Makale

KUR’ÂN’DA İHLAS KAVRAMI VE MUHLİS İNSANIN VASIFLARI

KUR’ÂN’DA İHLAS KAVRAMI VE MUHLİS İNSANIN VASIFLARI

Dr. İsmail KARAGÖZ
Diyanet İşleri Başkanlığı Müfettişi

GİRİŞ

“İhlas”, müminlere özgü bir nitelik olup, iman ve ibadetlerin kabul olmasının şartlarından biridir. Bu itibarla Kur’an’da “İhlas” üzerinde ısrarla durulmuş, “Dini Allah’a hâlis kılarak ibadet edilmesi” em­redilmiş, (1) ancak “muhlis” olanların şey­tanın iğvasından (azdırıp hak yoldan sap­tırmasından) kurtulabilecekleri bildiril­miştir. (2)

Kur’ân’ın gönderilmesinin hikmetle­rinden biri de insanların, “Dini Allah’a hâ­lis kılarak” ibadet etmelerini sağlamak, onları şirk ve riyadan neticede hüsrana uğramaktan kurtarmaktır. (3)

Şeytana uyarak azan, böylece ihlasını yitiren insanların cehenneme atılacağının bildirmesine karşılık (4) “Ancak Allah’ın muhlis kullarının acıklı azaptan kurtulabilecekleri ve onların nimet (naîm) cennetlerinde ikram görecekleri” müjdelenmiştir. (5)

İnsanın bu müjdeyi yakalayabilmesi, ihlaslı bir mümin olmasına bağlıdır. İnsa­nın “ihlaslı mümin” olabilmesi için de ih­lasın ne olduğunu bilmesi gerekir. Çünkü insan. “ihlas”ın ne olduğunu bilmeden inanç, ibadet, söz, fiil ve davranışlarında ihlaslı olamaz.

İman ve ibadetlerinde ihlası yakalayamayıp şirk ve riya bataklığına saplanan insan; Yüce Allah’ın; “De ki: Size (yaptıkla­rı) işler bakımından en çok ziyana uğrayacak olanları bildireyim mi? Onlar, dünya hayatında bütün çalışmaları boşa gitmiş olan ve kendileri de iyi iş yaptıklarını sanan kimselerdir. İşte onlar, Rablerinin ayetleri­ni ve O’na kavuşmayı inkâr eden, bu yüz­den amelleri boşa çıkan kimselerdir.”(6) buyurduğu kâfir insanların akıbetine uğrar. Bu sebeple iman ve amelinin boşa gitmesi­ni islemeyen insan, İhlasın ne olduğunu bil­meli ve “muhlis mümin” olmalıdır.

Bu çalışmamızda “ihlas” kavramının anlamı ve muhlis olmanın şartları üzerinde duracağız.

I- İHLAS KAVRAMININ ANLAMI

a) Sözlük Anlamı:

“Saf ve hâlis olmak, karışık ve şaibeli olmamak”, “kurtulmak” “ulaşmak” ve “ayrılmak” anlamlarındaki “h.l.s.” kökün­den gelen “ihlas” kelimesi; “bir şeyi halis kılmak”, “halis olmak”, “özünü almak” ve “seçmek” demektir.

“Safi, karışıksız ve sadece bir şeye öz­gü olana” “hâlis”; “bir şeyi halis kılan, bir şeyin özünü alıp seçen ve ihlas sahibi ola­na” “muhlis” denir. (7)

b) Terim Anlamı

Din ıstılahında “ihlâs”; iman, ibadet, itaat, ahlak, amel, dua... gibi her türlü dini görevleri halkın övme ve beğenisini, yer­me ve kınamasını düşünmeksizin sırf Al­lah için iyi ve halis bir niyetle yapmaya; şirk (Allah’a ortak koşmak), nifak (iki yüzlülük), riya (gösteriş) ve süm’a (ibadet­lerini halka duyurma)... gibi şaibelerden uzak, söz, fiil ve davranışlarında samimi ve dosdoğru olmaya denir. (8)

II- KUR’AN’DA İHLAS KAVRAMI

İhlas kavramının kökü ve türevleri Kur’an’da “halasa”, “ahlasa”, “istahlasa”, “halis”, “muhlis” ve “muhlas” şeklinde 30 ayette geçmiştir. Bu kelimelerin anlamları­nı şöyle özetleyebiliriz:

1. Bir âyette geçen "halasa", insanlar­dan ayrılmak, bir kenara çekilip yalnız kalmak” (inferede, i’tezele), aralarına kim­seyi almamak anlamındadır. (9)

“Ondan (Bünyamin’den) ümitlerini kesince (Yusuf’un kardeşleri, meseleyi) gizli görüşmek üzere insanlardan ayrılıp bir kenara çekildiler, baş başa kalıp araları­na kimseyi almadılar (halasû).” (10)

2. Bir ayette geçen “istahlasa” kelime­si, “bir insanın birisini kendisine has ele­man yapmak istemesi” anlamındadır. (11)

Mısır hükümdarı Velid b. Reyyan, gör­düğü bir rüyayı yorumlaması için Yusuf (a.s.)’u hapisten çıkarıp yanına getirmesi ile ilgili olarak şöyle denilmektedir:

“Kral dedi ki: “Onu bana getirin, onu kendime özel danışman yapayım...” (Yu­suf, 12/54).

3- İki ayette geçen “ahlasa” kelimesi, iki anlamda kullanılmıştır:

a) “Seçmek” ve “ihlasa erdirmek”.(12) İbrahim, İshak ve Yakup peygamberle il­gili olarak yüce Allah şöyle demiştir:

“Biz onları özellikle ahiret yurdunu düşünen kimseler olarak seçip ihlasa er­dirdik.” (Sad, 38/46)

b) “İman, ibadet, itaat ve her türlü ameli Allah a özgü kılmak, sadece O’nun rızasını gözetip başka bir amaç gütmemek, nifak, şüphe, şirk, riya ve sum’ayı terk etmek” (13).

Yüce Allah, Nisa suresinin 145. ayetinde, “Münafıkların cehennemin en alt tabakasında olacaklarını, onlara asla yar­dımcı bulunamayacağını” bildirdikten sonra 146. ayette dört özelliğe sahip olan­ların nifaktan kurtulabileceklerini beyan etmiştir. Bu özelliklerden birisi de “dinde ihlastır.

“Ancak tevbe edenler, hallerini ıslah edenler. Allah’a sımsıkı sarılanlar ve din­lerini (iman ve ibadetlerini) yalnız Allah için yapanlar hariç. Bunlar, müminlerle beraberdirler. Allah, müminlere büyük mükâfat verecektir.”

4- Yedi ayette geçen “hâlis/halisa” ke­limesi. “Bir şeyin sadece bir şeye veya bir kimseye has/özgü olması, safi, katıksız ve şaibesiz” demektir. (14)

Şu iki ayeti örnek olarak verebiliriz:

a) “Deki: “Allah’ın kulları için çıkardı­ğı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti? De ki: “Onlar dünya hayatında müminlerindir. Kıyamet gününde ise sadece (müminlerindir). İşte biz, bilen bir toplum için ayetleri böyle açıklıyoruz.” (A’raf. 7/32).

Ahirette nimetlerin sırf müminlere özgü olduğunu, dünyada olduğu gibi ahirette de Allah’ın nimetlerinden kâfirlerin de yararlanamayacaklarını “halisa” keli­mesi ifade etmektedir.

b) “Kuşkusuz hayvanlarda da sizin için büyük bir ibret vardır. Zira size, onla­rın karınlarındaki dışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca ge­çen hâlis (safi ve katıksız) süt içiriyoruz.” (Nahl. 16/66) (15)

“Hâlis süt”; kanın rengi ve fışkının ko­kusu bulaşmamış, saf ve temiz sütü ve berraklığı ifade etmekledir. Bu mananın “din­de ihlâs” ifadesi ile eş anlam ilişkisi vardır. Yüce Allah; “Dikkat edin halis din yalnız Allah’ındır.” (Zumer, 39/3) buyurmuştur.

