Makale

HZ. İBRAHİM İLE HZ. MUHAMMED ARASINDAKİ DERUNÎ BAĞ

HZ. İBRAHİM İLE HZ. MUHAMMED ARASINDAKİ DERUNÎ BAĞ

Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL
Gazi Üniv. Çorum İlahiyat Fakültesi Dekanı

Hz. Muhammed (s.a.s.) ile Hz. İb­rahim arasında ne gibi bir bağ var­dır? Buna cevap aramadan önce bazı kavranları hatırlamakta yarar olacaktır. Bunlardan biri "Millet" kavramıdır. Mil­let, Lugatta tutulup gidilen yol demek olup bu bağlamda "Din ve Şeriat" an­lamında kullanılır. Nitekim Şehristanî "el-Milel Ve’n-Nihal" adlı eserinde ver­diği bilgiye göre "din, şeriat ve millet" esasında aynı şeylerdir.® Ancak öne çıkan ve kendisine yüklenen unsurlar dikkate alındığında her biri diğerine göre aynı düşüncenin farklı bir bo­yutunu yansıtır. Buna göre, itikat ve iman bakımından "din", amel ve tatbikat bakımından "şeriat", sosyal gerçeklik

bakımından "millet" denilebilir. As­lında, itikat edilen ne ise amel edilen de odur. Amel edilen ve uygulanan ne ise, üzerinde ittifak edilen şey de odur. Şu halde millet, "Bir cemiyetin, etrafında toplandığı, üzerinde yürüdüğü, İçtimaî duygu ve telakkilerin tabi olduğu, kit­lenin bağlı bulunduğu hakim ilkeler ve takip edilen gidişattır, sülük edilen yol­dur."® Bu yolun hak olanı olmayanı, doğru olanı olmayanı olabilir.® Üze­rinde durulması gereken kavramların İkincisi, "hanîf’tir. Bu kelime, sözlükte, inhiraf anlamına gelmektedir. Buna gere, "Küfrden ve putlardan yüz- çevirmek, iyiye dönmek" demek olur. İslâmî literatürde hanîf, "Sapıklıktan doğruluğa yönelen, yalnız bir Allah’a inanıp O’nun iradesine teslim olan kim­sedir."!4) Bu tabirin Ümmet-i Mu- hammed’e bakan ciheti ise-ileride ele alınacağı üzere-"Hakka ve tevhide yö­nelerek İbrahim (a.s.m.)in milletinden olmak" tarzında ifade edilebilir.

Üçüncü mühim dir kavram-olarak, "halîl"i tanımamız gerekecektir. Bu ke­lime lugatta "iyi niyetli kişi, hakiki ve samimi dost" gibi anlamlara gelir. Terim olarak halîl, "Bir kişinin mahrem-i es­rarı olan ve sevgisi kalbinin derinliğine nüfuz eden dostu" demektir/5 6)

Tetkikimizin iyi anlaşılabilmesi için son olarak kısaca üzerinde duracağımız kavram "imam ve imamet-i kübra"dır. Lugatta "Başkan, imam, halife, ku­mandan" gibi anlamları vardır. Bir terim olarak imamet-i kübra, "Din ve dünya işlerinde insanlara öncülük ve riyaset etmek demektir ki, bunun en son ve en üst mertebesi risaledir

Bu dört kavram, Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’le bağlantılı olarak geç­mektedir. Bu kavramları ihtiva eden ayetleri dikkatli bir şekilde gözden ge­çirdiğimiz zaman Hz. Muhammed (s.a.s.) ile ümmetine bakan bir cihetinin olduğunu müşahade ederiz. İşte, teb­liğimizin konusunu teşkil eden ilişki, bu noktada başlamış olmaktadır. Şimdi sı­rasıyla bu kavramların geçtiği ayetlere

bir bakalım: Bakara sûresinde "İb­rahim’in milletinden (dininden) yüz çe­virenlerin kendini bilmeyenler olduğu" belirtildikten sonra Hz. İbrahim’in, "Dünyada seçilmiş olduğu , ahirettede salihlerden (iyilerden) olacağı" ifade edilmektedir/7^ Bu ayetin nüzul sebebi olarak anlatılan olay şudur: Aslen bir yahudi alimi iken Medine’de müslüman olan Abdullah b. Selâm, Tevrat’a da­yanarak İsmailoğulları’ndan bir pey­gamber geleceği, ona iman edenlerin hi­dayete ereceği, etmeyenlerin lanetlene­ceğinden bahisle yeğenlerinden Seleme ile Muhacir’i İslâm’a davet etmiş, Se­leme iman etmiş, diğeri etmemişti/8) Bu âyeti, nüzul sebebi ile bağlantılı olarak düşündüğümüzde" İbrahim imilletinden yüz çevirerek nefsini aşağılatanların aynı zamanda Hz. Muhammed’in di­ninden yüz çevirmek suretiyle ne­fislerini -aşağılattıkları, kendini bilmez bir duuma düştükleri" artaya çık­maktadır. Aynı surede bir âyette ise ya­hudi ve hıristiyanların doğru yolu bulmk için kendi dinlerini insanlara sunarken, Cenab-ı Hak tarafından Rasul-i Ekrem (s.a.s.)’e, "Doğruya yönelmiş olan ve Allah’a eş koşanlardan olmayan İb- rahimin milletine (dinine) uyarız" de­mesi talim ediliyor. Bu âyette açıkça Hz. Peygamber’e indirilen İslâm dininin vaktiyle Hz. İbrahim’e indirilmiş olan İslâm dininin devamı* ve en mütekâmil şekli olduğu ifade edilmiş oluyor/9! Keza, Âl-i imrân sûresinde geçen bir âyette Yüce Allah, Hz. Peygamber’in, insanlan" Doğruya meyleden İbrahim’in milletine (dinine) tabi olmaya" davet et­mesini istiyor/l0) Böylece bu iki âyette Hz. İbrahim ile Hz. Muhammed’in dini arasındaki devamlılık ilişikisine açıkça işaret edilmiş oluyor.

