TOPLUMU ISLAHTA KUR’ÂN’IN ÖNGÖRDÜĞÜ BAZI İLKELER
Her düşünce, fikir ve ideoloji, kendisini başkalarına anlatma ve kabul ettirme amacını güder. Sadece kendini ikna etmeye çalışan, başkalarıyla ilgilenmeyen ortaya koyduğu ilkeleri başkalarına anlatmayan bir fikir ve insan yok gibidir. Çünkü ortaya konulan herhangi bir şeyin maksatlarından başlıcası başkalarının istifade etmesini ve onu bir hayat felsefesi yapmalarını sağlamaktadır. Ancak her düşüncenin ve insanın bu konudaki metodu farklı olmuştur. Başlangıçtan günümüze çeşitli düşünceler, farklı felsefi ekoller ve değişik dinler ortaya çıkmış ve hepsi de toplumsal belli bir düzen getirmek istemiştir. Ne var ki bunlardan çok azı başarılı ve uzun ömürlü olmuş, bir çoğu insanların severek kabul ettiği bir düşünce, inanç ve yaşam biçimi haline gelmeden tarihin derinliklerine karışmıştır. İslâm ise, yeni bir toplum ve medeniyetin kurulmasını temin etmiştir.
İslâm toplumunun oluşumunda en önemli etken Kur’an olmuştur. Bu çalışmada, Kur’an-ı Kerim’in toplumu ıslahta kullanmış olduğu metodlardan belli başlıları ele alınacaktır.
1. Üslûp Mükemmelliği
Bazı kimselerin güzel fikirleri, yerli yerinde, herkesin istifade edebileceği düşünceleri, hatta büyük toplulukları arkalarından sürüklemeye muktedir ilkeleri vardır. Bununla birlikte, bu güzel fikirlerini anlatacak etkili bir üslûptan mahrumdurlar. Kime nasıl anlatılır, hangi fikir ne zaman öne sürülür, nereden başlanılır, hangi cümleler ve kelimeler kullanılır, insanlar bu yeni düşüncelere nasıl bağlanır, dikkatler nasıl çekilir gibi, hususları ihmal ettiklerinden dolayı, sahip olduğu değerli ilkeler, kıymetli fikirler heba olup giderler. Bu kişiler öyle bir ifade tarzı kullanır ki, insanları etrafından kaçırtır, zaman ve zeminine göre konuşmadığından çoğu kimse tarafından reddedilir. Neticede gerçekte mükemmel olan bir düşünce, üslûp ve ifade tarzındaki metodsuzluk veya uygun tarzı bilememeden dolayı tükenir gider ya da sadece tek kişiye münhasır kalır. Öte yandan bir çok zararlı ve ifsat edici öyle düşünce ve cereyanlar, felsefî akımlar vardır ki, temsilcileri tarafından çeşitli renklere büründürülerek, farklı üslûplara sokularak, dilin de inceliklerinden istifade edilerek takdim edildiği için, fert ve toplundan peşinden sürükler. Gerçekte verilmek istenen fikir kötü de olsa, seçilen üslûp güzel olduğu ve insanların hisleri iyi değerlendirdiği için, bu tarz fikirlerin toplumda kabul görmesi mümkündür. Ancak bunun da uzun ömürlü olması düşünülemez. Bir süre sonra söz konusu düşüncenin temelinde yatan gerçekler ortaya çıkınca, bu doğrultuda topluma zararlı bir kısım insanlar yetişince, yeniden başa dönülmüş, o kadar emek ve zaman boşa harcanmış ve bir sürü insan zayi edilmiş olur.
Kur’an’a gelince o, zikredilen farklı iki metodun faydalı yanlarını almış ve onu bir araç olarak kullanmıştır. Kur’an’m ortaya koyduğu ilke ve düşünceler hem de bu prepsipleri insanlara aktarırken kullanmış olduğu üslûp son derece doğru ve mükemmeldir. Diğer bir deyişle Kur’an, bir yandan fikir mükemmelliğine, diğer yandan da bu fikirleri aktarmada kullandığı üslup mükemmelliğine sahiptir.
Herkesin kendine göre bir üslubu olduğu gibi, Kur’an’ın da kendine özgü bir
üslûbunun olması son derece olağandır. Kur’an, kelimelerinde, harekelerinde, sükunlarında, medlerinde, ğunnelerinde eşsiz ve akıcı bir özelliğe sahiptir. Gerek nesir ve gerekse şiir, hiçbir ifade vicdanları onun kadar kendisine çekememiş ve kulakları kendisine doğru yönlendirememiştir. Kur’an’ı dinleyen bir insan, Arapçayı bilmese dahi, çok geçmeden farklı ve eşsiz bir ifadeyle karşı karşıya olduğunu hemen an- layıverir. O, dinleyeni bıktırmaz, kulaklarını rahatsız etmez, her kelimesinde ayrı bir terennüm vardır. Araplar Kur’an’ı ilk kez işitince, şiir zannetmişler, fakat çok geçmeden onun bir şiir olmadığını anlamışlardı^. Şu örnek de, onun üslup bakımından eşsizliğini ve mükemmelliğini göstermektedir. Kureyş liderlerinden Velid b. Muğîre, Rasûlulâh’ın yanına geldi, Peygamberimiz ona Kur’ân okudu, o da etkilendi. Müteâkiben kalkıp akrabaları olan Benî Mahzûm’a vardı ve dedi ki: "Vallahi, Muhammed’den demin bir kelam dinledim ki insan sözü desem değil, cin sözü desem değil! Öyle bir tatlılığı, öyle bir güzelliği var ki sormayın! Öyle bir kelâm ki üstü meyveli, altı verimli, bereketli! O muhakkak üste çıkar, üstüne çıkılmaz." Bunun üzerine Ku- reyşliler: "Velid saptı, vallahi peşinden bütün Kureyş sapacaktır!" dediler. Hadiseyi işiten Ebûcehil: "Endişe etmeyin, ben onun hakkından gelirim." deyip, üzgün bir eda ile onun yanına vardı ve: "Velid amca, dedi, kavmin seferber olmuş, mal ve para topluyorlar." Velid: "Nedenmiş o?" diye sorunca: "Sana vermek için" diye cevap verdi. Velid sebebini sorunca, Ebûcehil: "Çünkü sen, Muhammed’den bir şeye nail olabilmek için onun yanına gidiyormuşsun." dedi. Bunun üzerine Velid: "Kureyş bilir ki ben malca onların en zenginleriyim!" diyerek kızgınlığını ifade etti. Ebûcehil de umduğuna nail olmuş olarak: "O halde onun hakkında bir şey söyle de kavmin işitsin, senin ondan hoşlanmadığını, onu inkâr ettiğini anlasınlar." dedi. Velid cevaben: "Ne diyeyim, bilmem ki? İçinizde şiiri, recezi ve kasidesi ile benden iyi bileniniz olmadığı gibi, cin şiirlerini de benden iyi bileniniz yoktur; onun söylediği bunlardan hiç birine benzemiyor ki!..." dedi. Fakat Ebûcehil ısrar edip dedi ki: "Onun hakkında bir şey söylemedikçe kavmin senden ka- tiyyen razı olmaz." Velid kalktı ve kav- minin meclislerine gitti: "Siz" dedi, "Muhammed mecnundur" diyorsunuz, hiç kimseyi boğarken gördünüz mü? "Kâhindir" diyorsunuz, hiç kehânete çalışırken gördünüz mü? "Şâirdir" diyorsunuz, hiç şiirle uğraşırken, şiir söylerken gördünüz mü? "Yalancıdır" diyorsunuz, hiçbir yalanına rastladınız mı? Muhatapları: "Hayır, ama nedir öyleyse? deyince: "Bırakın, düşüneyim" dedi. Düşündü, düşündü, sonra "Bu, ehlinden öğrenilen cazibeli bir sihir! Bu, başka değil, herhalde bir beşer sözü!" dedi. Bu söz meclistekilerin çok hoşuna gitti, bir alkıştır koptu. Alkışa devam ederek dağıldılar/2 3 4)
‘ Yukarıdaki hâdise, Kur’an’ın, düşmanı dahi tasdike zorlayacak kadar eşsiz bir üslûba sahip olduğunu açıkça göstermektedir. Kur’an, bu mükemmel üslûbuyla her grup insana hitap etmekte, onların ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ne sadece akıllara ve ne de sadece hislere hitap etmeyip, ikisini de birden ele almakta ve ihmal etmemektedir.