“Halis din”den maksat, tevhid esasına dayanan İslam’dır. Katâde b. Diâme (ö. 117/735) “elâ lillahi’d—dîni’l—hâlis” cümlesini “şehadeti en lâilâhe illallah” (Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik etmek) diye tefsir etmiştir. (16)

5- 11 ayette “muhlis”, 10 ayette de “muhlas” kelimesi geçmiştir. Kıraat imamlarından İbn Kesîr (Ö.120/737), Ebu Âmr b. el—Alâ (Ö. 154/771), Abdullah İbn Âmir (Ö. 118/736) ve Ya’kûb b.İshâk, Kuran’da geçen bütün “muhlas” kelime­lerini “muhlis” şeklinde okumuşlardır. (17)

Kur’ân’da “muhlis” kelimesi, “terim anlamı” bölümünde zikrettiğimiz vasıflara hâiz ihlas sahibi mümin anlamında, “muhlas” kelimesi ise; peygamberlerin ve müminlerin sıfatı olarak (19) kullanıl­mıştır.

Peygamberlerin sıfatı olarak “muhlas”; nübüvvet ve risalet görevi ile seçilmiş, şirk, küfür, nifak ve büyük günahlardan korunmuş ve Allah’ın kendilerini itaat ko­nusunda ihlasa erdirmiş olduğu kimseler anlamında; müminlerin sıfatı olarak “muhlas” ise; iman ve ibadet konusunda ihlasa erdirilmiş, şirk ve küfürden, sapıklık ve dalaletten, şeytanın iğvâsından ve İlâhî azaptan korunmuş seçkin mümin anla­mındadır. (20)

III- İHLÂSIN HAKİKATI

İnsanın her türlü ibadet ve itaatinde kalbini ve niyetini Allah’ın rızasının dı­şındaki bütün duygu ve düşüncelerden maksat ve hedeflerden uzak tutması (21), amelini ve fiilini insanların mülahazasın­dan arındırmasıdır. (22)

“İhlas”, Allah ile kul artısında bir sırdır. Öyle bir sır ki, onu melek bilemez ki yazsın, şeytan bilemez ki ifsad etsin, heva ve heves bilemez ki meyletsin. (23) Çünkü İh­las, kalbe ait bir ameldir. (24) Bu itibarla ira­de, kasıt ve niyetle doğrudan ilgisi vardır. İhlası anlayabilmek için niyetin mahiyeti­ni ve ihlas-niyet ilişkisini iyi kavramak gerekmekledir. Çünkü ihlassız amel mak­bul olmadığı gibi, niyetsiz amel de mak­bul değildir. Peygamberimiz (s.a.v.): “Ameller ancak niyet iledir (niyetlere gö­re değerlendirilir). Herkese ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Resulüne ise (onların rızası için) onun hic­reti Allah ve Resulünedir. Kim hicretini dünyalık elde etmek veya bir kadınla ev­lenmek için yaparsa onun hicreti de ni­yet ettiği şeyledir.”(25) buyurmuştur.

Niyet o kadar önemlidir ki, insanın inanç, söz, fiil ve davranışları bu niyete göre değer kazanır. Peygamberimiz (s.a.v.): “Müminin niyeti amelinden hayırlı­dır.” (26) “İnsanlar (kıyamet günü) niyetlerine göre haşr olunacaklardır.” (27) buyur­muştur.

Niyet, iyi veya kötü olabilir. İnsan bu iyi niyetine veya kötü niyetine göre se­vap veya günah kazanır. (28) Nitekim Pey­gamber (s.a.v.). “İki müslüman kılıçlarıyla buluşup (dövüştüklerinde) ölen de öldüren de cehennemdedir.” buyurmuştur. (Ahnef b. Kays) diyor ki, “Ya Rasulallah! Şu katil Cehenneme gidiyor, onu anladım, maktule ne oluyor da cehenneme gidiyor” dedim. “Çünkü O da arkadaşını öldürmeye çok hırslı idi.” buyurdu demiştir. (29)

Bir amel, üç şey ile meydana gelir: “İlim“, “irade” ve “güç”. İnsan; bilmediği­ni isteyemez, istemediğini yapmaz, istedi­ğini yapabilmesi, gücünün bulunmasına bağlıdır. Bu sebeple amelin meydana gele­bilmesi için önce ilim, sonra irade bulunması gerekir: İradenin fiiliyata geçmesi için de güce ihtiyaç vardır. Güç, “bir şeye kalbin meyletmesi demek olan “irade”nin hizmetçisidir. “İrade”de bilgi ve inanca bağlıdır. İşte “niyet”; iradeye uygun olan şeye kalbin meyletmesidir.

İnsanı harekete geçiren “kuvvet”, niyet edilen maksattır. İradeye hizmet eden gücün harekete geçmesi ise “amel”dir.

Amelin meydana gelmesi bazen bir bazen iki sebeple olur. İki sebep bulundu­ğu vakit, ya iki sebep birlikte veya her bi­ri ayrı ayrı amelin ortaya çıkmasında mü­essirdir. Veya iki sebepten biri gerçek mü­essir diğeri de buna yardımcıdır. Şimdi bunlara birer örnekle açıklık getirelim.

1. Ameli, tek sebep meydana getirebi­lir. Mesela bir insanın her hafta pazartesi ve perşembe günleri sünnete uymak ve Al­lah’ın rızasını kazanmak için oruç tutması gibi. Bu insanın Allah’ın rızasını kazan­manın dışında başka bir maksadı ve niye­ti yoktur. İşte bu “niyet” halistir. Bu halis niyete uygun olarak yapılan amel ise “ihlas”tır.

2. Ameli, iki sebep ayrı ayrı veya bir­likle meydana getirebilir. Mesela bir insa­nın kendisinden yardım isleyen fakir akra­basına hem fakirlerin de akrabası olduğu için yardım etmesi gibi... Yardım isteyen kimse fakir olmayıp da sadece akrabası ol­saydı veya akrabası olmayıp da sadece fa­kir olsaydı yine yardım edecekti. “Akraba­lık” veya “fakirlik”, “yardım” için müstakil birer sebeptir. Ancak bu yardımın yapıl­masında iki sebep birleşmiştir.

3. Ameli, ancak iki sebep birlikle mey­dana getirebilir. Mesela bir insanın hem övülmek hem de sevap kazanmak için sa­daka vermesi gibi… Sadece “övülmek” veya sadece “sevap kazanmak” söz konusu olsaydı sadaka vermeyecekti. İki sebep birleştiği için sadaka verdi. Bu sebepler­den sadece birisi iradeyi harekete geçirme­ye yetmemekledir.

4. Ameli bir sebep meydana getirir, ikinci sebep birincisine destek olur, ameli kolaylaştırır. Mesela bir insanın, belirli bir zamanda bir ibadeti itiyat haline getirmesi ve bu ibadetini insanlar gördüğü zaman daha iştahla ve kolaylıkla yapması gibi… Bu kimse, insanlar görmediği zaman da bu ibadeti yapmaktadır. İnsanların görmesi, o ibadeti daha iştahla yapmasına sebep ol­maktadır. İşte bu ikinci sebep, amelin yapılmasına destek olmaktadır.

Bir ameli yapmağa muharrik olan ikin­ci sebep, Allah’ın rızasının dışında nefse ve dünyaya yönelik bir şey ise bu ihlasa şaibe getirmektedir. (30) Bu itibarla “ihlas”, iradeye uygun olarak ameli meydana geti­ren sebebin tek olup olmaması ile doğrudan ilgilidir. Ameli meydana getiren sebep tek olursa, bu amele, niyet edilen bu tek şeye nispetle “ihlas” denir. İyi de olsa kö­tü de olsa tek maksatla yapılan iş ihlastır. Sırf gösteriş için sadaka veren de muhlis yani halis riyakârdır. Sırf Allah rızası için veren de muhlistir. Ancak “ihlas”, sırf Al­lah rızası için yapılan amelleri nitelemede kullanılmakladır.

Bir amel, sırf Allah için yapıldığında “ihlas”, sırf gösteriş için yapıldığında ise “şirk”tir. Her ikisinde de muharrik sebep tektir. Bu durumda bir problem yoktur. Problem, amelin meydana gelmesinde bir­den fazla sebebin amil olması ve amaçların çoğalması halinde söz konusudur. Mesela:

- Oruç tutan bir insanın, hem Allah rı­zası hem de sağlığını korumak için niyet etmesi.

