hac hizmetin­de bulunarak, Battân’a on ikinci (257) ve on birinci mil mesafede kayalar (258) ile Tuz’a iki mil uzakta üç kuyu ile er-Râce’de de bir köşk ve mescid yaptırmış­tır. (259) Halife Me’mun ve Mütevekkil’in kütüphane memuru Ömer b. Fevc de hac yolunda hizmet ederek, yirmi kadar kuyu tamir ettirmiş, hac yoluna işaret levhaları koydurmuştur. (260) Halife Mü­tevekkil de hac ile ilgilenerek yol üze­rinde konaklama yerleri yaptırmış, kuyu­lar açtırmıştır. (261) Harun Reşîd’in hanı­mı Zübeyde de hac için hizmet etmiş ve Kûfe-Mekke arasındaki çöl yolu üzerin­de açtırdığı kuyular ve Mekke-Medine’de fakirlere dağıttığı paralar ile şöhrete ulaşmıştır.

O, hac için 54 milyon dinar dağıtmıştır. (262) El-Ka’dan altı mil uzakta açtırdığı Zübeyde kuyusu, inşa ettirdiği mescid ve konaklama yeri (263), eş-Şukûk’a altı mil uzakta yaptırdığı ko­naklama yeri (264), el-Ecfer’den üç mil uzakta açtırdığı kuyu, cami ve konaklama yeri, Zübeyde’nin hizmetlerindendir. O, yaptırdığı binaları özel bir mimari tarzı ile inşa ettirmiş­tir. (265) Ayrıca, bu konaklama yerin­den dört mil uzakta da bir havuz yaptır­mıştır. (266)

Abbasîler döneminde hac hizmetle­ri ile meşgul olan başka kadınlar da var­dır. Halife el-Hâdî ve er-Reşîd’in anne­lerinin cariyesi el-Hizrân, hac yolunda hizmet etmiş olanlar arasındadır. (267) Mütevekkil’in annesi Şucâ (268) ve Halife Muktedir Billah’ın annesi Seğab’ın, hac hizmeti için harcadıkları para ve dağıt­tıkları sadakaların sayılamayacak kadar çok olduğunu İbni Cevzî haber vermiş­tir. (269) Muktedir Billah’ın annesi, hac kafilesi ile birlikte su depoları ve doktor­lar göndererek hac yolundaki su kuyu­larının tamir hizmetini yerine getirmiştir.

Abbasî halifelerinin her biri kendi dönemlerinde hac hizmeti ile meşgul olmaya devam etmişler, H. 525’de hac konaklama yerlerinden Feyd, Abbasî hü­kümeti tarafından koruma altına alınmış, malları çalınan hacıların malları temin edilmiş, kırılmış olan Kâbe kapısı yeri­ne, on iki deve ile taşınan demirden bir kapı yaptırılmış ve kapının tamiri için de sanatkârlar görevlendirmiştir. (270)

Abbasî halifelerinin Kâbe hizmetle­rinin kendilerinden sonrakilerden daha fazla olduğu bilinen bir gerçektir. H. 643’de şiddetli fırtına sebebiyle Kâbe örtüsünün parçalanarak Kâbe’nin örtü­süz kalması üzerine, Yemen Meliki Ömer b. Rasûl Kâbe örtüsü göndermek iste­miştir. Ancak, Mescid-i Haram Şeyhi Afifeddin Mansûr el-Bağdadî bunu kabul etmemiş, “Bu iş ancak Halifeye ait­tir” demiştir. Böylece Halife, siyah renkte, pamuktan, önceki nakışları taşı­yan bir örtü taktırmıştır. (271)

İslâm Tarihinde melikler ve emirler hac hizmetine önem vererek ülkelerinin mukaddes yerlerden uzak olmasına rağ­men halkının hacca gidişlerini kolaylaştı­rıcı hizmetleri sunmuşlardır. Fâtımî ve Endülüs Emevî halifelerinden bazıları hacca gitmeseler dahi, Harameyn ve hac yollarının bakımını yaparak Mekke-Medine’deki fakirlere sadaka dağıtmışlardı. Böylece bu hükümdarların isimleri ve şöhretleri Müslümanlar arasında yayılıyordu. H. 289’da Mısır’da hükümdar olan Tolunoğlu Ahmed, Mekke-Medine’de dağıtılmak üzere çok mik­tarda mal göndermiştir. (272)

H. 423’de de Mısır’dan Kâbe örtüsü ve Mekke’deki fakirlere dağıtılmak üze­re para gönderilmiştir. (273)

Fâtımîler döneminde, hac kâfileleri ile birlikte tatlı ve mum masrafları olarak 120 bin dinar, sadaka için 10 bin dinar, saldırılardan korunma esnasında dağıla­cak 40 bin dinar, kuyuların kazılma ve bakımı için 60 bin dinar gönderilmiştir. Vezir el-Yâzûrî döneminde bu paraların miktarı artırılarak 200 bin dinara çıkarıl­mıştır. Hac için gönderilen paraların miktarına, zehâir ve hediyeler gönderen hiçbir devletin ulaşamadığı rivayet edil­miştir. (274)

Halep ve Cezire Emîri İbni Haldun Hamedan, Nasıruddevle b. Muhammed b. Hamd’un kızı İbni Cemile’yi, kardeşi İbrahim ve Vehbullah ile birlikte H. 368 senesinde hacca gönderirken, üzerlerin­de birkaç tane mamhil bulunan 400 deve yollanmıştır. Bu hac esnasında babala­rının bastırdığı 10 bin dinar Kâbe üzeri­ne serpilmiş ve Mekke-Medine’de yaşa­yanlara elbiseler dağıtılmıştır. (275)

Mâverâünnehir, Horasan ve İran böl­gesinden Irak hac kâfilesine katılan ha­cılar ile birlikte bu bölgelerin idarecileri tarafından fıkıh âlimleri ve kadılar gön­derilmiştir. Bu idareciler, bazen de hacı­ların geçtikleri bölgelerdeki idarecilere dostluk mektupları göndermişlerdi. He- medan bölgesinden gelen hacıların yol­larda himaye edilmeleri ve kendilerine yardımcı olunması için bölge idarecileri­ne Büveyhi vezirlerinden İbni İmâd tara­fından mektup gönderilmiştir. (276) Yemînü’d-Devle Ebû Kâsım Mahmud b. Sebük Tekin, H. 214’de Fâris ve Hamedan bölgesinin hacca hazırlanmasını em­rederek Arap yarımadasında kâfilenin bedevî Arapların saldırılarından korun­maları için dağıtılacak 300 bin dinar ver­miştir. (277)

Bedir b. Hasneviyye, bugünkü İran’ın doğu ve Irak’ın kuzey tarafında bulunan dağlık bölgeye 3 bin dinar gön­dererek Hamedan ile Bağdat yolu ara­sındaki ayakkabıcılara ve tamircilerine hacıların ihtiyaçlarını karşılamaları için dağıtılmasını emretmiştir. O, ayrıca her yıl Mekke-Medine’deki halka dağıtıl­mak üzere 100 bin dinar göndererek, yir­mi yıl boyunca hac yolundaki kuyuların temizlenmesi ve bakımı hizmetlerini de­vam ettirmiştir. (278)

Bazı valiler de Mekke-Medine ve mukaddes yerlere hizmete iştirak ettikle­rini göstermek için hediyeler göndermiş­lerdir. H. 550’de Musul hükümdarı vezi­ri el-Cevâd, bir Kâbe kapısı göndererek üzerine Halife el-Muktefî Billah’ın ismi­ni yazdırmıştır. (279) Yemen hükümdarı da aynı hizmeti yapmıştır. H. 400 sene­sinde de Yemen meliklerinden Kâbe’ye ilk hizmet eden Ali es-Süleyhî, Kâbe’ye ipek işlemeli beyaz örtü göndermiş, daha sonraları da Hükümdar Muzaffer H. 632’de Kâbe’ye altın ve gümüşten kan­diller (280), H. 659’da bir Kâbe kapısı göndermiştir. (281)