Nisa suresinde konu ile ilgili âyette ise bir mukayese yapılmakta, "İyilik ya­parak kendisini Allah’a teslim edip, hakka yönelen İbrahim’in dinine uyan­dan, din bakımından daha iyi kim ola­bilir?’^11! sorusu sorulmaktadır. Bu âyet, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’e geldiğine göre buradaki İb­rahim dininden maksadın aynı zamanda Rasul-i Ekrem’e gelen din olduğunda hiç şüphe yoktur. En’âm sûresinde geçen bir âyette ise Hz. Muhammed (s.a.s.)’in, Cenabı-ı Hak tarafından "Doğru yola, gerçek dine ve puta tapanlardan ol­mayan İbralim’in dinine iletildiği "9 10 11 (l2) vurgulanıyor. Yusuf suresinde mevcut olan bir âyette Hz. Yusufun da "Ataları olan Hz. İbrahim, İshak ve Yakup’un di­nine uyduğu" naklediliyor/13 14! böylece Hz. Muhammed’den başka bazı pey­gamberlerin dini içinde Hz. İbrahim’in milleti (dini), referans vçriliyor.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki âhir zaman nebisi Hz. Muhammed (s.a.s.)’e tebliğ edilmiş olan İslâm dini vaktiyle Hz. İbrahim’e indirilen İslâm dininin en gelişmiş şeklidir ve onun bir devamıdır. Dolayısıyla şu anda sahip olduğumuz yüce dinimiz itibariyle Hz. Muhammed ile Hz. İbrahim ve Hz. İbrahim’in üm­meti ile Hz. Muhammed’in ümmeti ara­

sında ciddi bir bağ vardır. Bu bağın şekli ve önemi Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’le bağlantılı olarak geçen "hanîf" kavramını ele aldığımız zaman daha da açık bir şekilde ortaya çık­maktadır:

"Hanîf (Yani doğru yola yönelmiş olan) İbrahim’in dini"114!, "Doğruya yö­nelen (hanhif) bir müslim olan İb­rahim "<15! "Doğruya meyleden (hanîf) İbrahim’in dini"<16! "Hakka yönelen (hanîf) İbrahim’in dini"(l7), "Allah’a boyun eğen ve O’na yönelen (hanîf) bir önder olan İbrahim"^8!, "Doğruya yö­nelen (hanîf olan) İbrahim’in dini (19)

İşte, bu âyetlerde bir yandan Hz. İb­rahim’in niteliği, "hanîf" kavramıyla bize gösterilirken, diğer yandan Hz. Mu­hammed (s.a.s.)’in bu evsafa haiz yani hanîf olan Hz. İbrahim’in dinine tabi ol­ması istenmekte, böylece Rasul-i Ekrem (s.a.s.)’e indirilen İslâmiyetin, atası olan Hz. İbrahim’in dininin devamı olduğu teyiden hatırlatılmaktadır.

Ayrıca, Kur’an-ı Kerim bize Hz. İb­rahim’in Hz. Muhammed (s.a.s.) ile müspet yönden kıyaslanabilecek veya manevî irtibatları üzerinde durabilecek değişik vasıflarından da bahsediyor.

Nisa sûresinde geçen bir âyete göre Yüce Allah onu "halîl: dost" edinmişti. (20) Keza Bakara Suresinde du­yurulduğuna göre Cenab-ı Allah Hz. İb­rahim’i insanlara. "İmam: Önder" kıldı. (21) "O, Rabbinin nimetlerine şük­rederdi, Rabbi de onu seçti, doğru yola eriştirdi."(22) "Cenab-ı Hak ona dünyada iyilik (hasene) verdi, ahirette de sa- lihlerden olacaktı."(23) "O, çok içli ve yumuşak huylu idi."( 24) "O, dosdoğru peygamberdi "(25) "İbrahim ve onunla birlikte olanlarda Ümmet-i Muhammed için uyulacak güzel bir örnek vardı/26)