Meselâ şu ayetlerdeki üslûp, gerçekten mükemmellikte zirveyi tutmaktadır:
"O’nun ayetlerinden biri de şudur: Sen, toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine suyu döktüğümüz zaman titreşir ve kabarır. Onu dirilten (Allah) elbette ölüleri de diriltir. O her şeye kâdirdir."^ "Üstlerindeki göğe bakmadılar mı, onu nasıl yaptık, süsledik, hiçbir çatlağı yoktur? Arzı nasıl yaydık, ona sağlam dağlar attık onda her güzel çifti bitirdik! (Bütün bunları) Allah’a yönelen her kulun gönül gözünü açmak için ve (ona) ibret vermek için (yaptık). Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek taneli ekinler bitirdik. Birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları yetiştirdik. Kullara rızık olması için. Ve o su ile, ölü bir memlekete can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir4
"...Onu dirilten (Allah) elbette ölüleri de diriltir...” ifadesiyle, "..İşte çıkış da böyledir..." ifadesi arasında, öyle bir ilişki vardır ki, bu birkaç kelimeyle hem insanın aklı, hem de vicdanı ve hisleri doyuruluyor. Aynı zamanda deliller de gayet açık ve kolay olanlardan seçiliyor.5
Kur’an üslûbunda yeni olan taraf, hangi sahada söz söylerse söylesin, daima en üstün malzemeyi ve kasdolunan manaya en uygun olanı seçmesi, her şeyi yerli yerine koymasıdır. Öyle ki mana, lafzında en şeffaf, en berrak aynasını, en mükemmel suretini; lafız ise manada, emin vatanını, tam sağlam yerini bulmaktadır. Değil yarım gün, bir gün, asırlar ve asırlar geçse dahi ne mekân sakininden başkasını istiyor ne de yerleşen, bulunduğu yerden ayrılmak istiyor. Hülâsa bu üslûp, beyan sanatının en ideal şeklini insanın önüne getirmektedir.® .
Bu şaheser üslûbuyla Kur’an, getirmiş olduğu mükemmel prepsipleri insanlara sunmuş, hiçbir kapalılık ve aşırılığa gitmeksizin, bu ilkeleri onlara bildirmiş ve böylece insanları bütün kötü alışkanlıklardan vazgeçirip, iyiliklere, güzelliklere teşvik etmiş ve bunda, en büyük başarıya da ulaşmıştır. Mü’minlere düşen görev ise, Kur’an’ın hakikatlerini, sade, tekellüfsüz, anlaşılır, bir takım muğlâk ifadelerden uzak bir şekilde insanlara anlatmaları ve üslûp olarak Kur’an’ı kendilerine örnek almalarıdır.
2. Tedrîcilik
Kur’an’ın, insanları ıslahta kullanmış olduğu önemli bir metod da, hükümlerindeki tedrîciliktir. İnsanlar yaratılış gereği, öteden beri alışageldikleri bir kısım davranışlardan vazgeçemezler. Hele bu alışkanlıklar, bütün bir topluma yayılmış, herkes tarafından hüsn-ü kabul görmüş ve aynı zamanda topluma hükmeder hale gelmişse, durum daha da zorlaşır, insanların bunlardan ayrılmaları daha da güçleşir. Böyle topluluklarla uğraşmak hayli zor, zor olduğu kadar da başarıya ulaşmak imkânsız gibidir. Fakat Kur’an bu imkânsızı başarmıştır. Hükümlerindeki tedrîcilikle, yani her şeyi birden emretmemek ve yasaklamamakla, onları alıştırarak önce kafa ve vicdanlarını bu işe hazırlayarak, daha sonra da hiçbir baskı yapmaksızın sadece bir emir ve yasakla bir ilkeyi kabul ettirerek başarılı olmuştur. Kur’an’ın hangi emir ve yasağı ele alınırsa alınsın, hepsinde aynı tedrîciliği görmek mümkündür.
Hz. Peygamber geldiği zaman insanlar, kötü âdet diyebileceğimiz pek çok alışkanlık içerisindeydiler. Bu alışkanlıklarından hemen vaz geçmeleri kolay görünmüyordu. Pek çok yanlış inanış vardı. Onları yola getirmek zaman istiyordu. Bu açıdan gerek birtakım yasaklar, gerekse bir kısım emirler yavaş yavaş uygulamaya konuluyordu. Şayet bunların hepsi bir anda tatbikat sahasına konsaydı, netice o kadar kolay alınamayaktı.7 Bu durumu Hz. Âişe (r.a.), şu sözleriyle ifade eder:
"Kur’an vahyi, önce cennet ve cehennemden bahseden mufassal bir sure ile başladı. İnsanlar, İslâm etrafında toplanınca, helâl ve haramlar indi. Şayet ilk önce: "İçki içmeyin!" şeklinde bir emir gelseydi, o zaman insanlar: "İçkiden kesinlikle vazgeçmeyiz" derlerdi. Şayet: "Zina etmeyin!" şeklinde bir hüküm gelseydi, onlar: "Zinayı asla bırakmayız" derlerdi"8
Kur’an, gerek ferdin, gerek toplumun ruhunda, satıhta olanlarla derinde yerleşen unsurlar arasında bir ayırım yapmıştır. Fert ve cemiyet varlığının derinliğinde kök salmış hususları değiştirmekte aceleci davranmamıştır. Plânlı bir gecikmenin, her şeyi karışık olarak birden ortaya atmaktan daha iyi olduğuna inanmıştır. İçki ve faiz yasaklarına, namaz ve zekât emirlerine, kölelik konusundaki ıslahata alıştırmak, hep böyle yavaş yavaş olmuştur. Buna karşın, derinliklere kök salmamış, fakat beşerî yaşamda suç olan yüzeysel konulara ait hükümler, bir defada kesinleşmiş, tedrice gidilmemiştir. Zina, hırsızlık, adam öldürme, gasb, aldatma gibi yasaklar bu cümledendir/9 10)
Kur’an’ın aşamalı olarak getirmiş olduğu hükümlere, içkinin yasaklanması güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu alışkanlıktan insanlar, ancak üç hatta
dört aşamada kurtulabilmişlerdir. Ve son emir gelince mü’minler, bir daha ağızlarına koymayacak derecede ondan sakınmışlardır. Birinci merhalede-ki bu Mekke’de nazil olmuştur-hurma ve üzümlerden , sarhoş edici ve güzel rı- zıklar elde edildiğine, dolayısıyla aslında içkinin kötülüğüne dikkatler çekilmiş, 10 ikinci merhalede, içkinin bazı faydalarının olmasının yanında, zararının ve günahının daha büyük olduğu üzerinde durulmuştur11 Üçüncü merhalede, mü’minler için çok önemli bir ibadet olan namaza sarhoşken yaklaşılmaması emredilmiştir ki, 12 bununla, içki içilecek vakitler iyice kısıtlanmış ve inananlar içmemeğe yönlendirilmişlerdir. Dördüncü ve son merhalede ise içki tamamen yasaklanmış ve bu konuda son nokta konulmuştur/13)
Bu metoduyla Kur’an, getirmiş olduğu yeni prensipleri insanlara kolayca kabul ettirmiş eski kötü alışkanlıklarından vazgeçilmiş ve toplumda büyük bir ıslahata muvaffak olmuştur. Ancak son noktayı koyduktan sonra da asla bir daha da geri adım atmamış, ortaya koyduğu ilkelerinden vazgeçmemiştir.
İnanan insanlara düşen, anlatmak istedikleri şeyi plânlı bir şekilde sıraya koymaları, neyi ne zaman anlatacaklarını iyi seçmeleri ve özellikle de her şeyi birden anlatmayıp, anlatacakları şeyleri önemine binâen sırasına koyarak anlatmalarıdır. Böylelikle Kur’an’ın getirmiş olduğu tedrîcilik metodunu kendilerine örnek almalarıdır.
