Makale

Değişim Sürecinde İslam

Değişim
Sürecinde İslam

Fahri SAĞLIK
Kandıra Müftüsü

Her yıl 20-26 Nisan tarihleri arası kutladığımız "Kutlu Doğum Haftası’nın bu seneki temel konusunu makalemize başlık olarak seçtik. Kutlu Doğum ‘un aydınlığında birlik ve beraberlik içerisinde kardeşçe yaşayabilmemiz için hızla gelişen ve değişen dünyada insanlığın, özellikle müslümanların İslam’ı iyi değerlendirmeleri ve doğru anlamaları zarureti vardır. Aksi halde insanlık İslam’a, dolayısı ile müslümanlara her türlü gelişim ve değişim karşısında duran, insanlığın mutluluk ve refahına en büyük engeli oluşturan unsurlar olarak bakma yanılgısına düşer. Tabii ki bu yaklaşım, her zaman yanılgı ile değil, çoğu kez de, bilerek, planlanarak İslâmî ve müslümanları küçük düşürmek, zor durumlarda bırakmak için yapılır.
Hz. Adem (A.S.) ile başlayan insanlık tarihi sürekli bir değişime tabidir. Bu değişimin bazen olumlu bir gelişme, bazen de olumsuz değişmeler şeklinde ortaya çıktığı görülmektedir. Maddi alanda ortaya çıkan değişimlerin sürekli bir gelişim çizgisi takip ettiği, özellikle gerçekleştirilen sanayi devrimi ile günümüze dek baş döndürücü bir hızla ilerlediği bilinmektedir. Maddi refah seviyesi belirli ölçüde yükselmiş, insan kainattaki bir çok şeyi kendi istifadesine sunabilmeyi başarabilmiş, bu mücadele hala da devam etmektedir.
Sosyal ve kültürel açıdan ise insanlığın aynı başarıyı gösterdiğini söylememiz zordur. İnsanlık tarihine, konuya bu açıdan bakılınca, insaflı her aydının kabul ettiği gerçek, en büyük değişim ve gelişimin, Peygamberlerin son halkası Hz.
Muhammed (S.A.S) ile başladığıdır.
İslam neyi değiştirdi?
Öncelikle isminin ifade ettiği barış, huzur ve güven duygusunu yerleştirdi zihinlere. Aşiret toplumlarını bir millet haline getirerek, kanun ve hukuk nizamını yerleştirdi. Bilginin değerini ortaya koydu. Hürriyet mücadelesini başlattı. Köleliği kaldırmayı ibadet kabul etti. Temel insan haklarını ilan etti. Adalet duygusunu yeşertti. İffet ve namus mefhumlarını ortaya koydu. İnsanı, kula kulluktan kurtararak Allah’a kul olma yüceliğine çıkardı. Asgari müştereklerde birleşebilme şuurunu geliştirdi. Yaradandan ötürü yaratılanı hoş görmeyi öğretti. İnsana, kendisine zararlı olacak herşeyden korunmasını, korunma yollarını gösterdi. İnsanın da içerisinde bulunduğu kainattaki herşeyin yaratıcısı Yüce Allah’ın Peygamberler aracılığı ile insanlığa vahyettigi, ilahi vahiy buyruklarının huzur ve mutluluğu yakalamada en doğru bilgi kaynağı olduğunu haber verdi.
Hz. Peygamberin insanlığın ufkunu aydınlatmaya başladığı tarihten, günümüze gelinceye kadar da insanlık birçok değişim ve gelişmeye sahne olmuştur. Gelişim ve buna bağlı olarak ortaya çıkan değişim tabiidir. Kaçınılmaz bir sonuçtur. Yüce Dinimiz bunu asla inkar etmez, ilgisiz de kalmaz. Mecellenin 39. maddesi “Ezmanın tegayyürü ile, ahkamın tegayyürü inkar olunamaz.” derken bu gerçeği ifade eder. İslam Hukuku da gelişim ve değişime cevap verecek esneklik ve kaynak zenginliğine sahiptir. İslam Hukuku’nun amacı hayatı dondurmak değil, gelişen ve değişen hayata yön vermek, İslam’ı yaşanılan hayata hakim kılmaktır.