Irak’taki Abbasî halifeliğinin H. 656 / M. 1258 senesinde sona ermesiyle Bağdat’tan gönderilen Kâbe örtülerini taşıyan hac kâfileleri sona ermiş, Mı­sır’da hilafetin başlamasına kadar on dokuz sene surre gönderilememiştir. Bun­dan sonra Mısır’da ilk defa Sultan Bay- bars tarafından, H. 675’de gönderilmeye başlanan surre, H. XIV. ve M. XX. asrın başlarına kadar resmî olarak Mısırlılar tarafından devam ettirilmiş­tir. (282) Bu tarihten itibaren M. XX. asrın başına kadar hac hizmetleri, Mısır sultanları tarafından devam ettirilmiş­tir. (283) Hac hizmetlerinin düzenlenme­si, emir tayini hacıların yolcu edilmeleri ve dönüşlerinde karşılanmaları, yapılan resmî törenlerle yerine getirilmiştir. Bu zaman içerisinde Mısır sultanlarından bazılarının hanımları ve kızları da hacca giderek kâfileye iştirak etmişlerdi. (284) H. 1221 senesinde Suud ailesinden Abdülaziz’in, Hicaz bölgesine hâkim olma­ları sebebi ile Mısır’dan gönderilen surre H. 1228 / M. 1812 senesine kadar gönderilememiş, bu tarihten sonra Hicaz böl­gesi Osmanlıların himayesine girmesi ile Mısır tarafından surre gönderilmeye de­vam edilmiş, Mısır ile Şerif Hüseyin ara­sında ihtilaf çıkması ile Mısır’dan H. 1341’den sonra surre gönderilmemiş­tir. (285)

H. 1342 ve 1345 senelerinde Suud ai­lesinden El-Melik Abdülaziz’in, Hicaz’a hâkim olmasından sonra Mısır surre göndermemiştir. (286) 1936 senesinde Mısır ile Suud Hükümeti arasında anlaş­ma sağlanmasından sonra Mısır, Kâbe örtüsü ve surre göndermeye tekrar başla­mıştır. Mısır tarafından gönderilen Kâbe örtüsünün, Cidde limanında Suud Hükümeti tarafından askerî bir törenle karşılanması da yapılan bu antlaşmada karara bağlanmıştır. Harem-i Şerif kapı­sında resmî bir törenle karşılanacak olan Kâbe örtüsü, Mısır’dan gönderilen hac emiri tarafından Suud Dışişleri Bakanı Vekili’ ne teslim edilmesi, Emîr’in Suud hükümetince ağırlanması protokoller arasında yer almaktaydı.

H. 1356 / M. 1937’de yapılan bu antlaşmada, Kâbe örtüsü ile birlikte Mu­kaddes topraklardaki fakirlere dağıtıla­cak sadakalar Mısır’dan gönderilmeye devam etmiş ve Mekke-Medine’deki ge­rekli tamir masrafları için gönderilen pa­ralar da Suud Vakıfları Bakanlığı’na tes­lim edilmiştir. (287)

Mısır’dan gönderilen surre, Suud hükümetinin H. 1386 / M. 1962’de bu hizmeti kendi üzerine almasına kadar de­vam etmiş (288), böylece Hicaz dışından gönderilen hac hizmetleri Suud Hükü­metine geçmiştir.

Osmanlılar döneminde Suriye’den de hac emîri tayin edilerek askeri kuvvet­ler yol emniyetini muhafaza etmişlerdir. Hacıları uğurlama merasimlerine rütbe sahibi kimseler de resmî elbiseleri ile ka­tılmışlardır. (289)

Mağrip sultanlarının hac kâfileleri ile ilgilenmeleri Muvahhidler döneminin ortalarında başlamıştır. H. 631 tarihinde vefat eden Umam Ebû Muhammed Salih el-Mâcî ile Sultan Yusuf el-Meri zama­nında, H. 703 senesinde Yusuf b. Yakub b. el-Merînî Fas’tan gönderilen hac emîridir. (290) Bu hac kâfilesi, Mağrib’in Sicilmâsa bölgesinden gelen bir hac kâfilesi ile karşılaşmıştır. (291) Sa’diyyîn dönemi ile birlikte Marekeş’den bir hac kâfilesi daha çıkarılmış, ancak Sa’diyyîn hanedanının tarihe ka­rışması ile buradan gönderilen hac kâfi­lesi son bulmuştur. (292)

Fas’tan gönderilmeye devam eden hac kâfilesi geçtiğimiz asra kadar de­vam etmiştir. Sultanlar tarafından gön­derilen kervan, bayrak ve davullar ön­derliği ile yola çıkar, askerlerin korun­ması ile yoluna devam eder ve Mekke-Medine’deki fakirlere hediyeler götürü­lürdü. (293) Hac emirleri konusunda eser yazan Fadlullah el-Ömerî; Mısır, Bağdat, Şam ve Taiz’den hac kâfilelerinin çıkarıldığını belirtmiştir. Biz de yazımızı Fas’tan hac kâfilesi çıkarıldığını beyan ederek noktalamak isteriz. (294)

Konu hakkında yapmış olduğumuz araştırmamızın sonunda, H. 926 / M. 1517 tarihinden itibaren Şam ve Mısır’ı idaresi altına alan (295), Osmanlıların Mekke-Medine’deki hizmetleri (*) yerine getirdikleri­ni ve Kâbe’ye örtü ve kapı gönderdikle­rini mutlaka belirtmeliyiz. Osmanlıların bu hizmetleri, H. 1040 yani IV. Murad dönemine kadar devam etmiştir. (296)

IRAK HAC HEYETİNİN KARŞISINA ÇIKAN ENGELLER

Irak hac heyeti bazen yolculuğu esna­sında, bazen de hac vazifesini yerine geti­rirken birçok engellerle karşılaşmıştır. Bu engel ve problemlerden bazıları şunlardır:

Osmanlı döneminde Hicaz, mümtaz vilâyetler­den sayılmış, normal vergi sorumluluğundan mu­af tutulmuş, devletin de özel yardımlarına mazhar olmuştur. Surre de bunlar arasındadır.

Mekke ve Medine’ye hac mevsiminde gönderi­len para ve hediyeler şeklinde tanımlayabileceği­miz surre, Osmanlı’ya Devlet Hazinesi’nden bü­yük harcamaları gerektirmiştir. Bu bakımdan di­nî açıdan olduğu kadar, iktisadî açıdan da çok önemli bir konudur.

Osmanlı döneminde Hicaz bölgesinde yaşayanla­ra devletin yardımı ve hizmetleri, hac organi­zasyonu, Surre Alayı ve törenleri, yol güzergâhı ve görevliler hakkında geniş bilgiler içeren Surre Alayları isimli kitabımızın ileride yapılacak ça­lışmalara ışık tutacağı kanaatindeyiz. (Çeviren).

BEDEVİ ARAPLAR PROBLEMİ

Bu olaylar, Halife Vasık döneminde H. 230’da Süleym kabilesinin çevreye saldırmasıyla başlamış ve (297) sonraki yıllarda Arap Yarımadasındaki diğer ka­bilelerin saldırılarıyla devam etmiştir. H. 285 senesinde Salih b. Müdrik et-Tâî, hacdan dönmekte olan hacılara el-Ec- fer’de saldırarak hür kadınları esir almış ve iki milyon değerindeki ticaret malları­na ve hacıların eşyalarına el koymuş­tur. (298) Abbasî hilafet merkezindeki münakaşalar sebebi ile dâhili otoritenin kaybolduğunu hisseden Arap kabileleri­nin hacıların karşılarına çıkmaları, za­man zaman hac heyeti gönderilmesini engellemiştir. Hilafet merkezinin otori­teyi tekrar elde ederek saldırganları yok etmeleri üzerine Arap kabileleri, hacılara saldırmayacaklarına dair antlaşma yap­mışlardır.

Hicr bölgesinde Karmatîler’in hâki­miyet kurarak hac kâfilelerine saldır­maları sebebiyle H. 313’den başlayarak H. 320’ye kadar hacıların çölden geçmeleri engellenmiştir. (299) Nihayet, H. 327’de Karmatîlerle bir antlaşma yapılarak, kendilerine ödenecek para karşılığında yol emniyetini onlar sağlamıştır.

H. 361’de ortaya çıkan Benû Hilâl ve (300) el-Esfer el-Müntekkî, H. 382 (301) ve 384 (302) senelerinde hacılara saldıra­rak onların çölden geçişlerine izin verme­mişler, nihayet H. 385’de aralarında yap­tıkları antlaşma ile hacılardan alacakları mal karşılığında, diğer kabilelerin saldırı­larına karşı hacıları korumuşlardır. (303)

El-Esfer’den sonra İbni’l-Cerrah et-Tâifî, H. 367, 389, 392, 397, 395, 399 senelerinde, hacıların Mekke’ye gidişle­rine engel olmuşlardır. (304)

Hicri V. asrın başlarından itibaren Hifâce kabilesi de hacılara saldırmaya başlamıştır. H. 403’de kabile reisi Ebû Filayka b. el-Kavmî (305) başlarında bu­lunduğu halde hacılara saldırmışlardır. Daha sonraki senelerde de muhtelif Arap kabileleri, H. 545 (306) ve H. 571 (307) se­nelerinde de hacılara saldırmışlardır. H. 606 / M. 1258 senesinde Abbasî halifeli­ğinin son bulmasına kadar altıncı ve ye­dinci asırda çeşitli tarihlerde hacılara ya­pılan saldırılar neticesinde, hac heyeti ve hac emîri gönderme hizmetleri askı­ya alınmıştır. Bu konudaki çeşitli olay­lardan birini örnek olarak zikredelim:

H. 626’da, El-Battân (*) Arap kabilesi hac kâfılesine saldırarak kafileyi hac güzergâhından saptırıp onlardan para is­temişti. Nihayet onlarla 12 bin dinara an­laşınca, hac emîri Şemseddîn Aslan bu parayı kendi kesesinden ödemiştir.