Bu âyetlerden herbirinde Hz. İb­rahim’in seçkin bir özelliği belirtiliyor, Allah Teâlâ’nın onu halîl (dost) edin­diği, böylesine mukaddes bir dostluğu hakedecek faziletlere sahip olduğu, bu nedenle insanlara imam (Önder) se­çildiği, hem dünyada hem de âhirette hasene’ye eriştirilmiş olduğu ifade edi­liyor. İşte, bu üstün nitelikleriyle, ayrıca doğruluğu, tevhide imanı, ahlâk te­mizliği, hak yolunda cihadı, hakkı ic­rası, adaleti yerine getirmesi ve tevhid ile hanifliği zürriyetine de bırakmış ol­ması ile Peygamberlerin babası (Ebu’l- Enbiya) olarak o bütün insanlık için en güzel bir örnektir. Hz. Muhammed (s.a.s.)’e bu nokta-i nazardan baktığımız zaman Kur’an-ı Kerim bize onun "en güzel ahlâkın sahibi olduğunu"27 ve Allah Teâla tarafından "seçilmiş: el- Mustafa" olarak ümmet için "en güzel ömek"(28 kılındığını bildiriyor. Böylece Hz. İbrahim’e ihsanedilen tüm fa­ziletlerin en gelişmiş şekliyle Hz. Pey- gamber’e intikal ettiğini görüyoruz. Hz. İbrahim’in "üsve-i hasene" mirası da Rasul-i Ekrem (s.a.s.)’e aynen intikal et­miştir.

Gerçekten de Hz. Muhammed (s.a.s.) Cenab-ı Hakk’ı gereği gibi öven "Ahmed"dir; kıyamete kadar ümmeti ta­rafından övülecek ve Cenab-ı Hak ta­rafından şan-u şerefi, kadr-u kıymeti yü­celtilmiş olan "Muhammed"dir; İnsanlara İslâm’ı müjdeleyen "Beşîr- Mübeşşir"dir; Allah’ın birliğine ve üm­metin davranışlarına şehadet eden "Şahid"dir; İnanmayanları Allah’ın azabı ile korkutan "Nezîr-Münzir"dir. O, insanları hak yola davet eden "Dâîilellah"tır; tebligatı ile şirkin ka­ranlığını dağıtıp iman nuru ile ortalığı aydınlatan "Sirâcün Münîr"dir; Önceki Peygamberlere indirilen kitapları tasdik eden "Musaddık"tır; Nasihat ve öğüt veren "Müzekkir"dir; İnsanlığın ıslahı için harekete geçmesi doğrultusunda İlâhi hitaba erişen "Müdessir"dir; Mü- teyazi bir kul "Abdullah’tır; saygıdeğer, şerefli bir Peygamber "Kerim "dir; İlâhî hakikatlan bıkıp usanmadan insanlara açıklayan "Hakku’l-Mübin"dir; çevresini İlâhî nurla aydınlatan "Nûr" dur; tüm in­sanlığın yararlanıp kurtuluşa erebilme imkânına kavuşmasına fırsat veren "Rahmeten lilâlemin"dir; Yol gövsteren, hidayete sevkeden "Hâdî"dir; İnsanları pisliklerden arınmış olarak İlâhî ha­kikatleri kabule teşvik eden "Tâ-Hâ ve Yâ-Sin"dir; O her bakımdan güvenilir, vahyi tebliğde kusursuz olan ve va­zifesini gereği gibi yapan "Emîn"dir; İn­sanlığı en doğru yol olan İslâm’a davet eden "Sırat-ı Müstakîm"dir; hidayet ve irşadıyla insanın içini saran kandıkları nurlandıran "Necm-i Sakıb"dır; Üm­metinin menfaatim isteyen, onlara bir zarar isabet edince bundan rahatsız olan, mü’minlere çok şefkatli ve merhametli olan "Raûf-Rahîm"dir.(29) 30 31 32

İşte bu üstün niteliklere sahip bu­lunan son Peygamber Hz. Mu- hammed’in Peygamberliği Hz. İb­rahim’in bu doğrultudaki duasının kabulü eseri sayılmaktadır. Bu nasıl ol­muştur? Şöyle ki: Hz. İbrahim’in gerek Hz. Hacer’le İsmail’i Beytullah’ın yanına bıraktığında, gerekse daha sonraki zi­yaretlerinde ve bilhassa Kâbe yapımı sı­rasında ve tamamlandıktan sonra yap­mış olduğu bazı dualar vardır. Kur’an-ı Kerim’de yer alan bu duaları tetkik ede­bilirsek Hz. İbrahim ile Hz. Muhammed arasındaki irtibatın anlaşmasında bir adım daha atılmış olacaktır. İlk önce dua ayetlerine bir göz atalım:

-Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni

ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.(30)

-Rabbimiz! Ben çocuklarımdan ki­mini, namaz kılabilmeleri için senin kut­sal evinin (Kâbe’nin) yanında ziraata el­verişsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için onları ürün­lerle rızıklandır. Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur. Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, anamı, babamı ve inananları bağışla/31^

-Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki sen, hem işitir hem bilirsin. Rabbimiz! İkimizi sana teslim olan­lardan kıl, soyumuzdan da sana teslim olanlardan bir ümmet yetişir. Bize iba­det yollarımızı göster, tevbelerimizi kabul buyur. Çünkü tevbeleri daima kabul eden, merhametli olan ancak Şen­sin. Rabbimiz! İçlerinden onlara senin ayetlerini okuyan, Kitabı ve hikmeti öğ­reten, onları her kötülükten arıtan bir Peygamber gönder. Doğrusu, güçlü ve hakim olan ancak Sensin/32)

-Hani İbrahim’i Rabbi bir takım ke­limelerle (bazı önemli ve hayati ko­nularda) imtihan etmiş, o da onları ta­mamen ve noksansız olarak başarmıştı.

Bu başarının bir mükâfatı olarak Yüce Allah, "Ben seni insanlara bir imam ve rehber yapacağım" dedi ve yaptı. Hz. İb­rahim, "Benim soyumdan da imam ve rehber bulunsun" dedi. Allah Tealâ, "Benim ahdim ve ikramım zalimlere ulaşmaz" buyurdu/33 34)

Dikkat edilirse Hz. İbrahim tevhide imanı, ibadeti, ihlâsı, imamet ve risaleti sırf kendisi için istemiyor, bu isteklerine zürriyetini de ortak ediyor. Bilhassa Ba­kara Suresinin 129. âyetinde be­lirtildiğine göre kendi soyundan bir Pey­gamberin zuhurunu can-u gönülden istiyor, aynı surenin 124. ayetinde ifade buyurulduğuna göre ise kendisinin imamlık ve rehberlik rütbesine eriş­tirilmesi müjdesinin peşinden soyundan da imam ve rehberin bulunmasını arzu ediyor. Ancak Cenab-ı Allah "Ahdinin ve ikramının zâlimlere ulaşmayacağını" beyan ediyor. Burada imamet ve reh­berlikten maksat risalet olduğuna göre Hz. İbrahim, "Ey Rammib! Beni imam yap, fakat bu ihsanın sadece bana mün­hasır kalmasın. Zürriyetimden de bir kısım insanları zamanı gelince imam yap, bana vereceğin nimeti, imamet ve risaleti onalar da ver" demiş oluyordu.

(34)

İbrahim zürriyetinin bir kolu İsrail, bir kolu da İsmailoğullarıdır. İs- railoğullan Hz. Musa devrinde mazlum iken altın buzağıya tapınma olayından sonra karakterleri değişmiştir. Bu ne­denle Ahd-i Atik’te geleceği müjdelenen son Peygamber, Hz. İbrahim’in zulüm damgasi yememiş olan İsmail soyundan gelecekti. Zira Allah Tealâ ahdini ve ik­ramını zalimlere ulaştırmazdı/35 36)

Şimdi Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Peygamberliğinin Hz. İbrahim’in du­asının kabulüne delâlet ettiği meselesine gelebiliriz. Bizzat Hz. Peygamer bu­yuruyor ki: "Ben, babam İbralim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi ve an­nemin rüyasıyım."(36)

Demek ki âhir zaman nebisi Hz. Mu­hammed (s.a.s.) büyük babası Hz. İb­rahim’in duasının bir eseri olduğunun şuurunda ve farkındadır. Nitekim, Hz. İbralim’in bu duasına bir şükran ifadesi olmak üzere namazlarda ümmetine "Al- lahümme Salli-Allahümme-Barik" du­alarını orumayı talim buyurmuştur/37) Böylece Hz. İbrahim ve İsmail’il duaları Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Peygamber olarak gönderilmesiyle tamam olmuştur.

Tetkikimizin bu kısmında Hz. Muhammed (s.a.s.)’in soy bakımından Hz. İbrahim’le münasebetine bir göz atmak istiyoruz. Bilindiği gibi Hz. İbrahim’in oğlu İsmail de Peygamber idi. Kur’an-ı Kerim’de Meryem Suresinde "bir Pey­gamber olarak Hz. İsmail’in adı geçiyor, vadinde sadık olduğu, aile fertlerine namaz ve zakâtı emrettiği, Rabbinin ya­nında beğenilen, takdir edilen bir zat" <38 39) Saffât Suresinde de "Sabırlı, halîm ve itaatkâr bir kul olduğu"(39) be­lirtiliyor.

Tarihi belgelere göre Hz. İsmail’in soyu, Kay zar isimli oğlunun Kabe ci­varına yerleşmesiyle devam etmiş ve ni­hayet, Hz. Muhammed’e ulaşmıştır.