3. Kolay Ve Uygulanabilir Hükümleri İhtiva Etmesi
İnsan, yaratılışı gereği zor olan şeylerden, altından kalkamayacağı hükümlerden, yaşanması imkânsız görünen ilkelerden kaçar ve onu kabul etmez. İnsanı yokluktan varlık âlemine çıkaran Yüce Allah, onun neye gücünün yeteceğini, neleri kaldırabileceğini ve hangi usullerle ona doğru yolun gösterileceğini yine en iyi kendisi bilir. Bu yüzden insanları ıslah ederken, onları bir sürü kötü alışkanlıklardan vaz geçirirken, zor prensiplerle onlara yaklaşmamış, daima kolaylığı ön plânda tutmuştur. Meselâ: "..O, sizi seçti ve dinde size bir güçlük yüklemedi."..Allah sizin için kolaylık ister, güçlük is- temez.."(,5\ "Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez.ve "Allah size güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve size olan nimetini tamamlamak istiyor ki, şükredesiniz."^7^ mealindeki yüce beyanları bunu göstermektedir.
Cenab-ı Hakk, kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemez, yükleyemez değil, yüklemez. Allah’ın kendi kullarına yüklediği sorumluluk, kulların güç yetireceği kadardır ve hatta onun
çok altındadır. Allah insanları zora koşmaz, güçlerini son sınırına kadar zorlamaz, sıkıntıya sokmaz, müşkilat ve meşakkat vermez. Mükellef olan kullar o görevleri güçleri rahat rahat yetecek şekilde yapabilirler. Hak din kolaylıktır, onda zahmet yoktur. Böyle olması da, güç yetmez bir sorumluluğu yüklemeye Allah’ın kudreti olmadığından değildir, sırf fazl-u kereminden ve rah- metindendir. Her ferdin sorumluluğunu gücüyle ve kapasitesiyle ölçülmek gerekir. Bundan dolayı kişilerin güç ve takatleri farklı olduğundan, gücü ve kapasitesi fazla olanların sorumluluk dereceleri de fazla olacaktır ki, adalet ve eşitlik de bunu gerektirir. Meselâ malı olmayan zekatla mükellef olmayacağı gibi, çeşitli zenginlerin zekadan da bir ölçü çerçevesinde değişik olur. Zenginlik derecesine göre kimi on, kimi yüz verir. Fakat hepside aynı nispet dahilinde, mesela kırkta birdir. Hasılı sorumluluk, onu yüklenecek olanın kapasitesi ile orantılıdır/14 15 16 17 l8) İslâm dini, bu ilkeyi ön plânda tutarak insanlara yaklaşmış, böylelikle Kur’ an, kısa bir sürede pekçok insan tarafından kabul edilen bir kitap haline gelmiştir ve hangi dönem ve şartlarda olursa olsun, Kur’an’ın getirdiği inanç sistemi, herkesin rahatlıkla kabul edip yaşayabileceği bir sistem olmuştur.
Özellikle Kur’an’ı anlatma vazifesini kendilerinde görenler, onun bu mükemmel prensibini iyi anlayıp, hangi meselede olursa olsun, asla insanları kalkamayacakları külfetlerin altına sok- maksızın, onların her şartta ina- nabileceklerini, Kur’an’ı her şartta yaşayabileceklerini anlatıp, dinin ütopik bir inanç olayıp, herkesin kolaylıkla yaşayabileceği bir sistem olduğunu izah etmelidirler.
4. İkna Metodunu Kullanması
Kur’an-ı Kerim bazı emir ve yasaklar dışında, diğer bütün konularda insanları ikna ile inanmaya davet etmiştir. Zâten iknâ edilmeden, zorla kabul ettirilmeye çalışılan düşünce ve inanç sistemlerinin uzun ömürlü olmadığı açıktır. Kur’an-ı Kerim’in temelini teşkil eden tevhid akidesi bile, zor değil, ikna yolu kullanılarak takdim edilmiş, neye, niçin ve nasıl inandıkları, Yüce Yaratıcı’nın sıfat, isim ve fiilleri ön plâna çıkarılarak, insanlar düşünmeye davet edilmiş, böylelikle bilmeden, kalp ve vicdanları iyice kanaat sahibi olmadan sadece taklide dayanarak inanmalarının önüne geçilmiştir. Bunun için Kur’an’da, dü- , şünme, tefekkür etme, ibretle bakma ve inceleme anlamına gelen "fikr"<19) 20 21 22 23 24 25, yine aynı anlamlara yakın "zikr" kelimesinin geçtiği pekçok âyet vardır/201 Ayrıca bunun yanında insanlara sorular sorarak düşünmeye dâvet edilen değişik âyetler mevcuttur/211 Nitekim:
"Göklerde ve yerde olanlara bakın!" de; ama (göklerde ve yerde bulunan) o âyetler ve uyarmalar, inanmayacak bir kavme yarar sağlamaz”^ "Bu gün yurtlarında dolaştıkları nice kuşakları daha önce helak etmiş olmamız hâlâ onları yola getirmedi mi? Şüphesiz bunda ibretler vardır. (Öğüt alma kulağıyla) işitmiyorlar mı?"^ "Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!” (24) "Bakmıyorlar mı develer, nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara, nasıl dikildi? Yere, nasıl yayılıp döşendi? "<251 meâlindeki âyetler, bu hususa delâlet eden örnekleri oluşturmaktadır.
Kur’an-ı Kerim tevhid kadar, nübüvvet, haşr, ahiret gibi diğer itikâdi konularda da ikna metodu kullanmış, insanları zihnen meşgul edecek her mesele açık bir şekilde îzah edilmiştir. Meselâ Cenab-ı Hakk insanlara: "benim bir olduğuma inanacaksınız" der, tek Allah inancını detaylıca anlatıp, birden fazla ilahların olmasının imkânsız olduğunu söylemeyebilirdi. Fakat O, insanların körü körüne değil, bilerek içlerinde herhangi bir şüphe kalmaksızın ikna olarak ve gönül rahatlığıyla tevhid inancını kabul etmelerini dilemiş; bu hikmete bi- naendir ki ikna metodunu tercih etmiştir.
Meselâ tevhidle ilgili olarak: "Yahut şu dünyayı durulacak yer yapan, arasından ırmaklar çıkaran, üstünde sağlam dağlar yaratan ve iki deniz arasına bir perde koyan kimdir? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hayır çokları bilmiyorlar. Yahut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden) kaldırıyor ve sizi (eskilerin yerine) yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile başka bir tanrı mı var? Ne de az düşünüyorsunuz? Yahut karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren kim? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hâşâ, Alah onların ortak koştukları şeylerden çok yücedir, menezzehtir. Yahut yaratmağa kim başlıyor, sonra onu kim iade ediyor (ölüp ortadan kalkan şeyleri yeniden yaratıyor)? Sizi gökten ve yeden kim rı- zıklandırıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? De ki: "Eğer doğru iseniz delilinizi getirin."^ tarzındaki ifadeler, konuya ilişkin oldukça çarpıcı olanlardır. Söz konusu âyetlerde insanlar, etraflarında cereyan eden, ancak pekçoğundan belki haberdar olmadıkları olaylar üzerinde düşünmeğe ve böylelikle sonunda doğruya ulaşmağa teşvik edilmişlerdir. Zâten medenî insanlara galip gelmek ancak ikna ile olur, zorbalıkla değil. Bu sebeple de mü’minler, Kur’an’ın davet metodlarından olan "ikna metodu "nu kullanarak insanlara yaklaşmalılar, zorbalığı, ikna edici deliller getirmeksizin başkalarına yaklaşmayı terketmelidirler.