(*) Asıl nüshada Yatnin diye geçiyor. Bu düzelt­me Muhammed Câfir’in Suudi Arabistan Coğrafya Sözlüğünden alınmıştır, c. I, s. 210. (Çeviren)

Bu olaylar Bağdat’ta halifeye ulaşınca, Ha­life Emîr Cemaleddin Kandemir ile bir­likte beş bin askeri yol kesen bu eşkıyayı cezalandırmakla görevlendirmiştir. Bu kabilenin hacdan dönen yolcuları karşı­lamak için beklediklerini öğrenen emir, bunlarla çarpışarak bir kısmını öldürmüş diğerleri ise kaçmıştır. Emîr ve askerleri, hacılar ile Bağdat’a dönmüştür. (308)

H. 631’de, Şemseddin Kıran hac emîri olarak yola çıkmış, konaklama yerlerinden birinde Arap kabilelerinin saldıracaklarını haber alınca, kâfıledeki âlimlerle istişare etmiştir. Âlimlerin geri dönmenin caiz olduğu şeklindeki kararı üzerine emîr, kâfile ile geri dönerken, bedevî Araplar onlara yetişerek mallarını çalıp bazılarını rehin almışlardı. Bedevî Araplar, Bağdat’ta tutuklu arkadaşları­nın serbest bırakılması şartı ile rehinele­ri bırakacakları şeklindeki teklifleri red­dedilince rehineler öldürülmüştür. Hacı­lar, Bağdat’a dönerken yanlarındaki malları onlara bırakmamak için yakmış­lardır. (309)

H. 643 tarihinde, bazı Arap kabilele­rinin hac kâfilesine engel olması ve Abbasî halifeliğinin, doğuda Moğollarla uğ­raşması sebebi ile hac heyeti gönderilememiştir. (310)

HARAMEYN’E HÂKİM OLMA

Abbasî devletinin ilk döneminde Hi­caz, devletin hâkimiyeti altında olmuş, zayıflama devresinden itibaren de zaman zaman Mekke ve Medine’de ayrı ayrı emirlikler hâkimiyetlerini ortaya koyma­ya çalışmışlardır. Bazen de her ikisine de hâkim olan emirler çıkmıştır. Beşinci hicri asrın ortalarından, H. 454 / M. 1062 tarihinden itibaren Fâtımî devletinin hâkimiyeti altına girerek bu devletin orta­dan kaldırılmasına yani H. 567 / M. 1171 tarihine kadar devam etmiştir. Mekke-Medine emirleri, bazen Abbasî halifele­rinin bazen Fâtımî halifelerinin isimleri­ni hutbelerde okumuşlardır. Fâtımî Devleti’nin sona ermesinden sonra Hare­meyn’de hutbe, Abbasî halifeleri adına okunmuştur. (311) Bu durum, H. 620’de emirlikleri sona eren Beni Katade döne­minde de aynı şekilde devam etmiştir. Bu tarihte Hicaz, Yemen valilerinin hük­mü altına girince, Abbasî halifelerinin hutbelerde isimlerinin okunması, onların siyasi kuvvet ve zayıflığına göre değiş­miştir. (312)

H. 557’de Irak hac heyeti Arafat’ta ibadetlerini yapmışlar, Hayf’a indikleri zaman Mekke’den kendilerine karşı gelenler olunca, onlar da Kâbe’yi tavaf edemeden Medine’ye dönmüşler­dir. (313) Irak heyeti ile Mekkeliler ara­sındaki kargaşalıklar, H. 558’de de mey­dana gelmişti. (314) H. 567’de Irak hükü­meti, Mekke emîrini değiştirerek yerine kardeşini tayin edince, önceki emîr ile yenisi arasında meydana gelen harp neti­cesinde, Mekke emîri yenilmiştir. (315)

H. 608 senesinde, artık hac emîri Alaeddin Muhammed b. Yâkut, babası adına hac emîri olmuş, ancak onun adı­na hac emirliği hizmetleri İbni Ebî Firas tarafından yürütülmüştür. Bu sene Irak heyeti arasında İsmailiyye lideri Sultan Celaleddin’in annesi de bulun­maktaydı. Onlar (Sahib-i Kal’atü’l-Mût) İsmailiyye lideri Sultan Celaleddin, İsmailiyye mezhebinden ayrıldığını belirte­rek annesini halifenin gönderdiği heyetin arasında gönderdiğini belirtmiştir. Aynı sene, Şam’dan bir heyet gönderilmiş ve emîr olarak da Saruc’un kardeşi Simsâr tayin edilmiştir.

Diğer taraftan Kudüs’ten de Şuca Ali b. Selâm emîr tayin edildiği bir heyet gönderilmiştir. Bu he­yete Sultan Selahaddin-i Eyyûbi’nin kız kardeşi de katılmıştır. Kurban günü, Mekke emîri Katade köleleri, develeri ve ileri gelenleri ile Irak heyetine saldırarak mallarını ellerinden almışlardır. Bu hadi­senin meydana gelişi, Irak’tan gelen ba­tınî mezhebine mensup birinin, Emîr Katade’nin kardeşi tarafından öldürülmesi üzerine, halife tarafından meydana geti­rildiği rivayet edilmiştir. Bu olay üzerine birbirini takip eden üzücü olaylar meyda­na gelmiş (316) ve daha sonra hatasını an­layan Katade, halifeden özür dilemek için adamlarını göndermiştir. (317)

H. 617 senesinde de Mekke’de emir­lik konusunda kanlı olaylar meydana gel­miştir. Râcih b. Katade ile kardeşi Hasan b. Katade arasında emîrlik konusunda devam eden sürtüşme sırasında, Mek­ke’ye gelen Hac Emîri Akbaş b. Abdul­lah en-Nâsırî, Mekke emîrine halifeden hil’at ve kemer getirmiştir. O, Arafat’ta iken kendisine Râcih gelerek Mekke’ye geri dönmesini istemiştir. Racih’in kar­deşi Hasan, iki taraf arasındaki tartışma­nın sona erdiğini düşünerek Mekke kapı­sını kapattığı sırada iki kardeş grubu ara­sında tartışma çıkmış, Hasan’ın köleleri ve adamları, Irak heyetine saldırdıkları sırada Emîr Akbaş öldürülmüştür. Daha sonra Irak hacılarının mallarına saldırma­ya çalışan Hasan’ın adamlarının karşısı­na, Şam heyeti emirleri birlikte çıkarak Irak heyetini korumuşlardır. Irak heyeti­nin dönüşünde Halife de halk arasında bulunmuş, meydana gelen olaylara üzül­müştür. (318)

H. 640 senesinde de Irak Hac Emîri Seyfeddin en-Nâsırî, Muhammed Vadisi yakınında (319), şehrin Emîri Umeyr b. Hatim el-Alevî, adamları ile hac heyeti­nin karşısına çıkıp su almalarına engel olarak onlardan para istemiş ve kendile­riyle harp edeceği tehdidinde bulunmuş­tu. Harbin başlayacağı sırada yenileceği­ni anlayan Umeyr, özür dileyerek affe­dilmesini istemiştir. (320)

Haremeyn’de emirliklerini kabul et­tirmek için zaman zaman emirler arasın­da münakaşalar meydana gelmiştir. Me­sela; H. 583 senesinde Irak Hac Emîri Müciriddin Taştekin ile Şam Hac Emîri Şemseddin Muhammed b. Abdülmelik arasında, Arafat’ta meydana gelen vu­ruşma sırasında Şemseddin aldığı yara­nın tesiriyle ölmüştür. (321)

H. 619 senesinde hac mevsiminde Irak Hac Emîri İbni Ebî Firas, Şam Hac Emîri Rüknü’l-Felekî, Yemen Emîri el-Melik el-Mesud bir araya gelmişler, Ha­cılar, Arafat’ta “Vakfe” yapmak istedik­lerinde Mesud, adamlarına babasının bayrağını Halife’nin bayrağından önde götürmelerini, Irak hacılarının Arafat’a çıkmalarına engel olmalarını emretmiş­tir. Arafat’a hangi heyetin önce çıkması konusunda da tartışma çıkmıştır. (322) Ancak, iki emîrin daha sonra anlaşarak halife tarafından gönderilen hil’atin, Me­lik Mesud’a giydirildiği konusunda da rivayet vardır. (323)