- Hacca giden kimsenin, hem Allah rı­zasını hem de hava değişimini, stres atma­yı ve turistik gezi yapmayı düşünmesi,

- Bir kimsenin malını ve çoluk-çocuğunu korumak için uyumamak maksadıy­la namaz kılması,

- Temizlik için abdest alması,

- Yemek masrafından kurtulmak için oruç tutması,

- Dilencinin ısrarından kurtulmak için sadaka vermesi,

- Hastalanınca kendisini ziyaret etsin­ler diye hasla ziyareti yapması gibi…

İkinci sebepler, amelin ihlasına şaibe getirmektedir. Hâlbuki amelin makbul olabilmesi için ihlasla yapılması gerekmekte­dir.

Peygamberimiz (s.a.v.); “Allah (c.c.); ancak sırf kendine halis kılınarak ve sade­ce O’nun rızası istenerek yapılan ameli ka­bul eder” buyurmuştur. (31)

Allah rızasının dışında başka bir amaç­la yapılan amelin Allah katında değeri yoktur. Peygamberimiz (s.a.v.); “Kahraman/cüretkâr denilsin diye savaşıp ölen”. “Din bilgini, hafız/güzel Kur’an okuyucu­su desinler diye dini ilimleri ve Kur’an-ı öğrenip öğreten”, “Cömert desinler diye malım harcayan ve istediği gibi de anılan insanların” ahirette mükâfat elde edeme­yeceklerini ve bu kimselerin cehenneme atılacaklarını bildirmiştir. (32)

Bir insan, bir ameli Allah rızası için yapmaya başlar ve asıl sebep Allah rızası olur, fakat sonradan yukarıdaki misallerde olduğu gibi ikinci bir sebep buna eklenir ve bu sayede yaptığı işler kendisine daha kolay gelirse, bu kimsenin ameli “hâlis” olmaktan çıkar ve bu amele “şirk” karış­mış olur. (33) Bu itibarla amelin “halis” olabilmesi için, sırf Allah’a yakınlıktan başka hiç bir amacın güdülmemesi gerekir. Allah rızasının, O’nun emir ve yasaklarına uy­manın, cennetini kazanıp cehenneminden kurtulma arzusunun dışında bir amacı, se­bebi, niyeti ve dünyalık bir çıkarı ameli­ne katan kimse, ibadetine Allah’tan başka­sını ortak etmiş olur. Yüce Allah bunu nehy etmektedir:

“...Kim Rabb’ına kavuşmayı arzu edi­yorsa salih amel işlesin ve Rabb’ına yaptı­ğı ibadette O’na hiç kimseyi ortak etme­sin.” (Kehf., 18/10)

Peygamberimiz (s.a.v.) ise Allah’ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Ben ortakların, ortaklıktan en müstağni olanıyım. Kim bir amel yapar da onda benden başka­sını ortak kılarsa ben onu da şirkini de terk ederim.” (34)

Bir insan, itaat olan bir ameli sırf Al­lah rızası için yaparsa bu ameli makbul olur ve bu amel ile sevap kazanır. Allah rızasının, O’nun emir ve yasaklarına uyma arzusunun dışında bir maksatla yaparsa bu amel bâtıl olur ve bu ameli ile sevap kaza­namaz. (35) Peygamberimiz (s.a.v.); “...İn­sanlardan kim dünyalık (elde etmek) için ahiret ameli işlerse o kimsenin ahirette bu amelden nasibi/sevabı yoktur.” buyurmuş­tur. (36) Böyle bir amelin sevabı olmadığı gibi sahibi lanete de uğrar. (37)

Ameli ile dünyalık isteyen kimseye Allah istediğini verir, ancak onu ahirette cehenneme atar. Ahireti isleyene de mükâfatını verir. Şu ayetler bu gerçeği ifade etmektedir:

“Kim dünyayı dilerse dünyada ona (ve) dilediğimiz kimseye dilediğimizi he­men veririz sonra da onu cehenneme ata­rız. Onu kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme sokarız. Kim de ahireti ister ve mümin olarak ahiret için çalışırsa, (işte) bunların çalışmaları meşkûrdur (kabul edi­lir ve mükâfatlandırılır). Hepsine, onlara da bunlara da (dünyayı isteyenlere de ahireti isteyenlere de) Rabb’ının ihsanından veririz. Rabb’ının bağışı yasaklanmış de­ğildir.” (İsra, 17/18-20).

“Kim dünya hayatını ve ziynetini ister­se, orada onlara amellerinin karşılığını eksiksiz tam olarak veririz ve orada onlar hiç zarara uğratılmazlar. İşte bunlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyi ol­mayan kimselerdir. (Dünyada) Yaptıkları da boşa gitmiştir. Zaten yapacakları (amel­leri de) batıldır.” (Hûd, 11/15-16)

Bir kimse bir ameli hem Allah rızası hem de başka bir niyetle yapar ve iki niyetin kuvveti eşit olursa, bu amel de boşa gider. İki niyetin kuvveti farklı olursa bu takdirde iki niyetten ne tarafı ağır basarsa o nispette ceza veya mükâfat olur. Riya ve Süm’a tarafı fazla ise amel­de fayda olmadığı gibi ceza da vardır. Al­lah rızası fazla ise fazlalık nispetinde mü­kâfat görür. (38) Çünkü Allah, hiç kimse­nin iyi ve hayır olan amelini mükâfatsız bırakmaz. Şu ayet bu gerçeği ifade et­mektedir.

“Gerçekten Allah, zerre kadar zulmet­mez. (Eğer insanın yaptığı amel kötü ise onun cezasını adaletle verir veya şirk, kü­für ve nifak hariç bağışlar). Eğer (ameli) iyi (hasene) ise ona kat kat sevap verir ve (ayrıca) kendi katından da büyük mükâfat verir.” (Nisa, 4/40).

Müminin emeklerinin boşa gitme­mesi için iman, amel, söz, fiil ve davra­nışlarında ihlaslı olmaya gereken titizliği ve gayreti göstermesi gerekir.

IV- İHLÂS KAVRAMININ MA’NÂ ALANI

“İhlas” kavramı; “şirk”, “nifak”, “ri­ya” ve “süm’a” ile zıt; “tevhid”, “takva”, “sıdk”, “istikamet”, “ihsan”, “livechillâh” (Allah için), “ibtiğae vechillah”, “yürîdûne vechallah” (Allah rızasını istemek), “(fi sebîlillah” (Allah yolunda), “irade-tü’l—âhire” (âhireti istemek)... gibi keli­me ve cümleler ile eş anlam ilişkisine sa­hiptir.

İman ve ibadetlerde ihlas; “iyyâke na’büdü” (ancak sana ibadet ederiz) (39)

ayetinde olduğu gibi “hasr” cümleleri, “ellâ na’büde illallah” (yalnız Allah’a ibadet edelim) (40), “lâilâhe illallah” (Al­lah’tan başka ilah yoktur) (41) gibi “istis­na” cümleleri ile de ifade edilmiştir.

“İhlas” kavramının anlamını ifade eden kelime ve ifadeler ile ilgili şu örnek­leri verebiliriz:

1- “...Yalnız Allah’ın rızasını kazan­mak maksadıyla infakta bulunursanız, verdiğiniz her hayır, size tastamam verilir ve sizler asla zulmedilmezsiniz.” (Bakara, 2/272)

2- “Biz size sırf Allah rızası için yedi­riyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz.” (İnsan, 76/9)

3- “Onlar ki; iman ettiler, hicret ettiler ve Allah yolunda savaştılar; onlar ki (hic­ret eden müminleri) barındırdılar ve (on­lara) yardım ettiler. İşte gerçek müminler onlardır. Onlar için bağış ve bol rızık var­dır.” (Enfal, 8/74)

4- “Kim ahireti ister ve mümin olarak ona yaraşır biçimde çalışırsa, bunların çalışmalarının karşılığı verilir.” (İsra, 17/19)

5- “Ve onlar ki Rablerinin rızasını ar­zu ederek sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcarlar ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte bu (dünya yurdu) nun (güzel) sonu onlarındır. Onlar adn cennetlerine girerler...” (Ra’d, 13/22-­23)

Tevhid, istikamet, sıdk, ihsan, şirk, ni­fak, riya ve sum’a ile ilgili örnekler bun­dan sonraki bölümde zikredilecektir.