5. İnsanî Duygulara Hitap Etme
İnsan, korku, sevgi, gelecek endişesi taşıma, heyecan,’sonsuz yaşama arzusu, taklid gibi çeşitli duygulara sahiptir. Yine insanların hepsinde, bahsi geçen duygular aynı ölçüde olmayıp farklılık
arzetmektedir. Bazılarında korku, bazılarında sevgi, bazılarında bekâ arzusu, bazılarında güzel şeylere karşı aşırı ilgi vs. daha ön plândadır. Yüce Yaratıcı, insanları ıslah ederken, bu gibi duygulardan istifade ederek onları kendisine inanmağa davet etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de, insandaki duyguları harekete geçirecek, onun duygusallığının çeşitli yönlerini tahrik edecek, gönülerin iştiyakla arzulayacağı veya korkudan ne yapacağını şaşıracağı değişik tasvir ve haberler vardır. Ancak Kur’an’ın bütün bunları sunmasındaki hedefi, insanlara lüzumsuz bazı tasvirler yapıp, onları hayal âleminde yüzdürme değil, onları ıslah etme, Kur’an gerçeklerini kendilerine aktarmadır. Hiç kimsenin İslâm davetinin dışında kalmaması için Kur’an, bütün insan tiplerinin duygularına hitap edip, onlara daha kolay te’sir etmesi için, bütün bu metodları kullanmıştır.
Kur’an-ı Kerim, söz konusu metod doğrultusunda insandaki bazı şeylere karşı duyulan sevgi duygusundan hareketle, inananlara cennette hazırlanmış nimetlerden bahsetmiştir. İnananlara vadedilen cennetin özellikleri/27^ oradaki kuşlar, bazı nimetler, şarap, hûriler26 27 (28) bunlardan yalnızca bir kaçıdır. Bunlar, normal bir insanın bunlara karşı şiddetli bir arzu ve alâka duymaması, duyup da onlara ulaşmak istememesi düşünülemeyecek bir üslûp içinde anlatılmıştır.
İnsanlardaki korku duygusundan hareketle, cehennemin varlığı, orada insanların başlarına gelecek acı durumlar,29 geçmiş dönemlerdeki ümmetlerin başlarına gelen bazı korkunç azaplar hatırlatılarak , (30) iyi birer insan olmaları ve kimseye zarar vermeksizin bu dünyadaki yaşantılarını tamamlamaları yeğ- lenmiştir.
İnsanlardaki bekâ duygusundan hareketle, şehitler, onların ulaşacakları makam ve mertebeler dile getirilmiş/3 böylece vatan ve din korunma altına alınmış, bu konuda insanlar gerektiği gibi yetiştirilmiştir. Yine insanlardaki taklid duygusu göz önüne alınarak, iyi insanların örnek alınması istenilmiş, böylece iyilerin takibi neticesinde sağlam nesillerin yetişmesi sağlanmıştır. Meselâ: "De ki: "Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayan ve merhamet edendir."^, "İşte onlar, Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Onların yoluna uy ve de ki: "Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece bütün âlemlere bir öğüttür. ve "Andolsun Allah’ın Elçisinde sizin için Allah’a ve âhiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek vardır."^ meâlindeki âyetler, bu hususa ilişkin ifadelerden bazılarıdır.
Kur’an’ı kendisine bir düstur edinen insanların da, aynı prensiplere riâyet edip, insanları gerçeklere davet ederken, onların mizaçlarını dikkate alarak, ona göre hareket etmeleri, herkesin karakterine göre söz söylemeleri ve problemlerine çözüm sunmaları gerekir ki, kesin ve güzel bir netice alabilsinler. Mizaçlara göre, bazı kişiler cehennemle ilgili haberlerden öğüt alırlar, bazıları cennete dair tasvirlerden etkilenirler, bazıları başa gelebilecek belâlardan kendilerini sakınmak isterler, bazıları iyi insanları takip etmekten hoşlanırlar veya bütün bu farklı şeyleri farklı zamanlarda bir şahsın üzerinde uygulamak gerekebilir. O zaman böyle bir metod kullanıldığında, sadece bazı kimseler değil veya bir şahsın sadece bir yönü değil, bütün insanlar yahut bir insanın bütün yönleri nazarı itibara alınmış olur ki, bu, gayet mükemmel bir ıslah tarzıdır. Ve Kur’an da bunu uygulamıştır.
6. Dünya-Ahiret Dengesi
Kur’an, insanlara yaşanamaz ve uygulanamaz bir hayat tarzı sunmamakta, aksine o, kabul edildiği takdirde yaşanılabilir ve uygulanabilir bir yaşam şekli getirmektedir. O, insanların hem maddî, hem de manevî yönlerini doyurmaktadır. Kur’an, insanlığı ne yalnızca madde ve ne de mananın içine atıyor. Bilâkis ikisini bir kuşun iki kanadı olarak görüp, ona göre önerilerde bulunuyor .Yani o, dünya ve âhireti dengeli bir şekilde götürmelerini tavsiye ediyor. Dünya için âhireti, âhiret için de dünyayı feda ettirmiyor. Bu dünya fâni ve zâil olmasına rağmen, burasının imarını da inananların üzerine yükleyip, dünyayı âhiretin bir tarlası görüyor. Kur’an, ne Hrıstiyanlık’taki gibi sadece âhireti, ne de Yahudilikte olduğu gibi yalnızca dünyayı öne çıkarmayıp, ona, birisi olmazsa diğeri de olmaz nazânyla bakıyor. Kur’an-ı Kerim’deki:
"Nihayet hac ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman, önceleri babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan kimisi: "Ey Rabb’imiz! Bize dünyada ver!" der. Onun için âhirette hiçbir kısmet yoktur. Yine onlardan: "Ey Rabb’imiz! Bize dünyada bir güzellik ve âhirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru!" diyenler vardır. İşte onlar için, kazandıklarından bir nasip vardır.."^ "Allah’ın sana verdiği (bu servet) içinde âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma..."^ ifadeleri bu dengeye işaret etmektedir.
Zaten İslâm’da insanın dünyadan tamamen çekilmesi ve kendini ibadete vermesi istenmediği gibi, aynı zamanda kendini tamamen maddeye kaptırıp, onun arkasından devamlı koşması da tavsiye edilmemiştir. Bilâkis dünyâ- ukbâ uygunluğu, dünyanın âhirete bir tarla kılınması tavsiyesinde bulunulmuştur. Mü’minin dünya ve âhiret mutluluğunu beraber istemesi,(37) Kârûn gibi sadece dünyaya takılıp ka-
lınmaması/38) ama bununla birlikte, çeşitli nimetlerden istifade edilebilmesi^35 36 37 38 39 40) de, yine îslâmın prensipleri arasındadır. (40)
İnsanın fıtratında mala karşı büyük bir hırs vardır. Bu hırsını yenmesi ve onu tamamen terketmesi çok zordur. Diğer taraftan az da olsa bazı insanlarda da dünyaya karşı bir boş verme, önemsememe vardır. Her ikisi de uç noktaları teşkil etmektedir. Birincisinde insan, bir Firavun veya Kânın olup çıkarken, ikinci durumda, dünyanın zalim ve cebbarlara terkedilip yaşanmaz bir hal alması vardır. Kur’an bu ikisini de reddetmiş, orta yolu göstermiştir. Böy- lece her iki uç noktanın aşırılıklarını törpülemiş ve onlan herkese faydalı bir konuma getirmiştir. Hz. Peygamberin şu örnek davranışı da, dünya-âhiret dengesini gösteren güzel bir misaldir: Bir defasında ashaptan üç kişi, Resûlullâh’ın ibadetini sormak için onun hanımlarının yanına gitmişlerdi. Bunlara Hz. Peygamberin ibadeti haber verilince güya bunu az görerek: "Biz nerede, Resûlullâh nerede? Muhakkak ki Allah, Peygamber’inin geçmiş olan ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan bütün günahlarını mağfiret etmiştir." dediler. Sonra da içlerinden birisi: "Ben geceleri daima namaz kılacağım." dedi. Diğeri: "Ben de her zaman oruç tutacağım." dedi. Üçüncüsü de: "Ben de kadınlardan ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim." dedi. Onlar bu söz üzerindeyken Resûlullah bunların yanına gelerek: "Siz şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz değil mi? Fakat şunu iyi biliniz ki: Ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve korunanızım. Bununla beraber ben kâh oruç tutarım kâh tutmam. Gecenin bir kısmında namaz kılarım, bir kısmında uyurum. Kadınlarla da evlenirim. (îşte benim sünnetim budur.) Her kim benim bu yolumdan yüz çevirirse, benden değildir."*41) buyurdular.