Termometrenin daima yakıcı bir sı­caklığı gösterdiği Mekke vadisinde zem- zen gibi bereketli bir su, hayat kaynağı idi. Bu sudan yararlanmak isteyen Cür- hümîlerden bir grup, suyun sahibi olan Hz. Hacer’den müsade istediler. Hz. Hacer, sahiplik iddiasına girişmemek kaydıyla zemzemden ya­rarlanabileceklerini kendilerine söyledi. Bunun üzerine sözkonusu Cürhüm top­luluğu zemzem çevresinde yerleşmeye başladılar. Hatta kendileri yerleştikten sonra diğer yakınlarını da oraya davet

ettiler. Hz. İsmail büyüyüp yetişti, Cür- hümilerden Arapça öğrendi ve keza o bölgede meskun bir ailenin kızı ile ev­lendi. Daha sonra bu hanımdan ayrılarak Cürhüm kabilesi ileri gelenlerinden Mudad b. amr’ın kızı ile evlendi. Bu ev­lilikten oniki oğlu oldu. Bütün kay­naklar Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Adnan’a kadar olan atalarının sı­ralamasında, Adnan’ın da İsmail b. İb­rahim (a.s.m.)’ın özbeöz soyundan gel­diğinde müttefiktirler/40^

Ancak Adnan ile İsmail (a.s.m.) ara­sındaki ataların isimlerinin hıfz edi­lemediği ortaya çıkmaktadır. Vakıa, bu aradaki nesep silsilesinde kırk kadar ata adının olduğunu ileri sürenler ve bu isimleri sıralayanlar da vardır/4 ’) Bu miktardan farklı sayıda isimleri sıralama örneklerine de rastlanmaktadır/42 43) Ancak bu hususta ittifak yoktur.

Hz. Muhammed (s.a.s.)’de soyu ile alâkalı olarak şöyle buyurmuştur: "Allah Tealâ Hazretleri, İsmail’in evlâtları ara­sından Kinane’yi seçti, Kinane’den Ku- reyş’i seçti. Kureyş’ten Benî Haşim’i seçti. Benî Haşim’den de beni seçti."013)

Hz. Muhammed (s.a.s.) ile Hz. İb­rahim arasındaki irtibatı Kâbe ci­hetinden de ele almakta yarar vardır. Bi­lindiği gibi Kur’an-ı Kerim’de an­latıldığına göre Kâbe’nin binası, Hz. İb­rahim’le oğlu İsmail’dir. İnsanlığın bu tevhid abidesi maalesef zamanla put­perestlerin yayılmacılığına maruz kal­mış ve içi dışı yüzlerce putla dol­durulmuş, hac ibadeti ve Kâbe ziyaretini tanzim eden Hz. İbrahim şeriatının esas­ları yürürlükten kaldırılmıştı. Do­layısıyla o bölgede zuhur eden bir Pey­gamber için en mühim vazife Kâbe ve civarındaki putları yokmak, putperestlik ananelerini ilga etmek ve Beytullah’ı Hz. İbrahim-devrindeki tevhid kimliğine büründürmek olmalıydı öyle de oldu. Esasen çocukluk ve gençliklerindeki çevre faktörü itibariyle Hz. İbrahim’le torunu Hz. Muhammed arasında ben­zerlik vardı. İkisi de katı putperest çev­rede yetiştikleri halde ehl-i tevhid kal­mayı başarmışlar, putlara ve putperestlere . boyun eğmemişlerdir. Yüce Allah, her ikisinin akıl ve gö­nüllerini batıl duygu ve düşüncelerden uzak kılmıştır. Gençlik safhasında hep Allah’ı arayan İbrahim, yıldızları, ayı, güneşi batanlardan olduğu için red­detmiş, bunlara tapanların yanlışlığını ortaya koymuştu ,(44>

Zamanı gelince de mabeddeki putları kırmıştı. Hz. Muhammed (s.a.s.)de Mekke’nin o katı putperestlik baskısına direndi Peygamberliğinden önceki 1-40 yaş arasında putperest düzeninin yön­lendirdiği hiçbir eğri işe, batıl harekete katılmadı ve zamanla inzivaya yö­nelerek Hira’da, kâinatın yaratıcısı olan Yüce Allah’ı tefekkür ve evreni ibretle yorumlama uğraşı içinde içini dışını