V-MUHLİS İNSAN OLMANIN ŞARTLARI

Bir insanın’ “muhlis” vasfını kazana­bilmesi için şu özelliklere sahip olması ge­rekir: (42)

1. İman Etmesi, Her Türlü Şirkten Arınıp Tevhid Üzere Olması ve Salih Amel İşlemesi

a) Sözlükte “tasdik etmek” anlamına gelen (42/a) “iman”, din ıstılahında,” Kur’an-ın ve Hz. Muhammed (a.s.)’ın ha­ber verdiği şeyleri kalple tasdik etmek, seksiz ve şüphesiz kabul etmek” demektir. (42/b) "Muhlis” vasfını kazanabilmek için insanın her şeyden önce iman etmesi gerekir. Mümin olmayan insan muhlis vasfını kazanamaz, çünkü “muhlis” vasfı, müminlere özgü bir niteliktir. Peygambe­rimiz (s.a.v), “iman nedir?” sorusuna “İh­lastır” cevabını vermiştir. (43)

b) İmanın makbul olmasının şartla­rından biri şirkten uzak olmak, imana şirk karıştırmamak (43/a) tevhid üzere bu­lunmaktır.

“Tevhîd”, Allah’ı “bir” olarak kabul et­mek, zatında, sıfatlarında, Rab ve ilah oluşunda hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi O’na ortak koşmamaktır. Buna “tevhidde ihlas” denir. Bunun zıddı “uluhîyette şirk”tir. İmanına şirk karıştıran insan hidayete eremez.(44) Allah’tan başka ilah olmadığını ifade ettiği için “lâilâhe illallah” cümlesine “kelime-i tevhîd” “kelime-i ihlâs”; Al­lah’ın birliğini anlatan Kur’an’ın 112. su­resine de “Sûre—i ihlâs” denilmiştir.

Peygamberimiz (s.a.v.) insana verilen şeylerin en kıymetlisinin “kelime-i ihlas” olduğunu bildirmiş (45) ve “Kıyamet gü­nünde insanlardan şefaatime en çok mazhar olanı kalbinden ihlasla “lâilâhe illallah diyen kimsedir” buyurmuştur. (46)

Peygamberin şefaatinden en ziyade yararlanacak olanlar, hiç şüphesiz muhlis müminlerdir. (47) Peygamber (s.a.v.), ihlasla söylenen tevhîd kelimesinin arşa yükseleceğini bildirmiştir.

“Bir kul ihlâsla “lâilâhe illallah” derse büyük günahlardan sakındığı sürece gö­ğün kapıları kendisine açılır ve o tevhîd- ihlas kelimesi arşa ulaşır”. (48)

Hem iman ve ihlasın hem de şirk, kü­für ve riyanın yeri kalptir. Bu sebeple ihlasa erebilmek için kalbin şirk, küfür, nifak ve riya şâibesinden temizlenmesi gerekir. Peygamber (s.a.v.):

“Dikkat edin cesette bir parça vardır. O salaha ererse (iyi niyet taşır, şirk ve riyadan uzak olursa) cesedin hepsi salaha erer. Eğer o bozulursa, cesedin hepsi bozu­lur. Dikkat edin o kalptir” buyurmuş (49) ve “ihlasla kalbini imana açan, kalbini (şirk şaibesinden) salim kılan, (kalbin tercüma­nı olan) dilini sadık, nefsini mutmain, ah­lâkını müstakim, kulağını (hakkı) işiten ve gözünü (hakkı) gören yapan kimsenin kurtuluşa ereceğini” bildirmiştir. (50) Do­layısıyla kurtuluşun ve İhlasın birinci şar­tı iman etmek tevhid üzere olmak, Al­lah’tan başka ilah kabul etmemektir. “Şirk, en büyük zulümdür”. (51) “Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz”. (52) “Kim Allah’a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar, onun varacağı yer ateştir”. (53)

c) “Müminin iyi bir niyetle samimi olarak Allah ve Resûlüne itaat olan, İslam’a ve akl-ı selime uygun olarak yapılan her türlü inanç, söz, fiil, amel ve davra­nış” anlamına gelen (53/a) “salih amel” muhlis vasfını kazanmanın şartlarından biridir. “Mümin olmayan insan “muhlis” vasfına sahip olmadığı gibi salih ameller işlemeyen mümin de gerçek manada “muhlis” olamaz. Çünkü “ihlâs”, kalbin ameli olan “imân”da ve diğer uzuvların amelleri olan “ibadetler”de söz konusudur. Nitekim peygamber (s.a.v.) “İslâm nedir?” sorusuna, “İslâm, Allah’a ibadet etmek ve O’na ortak koşmamaktır” ce­vabını vermiştir.(54)

“Yahudi ve Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” (55) diyen ehl-i kitaba Kur’an’da müminlerin şöyle cevap ver­meleri emredilmiştir.

“Biz, Allah’a teslim olanlarız.” (Baka­ra. 2/136)

“Biz. O’na ibadet edenleriz.” (Bakara, 2/138)

“Biz, O’na muhlis olanlarız.” (Bakara. 2/139)

Bu ayetlerde üç görev zikredilmiştir. İslâm (Allah’a O’nun emir ve yasaklarına teslim olmak), ibadet etmek ve ihlaslı ol­mak. İhlas, İslam ve ibadetten sonra zikredilmiştir. Çünkü ihlas iman ve amellerde söz konusudur. İman edip salih ameller iş­leyen kimse “muhsin” vasfını kazanmış olur.

Kur’an’da, “muhlis” kelimesi “müşrik” (56), “kâfir” “nankör” ve “gaddar” (57), “âsi”, “azgın”, “mücrim”, “mütekebbir”, “zalim” (51) “sapık” ve “fasık” (59) insanla­rın zıddı olarak zikredilmiştir. Bu, “muh­lis” vasfının iman edip salih ameller işle­yen şirk ve küfürden uzak olan insanlara özgü olduğunu ifade etmektedir.

2. Nifak, Riya ve Süm’ayı Terk Etmesi

a) “Nifak”; ikiyüzlü olmak, çifte stan­dart davranmaktır. (60) Nifak, iki kısma ay­rılır. Biri “imanda nifak”, diğeri de “amel­de nifak” tır. “İmanda nifak”; ikiyüzlü ha­reket etmek, küfrünü gizleyip iman ettiği­ni izhar etmektir. (61) Bu, küfürdür ve böy­le kimse gerçek kâfirdir, hatta kâfirden de kötüdür. Bu sebeple münafıklar, cehennemin en alt tabakasına atılacaklardır. (62) Çünkü “münafıklar (bu davranışlarıyla) Allah’ ı aldatmaya çalışırlar”. (63) Bunlar yerine ve duruma göre hareket ederler. Müminlerin yanında mümin, kâfirlerin yanında kâfir gibi davranırlar. Müminlerle kâfirler arasında yalpalayıp dururlar. (64) Bu yüzden müminlere zararları kâfirler­den çok olur.

“Amelde nifak” ise; inançta değil, söz, fiil ve davranışlarda olur. Kalbinde gizlediği, “inkâr” değil “isyan” ise bu “amelde nifak” tır.

Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki, “dört şey her kimde bulunursa o kimde halis münafık olur. Her kimde bunların bir parçası bulunursa onu bırakıncaya ka­dar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur. Bunlar; kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet etmek, konuşunca yalan konuşmak ahdettiğinde ahdini tutmamak husumet (iddia ve dava­laşma) zamanında haktan ayrılmaktır.” *

Her iki “nifak” da “ihlas” a manidir. “Nifaku’t-Tekzib” (yalanlama nifakı) (66) da denilen “imanda nifak” ın diğer bir adı da “imanda riya” dır. Münafıklar, imandaki riyalarını, söz, fiil ve davranış­larıyla tezahür ettirirler. Bu amellerinde samimi değillerdir, amaçlan gösteriş yapmaktır. Nitekim Kur’an’da Allah mü­nafıkları şöyle tanıtmıştır.