Kur’an’ın bu metoduyla ilgili olarak inananlara özellikle de toplumu İslahla uğraşanlara düşen, insanlardaki bu iki yönü iyice kavrayıp, uğraştıkları insanların madde-mânâ dengesini iyi ayarlamaları, ne tamamen dünyadan soğutma ve ne de tamamen âhireti bir kenara koyma düşüncesinden uzaklaştırmamaları, böylelikle yetişen insanların ne birer canavar kesilip, her fırsatta toplumu sömürmeye kalkan birer fırsatçı, ne de bir kenara çekilip tembel tembel oturan birer asalak haline gelmelerine fırsat vermemiş olurlar.
7. Önemli Konuların Tekrarlanması
Herhangi bir şeyin tekrarlanması, tekrar dile getirilmesi veya çok sevilse de bir yemeğin tekrar tekrar yenmesi insanın hoşuna gitmez. Tekrar, insanın hem kulağına hoş gelmez, hem de kafasını şişirir. Okuduğumuz bir kompozisyon, şiir veya romanda aynı şeylerin defalarca dile getirilmesi okuyucuyu bıktıran bir durumdur. Ayrıca bunların bir de aynı cümlelerden meydana geliyor olması daha da sıkıcı şeylerdir. Fakat aynı sıkıcılığı Kur’an’da
görmemiz imkânsızdır.
Kur’an’da, üzerinde ciddiyetle durulması gerekli görülen mühim meseleler devamlı olarak tekrarlanmıştır. Böylece Kur’an, insanların âsi tabiatlarına ve ürkek nefislerine nüfûz eden bir yol bulmuş, kendine ısındırmış ve böylece bir sulh ve sükûn ortamı hâsıl olmuştur. Bunun en güzel örneklerinden birisi, Kur’an’ın, tevhîd, akîde ve inancını yerleştirmek, şirkin yarasını da tedâvi etmek için, müteaddit defalar, bazan tasrihler yaparak, bazan imalarda bulunarak, bazı defa veciz, bazan da uzunca bu tekrar vasıtasını kullanmış olmasıdır^42). Kur’an’da, bazı cümlelerin, kelimelerin, kıssaların, değişik yerlerde tekrarlandığı görülür. Ancak bütün bu tekrarların bir gayesi ve hedefi vardır. Ve okuyanı asla sıkmamaktadır. Bazan bir sûrede birçok tekrar olmasına rağmen, insanı bıktırıp usundırmaz. Hatta okuyan veya dinleyen, bir sonraki tekrarda, bir öncekinden daha farklı şeyler hisseder. Meselâ tevhidi bir surede bile çokça tekrar eder. Ancak her zaman onun ayrı bir tarafını ele alır. Bunun için bazan bir yönünü uzunca ele alıp, diğer yönünü kısa geçer. Bazan mücerred olarak akideyi takdim eder, bazan bunun arkasından bir delil getirir; bazan darb-ı meselle bunu anlatır; bazan da bir kıssanın arasında zikreder. Kur’an’daki tekrarların çeşitli maksat ve hedeflere göre farklı üslûpları vardır. Söz konusu hedeflerden biri, bir şeyi pekiştirmek ve dinleyeni çarpıcı bir şekilde etkilemektir.
Meselâ: "kellâ sevfe talemûne sümme kellâ sevfe talemûn"
"Hayır! Yakında bileceksiniz. Yine hayır! Yakında bileceksiniz (hatanızı)-"(43)
Burada aynı ifadenin iki defa tekrar edilmesi te’kid içindir. Aynı zamanda bu, tehdit üstüne tehdittir. Nitekim biz de nasihat ettiğimiz birisine: "Ben sana demedim mi, demedim mi ben sana böyle yapma..." deriz/ 44
vema edrâke mâ yevmüdddin sümme mâ edrâke mâ yevmüddîn
"Ceza gününün ne olduğunu sen bilir misin? Evet, bilir misin nedir acaba o ceza günü?(45
Buradaki tekrarda da, ceza gününün büyüklüğü ve dehşeti anlatılmak isteniyor ve karşıdakinde bir tesir ve etki meydana getirilmek hedefleniyor.
Söz konusu hedeflerden biri de, ta’zim ve korku uyandırmak içindir. Kur’an-ı Kerim’deki bazı ifadeler, anlatılan şeyin büyüklüğü ve ondan insanların çekinip kendilerini korumaları için tekrar edilmiştir. Buna örnek olarak şunları verebiliriz:
"el-Hâkkatü? Me’l-Hâkkatü? Vemâ edrâke me’l-Hâkkatü?" "Gerçekleşen. Nedir o gerçekleşen? Evet, gerçekleşenin ne olduğunu acaba sen bilir misin?46.
"el-Kâriatü. Me’l-Kâriatü? Vemâ edrâke me’l-Kâri’ah?" "Kapıları döven... Nedir o kapıları döven? Kapıları döven o müthiş hâdiseyi sen nereden bileceksin ki?" )47
Kâri’a, kıyametin isimlerindendir.
Burada tazim ve korkutma maksadından tekrar edilmiştir. Yani kıyametin o dehşetli anının özelliklerini henüz anlatmadan, karşıdaki muhataplara, meydana gelecek o dehşetli olaylar hissettirilmiştir.
Tekrardaki diğer bir hedef de şaşkınlık ve hayranlık uyandırmak içindir. Bazan da tekrar edilen ifadeyle, muhatapların hayretleri uyandırılmak istenmiştir. Buna örnek olarak şu âyeti verebiliriz:
innehû fekkera ve kaddera fe ku- tile keyfe kaddera Sümme kutile keyfe kaddera? "Zira o düşündü taşındı, ölçtü biçti. Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti? Hay kahrolası nasılda ölçtü, biçti!,48
Bu ifadeler, kelimeleri değil, sanki bir fırçanın resim yapması hatta ondan da öte âdeta bir film sahneleri gibi zikri geçen bu adamın hareketlerini gözler önüne seriyor. Evela düşünüp taşındı, sonra da "kahrolası" hükmüne muhatap oldu. "Nasıl da ölçtü biçti?" denilerek de alay edilmekte ve onun bu durumu hayretle karşılanmaktadır. Devamında da hakkmdaki beddua ve istinkâri durum iyice ortaya çıksın diye tekrar edilmektedir^49). Yani onun bu durumu son derece yadırganmış ve böylece azabı hak ettiği vurgulanmıştır.
Ayrı bir gaye de, insanları iyice uyarmak ve muhatapta hüsn-ü kabul bulmaktır. Kur’an-ı Kerim, bazan da karşıdakinin dikkatini iyice uyandırmak ve onda bir tesir icrâ etmek için bazı kelimeleri bir veya birbiriyle ilgili iki cümle içerisinde tekrar eder..Buna örnek olarak:
"İnanan (adam) dedi ki: "Ey kavmim, bana uyun, sizi doğru yola götüreyim. Ey kavmim, bu dünya hayatı (kısa) bir geçinmedir. Âhiret ise ebedî olarak durulacak yerdir.”^ âyetlerini verebiliriz. Burada iki defa "Ey kav- mim" geçmekte ve bununla karşıdaki muhatap uyarılmakta, söylemek istediği şeyi iyice dinlemesi için onun dikkatleri çekilmektedir.
Diğer bir hedef de söz uzadığında onu yeniden hatırlatmak içindir. Kur’an’da bazan cümleler uzun olabilir. Bu durumda muhataplar başta söylenilen şeyi unutabilir veya dikkatleri dağılmış olabilir. Böyle bir duruma düşmemek için, bazı kelimeler cümlenin orta veya sonunda yeniden tekrar edilmiştir:
"Sonra Rabb’in şunlardan yanadır ki, cehaletle kötülük işlediler, sonra onun ardından tevbe ettiler, uslandılar. Bun(u yaptık)dan sonra Rabb’in (böy- leleri için) elbette bağışlayan ve merhamet edendir.”^
"Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten (taşlananların, sakın sakın onların azaptan kurtulacaklarını da sanma; elem verici azap anlaradır."(5->
Tekrardaki ayrı bir hedef, tekrarı ilgilendiren bir anlamın yeniden iâdesidir.