MOĞOL TEHLİKESİ

Orta Asya’dan başlayarak doğudaki İslâm ülkeleri üzerine gelen Moğolların meydana getirmiş olduğu tehlike de H. 615 / M. 1221 tarihinden itibaren hac için bir engel teşkil etmiştir. Buhara ve Semerkant’tan başlayarak Bağdat üze­rine saldırarak ilerleyen Moğollar, Harzemşahlar ülkesini istila ederek M. 1235’de de Irak’ı sarsmaya başlamışlar­dı. (324) Bunun üzerine âlimlerin hac va­zifesinin yerine getirilmesi veya Moğollara karşı cihat edilmesi konusunda yaptıkları görüşmelerde cihada öncelik verilmesi (325) üzerine, H. 636 (326) ve H. 637 (327) senelerinde hac heyeti gönderil­memişti. Bir süre hac heyeti gönderil­mesi kesintiye uğramasından sonra H. 650’den başlayarak H. 653 (328) senesi­ne kadar heyet gönderilmiştir. Ancak, daha sonra da Irak’ta Abbasî halifelerinin inkırazına yani H. 656 / M. 1258 senesine kadar yine hac heyeti gönderilememiş ve böylelikle Irak hac emirleri de son bulmuştur.

HAC HİZMETİ KONUSUNDA YAZILAN TELİF ESERLER

Hac hizmeti konusunda çeşitli metot, üslup ve amaçlar ile telif edilen eserler:

I. Fıkıh Kitapları: Bu eserler, hac ibadetinin yerine getiriliş şekli ve bu iba­detin yerleri (Menâsikü’l-Hacc), haccın farzları ve sünnetleri konusunda mütevatir haberleri ihtiva etmektedir. Bu kitap­lardan bazıları genel fıkıh kitapları olup namaz, oruç gibi ibadetler özel baplarda ele alındığı gibi, özel kısımlar altında da anlatılmıştır. Diğer taraftan hac ibadeti­ni bütün yönleri ile anlatan eserler de vardır. Bu çeşit telifler günümüze kadar yayılmaya devam edegelmiştir.

II. Seyahat ve Hac Konaklama Kitapları: Hac yolları ile dinlenmek için yapılan konaklama yerlerinden bah­seden eserlerdir. Bunlardan bazıları, hac kafilesine katılan seyahatname yazarları tarafından telif edilmiştir. Bu eserlerde yollar ve uzunlukları, çekilen meşakkatler, Mağrip ülkeleri hacılarının konaklama yerleri ve günleri gibi konu­lar işlenmiştir. Bu eserlerden bazıları şunlardır:

1. Abdüsselâm b. Abdülkadir b. Sevde’nin, Delîlü Müverrihi’l-Mağrib (Mağ­rib tarihçisinin rehberi). (329)

2. Mağrib araştırmacılarından Dr. Abbâs el-Harârî’nin, Mecelletü’l-Menahil’de neşrettiği “Medhal li Rihleti’l-Hudaykî el-Hicâzî” adlı makalesinde, Mağrib’ den Hi­caz’a giden seyyahların eserlerinin listesini vermiştir. Bu eserler 25 tane olup bir kısmı basılmış, diğerleri yazma hâlindedir. (330)

Doğu ve Batıda bu konu hakkında yazılanların en meşhuru İbni Cübeyr el-Endülüsî’nin, Kitabü’r-Rihle isimli eseri­dir. İbni Cübeyr, Doğu’dan yolculuğa baş­layıp Hicaz’a giderek Irak hac heyeti ile Bağdat’a seyahat etmiş, sonra da hacı­lar ile kuzeye doğru gitmiştir. Eserde; ta­kip edilen yollar, konaklama yerleri ve di­ğer bölgelerden gelen hacıların güzergâh­ları hakkında bilgiler vermiştir.

Hac yolları hakkında yazılan ikinci meşhur eser, İbni Battuta’nın er-Rihle veya diğer adıyla Tuhfetü’l-Hazzâr fi Garâibi’l-Emsâr ve Acâibi’l-Emsâr isimli eseridir. Yazar, kendi memleketi olan Tanca’dan başlayarak Doğu’da H. 779-804 seneleri arasında gezdiği yerleri eserinde anlatmıştır.

Konu hakkında son yıllarda basılan eserler şunlardır:

1. Ebî Abdillah Muhammed b. el-Beydî, Rihletü’l-Beydî, Thk: Muhammed el-Fârisî, Rabat 1988. (Bu eser, Rabat Üniversitesi tarafından neşredilmiştir.) Eserde, H. 688 yılı Zilkade ayında müel­lifin Telmisan’dan başlayarak Hicaz’a ka­dar uğradığı yerler ve buralarda karşılaştı­ğı insanlar anlatılmıştır.

2. Kasım b. Yusuf et-Tecîbî es-Sıbtî’nin, Kitâbü’l-Müstefâd er-Rihle ve’l-İstiğrâb, Nşr: Abdülhafız Mansûr, Libya-Tunus 1975. Üç cilt olan eserin baş ve son kısımları eksik olup orta bölümü basılmıştır. H. 770’de vefat eden müellif, ese­rinde Kahire’de karşılaştığı ilim adamla­rından bahsederek Aybâz Limanı’ndan başlayıp, Kızıl Deniz yolculuğunda ve nihayet Hicaz’da gördüklerini anlatmıştır.

3. Celâlî el-İshâkî Ebû Muhammed el-Kâdir’in, Er-Rihle isimli eseri. Dr. Abdülhadi et-Tâzî tarafından, Emir Mağrîbî fî Trablus Libya bin Hilâli Rihleti’l-İshâkî başlığı ile Trablus’ta neşredilmiş olan bu eser, müellifin H. 1143 senesindeki hac seyahatini konu edinmektedir.

4. Muhammed es-Sûsî’nin, Rihletü’l-Hicâziyye isimli eseri Ali es-Sunûfî tara­fından hazırlanmış ve 1876’da Tunus’ta basılmıştır. H. 1318’de vefat eden müellif, Tunus’tan İtalya yoluyla Hicaz’a gitmiş, Dimeşk-Beyrut yolu ile dönmüştür. Üç cilt olan eserde, hac ile ilgili ayet ve ha­disler, hac ibadetinin yerine getiriliş şekli ve seyahatin faydaları hadislerle belirtile­rek müellifin; İtalya, Asya ve Hicaz yolcu­luğu sırasında gördüğü yerler anlatılmıştır. Eserin üçüncü cildinde, ayrıca XIX. asırda İslâm dünyasında önde gelen isimler ve âlimler hakkında bilgi verilmiştir.

MAĞRİBLİ HAC SEYAHAT­NAMESİ MÜELLİFLERİNDEN BAZILARI

1. el-İmam Ebû İshak el-Harbî, Kitâbü’l-Menâsiki ve Emâkini Tarîki’l-Hac ve Meâlimi Cezire, Nşr: Ahmed Câsir, Dâru’l-Yemâme, Riyad 1969. Hicri XIII. asır İslâm âlimleri hakkında bilgiler verilen bu eserde, hac ibadetinin yerine getiriliş şek­li, Medine, Arap Yarımadası, Necid ve Tehâme hakkında bilgiler ile Kûfe-Mekke ve Basra-Mekke yolları anlatılmıştır. Eserde ayrıca, hac konaklama yerleri, yollar ve mesafeleri, yollardaki suların vasıfları hak­kında da bilgiler verilmiştir.

2. Muhubbiddin b. Şemseddin Muhammed b. el-Attar’ın, Menâzilü’1 Hac isimli eseri. Yemen, Şam, Irak ve Mısır yollarının anlatıldığı bu eser, İstanbul-Laleli Kütüphanesi’nde 3486 no’da ka­yıtlıdır. (331)

3. Abdülkadir b. Muhammed b. İbra­him el-Ensârî el-Hanbelî el-Cezerî’nin, Düreru Fevâidi’l-Muazzama fî Ahbâri’l-Hac ve Tarîki Mekketi’l-Muazzama isim­li eseri. Hz. Muhammed (s) döneminden başlayarak H. 920’ye kadar hac emirlerini konu alan bu eserin, Ezher Üniversitesi Kütüphanesi’nde 2975 no’da ve Fas Mektebetü’l-Karaveyyîn Kütüphanesi’nde 554 no’da kayıtlı iki nüshası vardır.