Üzerinde düşünmemiz gereken konulardan biri, acaba her değişim bir gelişim midir? Gelişim ve değişim adı altında insanlığın içerisine düşürüldüğü alkol, uyuşturucu, kumar, zina, faiz, sömürü, emek-sermaye ilişkilerindeki çarpıklıklar, temel insan hak ve hürriyetlerindeki kısıtlamalar, haksız kazanç ve köşe dönmeciliği, büyüklere hürmetsizlik, küçüklere şefkatsizlik gibi temel problemlerimizi değişim sürecinin tabii sonuçları olarak mı karşılayacağız? Her değişimi peşinen olumlu kabul edip, milletin inanç ve kültürünü, örf ve adetlerini yok farzetme alışkanlığından ne zaman kurtulacağız? Yabancı kültürlerin kokuşmuş değerlerini alıp, onlar gibi yaşamayı uygarlık kabul etme yanılgısından ne zaman uzaklaşacağız? Değişelim, gelişelim derken insanlığın cahiliyye dönemlerine adım adım yaklaştığını ne zaman farkedeceğiz?
Değişim sürecinde İslam’ı anlamaya çalışırken bir noktayı daha gözden uzak tutmamalıyız. İnancımıza göre Hz. Muhammed (S. A.S.) bir din koyucusu değil, bir din teblig- cisl, müjdecisi ve uyarıcısıdır. Tebliğ ettiği dinin adı bile, onu vahyeden Yüce Allah tarafından konmuştur. İslam’da fert ve toplum hayatının bütün boyutları vahyin mesajına tabidir. Hz. Peygamber vahiyle bağımlı idi. Ancak karşısına çıkan problemleri çözmek için vahiy çerçevesinde yeni yorumlar da yapmıştır. O’nun yaptığı bu yorumlar, Kur’an’dan sonra ikinci temel kaynak kabul edilmiştir. Aslında bu yorumların da ilahi vahye dayalı olduğunu Kur’an-ı Kerim bize bildirmektedir. Bence üzerinde durulması gereken konu, ilahi vahiy buyruklarını bilgi ve aydınlanma kaynağı olarak kabul edilip edilmemesi meselesidir. Değişim sürecinde ortaya çıkan bazı konular İslam’ın o konudaki asıl prensibiyle çelişince hemen vahyî bilgi dışlanmakta, savunucuları itham edilmekte, bu düşünce tarzının uygarlığın gereği olduğu iddia edilmektedir. Bu iddia ne derece doğrudur? İlmen kesinleşmiş bir bilgi mi, yoksa, bir hipotezden mi ibarettir? İlimle vahiy buyrukları çelişir mi? İslam uleması, ilimle vahiy buyruklarının çelişmeyeceğini isbat etmişlerdir. Çelişiyor gibi görünen bilgiler varsa, ya o konudaki bilgi ilahi kaynaklı değildir veya yorum yanlıştır. Ya da o konudaki bilgi diye söylenen şey bir hipotezden ibarettir, yani ispatlanmış bir bilgi değildir. Değişim sürecinde İslam’ı anlamaya çalışırken bu temel konuyu aydınlarımızın iyi etüd edip, halka fikir ve yön vermeye çalışmaları gerekir.
İslam, olumlu her türlü gelişim ve değişimin öncüsü bir dindir. İnsanlığın huzur ve mutluluğuna vesile olacak her şeyi teşvik eder. Hukuki, iktisadi, ahlaki tavsiyelerde bulunur. Yeter ki biz doğru düşünelim, doğru düşünmesini bilelim. Kainat, düşünmesini bilenler için delillerle doludur. ♦