Yine Kur’an-ı Kerim’de bazı cümlelerin aynı sure içerisinde belli aralıklarla yeniden tekrar edildiğini görürüz. Bu tekrarlar lüzumsuz ve maksatsız olmayıp, herbirinin ayrı bir sebebi bulunmaktadır. Her bir tekrar, kendinden önceki tekrardan farklı bir durumu ilgilendirmektedir. Mesela Rahmân sûresindeki "Öyleyken, Rabb’inizin hangi ni’metini inkâr edebilirsiniz?"^ ifadesi otuz bir kez tekrar edilmiştir. Bu tekrarların her biri, Cenab-ı Hakk’ın saymış olduğu ayrı bir nimetten sonra söylenmiş olup, bununla, insanların ve cinlerin bu nimetleri hatırlamaları, Yaratıcı’larına şükretmeleri ve görevlerini unutmamaları amaçlanmıştır.
Yine aynı şekilde Mürselât suresinde: "Yalanlayanların vay haline o gün!"(54) ifadesi on kez tekrar edilmiştir. Bunun, her âyette tekrarlanmadan önce geçen konunun ifade ettiği manaya göre düşünülmesi gerekir. Meselâ birinci geçtiği yerde hüküm gününü, İkincide suçlulara yapılacak azabı, üçüncüde Allah’ın ilmini ve gücünü, dördüncüde insanoğlunun muhtaç ve sınırlı bir güce sahip olduğunu, İlâhî kudretin her şeyi kapladığını ve Allah’ın nimetini inkâr mânâları ile ilgilidir/50 51 52 53 54 55^
Anlaşıldığı üzere Kur’an’da bir takım ifadeler tekrar edilmektedir. Bu bazan bir kelime, bazan bir cümle olabilmektedir. Ancak bütün bunların bir hedefi ve gayesi vardır. Yoksa onların yerine başka kelime veya cümleler bulunamadığından böyle bir duruma başvurulmuş değildir. Ancak bu tekrarların muhatapları bıktırması bir yana, onları daha fazla etkilemekte ve tekrarının lüzûmunu hissetmektedirler. Bu metoduyla Kur’an, ıslah ettiği kimseleri mükemmel bir şekilde eğitmek, günümüz ifadesiyle pedagojik formasyonu tam bir öğretmen edâsıyla öğrencilerini yetiştirmek ve onlara vermek istediği faydalı bilgileri daha iyi aktarmak amacını gütmüştür.
Kur’an’ın bu metodundan alacağımız derse gelince şunları söyleyebiliriz: İnsanlar yaratılış itibariyle unutkan, dalgın ve kafalarını bir konuya teksif edemeyebilirler. Onun için de, öğretici ve eğitici konumunda olan kimseler, muhataplarına birşeyler anlatırken, onları etkilemek, dikkatlerini çekmek, onları hayrete sevketmek, bir konuyu iyice pekiştirmek gibi yolları deneyip, bazı cümleleri veya ifadeleri yerine göre tek- rarlamalıdırlar. Ta ki onların kafasına iyice yerleşsin ve maksat hasıl olsun.
8. Konu Çeşitliliği Ve Zenginliği
İnsanlar, kitap yazarken konuyu çeşitli bölümlere, başlıklara hatta alt başlıklara ayırarak yazmışlardır. Bu me- todla meydana getirilen kitaplar, her konuyu ihtivâ etmeyip, mahdut birkaç meseleyi ele almaktadır. Ancak Kur’an’ın, insanları ıslah ederken kullanmış olduğu metod bu husuta bunlardan çok farklıdır. Onda, alt alta konular, başlıklar, alt başlıklar bulunmamaktadır. Konu yönünden bir hayli zengindir. Bir surede, hatta bazan bir âyette farklı konular işlenmektedir.
Yemek yerken sofraya oturup da çeşitli yemekler yediğimizde değişik lezzetler aldığımız gibi, gerçekten anlayarak Kur’an’ın herhangi bir suresini veya bölümünü okuduğumuzda, çeşitli tadlar, lezzetler ve zevkler alırız. Zâten insan aynı yemeği yediğinde bıktığı gibi, aynı konuları okuduğunda da bıkar. Kur’an, insanları bıktırmamak, dikkatlerini hep uyanık tutmak ve onları çekmek için bu üslubu seçmiştir. Ayrıca insanlar Kur’an’ın tamamını kısa bir sürede okuma fırsatı bulamayabilirler. Fakat okumuş oldukları bir surede, belki de Kur’an’daki pek çok meseleyi özetle görmüş olurlar.
Kur’an âyetleri, güzel ahlâkın her çeşidini, kâinattaki üstün hikmetin kanunlarını, insanlığın ferdî ve sosyal hayatının prensiplerini, ilimlerin köklerini ihtivâ edip, bu kadar çeşitli ve birbirinden uzak meselelere temas ettiği halde herhangi bir karışıklığa meydan vermemesi, onun i’cazını gösterir. Kur’an’a bakıldığında, onun, insanın vazifelerinden, kâinat ve kâinatı yaratan’dan, göklerin, yerin, dünyanın, âhiretin,. geçmiş ve geleceğin, ezel ve ebedin bütün meselelerini ihtivâ ettiğinden, yeme, yatma ve konuşma âdâbından, insanın kabre girmesinden, orada karşılaçacağı hallerden, cennet ve cehennemin durumundan, yaratılışın başlangıcında göklerin bir duman oluşundan, her canlının sudan yaratılışından, dünyanın imtihan için yaratıldığından, beşer tarihinden, Hz. Adem’in bedeninin yaratılıp meleklerin ona secdesinden, iki oğlunun kavgasından, Nûh tufanına, Firavn’un boğulmasına kadar, göklerin ve yerin bitişik (retk) halinde bulunduktan sonra ayrılmasından, kâinatın genişlemesine ve onların kıyâmette Cenab-ı Hakk’ın iradesiyle düriilmesine kadar, her insanın parmak uçlarındaki farklılıktan, öldükten sonra aynı şekilde yaratılmasına kadar...pek çok konudan bahsettiği görülür.
Aşağıda mealleri verilen âyetler, Kur’an’ın muhteva zenginliğine birer örnek teşkil etmektedir:
"De ki: "Rabb’imin sözL i(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa, Rabb’imin sözleri tükenmeden önce deniz tükenir.” Yardım için bir o kadarını daha getirsek (yine yetmez)-56 "Allah, O’tıdan başka tanrı olmayan, Kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak O’nundur. O’nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, (insanlar ise) dilediğinden başka, ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Kürsîsi, hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O’na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.
"(Ey insanlar) Sizi yaratmak ve tekrar diriltmek, tek bir insanı yaratıp tekrar diriltmek gibidir. Şüphesiz Allah işitendir, görendir."^ "Allah’ı lâyık olduğu gibi bilip takdir edemediler. Halbuki kıyâmet günü bütün yeryüzü O’nun avucu içindedir; gökler de sağ elinde dürülmüştür. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir."^ "Hani Rabb’in meleklere: "Ben yeryüzünde (emirlerimi icrâ edip Benim adıma iş yapacak) bir halîfe (insanoğlu) yaratacağım” demişti."^
"İnsan, kemiklerini bir araya top-
layamayacağımızı mı sanıyor? Evet toplarız; Biz onu, parmak uçlarına varıncaya kadar bütün incelikleriyle yeniden yapmaya kâdiriz"^ "İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi?" (62) "Tufanın sonunda: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de suyunu kes!" denildi. Su çekildi, iş bitirildi."^ "Ey îman edenler, ellerinizin altında bulunanlar (köleler, hizmetçiler) ve henüz erginliğe ermemiş çocuklarınız, şu üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: sabah namazından önce, öğleden sonra elbisenizi çıkar(ıp yakacağınız vakit ve yatsı namazından sonra...
"Güneş dürüldüğü zaman, yıldızlar kararıp döküldüğü zaman, dağlar yürütüldüğü zaman, on aylık gebe develer başı boş bırakıldığı zaman, vahşî hayvanlar bir araya toplandığı zaman, denizler kaynatıldığı zaman... cehennem alevlendirildiği zaman, cennet yak- laştırıldığı zaman, işte o zaman, her can ne yapıp getirdiğini bilir.