4. İbrahim b. Abdurrahman el-Medenî’nin (ö. 1034) Rihletü’l-Hıyârî veya diğer adıyla Tuhfetü’l-Üdebâ ve Silsileti’l-Gurebâ isimli eseridir. Edebî bir üslupla eserini yazan müellif, Medine, Şam yolu ile İstanbul’a yaptığı seyahatinde gördüğü yerler ve karşılaştığı âlimler hakkında bilgiler vermiştir. (332)

5. İbrahim Rıfat’ın, Mir’atü’l-Hare­meyn veya diğer adıyla er-Rihletü’l-Hicâziyye ve’l-Hac. (333)

6. Yusuf Ahmed’ in, el-Mahmil ve’l-Hac. Bu eserde Hz. İbrahim devrinde Kâbe’nin inşası, cahiliye döneminden başlayarak Dört Halife, Emevî, Abbasî, Memlûklular ve Osmanlılar döneminde, Kâbe örtüsü takanlar hakkında bilgi verilmiştir.

ÜNLÜ BİLGİNLERİN YAZDIK­LARI SEYAHATNAMELER

1. Abdülhak Muhaddir Dihlevî, Cezbü’l-Kulûb ilâ Diyari’l-Mahbûb adlı ese­rinde, hac hatıralarını nakletmiştir. Dört asır önce yazılmıştır.

2. Şah Veliyullah Dihlevî, Füyûzü’l-Haremeyn adlı eserinde, hac anılarını nakletmiştir. Yaklaşık 2,5 asır öncesini anlatmıştır.

3. Nüvvab Mustafa Han, Terğîbü’l-Mâlik ilâ Ahseni’l-Memâlik adlı eserini yazmıştır. Farsça yazılmıştır. (*)

HAC EMİRLERİ KONUSUNDA TELİF EDİLEN ESERLER

Bu eserlerde de Hz. Muhammed (s) devrinden başlayarak tarih boyunca tayin edilen hac emirleri, hac kâfilelerinin ta­kip ettiği yollar ve karşılaştıkları olaylar, hac konaklama yerleri ele alınıp işlenmiş­tir. Bu konuda yazılmış eserler şunlardır:

1. Ebû’l-Hazan Muhammed b. Abdülmelik el-Hemedânî (ö. 521), Ümerâü’l-Hac. Bu eserde, Hz. Muhammed (s) dö­neminden Yemâme devrine kadar hac emirleri hakkında bilgi verilmiştir. (334)

2. Ahmed b. el-Makrîzî’nin, ez-Zehebü’l-Mülûk fî Zikri men-Hacce min Hulefâi’l-Mülûk. Bu eser, mukaddimeden sonra aşağıdaki bölümlerden meydana gelmiştir:

I. Hz. Muhammed’in (s) haccı.

II. Hacc’a bizzat giden halifeler: Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Muaviye b. Ebî Süfyân, Hz. Abdullah b. Zübeyr, Abdülmelik b. Mervân, Süleyman b. Abdülmelik, Hişâm b. Abdülmelik, Ebû Cafer el-Mansûr, Ha­run Reşîd, el-Hakim Biemrillah.

(*) Bu bölümdeki üç eser ünlü bilginlerin yazdık­ları “Seyahatnameler” başlığı altında, oku­yuculara faydalı olması için Din İşleri Yüksek Kurulunca metne dercedilmiştir.

(334) İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. X, s. 8; el- Vâfî bi’l-Vefeyât, c. IV; es-Subkî, Tabakâ- tü’ş-Şâfıiyye.

III. Hacca giden melikler: Melik el- Âdil, el-Melikü’l-Muazzam Şemsü’d-Devle Turanşah, el-Melik el-Masid Selâhaddin, el-Melik el-Mansûr Nureddin, el-Melik en-Nâsır Ebû Sâdi, el-Melik el-Muzaffer Şemseddin es-Sultan el-Me­lik en-Nâsır, Melik Tekfur, el-Melik el-Mücahid Ali b. Müeyyed, el-Melik el-Eşref eş-Şabân. (335)

IV. İleri gelen vezirlerden hacca gi­denler: Eş-Şeyh el-Halebî ed-Dimeşkî, el-Kerhî et-Temîmî başta olmak üzere, müellif devrine kadar (H. 1280) birçok vezir hakkında bilgi vermiştir. (336)

V. El-Halebî el-Ensâri, Dürerü’l-Fevâidi’l-Muazzama. Müellif, eserinde kendi dönemine kadar tayin edilmiş hac emirleri hakkında bilgi vermiştir.

VI. Muhammed el-Menûnî, Rekbetü’l-Hacc el-Mağribî. Bu eserde müellif dönemine kadar Mağrib’den gönderilen hac emirleri ve sultanlar hakkında bilgi verilmiştir. (337)

ARAŞTIRMADA KULLANILAN KAYNAKLAR

Ahmed Abdulğafur Attar, el-Kisve ve’l-Kâbe, Beyrut 1977.

El-Ezrakî, Ebû’l-Velîd Muhammed b. Abdullah, Thk: Rüşdi Salih Muhsin, Dâru’l-Endülüs, Beyrut.

El-Eşref er-Rasûlî-Ebû’l-Abbâs İsmail, el-Mescidi’l-Mesbûk ve’l-Cevheri’l-Mahbûk fî Ahbâri’l-Hulafâi ve’l-Mülûk, Edebiyat Fakültesi Yüksek Araştırmalar Kütüphanesi’nde mikrofilmi vardır.

Bedrî Muhammed el-Fahd, Târîhu’l-Irak fi’l-Asri’l-Abbâsiyyi’l-Ahîr, Matbaatü’l-İrşâd, Bağdat 1973.

Et-Tîcânî, es-Sîreti Kasım b. Yusuf, Müstefâdü’r-Rihle ve’l-İstiğrâb, Thk: A. Mansûr, Lib­ya 1975.

İbni Tağribirdî-Ebû’l-Mehâsin Yusuf, en-Nücûmü’z-Zâhira fî Mulûki’l-Mısrı ve’l-Kahira,

Dâru’l-Kütübi’l-Mısrıyye, H. 1348-1375.

Hâsir Muhammed, Mu’cemü’l-Coğrâfiyyi li’l-Bilâdi’l-Arabiyyeti’s-Suûdiyye, Dâru’l-Ye-mâme 1977.

İbni Cübeyr, Ebû’l-Hasan Muhammed b. Ahmed el-Endülûsî, er-Rihle, Beyrut 1964.

El-Cerrârî, Abbâs, Medhal li Rihle el-Hudaykî el-Hicâzî, Mecelletü’l-Menâhil, Vezâretü’ş- Şuûni’s-Sekâfiyye, Rabat 1977, sayı 10.

İbni Cevzî, Abdurrahman b. Ali, el-Muazzam fî Târîhi’l-Mulûk ve’l-Ümem, Dârü’l-Maâri- fü’l-Osmaniyye, Haydarabâd 1943.

İbni Habîb el-Bağdâdî, Ebû Ca’fer Muhammed el-Hâşimî, Dâru’l-Maârifü’l-Osmaniyye, Haydarabâd 1943.

El-Harbî, el-İmâm Ebû İshâk, el-Menâsik ve’l-Emâkini Tarîk-i Hac ve Mealimi Cezîre,

Thk: Muhammed el-Câsir, Riyad 1969.

El-Hamevî, Ebû’l-Fedâil Muhammed b. Ali, Târihu’l-Mansûrî, Moskova 1967.

El-Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekir Ahmed b. Ali, Târîhu’l-Bağdâd, Edebiyat Fakültesi Yüksek Araştırmalar Enstitüsü’nde mikrofilmi vardır.

İbni Dübeysî, Ebû Abdullah Muhammed b. Saîd, Zeylü Târîhu Bağdâd, Edebiyat Fakültesi Yüksek araştırmalar Enstitüsü’nde mikrofilmi vardır.

Ez-Ziriklî, Hayreddin, el-A’lâm, Matbaatü’l-Costa Tomas ve Şürekâühü 1955.

İbni Sâî, Taceddin b. Enceb el-Bağdâdî, el-Câmiü’l-Muhtasar fî Ünvâni’t-Târîhi ve Uyû- ni’s-Siyer, Thk: Mustafa Cevâd, Bağdad 1934.

Es-Subkî, Taceddin Abdülvehâb, Tabakâtü’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ, Matbaatü’l-Hüseyniyye, Kahire.

Sıbt İbni Cevzî, Yusuf b. Rıza, Mir’âtü’z-Zamân fî Târîhi’l-A’yân, c. VIII, Dârü’l-Maârif, Haydarabâd 1970.