“... (Onlar), namaza kalktıkları zaman üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı pek az zikrederler.” (Ni­sa. 4/142)

“Amelde nifak” sahipleri ise, kalpteki imanlarının gerektirdiği söz, fiil ve davranışların tersini yaparlar, imandaki ihlası ve samimiyeti amelde göstermezler. İman; emin, doğru sözlü, ahde vefa sahi­bi ve hakka uygunluğu gerektirir, aksi davranış, samimiyetsizliktir. İman ettiği halde, dini kurallara uymayan, içki, ku­mar, zina, faiz, rüşvet gibi haramları iş­leyen, namaz, oruç, zekât gibi emirleri yerine getirmeyen insan “muhlis” vasfını kazanamaz. Çünkü “İhlas” ancak iman edip ibadetleri ifa ederken söz konusu olur. Günahkâr insan “muhlis” olamaz. Zira günahkâr insan şeytana uymuştur. Hâlbuki Kur’an’da “ihlasa erdirilmiş kullar” şeytanın iğvasından istisna edil­miştir. “İblis;

-“Rabbim, beni azdırmandan ötürü and olsun ki (ben de) onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini azdıra­cağım. Ancak onlardan ihlasa erdirilmiş kullar hariç” demiştir.” (Hicr, 15/40. Bkz. Sâd 39/82-83). “İhlasa erdirilmiş kul­lardan maksat da; iman, ibadet ve itaatında ihlaslı olan seçkin kullardır. (67)

Sâffât Suresinin 40. ayetinde “Al­lah’ın ihlaslı kulları” (ibâdallâhi’l-muhlasin) “zalim” (68) “azgın” (tâgî-gavî) (69) “mücrim” (70) ve “mütekebbir” (71) kimse­lerden istisna edilmiştir.

b) İnsanın ibadetlerinde Allah rızasın­dan ve O’nun emir ve yasaklarına uyma düşüncesinden başka bir amaç gütmek; mal, mülk ve makam elde etmek, şan ve şöhret kazanmak, beğenilmek ve övül­mek gibi maksatlarla ibadetini insanlara göstermek, “riya”, duyurmak da “süm‘a”dır.

“Süm’a” ve “riya”, gizli ve küçük şirktir. Yüce Allah (c.c.);

“Rabbine kavuşmayı arzu etlen kimse salih amel işlesin ve Rabbine ibadetinde kimseyi O’na ortak etmesin” (Kehf, 18/ 110) buyurmuştur. Peygam­ber (s.a.v.) de:

"Sizin için korktuğum şeylerin en korkuncu, küçük şirktir.” demiş, “kü­çük şirk” nedir Ya Rasulallah?” diye sorulması üzerine “riyadır” cevabını vermiş ve kıyamet günü Allah, insanla­ra amellerinin mükâfatını verdiği za­man gösteriş yapanlara, “dünyada kime gösteriş için amel ettiniz ise gidin onla­ra, bakın bakalım onların katında mükâfat bulabilecek misiniz der” buyur­muştur. (72)

Bir başka hadisinde ise “ümmetin şir­kini”, “onlar güneşe aya ve taşa tapmazlar fakat amelleriyle gösteriş yaparlar” (73) di­ye tarif etmiştir. (74)

Allah Kur’an’da ısrarla Allah’a ibade­tin ihlas ile yapılmasını istemiştir: Peygamberine hitaben;

“(Ey Resûlüm!) Şüphesiz Kitabı (Kur’an’ı) sana hak olarak indirdik. O hal­de sen dini Allah’a halis kılarak (ihlasla) ibadet et” (Zümer, 39/2).

“(Ey Peygamberim!) De ki “Ben dini Allah’a halis kılarak Allah’a ibadet etmek­le emrolundum” (Zümer, 39/11).

“De ki: Ben dinimi O’na halis kılarak (ihlasla) Allah’a ibadet ediyorum” buyurmuştur (Zümer, 39/14).

Bu emir sadece Peygambere özgü de­ğil bütün insanlar için söz konusudur.

"Onlara dini yalnız O’na halis kılarak ve hani iler olarak Allah’a ibadet etmeleri, namaz kılıp zekât vermeleri emredildi. (İş­te) dosdoğru din budur.” (Beyyine, 98/5)

"Dini O’na halis kılarak Allah’a ibadet etmek", iman ve amellerde şirk, riya ve süm’ayı terk etmektir. (75)

İbadetlerin başı; tevhidde ve Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmada ihlas sahibi olmaktır. (76) Çünkü “ihlas”, ibadetlerin makbul olmasının şartlarından biridir.(77) Peygamber (s.a.v.),

“Allah, ameli ancak ihlasla ve Allah rı­zası için yapıldığında kabul eder.” buyurmuştur. (71)

Riya ve süm’a ihlassız olarak yapılan ibadetler, sahibine sevap kazandırmaz.

Kur’an’da altı ayette “duanın ihlasla yapılmasından” söz edilmiştir. (79) “İhlas ile Allah’a dua etmek”; her isteğini sadece Allah’a arz etmek, araya vasıta koyma­mak, duasında samimi, riya ve süm’adan uzak olmaktır. Allah Kur’an’da ancak bu şekilde yapılan duaları kabul ettiğini ve in­sanları sıkıntı ve azaptan kurtardığını bildirmiştir. (80)

3. Müstakim Olması

“Müstakim”; sözlükte, “doğru, düz­gün ve eğriliği bulunmayan şeye” (81) din ıstılahında ise; “imanında, amelinde, ahlakında, söz fiil ve davranışlarında dosdoğru olan kimseye" denir. (82)

Bir kimsenin “muhlis” vasfını kaza­nabilmesi için niyetinde dolayısıyla iman ve amelinde dosdoğru olması ge­rekmektedir. “Dosdoğru” olmanın ölçü­sü; Kuran, sünnet ve akl-ı selimdir. İman ve amelde dosdoğru olmak tevhid üzere bulunmak, şirki, riyayı ve süm’ayı terk etmek, emredileni emredildiği şekil­de yapmaktır.

“(Ey Peygamberim!) De ki: (Ey İn­sanlar!) Ben de ancak sizin gibi bir insa­nım. Bana ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyolunuyor. Öyleyse O’na yönelin, (O’nu tek ilah kabul edin, dosdoğru olun) O’ndan mağfiret dileyin. Müşrik­lerin vay haline,” (Fussilet 41/6) buyuran ve “Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru olanlara, korku olmadığını, onların üzülmeyeceklerini ve onların cennet halkı olduğunu” (83) bildiren Yü­ce Allah Peygamberine ve müminlere:

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Seninle birlikte tevbe edenler de (dos­doğru olsun). Aşırı gitmeyin” (Hud, 11/112) emrini vermiştir.

Süfyan b. Abdullah es-Sakafî:

—“Ya Resulallah!” “Bana öyle bir emir söyle ki onu yapayım” dedim o da;

—“Rabbim Allah’tır de sonra dosdoğ­ru ol” buyurdu demiştir. (84)

İnsanın Allah’ın rızasını neticede cennet ve nimetlerini kazanabilmesi “iman edip dosdoğru olmasına” bağlı­dır. "İhlas”, İnsanın niyetinde dosdoğ­ru olmasıdır. Niyetinde dosdoğru ol­mayan insanın inanç, ibadet, söz, fiil ve davranışı da dosdoğru olmaz. Nitekim Peygamber (s.a.v.) “Kalbi dosdoğru ol­madıkça kulun imanı dosdoğru olmaz, dili dosdoğru olmadıkça de kalbi dos­doğru olmaz” buyurmuştur. (85)

4. Muhsin olması

“İhsan” kavramının anlamlarından birisi, (86) yaptığını iyi, sağlam ve güzel yapmaktır. Peygamberimiz (s.a.v.) ihsa­nı, “Allah’ı görüyormuş gibi ibadet et­mektir” şeklinde tanımlamıştır. (87)

“İhlas ”, iman ve ibadet görevini, Al­lah ve Peygamberin istediği şekilde ve en güzel bir niyetle ifa etmektir. Dola­yısıyla “ihlas”ın bu anlamı, “ihsan” ke­limesinin yukarıdaki anlamıyla örtüş­mektedir. Nitekim Kur’an’da peygam­berler anlatılırken “mümin”, “muhsin” ve “muhlis” vasıfları birlikte zikredil­miştir. (88) “İhlas”, niyetle ilgili olduğu için niyetini iyi yapmayan yani Allah rızasının, O’nun emir ve yasaklarına uymanın dışında bir amaç güden insan niyetinde “muhsin” dolayısıyla “muhlis” olamaz.

Kur’an’da “muhsin” kelimesinin “muhlis” anlamı da vardır. Mesela Hac suresinin 37. ayetinin sonunda geçen “muhsin” kelimesi “muhlis” anlamında­dır. (89)

5. Sadık Olması

Sözlükte, “doğru sözlü olmak, va’d ve vadini yerine getirmek, öğüt ve sevgi­de ihlaslı olmak, doğru haber vermek, doğruluk, (90) hükmün vakaya uygun olması” (91) demek olan “sıdk” kavramı din ıstılahında; “insanın ahvalinde şâibe, inancında şüphe, amelinde ayıp olmama­sı”, (92) söz, fiil ve davranışlarında dürüst olması demektir.