nurlandırdı. Hz. İbrahim, babası (veya amcası) Azer’le, kavmiyle ve devrin me­likiyle mücadeleden kaçınmadı; ma­betteki putları kırınca ateşe atıldı. Cenab-ı Hak onu yanmaktan kurtardı. Neticede Mısır’a ve daha sonra Şam’a hicret etti. Hz. Muhammed de yaklaşık on üç yıl boyunca Mekke’de put­perestlerle mücadele etti. Ancak Mekke şartlarında cahilî-putperest zihniyeti bü­tünüyle çökertmek ve çevreyi İslâm zih­niyetiyle ülfet ettirmek mümkün gö­rünmüyordu. Bu nedenle Hz. Muhammed (s.a.s.) putları yıkıp put­perestliği bütünüyle yokedebileceği bir ortamı yakalamak gayesiyle Medine’ye hicret etti .Denilebilir ki hicret, yeterli gücü elde ettikten sonra Mekke’yi fet­hedip Kâbe’yi putlardan arındırmak gibi kutsal bir gaye için yapılmıştır. Bu se­beple, Rasulüllah’ın hicretten sonraki her hareketinde bu güçlenme arzusunu tespit etmek mümkündür. Nitekim Hen­dek muharebesinde (5/627) Kureyş müş­riklerinin askerî gücünü zayıflattıktan sonra umre için Mekke’ye yö­nelmesindeki (6/628) sebeplerin özünü, Kâbe-i Muazzama’yı Hz. İbrahim dev­rindeki tevhid hüviyetine büründürme arzusunu ashabın şuuruna nakşetme teş­kil etmektedir. Kâbe o yıl değil de bir yıl sonra (7/629) ziyaret edilmiş olsa da gaye tahakkuk etmiştir. Üstelik, yapılan musaleha ile Kureyş müşriklerinin Hay- ber Yahudileri ile bağlantıları ko­parılmış; ortaya çıkan fırsat de­ğerlendirilerek önce Hayber Yahudilerinin siyasî hakimiyetlerine son verilmiş (7/628), müteakiben Mekke fethedilerek (8/630) Kâbe ve çevresindeki putlar kırılıp temizlenmiş; böylece Beytullah, Hz. İbrahim dev­rindeki kimliğine kavuşturulmuştur.

Cenab-ı Hak Hz. İbrahim’i "halîl"<45) Hz. Muhammed (s.a.s.)’i "habîb" edin­miştir, âlemlere rahmet kılmıştır. Hz. İb- ralim de Hz. Muhammed de seçilmiştir. (el-Müsteba, el-Mustafa)/45 46) Hz. İb­rahim, ateşe atılmak, hanımını ve oğ­lunu ıssız bir vadide bırakmak, keza oğ­lunu kurban girişiminde bulunmak gibi imtihanlara tabi tutulmuş (47> ve bun­ların hepsinde başarılı olmuştur. Oğlu İsmail de sabırla itaat ederek imtihanı kazanmıştır/48^ Hz. Muhammed (s.a.s.) de namaz kılarken işçkence edilmek, bo­ğulmaya maruz kalmak, evinin taş­lanması, geçceği yollara tuzaklar ku­rulması, Taif dönüşündeki gibi taşlanması ve ashabının ölüme kadar varan eza-cefaya uğratılması gibi çeşitli imtihanlara tabi tutulmuş ve "Ey Al­lahım! Vazifemi hakkıyla ya­pabilmişsem, Sen benden razı isen ba­şıma gelenlere hiç aldırmam!.„"(49 50) diyerek en üstün bir vazife ve so­rumluluk şuuru göstererek sözkonusu imtihanlarda başarılı olmuştur. Hz. İb­rahim’e dünyada da ahirette de hasene (50) verilmiş, "Ya Rabbi! Bizi dünyada da ahirette de hasene ver..."<51> duası Hz. Muhammed’in en çok yaptığı dualar arasında yer almıştır. Haz. İbrahim’in, ahirette de sarihlerden olacağ/52) beyan edilmiş, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in de kı­yamet günü Allah (c.c.) nezdinde in­sanların kadr-ü kıymeti en yüce olanı olacağı bizzat kendisi tarafından be­lirtilmiştir. Rasul-i Ekrem’in, vefatı sı­

rasında yaptığı dualar arasında "Ey Rab- bim!" Beni refîk-i a’lâ camiasına ilet, refîk-i a’lâ camiasından kıl, onlarla be­raber eyle" tarzındaki isteği de bu açı­dan dikkat çekicidir. Refîk-i alâ ile ne kastedildiğini Nisa suresinde geçen bir âyetten anlıyoruz. Bu ayet bize refîk-i a- lâ kavramına giren talihli zümreyi, "Pey­gamberler, sıddîkler, şehidler ve sa- lihler"(53) 54 olarak sıralıyor. Demek ki Hz. Muhammed (s.a.s.) ahirette de sa­rihlerden olduğu bildirilen büyük babası Hz. İbrahim başta olmak üzere diğer Peygamberlerle ve âyette geçen diğer zümrelerle birlikte olmayı arzu ediyor. (54) .

Netice olarak denilebilir ki, âhir zaman nebisi Hz. Muhammed (s.a.s.), İbralim (a.s.m.)’ın zürriyetindendir. Hanîf olan yani dosdoğru yola yönelmiş lekesiz muvahhid olup, kendisini Yüce Allah’a teslim etmiş olan Hz. İbrahim’in milleti yani dini olan İslâm, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) ile en mütekâmil şeklini alacak olan İslâm dinin nüvesi, hülâsası ve çekirdeği durumundadır. Hz. İb­rahim’in yapıp ettiklerinde Rasûl-i Ekrem’e inzal olunacak Kur’anm ve ci­hanşümul İslâm’ın müjdesi verilmiştir. Hz. ibralim, "Halîlullah", Hz. Mu­hammed ise "Habûbullah"tır. İkisi de soy ve şahsiyet bakımından seçilmiş (el- Mücteba, el-Mustafa)lerdir. İkisi de teb­liğ sürecindeki ciddi imtihanlarda ba­şarılı olmuşlar, ikisi de hicret et­mişlerdir. Kâbe’nin ikisinin hayatında da mühim bir yeri vardır. İkisi de şirkle, putperestlikle kıyasıya mücadele et­mişlerdi. Hz. Muhammed (s.a.s.), Hz. İsa’nın müjdesine, annesi Amine’nin rü­yasına mazhar olduğu kadar İbrahim (a.s.m.)’m da duasına mazhar olmuş ve ona "Salli-Barik" dualarıyla mukabele etmiştir.