İbni Sevde Abdüsselam b. Abdülkadir, Delîlü’l-Müverrihi’l-Mağribi’l-Aksâ, Dâru’l-Kütüb 1965.

Es-Süyûtî, Celâleddin, Hüsnü’l-Muhâdara fî-Ahbâri Mısra ve’l-Kâhira, el-Matbaatü’ş-Şar- kiyye, Kahire 1228.

Ebû Şâmme Şehabeddin Abdurrahman Dimeşkî, Ravdateyni fî Ahbâri Devleteyni, Kahire 1387.

Eş-Şerif Rıza, Ali b. Hasan el-Musevî, Dîvânü Şi’rihi, Thk: Reşîd es-Saffar, Kahire 1857.

Es-Sâbî, İbrahim b. Halil Ebû İshak, Resâil, Nşr: Şekip Arslan 1938.

Es-Sâhib İbni İbâd, İsmail, Resâiluhu, Thk: Şevki Dayf Abdülvehhab Azzam.

Es-Safdî, Selahaddin Halil b. Ebîki, el-Vâfî bi’l-Vefeyât, Avrupa baskısı (9 cilt).

Taberî, Ebû Cafer b. Muhammed b. Cerîr, Târîhu Tabakâtü’l-Mısriyye.

El-Abdrî, Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed el-Hayy, Rihle Abdravî ev Rihle Mağri- biyye, Thk: Muhammed el-Vâfî, Rabat 1968.

El-Karaşî, Muhyiddin Abdülkadir el-Hanefî, el-Cevâhiru’l-Mudiyye fî Tabakâti’l-Hanefiy- ye, Haydarabâd 1332.

El-Kalkaşandî, Ebû’l-Abbâs Ahmed, Subhu’l-A’şâ fî San’ati’l-İnşâ, Kahire 1913.

Kazrûnî, Zâhirü’d-Dîn, Mekâme Kavâid Bağdâd fî Devleti’1-Abbâsiyye, Thk: C. Avâd, Bağdad 1962.

(Yazarı meçhul) El-Havâdisü’l-Câmiati fî’l-Mieti’s-Sâbia, Thk: Dr. Mustafa Cevvâd, Bağ­dad 1351.

Muhammed Kürd Ali, Hutûtu Şâm, Matbaatü’ş-Şarkî, Dimeşk 1943-1947.

Mahmud Rızk, Asru Selâtî’l-Memâlik, Kahire 1965.

El-Mesudî, Ebû’l-Hasan Ali b. el-Hasan, et-Tenbîh ve’l-İşrâf.

Makdîsî, Muhammed b. Ahmed el-Beşşârî, Ahsenü’t-Tekasim fî Ma’rifeti’l-Ekâlîm, Leiden 1906.

El-Makrîzî, Takiyyüddin Ahmed b. Ali, ez-Zehebü’l-Mesbûk fî-Zikri men-Hacca mine’l- Hulefâi ve’l-Mülûk, Thk: Cemaleddin et-Teyyal, Kahire 1955.

El-Menûnî, Muhammed, Rakbü’l-Hacc el-Mağribî, Tavân 1953.

Yakut el-Hamevî, Şehameddin er-Rûmî, el Bağdadî, Mu’cemü’l-Büldân, Avrupa baskısı.

Yusuf Ahmed, el-Mahmil ve’l-Hacc, Kahire 1956.

(1) İbni Habib el-Bağdâdî, el-Muhbir, s. 11-17 (Hz. Peygamber ve Dört Halife dönemi için bu eseri esas kabul ederek, sonraki dönemler­deki farklı rivayetlerin kaynaklarını belirttik.)

(2) el-Mesûdî, et-Tenbîh ve’l-İşrâf, s. 237.

(3) Taberî, 1V, s. 1720, Avrupa baskısı.

(4) İbni Habîb, s. 11-17.

(5) Taberî, c. IV, s. 2015.

(6) A.g.e. s. 2077.

(7) A.g.e. s. 2212.

(8) A.g.e. s. 2809.

(9) A.g.e. s. 3390.

(10) A.g.e. c. I, s. 2443.

(11) Taberî, c. VI, s. 2448.

(12) İbni Habîb el-Bağdadi, el-Muhbir, 22-33. Bundan sonra emirler hakkındaki farklı riva­yetler parantez içerisinde belirtilecektir. (Çe­viren)

(13) el-Makrîzî, ez-Zehebü’l-Mesbûk, s. 25.

(14) Taberî, c. VII. s. 280.

(15) el-Muhbir isimli eserin tahkikli baskısını ha­zırlayan Dr. İlze Lihten’in Bibliyografyası, Velid b. Abdülmelik b. Haris b. el-Hakem b. Ebî As, s. 29-30.

(16) Taberî, c. VIII, 117 (Hicri 117 senesi olayları).

(17) Yakûbî, Târihu Yakûbî, c. II, s. 294; Tabe­rî, I, s. 1063.

(18) İbni Habîb, el-Muhbir, s. 33-44.

(19) Taberî, c. IX, s. 151 (134 hicri senesi).

(20) A.g.e. s. 152.

(21) A.g.e. s. 153.

(22) Hüseyin b. Hasan el-Eftas b. Ali b. el-Hüseyin, Taberî, VII, s. 120.

(23) Taberî, c. VII, s. 272.

(24) A.g.e. c. IX, s. 239.

(25) A.g.e. c. IX, s. 260.

(26) A.g.e. c. IX, s. 265.

(27) A.g.e. c. IX, s. 277.

(28) A.g.e. c. IX, s. 347.

(29) A.g.e. c. IX, s. 382.

(30) A.g.e. c. IX, s. 377.

(31) A.g.e. c. IX, s. 381.

(32) A.g.e. c. IX, s. 437.

(33) A.g.e. c. IX, s. 475.

(34) A.g.e. c. IX, s. 489.

(35) A.g.e. c. IX, s. 501.

(36) A.g.e. c. IX, s. 507.

(37) A.g.e. c. IX, s. 511.

(38) A.g.e. c. IX, s. 515.

(39) A.g.e. c. IX, s. 529.

(40) A.g.e. c. IX, s. 532.

(41) A.g.e. c. IX, s. 540.

(42) A.g.e. c. IX, s. 548.

(43) A.g.e. c. IX, s. 556.

(44) A.g.e. c. IX, s. 600.

(45) A.g.e. c. IX, s. 612.

(46) A.g.e. c. IX, s. 652.

(47) A.g.e. c. IX, s. 653.

(48) A.g.e. c. IX, s. 667.

(49) A.g.e. c. X, s. 8.

(50) A.g.e. c. X, s. 11.

(51) A.g.e. c. X, s. 12.

(52) A.g.e. c. X, s. 13.

(53) A.g.e. c. X, s. 15.

(54) A.g.e. c. X, s. 17.

(55) A.g.e. c. X, s. 18.

(56) A.g.e. c. X, s. 27.

(57) A.g.e. c. X, s. 31.

(58) A.g.e. c. X, s. 35.

(59) A.g.e. c. X, s. 66.

(60) A.g.e. c. X, s. 69.

(61) A.g.e. c. X, s. 82.

(62) A.g.e. c. X, s. 85.

(63) A.g.e. c. X, s. 107.

(64) A.g.e. c. X, s. 117.

(65) A.g.e. c. X, s. 120.

(66) A.g.e. c. X, s. 129.

(67) A.g.e. c. X, s. 136.

(68) A.g.e. c. X, s. 139.

(69) A.g.e. c. X, s. 142.

(70) A.g.e. c. X, s. 143.

(71) A.g.e. c. X, s. 144.

(72) A.g.e. c. X, s. 145.

(73) A.g.e. c. X, s. 146.

(74) A.g.e. c. X, s. 148.

(75) A.g.e. c. X, s. 150.

(76) İbnü’l- Cevzî, el-Muntazam, IV, s. 131.

(77) Taberî, c. X, s. 145.

(78) A.g.e. c. X, s. 148.

(79) A.g.e. c. X, s. 153.

(80) A.g.e. c. X, s. 156.

(81) A.g.e. c. X, s. 168.

(82) A.g.e. c. X, s. 173-191.

(83) A.g.e. c. X, s. 196.

(84) A.g.e. c. X, s. 131.

(85) A.g.e. c. X, s. 216.

(86) A.g.e. c. X, s. 223.

(87) A.g.e. c. X, s. 231.

(88) A.g.e. c. X, s. 296.

(89) A.g.e. c. X, s. 340.

(90) A.g.e. c. X, s. 275.

(91) A.g.e. c. X, s. 296.

(92) A.g.e. c. X, s. 301.

(93) A.g.e. c. X, s. 236.

(94) Bkz. ez-Ziriklî, el-A’lam.