Bir insanın “muhlis” vasfını kazana­bilmesi için; özünde, sözünde, niyetinde iman ve amelinde doğru olması; yala­nı, hileyi, ihaneti ve sadakatsizliği bırak­ması gerekir. Aksi davranış nifak alame­tidir. Nitekim Peygamber (s.a.v.):

“Münafığın alâmeti üçtür. Konuştuğu zaman yalan konuşur, itimat edildiği za­man hainlik eder, söz verdiği zaman sö­zünde durmaz” buyurmuştur.(93)

"Nifak” ise “ihlas”ın zıddı olup sami­mi olmamaktır. Kur’ân’da; niyet, iman ve amelinde samimi ve sadık olan muhlis müminlerin zıddı olarak münafıklar zikredilmiştir. (94)

Niyetinde dürüst ve samimi olma­yan muhlis olamaz.

Zünnun Mısrî “ihlâs, ancak ihlasta sıdk ile ve buna sabırla tamam olur. Sıdk ise, ancak sıdkta ihlas ve bunu devam et­tirmekle olur” demiştir. (95)

Bir insanın göründüğü gibi olması veya olduğu gibi olması sıdk ve ihlastır.

6. Muttaki Olması

Sözlükte, "kuvvetli bir himayeye gi­rerek korunmak, sakınmak, kendini ko­rumaya almak, bunun gereği olarak korkmak ve çekinmek” demek (96) olan “takva" sahibine “muttaki” denir. Bir insanın muttaki olabilmesi için iman edip, şirk, nifak ve küfürden sakınması, Allah ve Peygamberin emir ve yasakla­rına riayet etmesi, dünya ve ahirette kendisine zarar verecek şeylerden sakınması, (97) dolayısıyla “muhlis” olabilmek için de niyetini, iman ve ibadetlerini şirk, nifak, riya ve süm’adan koru­ması gerekir.

“Takva” kavramının Kuran’daki an­lamlarından birisi de “ihlas”tır, (98) mese­la Hac Suresinin 37. ayetinde geçen “tak­va” kelimesi “ihlas” (99) anlamındadır. (100)

“Onların (kurbanların) ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz, fakat sizin tak­vanız (ihlasınız) ona ulaşır (kabul edi­lir).” (Hac. 22/37)

SONUÇ

Müminlere özgü bir nitelik olan ihlas üzerinde Kur’an’da ısrarla durulmuş ve “dini Allah a halis kılarak ibadet edil­mesi” emredilmiştir.

Sözlükte, “halis kılmak, halis olmak, özünü almak ve seçmek” anlamına gelen “ihlas” kavramı, din ıstılahında; “her tür­lü dinî görevleri hâlis ve iyi bir niyetle Allah için yapmaya; şirk, nifak, riya ve süm’a gibi şâibelerden uzak, söz, fiil ve davranışlarında samimi ve dosdoğru ol­maya" denir.

Kalbe ait bir amel dolayısıyla kul ile Allah arasında bir sır olan “ihlas”; iman ve ibadetlerin kabul olmasının şartların­dan biridir.

İbadetlerinde Allah’ın rızasını gözet­me. O’nun emir ve yasaklarını yerine ge­tirme, niyet ve düşüncesinden başka bir amaç güden insan ihlasını yitirmiş olur. İhlassız amel makbul değildir. Bu itibar­la her mümin, muhlis olmak zorundadır.

Bir insanın muhlis olabilmesi için;

1. İman etmesi,

2. Her türlü şirkten arınıp tevhid üze­re olması,

3. Salih ameller işlemesi,

4. İkiyüzlülüğü (nifakı), ibadetlerini insanlara göstermeyi (riyayı) ve duyur­mayı (süm’ayı) terk etmesi,

5. Niyetinde dolayısıyla iman, ibadet, söz, fiil ve davranışlarında dosdoğru olması,

6. Niyetini, Allah ve Peygamberin istediği gibi en iyi bir şekilde yapması, muhsin ve muttaki olması gerekir.

“İhlas", her işin başıdır. İhlassız amel, boşuna kürek çekmektir. İhlası kaybeden insan şeytanın kandırıp azdır­masından kendini kurtaramaz. Riyakâr insan, iyi amel yaptığını zanneder, hâlbuki ihlas olmadığı için amelleri boşa gitmiş neticede ziyana uğrayanlardan ol­muştur.

Muaz b. Cebel’in (ö. 18/639) Ye­men’ e gönderileceği zaman, “Yâ Resulallah, “bana öğüt ver” demesi üzerine, Peygamber (s.a.v.) “dininde (iman, iba­det, söz, fiil ve davranışlarında) ihlaslı ol, az amel sana yeter” buyurmuştur. (Hakîm, el-Münzirî, a.g.e. 1/54.

İhlas, güvenin ve huzurun temelidir. Bu sebeple İslâm’ın istediği huzurlu bir ailenin ve toplumun oluşabilmesi için o aile ve toplumun ihlaslı fertlerden oluş­ması gerekir. İkiyüzlü, samimiyetsiz, riyakâr, sahtekâr, hilebaz, çıkarcı, yağcı ve kötü niyetli insanlardan oluşan bir aile ve toplum, güvensiz ve huzursuzdur.

DİPNOTLAR

(1) Zümer. 39/2.11.14. Beyyine. 98/5.

(2) Sa’d. 38/83.

(3) Zümer, 39/2-3. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır: "Biz bu Kitabı (Kur’an’ı) sana hakla indirdik; öyleyse sen de dini yalnız kendisine hâlis kıla­rak Allah’a ibadet et. İyi bilin ki hâlis din yal­nız Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinerek; "Biz bunlara sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar di­ye tapıyoruz" diyenler(e gelince): Şüphesiz ki Allah, onlar arasında, ayrılığa düştükleri şeyde hükmünü verecektir. Allah, yalancı nankör kimseyi doğru yola iletmez. 39/2’de "Fa’budil- laha muhlisan lehü’d-dîn" emri, ibadetlerde ihlaslı olmayı, riyakâr olmamayı, 39/3’teki "On­dan başka veliler edinerek “biz bunlara, sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyo­ruz" cümlesi Allah’tan başkasına tapmanın şirk olduğunu ifade etmektir. Kur’an, şirk ve riyayı (ihlassızlığı, gösterişi) reddetmektedir.

(4) Sa’d. 38/85.

(5) Sâffat, 37/38-49.

(6) 18/103-105.

(7) İbn Manzûr. Lisânü’l-Arab, VII. 25-28. Beyrut. 1956 Asım Efendi. Kamus Tercemesi, II. 1168-­1169 İst. 1886, Levis Me’lûf. cl-Müncid, s. 191.

(8) İhlas kavramı farklı biçimlerde tanımlanmıştır. Bunların bir kısmı şöyledir.

"İhlas, kişinin hareket etmesinin sebebi yalnız Al­lah rızası olmasıdır."

"İhlas, devamlı olarak yaratanı düşünmek ve ona bakmakla mahlûku unutmaktır."

"İhlas, onu bozmak için şeytanın bile duyup farkın­da olamadığı, meleğin bile yazamadığı ameldir."

"İhlas, Allah ile olan muameleden mahlûkatı çıkar­maktır."

"İhlas, hiç kimsenin övmesini beklemeden Allah için yapılan ameldir."

"İhlas, ameli karışıklıklardan arındırmaktır."

"İnsanlar, görüyor diye ameli terk etmek riya; insan­lar görsün diye amel işlemek ise şirktir. İhlas da, Al­lah’ın insanı bu ikisinden korumasıdır."

"İhlas, insanın ameli ile dünya ve ahirette karşılık beklememesidir.”

"İhlas, niyet-i halisadır."

"İhlas, ancak Allah’ın rızasını kastetmektir."

"İhlas, insanların övmesini sevmemektir."

"İhlas, şahısların mülâhazasından korunmaktır."

"İhlas, itaatlerde başka bir şeyi değil; Allah’ın rıza­sını kastetmek ve O’na yaklaşmayı istemek, insan­lara karşı yapmacık davranmayı, onların övgüsünü kazanmayı ve sevmelerini arzu etmeyi terk etmektir.”