Kur’an’ın ıslahta kullanmış olduğu bu metoddan hareketle inananlara düşen, muhataplara birşeyler anlatırken, sadece belli konuları değil, ilgili ve gerekli her konuyu, kıymetine ve derecesine, zaman ve zeminine göre anlatmalı, böylelikle muhatabın belli bir meseleyi dinlemekten sıkılıp ilgisiz kalmasını önlemelidir. Bu, aynı zamanda muhatabın ilgisinin çekilmesini, her okuduğu ve dinlediği yeni şeye dikkat etmesini sağlayacaktır.
9. Kıssalardan İbret ve Öğüt İçin İstifade Edilmesi
Kur’an-ı Kerim, geçmiş ümmetlere ve Peygamberlere âit pek çok hususu anlatır. Ancak o, hiçbir zaman bir tarih I kitabı değildir. Bundan dolayıdır ki o, bunları insanları ıslahta bir metod olarak belli bir üslup ve ifade tarzı içinde ele almış sırf bazı tarihi olayları anlatmak için ifade etmemiştir. Kur’an’ın kendisi de bu gerçeği şöyle dile getirmektedir ki: "Elbette onların hikayelerinde akıl sahipleri için ibret vardır..."^6’) "İbret"; görülenin vâsıtasıyla, görülmeyen şeylere ulaştıran hal ve durum66 (67) olarak tanımlanmıştır. Bu itibarla anlatılan kıssalarla, , insanların, kendi hayatlarına âit birtakım dersler çıkarıp, ona göre hareket etmeleri amaçlanmıştır.
İfade edildiği üzere Kur’an-ı Kerim’deki herhangi bir olay veya hikaye anlatıldığı zaman, amacı sırf târihi bir realiteyi dile getirmek değildir. Bununla, genellikle evrensel bir ahlâk dersi vermek ya da cihan şumûl bir gerçeği açıklamak amacı güdülmüştür. <68> Kur’an’daki kıssalar, sırf kıssa oldukları için değil, ancak öğüt, hatırlatma, susturma, ayıplarını yüzlerine vurma, âhiret azabıyla tehdit, tesellî etme, dayanma ve direnme, güçlerini artırma gâyelerine yönelik olarak söz konusu edilmişitir.
Nitekim detaylı bir târihi bilgi vermeyen, yer yer öğüt, irşâd, müjde ve uyarma biçimiyle gelen bütün Kur’an kıssalarının üsluplarında bu husus apaçık ortadadır/69^ O halde anlatılan bütün kıssalar, insanların yaşamlarına uygulayabilecekleri muhtelif prensipleri içermektedir.
Kur’an kıssalarında, insanları ıslah edecek şu temel unsurlar dikkat çekmektedir. Anlatılan bu kıssalarla insanların ders almaları hedeflenmiştir. İnsan, kıssalarda anlatılan iyi kişileri takdir edip onlara benzemek ister; kötülerden nefret edip huylarından sakınmak lüzümunu hisseder. Çünkü tarihin işleyişinin, her iki grubun âkıbetlerini açıkça ortaya serdiğini görür. Toplumlar, çeşitli özellikleriyle, sadece tarihin uzak bir köşesinde gelip geçmiş birer kavim değil, örnekleri her zaman bulunabilecek birer tip olarak ar- zedilmektedirler.(70) 71 Yukarıda da meâlini verdiğimiz "Elbette onların hikayelerinde akıl sahipleri için ibret var- dır..."W âyeti göstermektedir ki, gerek Hz. Yûsuf ve gerekse diğer bütün kıssalarda, bir ders alma, öğüt alma, kıssadaki insanların yapmış oldukları hatalara düşmeme, iyilerin yolunu tâkip etme gibi dersler çıkarmamız istenmiştir. Bununla da toplumu teşkil eden fertler, aynı hatalara düşmemiş, aynı kötülükleri işlememiş ve iyi insanların başarılı sonlarını görüp, onları kendilerine rehber edinerek, iyi birer fert olmuş olurlar.
Diğer bir hususa gelince o da, kıssaları anlatmak suretiyle onları düşünmeye sevketmektir. Kur’an’da anlatılan kıssaları dinlemek veya onları okumak, insanı düşünmeye sevkeder. Düşünme ameliyesi, akılla yapılır. Kişi aklının bunlarla meşgul ettiğinde, sonunda ’ bir neticeye varır. Bu düşüncesiyle insan, çok çeşitli ibretler ve dersler almış olur. Demek ki, düşünme, aklı çalıştırma ve ders alma, Kur’an kıssalarının önemli bir gayesi durumundadır. Aşağıda mealleri verilen âyetler bu konuda birer örnek durumundadır:
"Nice memleketler vardı ki, zulüm yaparlarken biz onları yok ettik. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır. (Geride) nice terkedilmiş kuyularla, bomboş kalmış yüksek saraylar (bırakılmıştır.) Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalpleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur."W
"Şüphesiz Lut da gönderilen Peygamberlerdendir. Hani biz onu ve âilesinin tamamını kurtarmıştık. Ancak geride kalıp batanlar içinde kalan yaşlı bir kadın hariç. Sonra diğerlerini helak etmiştik. Ve siz elbette sabahleyin ve geceleyin onlara uğrar ve üzerlerinden geçersiniz. Hâlâ akıl edip düşünmez misiniz?
Konumuzla ilgili Kur’an’ın kıssalardaki hedeflerinden bir diğeri ise, insanların kalplerini sağlamlaştırmadır: "Peygamberlerin haberlerinden kendisi ile kalbini (tatmin) ve tesbit etip sağlamlaştıracağımız her çeşidi, sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda, senin için hak, mü’minler için bir öğüt ve hatırlatma geldi. "(74) meâlindeki âyette de belirtildiği gibi, kıssaların bir hedefi de, Hz. Peygamberin Peygamberliğini edâ etme hususunda sabra ve eziyetlere katlanmaya -karşı kalbini sağlamlaştırmaktır. Zira insan, herhangi bir sıkıntı ve musibete maruz kalıp bu hususta başkalarının da kendisi gibi olduğunu görünce, kendi başına gelen bu sıkıntılar daha hafif gelmeye başlar. Binaenaleyh Resûlullah (s.a.s.) bu kıssaları öğrenip de, her Peygamberin ka- vimleriyle olân münasebetlerinin aynı olduğunu anlayınca, kavmirftn eziyetlerine karşı katlanıp sabretmesi daha da kolay bir hale gelir/72 73 74 75) Öte yandan mezkur âyette hitap Hz. Peygambere olsa da, diğer insanlar da buna dâhildir. Yani Kur’an kıssaları anlatılmıştır ki, dünyanın değişik yerlerinde, farklı zaman dilimlerinde insanların başlarına bir kısım belâlar, musibetler, sıkıntılar, çevresindeki insanlar tarafından haksızlıklar gelebilir. Bu durumlardaki insanlar sabretmeli, kendilerini ümitsizlik karanlığına atmamah ve dayanmalıdırlar. Çünkü kendilerinden önceki insanların başlarına da bunların benzerleri gelmiş, ancak onlar bütün bunlara sabretmiş ve sonunda kazanan her zaman için onlar olmuşlardır.
Kur’an’ın bu metodundan hareketle, eğitimcilere düşen şey, eğittikleri insanları kötülüklerden korumak, vazgeçirmek ve uzaklaştırmak istediklerinde kullanacakları yollardan birisi de, daha önce aynı kötülükleri işleyip, sonlan iyi olmayan, dolayısıyla kaybeden bir kısım kimselerin du- rumlannı anlatmak, böylelikle onları kötülüklerden vazgeçirmektir. Aynı şekilde insanlan sabretmeye, zorluklar karşısında dayanmaya, iyi hareketlere teşvike, insanlara yardıma vs. yönlendirmede, tarihte veya günümüzde yaşamış olan iyi şahsiyetlerden bahsedip, onlann ulaştıkları neticeden söz ederek örnek alacaklan model insanlar gösterilmelidir. Böylece insanlar, hem iyi şeylere yönlendirilmiş ve hem de kötülüklerden kaçındırılmış olurlar.