(95) Bkz. Taberî, 159 senesi olayları.

(96) Bkz. Taberî, 202 senesi olayları.

(97) Taberî, 204 senesi olayları.

(98) İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. VII, s. 24.

(99) A.g.e. c. VII, s. 34.

(100) A.g.e. c. VII, s. 43.

(101) Gös. Yer.

(102) A.g.e. c. VII, s. 53.

(103) A.g.e. c. VII, s. 84.

(104) A.g.e. c. VII, s. 105.

(105) A.g.e. c. VII, s. 153.

(106) A.g.e. c. VII, s. 164.

(107) A.g.e. c. VII, s. 174.

(108) A.g.e. c. VII, s. 178.

(109) A.g.e. c. VII, s. 206.

(110) A.g.e. c. VII, s. 227.

(111) A.g.e. c. VII, s. 230.

(112) A.g.e. c. VII, s. 247.

(113) A.g.e. c. VII, s. 260.

(114) A.g.e. c. VII, s. 267.

(115) A.g.e. c. VII, s. 2.

(116) A.g.e. c. VII, s. 13.

(117) A.g.e. c. VII, s. 16.

(1l8) A.g.e. c. VII, s. 367.

(119) İbnü’l-Esîr, c. VI, s. 318.

(120) İbnü’l-Cevzî, c. VI, s. 370.

(121) A.g.e. c. VI, s. 372.

(122) A.g.e. c. VI, s. 47.

(123) A.g.e. c. VI, s. 76.

(124) A.g.e. c. VI, s. 80.

(125) A.g.e. c. VI, s. 164.

(126) A.g.e. c. VI, s. 230.

(127) Bkz. Muhammed el-Menûnî, Rekbetü’l- Hacci’l-Mağribi, 15 vd.

(128) İbnü’l-Esîr, c. VIII, s. 100.

(129) A.g.e. c. VIII, s. 107.

(130) A.g.e. c. VIII, s. 294.

(131) A.g.e. c. VIII, s. 121.

(132) A.g.e. c. VIII, s. 311.

(133) A.g.e. c. VIII, s. 146.

(134) A.g.e. c. VIII, s. 144.

(135) İbnü’l-Cevzî, c. IX, s. 27.

(136) A.g.e. c. IX, s. 35.

(137) A.g.e. c. IX, s. 44.

(138) A.g.e. c. IX, s. 63.

(139) A.g.e. c. X, s. 196.

(140) İbnü’l-Cevzî, c. IX, s. 175; Sibt İbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-Zamân, c. VIII. s. 46.

(141) A.g.e. c. IX, s. 199.

(142) A.g.e. c. X, s. 196.

(143) İbni Tağriberdî, en-Nücûmü’z-Zâhire, c. V, s. 232-282.

(144) İbnü’l-Cevzî, c. X, s. 141.

(145) İbnü’s-Sâî, el-Câmi’, s. 186.

(146) Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. VII, s. 355.

(147) A.g.e. c. VIII, s. 361.

(148) A.g.e. s. 366-371.

(149) Mechûlü’l- Havâdisi’l-Câmia, s. 383.

(150) A.g.e. s. 389.

(151) Gös. Yer. S. 389.

(152) Gös. Yer. S. 389.

(153) Sıbt İbnü’l-Cevzî, VIII, 415; Bedrî, Muhammed Fahd Târihu’l-Irak, s. 54.

(154) İbnü’s-Sâî, el-Câmi’, s. 189.

(155) Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. III, s. 456; c. VIII, s. 419.

(156) A.g.e. Aynı yer.

(157) Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. VIII, s. 442; Bkz. Ebû Şâme, Zeylü’l-Ravdateyn, s. 7.

(158) İbnü’d-Debîsî, Zeylü Târihi Bağdad, Edebi­yat Fakültesi Yüksek Araştırma Enstitüsü Kü­tüphanesinde, 350 no’da kayıtlı nüsha.

(159) Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. VIII, s. 448.

(160) A.g.e. c. VIII, s. 449.

(160) A.g.e. s. 453. Arapça orijinalinde (160) ra­kam iki defa kullanılmıştır. Dipnotlarında kayma olmasın diye biz de aynen muhafaza ettik. (Çeviren)

(161) İbnü’d-Debîsî, Varak no: 127/b.

(162) İbnü’s-Sâî, el-Câmi, s. 23.

(163) A.g.e. s. 54.

(164) Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. VIII, s. 480.

(165) İbnü’s-Sâî, s. 84.

(166) Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. VIII, s. 510.

(167) A.g.e. s. 513.

(168) İbnü’s-Sâî, s. 129.

(169) Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. VIII, s. 524.

(170) İbnü’s-Sâî, s. 177.

(171) İbnü’s-Sâî, s. 192; Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. VI­II, s. 528-529.

(172) İbnü’s-Sâî, s. 207, 223, 270, 289; İbnü’1-Esîr, c. XII, s. 107; Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. VIII, s. 533.

(173) Sıbt İbnü’l-Cevzî.

(174) A.g.e. s. 549.

(175) A.g.e. s. 541.

(176) A.g.e. s. 546.

(177) er-Resûnî, Varak No: 121/b; Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. VIII, s. 556.

(178) Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. VIII, s. 561.

(179) A.g.e. aynı yer.

(180) A.g.e. aynı yer.

(181) A.g.e. aynı yer.

(182) A.g.e. s. 593, 606; İbnü’l-Esîr, c. XII, s. 165. (Emir İkbâş’ın H. 618 senesinde öldürüldüğü belirtilmiştir.)

(183) A.g.e. aynı yer.

(184) Sıbt İbnü’l-Cevzî, a.g.e. s. 621, 624, 625, 633, 635, 639.

(185) A.g.e. c. VIII, s. 644.

(*) Orijinalde, Miyâfa’rikîn olarak geçiyor. (Çevi­ren)

(186) Sıbt İbnü’l-Cevzî, s. 644.

(187) Mechûlü’l-Havâdisi’l-Câmia, 25, 37, 52, 116.

(188) A.g.e. s. 35, bkz. Hac Menzilleri başlıklı bölüm, s. 29.

(189) A.g.e. s. 74.

(190) A.g.e. s. 60, 90.

(191) Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. VIII, s. 72.

(192) Mechûlü’l-Havâdisi’l-Câmia, s. 173.

(193) A.g.e. s. 187.

(194) A.g.e. s. 71, 266, 274.

(195) A.g.e. s. 311.

(196) Sıbt İbnü’l-Cevzî, c. VIII, s. 527.

(197) Mechûlü’l-Havâdisi’l-Câmia, s. 189.

(198) A.g.e. s. 121.

(199) A.g.e. s. 129.

(200) İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. VII, s. 276.

(201) Gös. Yer.

(202) Hatib-i Bağdadi’nin Târihu Bağdad ve Zeyli ile İbni Neccâr’ın Târihu Bağdad isimli eser­lerinde, bu âlimlerle ilgili uzunca bir liste var­dır.

(203) İbni Cevzî, el-Muntazam, c. VII, s. 23.

(204) A.g.e. c. VII, s. 215.

(205) A.g.e. c. VII, s. 276.

(206) Gös. Yer.

(207) Gös. Yer.

(208) el-Kâzrûnî, s. 166.

(209) Mechûlü’l-Havâdisi’l-Câmia, s. 24.

(210) es-Sâbî, er-Resâil, s. 155.

(211) Mechûlü’l-Havâdisi’l-Câmia, s. 173.

(212) el-Eşrafü’r-Rasûlî, el-Mescidü’l-Mesbûk, s. 163.

(213) Mechûlü’l-Havâdisi’l-Câmia, s. 173.

(214) İbni Cevzî, el-Muntazam, c. VII, s. 263, 276; c. III, s. 2; el-Kazûnî, s. 24.

(215) Şerif Rıza, ed-Divan, s. 500, 541; İbni Receb, Zeylü Tabakâti’l-Hanefiye, c. I, s. 275; el-Hazdecî, c. II, s. 163.

(216) İbni Cübeyr, er-Rihle, s. 53, 55.

(217) A.g.e. s. 155.

(218) A.g.e. s. 158.

(219) A.g.e. s. 181.

(220) A.g.e. s. 164.

(221) A.g.e. s. 165.

(222) A.g.e. s. 181-189.

(223) A.g.e. s. 191.

(224) Mechûlü’l-Havâdis, s. 191; el-Eşrâfü’r-Rasûlî, el-Mescid, c. II, s. 164-165.

(225) el-İmâmü’l-Harbî, el-Menâsik, s. 281, 545, 560.

(226) A.g.e. s. 230.

(227) A.g.e. s. 573, 614.

(228) Bak. Hurûc el-Mahmil.