"İhlas, kulun fiillerinin zahirde ve batında (dış ve iç­le) eşit olmasıdır.”

İhlasın yukarıda verilen tanını ve benzerleri için bkz. Taberî, Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerîr. Câmi’ül-Beyân ‘an Te’vili Ayi’l-Kur’ân. I. 1/572: XII. 23/190-Beyrut, 1988. Kuşeyrî. Abdü’lkerim ibn Havâzin Ebu’l-Kâsım. Er-Risâle. s. 112-114. Mısır, baskı yeri ve tarihi yok. Râgıb el-İsfehânî. el- Müfredât fi Garibi’l-Kur’an, s.155.Thk. M.S.Keylâni, Mısır. 1961. Gazali, Muhammed b. Muhammed Ebu Hamid, İhyâu Ulumi’d-dîn. (trc. Ahmet Serdaroğlu). IV, 680-686. Bedir Yay.İst. 1974. Kurtubî. Muhammed b. Ahmed, Ebu Abdillah, el-Câmi’li Ahkâmi’l-Kur’ân. VII, 188. Kahire, 1935. Neşeli. Abdullah b. Ahmet, Ebu’l Berekaât. Medâriku’t- Tenzîl ve Hakâikü’t-Te’vîl. IV, 551. (Mecmuatün Mine’t-Tefâsîr) Beyrut, tarihsiz. Hazin, Alaü’d-Din Ali b. Muhammed, Lübâbü’t-Tavil fi Meâni’t-Tenzîl (Mecmüatün mine’l-Tefâsîr) 1,209. Beyrut, tarihsiz. Seyyid Şerif Cürcânî Kitâb’üt- T’arifât. s. 14. baskı yeri ve tarihi yok.

(9) Kurtubî, a.g.e., IX. 241. Beydâvî el-Kâdî Abdullah b. Ömer. Envâru’t-Telzil ve Esrârût-Te’vîl (Mecmûatün Minet-Tefasîr) III. 441. Beyrut tarihsiz. Nesefî, a.g.e., III. 441

(10) Yusuf. 12/80.

(11) Taberî. a.g.e., VIII.13/4.

(12) Hâzin, a.g.e.. VI, 287.

(13) Taberî. a.g.e.. IV. 5/339. Hâzin, a.g.e., II, 192.

(14) Beydâvî, a.g.e., III, 616: VI.128.

(15) Hâlis kelimesinin geçtiği diğer ayetler için bkz. Bakara. 2/94, En’âm, 6/139, Ahzâb. 33/50. Sâd. 38/46.

(16) Taberî. a.g.e, XII. 23/191.

(17) Taberî. a.g.e., VII.12/191 IX, 16/94. Beydâvî, a.g.e., III. 397, Kurtubî, a.g.e., IX, 170. X, 28

(18) Bkz. Meryem, 19/51, Yusuf, 12/24.

(19) Bkz. Hicr. 15/40, Sâffât. 34/40. 74, 128, 160, 169. Sâd. 38/83.

(20) R.el-İsfehânî. a.g.e., 155.

(21) Bkz. Taberî, a.g.e., VII. 12/10. Beydâvî, a.g.e. III. 397. Hâzin, a.g.e.. III, 397. Fîrûzâbâdî. a.g.e., 397.

(22) Kurtubî, a.g.e., I, 146

(23) Kurtubî. a.g.e., I. 146, Kuşeyri. a.g.e. s. 13. Ş. Cürcani. a.g.e. s. 14. Kuşeyri. Risâlesi’nde uzun bir senetle şu rivayeti yapmıştır. "... Huzeyfe ihlas nedir? diye peygamberimiz (s.a.v.)’e sordum, peygamberimiz buyurdu ki, ihlas nedir? diye Cibril’e sordum. Cibril de dedi ki: ihlas nedir diye Allah’a sordum. Bu­yurdu ki, İhlas, benim sırlarımdan bir sırdır, onu kullarımdan sevdiğimin kalbine tevdi ederim, s. 13.

(24) Kurtubî, a.g.e, XX, 44.

(25) Buharı. İmân, 41 (I. 20) Müslim. İmare. 155 (II. 1515) Ahmed, 1.25, İbn Mace. Zühd. 26 (II. 1413).

(26) Taberânî rivayet etmiştir. Gazâlî, a.g.e., IV, 66(1. Mecmeu’z-Zevaid ve Menbeu’l-Fevaid, I, 61.

(27) İbn Mace,. Zühd, 26 (l. 1414). Tirmizi. Zühd. 17 (IV. 565).

(28) Bkz. Buharî, Rikak. 31. (VII. 187) Ahmed. I, 279, Tirmizi. Zühd, 17 (IV, 563). Bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Dünya şu kimse içindir: 1) Bir kul ki, Allah onu mal ve ilim ile rızıklandırmıştır. O da bu malı ve ilmi ile Rabbine karşı gelmekten sakınır, sıla-ı rahim yapar, akrabalarını görüp gözetir, malında ve ilminde Allah’ın hakkını bilir (ilmi ile amel eder, malından Allah yolunda infak eder). Bu makamların en efdalidir. 2) Bir kul ki, Allah ona ilim vermiş mal vermemiştir. Bu kimse sadık bir niyetle "malım olsaydı filan kimse gibi ben de hayır hasenat yapardım" der. Bu iki kulun ecir sevabı eşittir. 3) Bir kul ki, Allah ona mal ver­miş, ilim vermemiştir. Bu kimse malını bilinçsiz olarak saçıp savurur. Bu malı ile Rabbine karşı gelmekten sakınmaz, akrabalarını görüp gözet­mez. Sıla-ı rahim yapmaz. Malındaki Allah’ın hakkını vermez, hayru hasenat yapmaz. Bu ma­kamların en kötüsüdür. 4) Bir kul ki, Allah ona ne mal ne de ilim vermiştir. Bu kimse, (bir önce­ki madde de anlatılan insana) özenir ve der ki, “eğer benim de onun gibi malım olsaydı, onun gibi amel ederdim". Bu konudaki niyeti de (ha­listir) malı olsa gerçekten öyle yapardı." Bu iki grup insan günahta eşittirler." (Tirmizi, Zühd, 17 (IV. 563). İbn Mace. Zühd, 26 (11. 1413) Hadis Hasen sahihtir.)

Diğer bir hadisinde ise peygamberimiz (s.a.v.) Yüce Allah’tan şöyle rivayette bulunmuştur: "Allah, iyilik ve kötülükleri (hasenat ve seyyiatı) yazdı, sonra bunları açıkladı. Kim bir haseneye niyet eder fakat onu yapamazsa Allah ona bu yüzden katında tam bir hasene (sevabı) yazar. Eğer bir haseneye niyet eder ve onu yaparsa Al­lah ona katında on katından 700 katına kadar hatla daha çok hasene (sevabı) yazar. Kim bir seyyieye niyet eder fakat onu yapmaktan vaz­geçerse Allah ona katında (kötülüğü terk etme­sinden dolayı) tam bir hasene (sevabı) yazar. Eğer seyyieye niyet eder ve onu yaparsa bir kötülük (sevabı) yazar." Buhârî, Rikâk, 31. (VII. 187) Ahmed. 1,279.

Yine Peygamberimiz (s.a.v.): "Bir kimse, gece kalkıp namaz kılmak niyetiyle yalsa da uyuyup kalsa, ona gece namaz kılmış gibi sabaha kadar sevap yazılır." buyurmuştur." Nesai, İbn Mace. İbn Hıbbanî rivayet etmiştir. Bkz. 1.60. Bu konuda başka örnekler için bkz. a.g.e. I. 56-60

(29) Buhârî, İman,22(1,13) Müslim, Fiten. 145.Nesâî, Tahrim, 29 İbn Mace. Filen II. Ahmet. IV. 401

(32) Buhârî. Müslim. Nesâî. Tirmizî ve İbn Hibban rivayet etmiştir. Bkz. el-Münzirî, a.g.e., 1.62.

(33) Gazali, a.g.e., IV, 681-682.

(34) Müslim. Zühd. 46 (111, 2289)

(35) Bkz. Hâzin. a.g.e., III. 563

(36) Ahmed b.Hanbel, İbn Hıbban. Hakîm ve Beyhakî rivayet etmiştir. Bkz. El Münzirî. a.g.e., I. 64.