Netice olarak diyebiliriz ki, evrensel prensiplerle gelen Kur’an-ı Kerim, her devirdeki insanların başvuru kitabıdır. Getirmiş olduğu eşsiz metodlarla o, insanları mükemmel bir şekilde ıslah et
meyi, onları topluma yararlı kişiler haline getirmeyi ve böylelikle toplumsal huzuru tesis etmeyi hedeflemiştir. Bunu gerçekleştirmek için de, değişik yöntemler kullanmıştır. Bunlar, üslubundaki mükemmellik, insanlara takdim ettiği prensiplerdeki tedrîcilik, kolaylıkla uygulanabilecek hükümleri getirmesi ve bunları baskıyla değil de ikna ederek sunması, bunların iyice yerleşmesi için insanlardaki çeşitli duygulara hitap etmesi, dünya-âhiret dengesini kurarak onlara yaklaşması, hayatî öneme sahip konuları farklı yer ve zamanlarda değişik üsluplarla tekrar etmesi, içerdiği konuların çok zengin ve herkesi doyurucu olması ve geçmişte meydana gelmiş bazı kıssaları nazara vermesi gibi hususlardır. Böylece Kur’an, insanlan yalnızca bir yönüyle değil, bütün yönleriyle ele almış, değişik açılardan onlara yaklaşmış, her yapıdaki insana ulaşmayı gaye edinmiş ve insanoğluna mükemmel bir örnek ortaya koymuştur. Kur’an’a inananlara düşen, ondaki bu evrensel mesajları en iyi şekilde kavramak ve ondan günümüze âit prensipler çıkarmaktır.
(1) BKZ: Zerkânî, Muhammed Abdulazîm, Menâhilü’l-lrfân fî UIûmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l- ilmiyye, Beyrût 1988,2/331-332.
(2) Taberî, İbn Cerîr, Câmiu’l-Beyân An Te’vîl-i Âyi’l-Kur’ân, Dâr-u-Fikr, Beyrut 1995, 14/194-197;
ibn Kesîr, Ebu’i-Fidâ Ismâîl b. Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîın, Dâr-u Kahraman, 1st. 1992,8/291294; Âlûsî, Şihâbuddin Mahmûd, Rûhu’l-Meânî, Dâr-u İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut 1985, 29/ 123-125.
(3) Fussilet 41/39.
(4) Kâf 50/6/11.
(5) Zerkânî.a.g.e, 2/336.
(6) Draz, Muhammed Abdullah, En Mühim Mes^j Kur’an, (Ter: Suat Yıldırım), Işık Yayınlan, İzmir 1994,s. 110-111.
(7) Akgiil, Mühittin, Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber, (Basılmamış Doktora Tezi),
M.Ü.S.B.EnstitüsU. İstanbul 1997, s. 88.
(8) Buhârî,Fedâilü’l-Kur’ân,6
(9) Salih, Subhi, Mebâhis Fİ Ulûmi’I-Kur’ân, Dersaâdet, 1st. ts.s.57-58.
(10) "Hurma ağaçlarının meyvalanndan ve üzümlerden de içki ve güzel rızık elde edersiniz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için (Allah’ın büyüklüğüne) işaret vardır." Nahl 16/67. Burada içki ve güzel rızık demek sûretiyle, içkiyle güzel rızkın farklı iki şey olup, birinin diğerinin alternatifi olduğu işareti vardır. Ve aynı zamanda güzel rızkın alternatifinin de içki olduğu açıktır.
(11) "Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: "O ikisinde büyük günâh vardır. İnsanlara
bazı faydalan varsa da günâhtan yararlarından büyüktür.." Bakara 2/219. "
(12) "Ey inananlar, sarhoşken namaza yaklaşmayın ki, ne dediğiniz bilesiniz." Nisa 4/43.
(13) "Ey inananlar, şarap, şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’tan alıkoymak istiyor. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?" Mâide 5/90-91.
(14) Hac 22/78.
(15) Bakara 2/185.
(16) Bakara 2/286.
(17) Mâide5/6.
(18) Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, 1st. ts. 2/273-274.
(19) Mesela bunlardan bazıları için bkz: Âl-i İmrân 3/191; Yûnus 10/24; Nahl 16/1L Câsiye45/13...
(20) Bunlardan bazıları için bkz: En’âm 6/80; A’râf 7/3; Gâfir 40/58; Nahl 16/17; Nemi 27/62...
(21) Bunlardan bazıları için bkz: Kehf 18/57; Hûd 11/24,30; Nemi 27/62; Secde 32/22; Fâtır 35/37...
(22) Yûnus 10/101.
(23) Secde 32/26.
(24) Hakka 69/42.
(25) Ğâşiye 88/17-20. ’
(26) Nemi 27/60-64.
(27) Bunlardan bazıları için bkz: Râ’d 13/35; Fürkân 25/24; Hâkka 69/18-24.
(28) Bkz: Vâkıa 56/15-38; İnsan 76/13-22.
(29) Bkz: Tevbe 9/35; İbrahim 14/16-17; Tâhâ 20/74.
(30) Kur’an-ı Kerim’de geçmiş ümmetlerin başlarına gelen pekçok azap hatırlatılmaktadır. Gönderilen her peygamber, kavmi tarafından yalanlanmış, bunun için de Cenab-ı Hakk, peygamberlerine karşı katı bir tutum içerisine girip, hatta zaman zaman onları öldürme teşebbüslerine bile kalkışan bu insanları, farklı şekillerde helâk etmiştir. Bkz: En’âm 6/42-44; Mü’min 41/16-17.
(31) Gerek Kur’an ve gerekse Hz. Peygamberin hadislerinde, şehitlik ve onların ulaşacakları nimetlerden bahsedilmektedir. Bkz: Hadîd 57/19; Âl-i İmrân 3/157.
(32) Âl-i İmrân .3/31.
(33) En’âm 6/90.
(34) Ahzâb 33/21.
(35) Bakara 2/200-202.
(36) Kasas 28/77.
(37) Bakara 2/200-201.
(38) Kasas 28/81.
(39) A’râf 7/31-32,157.
(40) Zuhaylî, Vehbe, el-Kur’ânu’l-Kerim, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1993, s. 57-58,
(41) Buhârî, Nikâh 1.
(42) Zerkânî, a.g.e, 2/388-399; Ayrıca bkz: Karaçam, İsmail, Sonsuz Mûcize Kur’an, Çağ Yayınları, 1st. 1990, s. 394.
(43) Tekâsür 102/3-4.
(44) Râzî, Fahruddin, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru’l- Kütübi’l-llmiyye, Beyrut 1990,32/75.
(45) İnfitâr 82/17-18.
(46) Hâkka 69/1-3.
(47) Kâri’a 101/1-3.
(48) Müddesir 74/18-20.
(49) Kutup, Seyyid, Fî Zilâli’l-Kur’ân, Dâru’ş- Şurûk, Beyrut 1988,6/3757.
(50) Mü’min 40/38-39.
(51) Nahl 16/119.
(52) Âl-i İmrân 3/188.
(53) Rahmân 55/13.
(54) Mürselât 77/15.
(55) Elmalılı, a.g.e. 8/480.
(56) Kehf 18/109.
(57) Bakara 2/255.
(58) Lokman 31/28.
(59) Zümer 39/67.
(60) Bakara 2/30.
(61) Kıyâme 75/3-4.
(62) Enbiyâ 21/30.
(63) Hûd 11/44.
(64) Nûr 24/58.
(65) Tekvîr 81/1-14.
(66) Yûsuf 12/111.
(67) FîrÛzâbâdî, Mecdüddin Muhammed b. Ya’kûb, Besâir-u Zevi’t-Temyiz, el- Mektebetü’l-İlmiyye, Beyrut ts. 4/15.
(68) İkbal, Muhammed, (Bahaddin Sağlam’ın Kur’an Kıssaları adlı eresinden naklen) s. 138.
(69) Derveze, İzzet, Kur’an Cevap Veriyor, (Ter: Abdullah Baykal), Yöneliş Yayınları, 1st. 1988,s. 213.
(70) Yıldırım, Suat, Kur’an-ı Kerim’de Kıssalar, Yeni Ümit Dergisi, Sayı 25, s. 5.
(71) Yûsuf 12/111.
(72) Hacc 22/45-46.
(73) Saffât 37/133-138.
(74) Hûd 11/120.
(75) Râzî, a.g.e, 18/64.