(229) Yâkut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Buldan, c. IV, s. 227.

(230) el-Harbî, s. 273, 572, 614.

(231) Yâkut el-Hamevî, c. II, s. 427.

(232) el-Makdisî, Ahsenü’t Tekâsîm, s. 121.

(233) Yâkut el-Hamevî, c. I, s. 286.

(234) el-Ezraki, Ahbâru Mekke, s. 179, 164, 195.

(235) el-Makrizî, ez-Zehebü’l-Mesbûk, s. 42, 44.

(236) A.g.e. s. 43, 44.

(237) Gös. Yer.

(238) Gös. Yer.

(239) A.g.e. s. 26.

(240) A.g.e. s. 30.

(241) A.g.e. s. 31.

(242) Gös. Yer.

(243) A.g.e. s. 32, 34.

(244) el-Harbî, el-Menâsik, s. 388.

(245) el-Makrizî, s. 38, 39.

(246) el-Harbî, s. 300.

(247) A.g.e. s. 344.

(248) A.g.e. s. 291.

(249) A.g.e. s. 303.

(250) A.g.e. s. 289.

(251) A.g.e. s. 318.

(252) A.g.e. s. 333.

(253) Taberî, H. 134 ve H. 161 seneleri olayları; el-Makrizî, s. 44, 45.

(254) el-Makrizî, s. 48, 49, 52.

(255) A.g.e. el-Harbî, el-Menâsik, s. 200.

(256) A.g.e. s. 346.

(257) A.g.e. s. 291.

(258) A.g.e. s. 293.

(259) A.g.e. s. 312.

(260) A.g.e. s. 286-309.

(261) A.g.e. s. 319-336, 344.

(262) el-Hatib el-Bağdâdî, Tarihu Bağdad, c. XIV, s. 433.

(263) el-Harbî, s. 282.

(264) A.g.e. s. 288.

(265) A.g.e. s. 302.

(266) A.g.e. s. 312.

(267) el-Harbî, el-Menâsik, s. 273, 275, 290, 293, 301, 319, 321, 323, 325, 385, 510.

(268) el-Harbî, s. 219; Hatib Bağdadî, c. VII, s. 166.

(269) İbni Cevzî, el-Muntazam, c. VI, s. 253.

(270) A.g.e. c. IX, s. 227.

(271) el-Makrizî, ez-Zehebü’l-Mesbûk, s. 80.

(272) Taberî, s. 652.

(273) İbni Cevzî, el-Muntazam, c. VII, s. 69.

(274) İbni Halidiyan, ez-Zehâir ve’t-Tuhaf, c. IV, s. 388.

(275) İbni Cevzî, el-Muntazam, c. VII, s. 84.

(276) es-Sâhib b. İbâd, Resâilühü, s. 67, 73.

(277) İbni Cevzî, el-Muntazam, c. VIII, s. 2.

(278) A.g.e. c. VII, s. 271.

(279) el-Makrizî, ez-Zehebü’l-Mesbuk, s. 87, 88.

(280) A.g.e. s. 87.

(281) A.g.e. s. 80.(282) es-Suyûtî, Hüsnü’l-Muhâdara, c. II, s. 74.

(283) Bkz. Muhammed Rızk, Asru Selâtini Memâlik, c. II, s. 139.

(284) A.g.e. s. 141-146.

(285) Abdülğafur Attar, el-Kâbe ve’l-Kisve, s. 456.

(286) Yusuf Ahmed, el-Mahmil ve’l-Hac, c. XI, s. 20, 262, 263.

(287) Ahmed Abdülğafur Attar, el-Kâbe ve’l- Kisve.

(288) Yusuf Ahmed, el-Mahmil ve’l-Hac, c. XI, s. 20, 262, 263.

(289) Muhammed Kürd Ali, Hutatü’ş-Şam, c. V, s. 184-187.

(290) Muhammed el-Menûnî, Rakbü’l-Hacci’l- Mağribî.

(291) A.g.e. s. 9, 33.

(292) A.g.e. s. 36.

(293) A.g.e. s. 10 vd.

(294) Suyûtî, Hüsnü’l-Muhâdara, c, II, s. 165.

(295) Yusuf Ahmed, el-Mahmil ve’l-Hac, s. 250.

(*) Osmanlıların Mekke ve Medine’deki hizmetleri­nin başlangıcını 1517 tarihi ile başlatmak haksız­lıktır. Zira Osmanlı’nın Haremeyn’e olan ilgisi ve hizmetini, Sultan Yıldırım Bayezid (1360­-1403) dönemine kadar götürmek mümkündür. Nitekim Osmanlıların, Haremeyn’e, 80.000 altın değerinde ilk kez surre göndermeye başlamaları da bu döneme rastlamaktadır. (Bkz. Münir Ata­lar, Osmanlı Devletinde Surre-i Hümâyûn ve Surre Alayları, Ankara 1991, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s. 9-10) Belki yazarın, 1517 tarihini, Yıldırım Bayezid döneminden beri mevcut olan hizmetlerin ve surrenin resmî bir statü kazanmasının başlangıcı olarak algılamak, daha doğru olacaktır. (Bkz. Atalar, a.g.e. s. 19­24) (Çeviren)

(296)Taberî, c. XII, s. 12. Yine yazarın, “Osmanlı’nın Haremeyn’e olan hizmetlerinin IV. Murad döne­mine (1609-1640) kadar devam ettiği” şeklindeki bu fikri de ikinci bir yanılgıdır, doğru değildir. Oysa bu süreç, 1. Dünya Savaşı’na (1914) hatta daha sonrasına kadar devam etmiştir. (Bkz. Ata­lar, ... Surre Alayları, s. 83-90)

(297) A.g.e. s. 86, 87.

(298) İbni Cevzî, el-Muntazam, c. IV, s. 2.

(299) A.g.e. s. 196, 202, 210, 216, 240.

(300) A.g.e. c. VII, s. 57.

(301) A.g.e. c. VII, s. 170.

(302) A.g.e. c. VII, s. 174.

(303) A.g.e. c. VII, s. 178, 293.

(304) A.g.e. c. VII, s. 206, 219, 229, 234, 244.

(305) A.g.e. c. VII, s. 260.

(306) A.g.e. c. VII, s. 102, 142.

(307) A.g.e. c. VII, s. 260.

(308) Mechûlü’l-Havâdis, s. 60.

(309) Gös. Yer.

(310) A.g.e. s. 290.

(311) el-Kuraşî, el-Cevâhiru’l-Mudiyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, c. I, s. 220.

(312) Bkz. Bedri Muhammed Fahd, Tarihu’l-Irak fî Asri’l-Ahîr, s. 15-19.

(313) Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-Zaman, c. VIII, s. 241.

(314) İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. X, s. 205.

(315) el-Kalkaşandî, Subhu’l-A’şâ, s. 270-272.

(316) Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-Zaman, c. VIII, s. 556.

(317) el-Eşrafü’r-Rasûlî, el-Mescidü’l-Mesbuk, c. II, s. 121.

(318) Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-Zaman, s. 610, 611.

(319) el-Mu’cemü’l-Coğrafî li’l-Bilâdi’l-Arabiyyeti, s. 1332.

(320) Mechûlü’l-Havâdis, 173.

(321) el-Eşrafü’r-Rasûlî, el-Mescid, v. 94 / b.

(322) el-Hamevî, et-Târihu’l-Mansurî, v. 142 / b.

(323) Gös. Yer.

(324) Bedri Muhammed Fahd, Târihu’l-Irak fî Asri’l-Abbasiyyi’l-Âhir, s. 88-89.

(325) Mechûlü’l-Havâdis, s. 98.

(326) A.g.e. s. 121.

(327) A.g.e. s. 129.

(328) Bkz. Son Dönem Abbasî Emirleri Listesi.

(329) İbni Sevde, Delîlü Müverrihi’l-Mağribi’l-Aksa, c. l, s. 511-553.

(330) Abbas Cerrarî, “Medhal li Rıhleti’l-Hudaykî el-Hicâzî”, Mecelletü’l-Menâhil, Yıl: 4, Sa­yı: 10, s. 443.

(331) Bkz. Yazmalar Mikrofilm Kataloğu, c. I, k. I, yıl: 262.

(332) Thk: Recâi Mahmud es-Sâmirâî, Bağdat.

(333) Kahire’de Dâru’l-Kütübi’l-Mısrıyye matba­asında 1925 senesinde basılmıştır.

(335) Thk: Cemaleddin eş-Şeyyal, Kahire 1955.

(336) Fihristü Mahtûtâti’l-Zâhiriyye, Dimeşk, s. 1423, No: 243.

(337) el-Matbaatü’l-Mahzen, Tatvan 1953.