Bütün bunların ötesinde Hz. Mu­hammed (s.a.s.)’e İbrahim (a.s.m.)’ın di­nine tabi olması için vahyedilmiş olması

Hz. İbrahim için en yüksek şereftir. Çünkü Allah Tealâ Sultanü’l-Enbiya Hz. Muhammed (s.a.s.)’in şahsnda onun di­nini kemale erdirmiştir. Yani bir din ki bu, hanîf olan İbrahim’in milleti yani di- nidir-kökü İbrahim (a.s.m.) ile atılmış, ama Hz. Muhammed devrinde büyüyüp gelişerek en görkemli çiçeklerini açmış, en kâmil meyvelerini vermiştir. Hz. Mu­hammed (s.a.s.) her zaman bunun şu- urundadı. Nitekim bir gün Rasul-i Ekrem (s.a.s.)’e bir kişi gelip, "Ey ya­ratılmışların en hayırlısı!" diye hitap edince Nebiyy-i Muhterem (s.a.s.), "o dediğin İbrahim Aleyhisselâmdır" ce­vabını vermişti/55^

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bu sözü onun kemâl-i tevazuunu gösterirken, hiç şüphesiz Hz. İbrahim hakkında da hoş bir iltifattır/56)

Görüldüğü gibi Hz. İbrahim ile HzMuhammed (s.a.s.) arasında derunî bir bağ, bir irtibat olduğu ayan-beyan ortadadır. Belki bu irtibat, Ümmet-i Mu­hammed bağlamında hâlen en güzel bir şekilde devam etmektedir.

* Bu araştırma, 1997 Ekim’inde Şanlıurfa’da Şurkav ve İlahiyat Fakültesi işbirliğiyle düzenlenen sem­pozyuma tebliğ olarak sunulmuştur.

(1) Bk. Şehristanî, el-Milel ve’n-Nihal, Beyrut. 1992,2. bs., s. 33-34.

(2) Bu kavram Kur’an-ı Kerim’de başlıca şu ayetlerde geçer. Bakara,2/130,135; Al-i İmran 3/95; Nisa, 4/ 125; En’am, 6/161; Yusuf, 12/38; Hacc, 22/78.

(3) Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 1,483 vd.

(4) Ayrıntılı bilgi çin bk. Hüseyin ALGÜL. İslâm Tarihi I, 104-106. Bu kavram Kur’an-ı Kerimde baş­lıca şu âyetlerde geçer; Bakara, 2/135; Al-i İmran, 3/67,95; Nisa, 4/125; Nahl, 16/120-123; Ayrıca bk. Elmahlı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 1,514; II, 1134.

(5) Bu kavram, konumuzla bağlantılı olarak Nisa, 4/125. âyette geçer.

(6) Bu kavram, konumuzla bağlantılı olarak Nisa, 4/124. âyette geçer.

(7) Bk. Bakara, 2/130.

(8) Elmahlı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 1,497 vd.

(9) Bk. Bakara, 2/135.

(10) Bk. Al-i imran, 3/95.

(11) Nisa,4/125.

(12) En’âm, 6/161.

(13) Yusuf, 12/38.

(14) Bakara, 2/135.

(15) Al-i İmran, 3/67.

(16) Al-i İmran, 3/95.

(17) Nisa,4/125.

(18) Nah, 16/120.

(19) Nahl, 16/123.

(20) Nisa,4/125.

(21) Bakara, 2/124.

(22) Nah!, 16/121.

(23) Nahl, 16/123.

(24) Tevbe,9/114; Hûd, 11/75.

(25) Meryem, 19/41.

(26) Mümtehıne,60/4.

(27) Kalem, 68/4.

(28) Ahzab, 33/21.

(29) Hz. Muhammed (s.a.v.)’in isim ve vasıflarının geçtiği âyetler için bk. Fetih, 48/29; Saf, 61/6; Bakara, 2/285; Nisâ, 4/13; Enfâl, 8/64; Tevbe; 9/61,73; Fetih, 48/8; Nahl, 16/89; Sebe; 34/28; Isrâ, 17/105; Hacc, 22/49; Râ’d, 13/7; Ahkaf, 46/31; Ahzâb, 33/46; Tevbe, 9/128; Âl-i İmrân, 3/81; Gâşiye, 88/ 21; Miizzemmil, 73/1; Müddesir, 74/1; Cinn, 72/19; Hakka, 69/40; Zuhruf, 43/29; Mâide, 5/15; Ahzâb, 33/40; Enbiyâ, 21/107; Rum, 30/53; Nemi, 27/81; Tâ-Hâ, 20/1; Yâ-Sîn, 36/1; Tekvîr, 81/21; Yûnus, 10/2; A’raf, 7/157; Târik, 86/3; Yâ-Sîn, 36/4; Lokman, 31/22; Kalem, 68/3; Yâ-Sîn, 36/4; Lokman, 31/22; Kalem, 68/2; Tevbe, 9/128.