(37) el-Münzirî. a.g.e., I, 66.

(38) Bkz. Gazali, a.g.e., IV, 688.

(39) Fatiha. 1/5.

(41) Âl-i İmrân. 3/64.

(41) Muhammed. 47/19.

(42) Bu konuda geniş bilgi için bkz. el-Münzirî. a.g.e., I. 76, 78.

(42/a) İbn Faris. Mu’cemü Mekâyîsi’l-Lüga. I. 153. Kahire 1948 İbn Manzur. a.g.e., XIII, 21­-22.

(42/b) İmanın terim anlamı için bkz. İsfehanî a.g.e., 5.26. Nureddi es-Subûnî, el-Bidâye fî Usûli’d-Din, S. 87. Ankara. 1978. D.İ.B. Yay.

(43) Hadisi Beyhakî rivayet etmiştir. el-Münzirî, a.g.e., I. 53.

(43/a) En’am Suresinin 82. ayetinde muhtedi (hida­yete ermiş) olabilmek şart koşulmuştur. Ayettle söyle denilmektedir. "İman edenler ve imanlarına zulüm (şirk) karıştırmayanlar… İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar (muhtedi olanlar) da onlardır.” Bu ayetteki "zulüm" kelimesinin "şirk" anlamında oldu­ğunu bir öncesindeki ayet ifade etliği gibi Peygamber (s.a.v.) de bu kelimeyi "şirk” olarak açıklamıştır. Bkz. Müslim. İman, 197.(I. 114-115)

(44) En’âm. 6/82.

(45) Ahmed b. Hanbel. I. 4.

(46) Buhârî, İlim. 33. (I, 33).

(47) Ahmet Nâim. Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, I, 97. Ankara. 1976. D.İ.B. Yay.

(48) Tirmizî. Deavât. 127. (V. 575).

(49) Buhârî. îman. 39. (I. 19).

(50) Ahmet, V. 147.

(51) Lokman. 31/13.

(52) Nisa. 4/4K.

(53) Maide. 5/72.

(53/a) Salih amel kavramının anlamı için bkz. Taberi. a.g.e., XI, 20/132. Hamdi Yazır. a.g.e., III, 1740.

(54) Buhârî. İman, 3. (1, 18).

(55) Bakara. 2/135.

(56) Ankebût. 29/65.

(57) Lokman. 31/32: Mü’min. 40/14.

(58) Sâffât. 37/22-40.

(59) Sâffat. 37/69.74.

(60) Tirmizi. V. 20.

(61) R. el-İsfehânî. a.g.e., s. 502.

(62) Nisa. 4/145.

(63) Nisa. 4/142.

(64) Nisa. 4/143.

(65) Buhârî, ilim, 24. (I. 14). Tirmizî, îman. 14. (v.20) Tirmizî, “Bu, amelde nifaktır", demiştir.

(66) Tirmizî. V.20.

(*) Buhari. İlim. 24. (1.14).

(67) Hâzin, a.g.e., III. 563.

(68) Sâd. 38/22.

(69) Saffat. 37/30,32.

(70) Saffat. 37/34.

(71) Saffat, 37/35.

(72) Ahmed. V. 428-429.

(73) Ahmed. IV. 124.

(74) Süm’a ve riya ile ilgili hadisler için bkz. Buharî. Rikak, 36. (VII. 189). Müslim, Zühd, 47 (III, 2289). Ahmet. III, 500.

(75) Beydâvî. a.g.e., VI. 298.

(76) Hazin, a.g.e., VI. 298.

(77) Diğer şartlar: İman, niyet ve şeriata uygunluk.

(78) Nisâî. Cihad. 24 (V. 25).

(79) A’raf. 7/29: Yunus. 10/22: Ankebût. 29/65: Lokman. 31/32. Mü’min. 40/14,65.

(80) Yunus. 10/22. Ankebût. 29/65, Lokman, 31/32.

(81) Levis Meluf, el-Müncid. s. 663.

(82) Beydâvî, a.g.e., III. 366.

(83) Ahkâf. 46/13-14; Fussilet, 41/30.

(84) Tirmizî. Zühd, 60. (IV, 607). İbn Mace. Fiten. 12 (II. 1314). Hadis. Hasen sahihtir. Süfyan b. Abdullah’ tan rivayet edilen bu hadisi Müslim. Darimi ve Ahmet b. Hanbel de kitapla­rında zikretmişlerdir. Rivayetlerin aralarında küçük de olsa farklılıklar vardır. Müslim’in rivayeti; "Ya Rasulallah!” İslâm hakkında ba­na bir söz söyle ki onu senden başka kimseye sormayayım” dedim. O da "Allah’a iman ettim de ve dosdoğru ol" (İman. 62. (I. 65) Dârimî’nin rivayeti, "Ya Resulallah, İslâm’da ba­na bir amel bildir ki onu başka kimseye sor­mayayım" dedim. O da "Allah’a karşı gelmekten sakın, sonra dosdoğru ol." (Rikak. 4. s. 694) diğer bir rivayeti ise "Ya Rasulallah. Bana bir şey emret, ona sarılayım” dedim O da "Rabbim Allah de dosdoğru ol" (Rikak. 4. s. 694) Ahmed b. Hanbel’in rivayeti, “Ya Rasulalllah. İslâm’da bana bir emir bildir ki onu senden sonra kimseye sormayayım" dedim. "Allah’a iman ettim de sonra dosdoğru ol" (III. 413) diğer bir rivayeti ise "Ya Rasulallah. Bana bir emir söyle ona yapışayım" dedim. "Rabbim Allah de sonra dosdoğru ol" (III. 413) şeklindedir.

Ahımed Serdaroğlu’nun "İhya” tercemesinde, "Peygamber (s.a.v.)"e ihlastan soruldu, (ih­las) "Rabbim Allah demen sonra emrolunduğu gibi dosdoğru olmandır." Cevabını verdi, denilmektedir. Dipnotla bu hadisi Tirmizi ve İbn Mace’ nin rivayet ettiği belirtilmiştir. An­cak, Tirmizi ve İbn Mace de bu şekliyle değil yukarıda zikredildiği şekliyle mevcuttur.

Haris Muhasibî, "Sadık o kimsedir ki halk na­zarındaki itibarının hepsi insanların gönlün­den çıksa bana hiç aldanmaz, pek çok güzel ameli olsa halkın bunu bilmesini istemez” de­miştir. Kuşeyri. a.g.e., s. 116. İşte bu, ihlastır.

(85) Ahmet. III. 198.

(86) İbn Manzûr. a.g.e., XIII. 115. Asım Efendi, a.g.e., IV. 90. İhsan kavramının anlamı için bkz. İsmail Karagöz. Kur’an’da Dört Kav­ram. s. 70 vd. Ankara, 1997.

(87) Buhârî. İman. 37. (I, 18)

(88) Saffat. 37/74.80.81.128,131.132.

(89) Beydâvî. a.g.e., IV. 309.

(90) Levis Melûf, a.g.e., s. 419-420.

(91) Şerif Cürcânî. a.g.e., s. 132.

(92) Şerif Cürcânî, a.g.e., s. 132.

(93) Buhârî. Şehadet. 28. (III, 162). Müslim. îmân, 107.109. Tirmizî, îmân. 14.

(94) Ankebût. 29/3: Ahzab. 33/24.

(95) Kuşeyrî, a.g.e., s. 113,116.

(96) Razî Fahruddin. Mefâtihü’l-Gayb, II. 20. İst. 1037: Hamdi Yazır. a.g.e., I, 168.

(97) Taberî. a.g.e., I. 1/99-100. Tûsî. Muhammed b. Hasan, Tıbyan, II. 592. Necef, tarihsiz Tabrassî. Ebu Ali el-Fadl. Mecmeu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, I, 37. Tahran. 1975.

(98) Râzî. a.g.e., II. 20.

(99) Bkz. Beydâvî. Nesefi. Hazin, a.g.e., IV. 309.

(100) İhlas-tevhid anlamına gelen ittika-takva keli­melerinin geçtiği ayetler için bkz. Bakara. 2/41: Tevbe. 9/108: Yunus 10/64. Yusuf 12/57 Bkz. Dâmeğânî. Hüseyin b. Muhammed. Kâmüsü’l-Kur’an. Beyrut/1977.