(30) İbrahim, 14/35.

(31) İbrahim, 14/37-41.

(32) Bakara, 2/127-129.

(33) Bakara, 2/124.

(34) Bk. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 1,491 vd.

(35) Elmalılı, a.g.e, 1,491 vd. Bu ayette geçen "ahd ve zalim" kelimelerinin tefsiri için bk. Razî.Tefsiru’l- Kebir, II, 37 (4. bölüm); en-Nisaburî, el-Vasit, I, 203; el-Kurtubî, Tefsîru’l-Kurtubî, (ihtisar: M. Kerim),!, 108-110; Ebu’l-Hasen el-Mâverdî. Tefsir, 1,185.

(36) Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 127, 128; V, 262.

(37) Bk. Buharî, Tefsir, 33/10; Enbiya, 10; Daâvat, 31,32; Müslim, Salât, 65, 66, 69; Ebu Davud, Salat, 179; Nesâi, Sehv,49. Bu duaların anlamı şöyledir: "Ya Rab! İbrahim ve İbrahimin ümmetine rahmet ettiğin gibi, Muhammed’e ve Muhalmed’in ümmetine de rahmet ihsan et. Ya Rab! İbrahim’e ve İra- hinı’in ümmetine hayır ve bereket ihsanettiğin gibi, Muhalmed’e ve Muhammed’in ümmetine de hayır ve bereket ihsanet. Allahım! Muhakkak Sen, Hamîd’sin, Mecîd’sin".

(38) Bk. Meryem, 19/54-55.

(39) Bk. Saffât, 37/102.

(40) Hz. Peygamber’in Adnan’a kadar bilinen nesebi şöyle sıralanır: Muhammed b. Abdullah b. Ab- dülmuttalib b. Haşim b. Abdimenaf b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Kâb b. Lüeyy b. Galib b. fıhr b. Malik b. Nadr. b. Kinane b. Hüzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizar b. Maad b. Adnan. (Bk. İbn Hişam, es-Sîre, I, 1 vd. d.; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, I, 1,3 vd.d.) İbn sa’d Hz. Peygamber’in 4. batından dedesi olan Kursyy ’in bir şiirinde Kayzar b. İsmail’den bahsedildiğine işaret ettikten sonra diyor ki: "Maadd’in, Kayzar b. İsmailloğullarının soyundan geldiği hususunda bilginler arasında hiç­bir ihtilâf görmedim." (Bk. İbn Sa’d.Tabakat, 1,57 vd.).

(41) İbn Hişam,es-Sîre, 1,1 vd. d.; İbn Sa’d,Tabakat, 1,57 vd.

(42) Bk. İbn Hişam,es-Sîre, 1,1 vd. d.; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, 1,1,3 vd.

(43) Müslim, Fezail, 1/2276.

(44) En’am, 6/76-79.

(45) Bk. Nisa,4/125.

(46) Bk. Bakara, 2/124; İlgili hadis için bk. Sa- hîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi, IX, 272, (Hadis No. 1454); Müs­lim, Fedâil, 1 (M. Sofuoğlu Tercemesiş VII, 152); "el-Mustafa" da "Süzülerek seçilmiş" anlamı vardır.

(47) Bakara, 2/124; Enbiya, 21/51-70.

(48) Saffat, 37/102.

(49) İbn Hişam, es-Sire, II, 60; Tecrîd-i Sarih Tercemesi, II, 759.

(50) Nahl, 16/122.

(51) Nahl, 16/123.

(52) Sözkonusu dua (Bakar, 2/201) âyetinde Ra- sul-i Ekrem’e ve onun şahsında ümmetine öğ­retiliyor.

(53) Nisa, 4/69; Yorumu için bk. Sahîh-i Buhârî muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, XI, 8, (Marazu’n-Nebî, Hadis No. 1662).

(54) Tecrid-i Sarih Tercemesi, XI, 8, aynı hadis. Hz. Aişe’den rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) vefatından önceki son saatlerinde bu âyeti (Nisa,4/69) okumuştu.

(55) Müslim, Fezâil, 150, (M. Sofuoğlu Tercemesi, VII, 248).

(56) Konunun yorumu için bk. A. Lütfü Kazancı, Hz. Adem’den Hatemü’I-Enbiya’ya Kur’anm Ta­nıttığı Peygamberler, (İzmir 1990), 1,291; Ayrıca İbrahim ve İsmail (a.s.m.) hakkında bk. M. Asım Koksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 1995,1,147-170; 233-236.