BÜYÜCÜLÜK MODERN FALCILIK VE ASTROLOJİ
İnsanoğlu yaratılışı gereği tarihin ilk dönemlerinden itibaren hep bilinmeyen ve görünmeyen esrarlı şeylere karşı ilgi duymuştur. Gayb adı verilen bu esrarlı bilgilere ulaşma arzusu ve iştiyakı, ilmî ve teknolojik gelişmenin bir hayli mesafe kat ettiği günümüz insanının da ilgisini çekmeğe devam etmektedir. Bunun tabii sonucu olarak bazı kişiler gaybı yani geleceği bilmeyi hobi haline getirmişlerdir. (1) Genellikle gayb, gözden kaybolmuş şeye denildiği gibi, duyularla idrak edilemeyen, insan bilgisi dışında kalan şeye de denilmektedir. (2)
İslâm, temel prensip olarak gayb bilgisinin yalnız Allah’a ait olduğunu, gelecekten haber vermenin de yine O’na ait bulunduğunu önemle vurgulamıştır.
Kur’an-ı Kerim’de gayb kelimesinin geçtiği bazı ayetler incelendiğinde durum daha net bir şekilde anlaşılır: “Gaybın anahtarı Allah’ın katındadır. O’ndan başka hiç kimse gaybı bilemez, karada ve denizde olanların tümünü O bilir.” (3) “Gaybı yalnız Allah bilir” (4) “O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görünmez bilgi hazinesi) kimseye açık tutmaz”.(5)
Kur’an-ı Kerim’de “gayb” kökünden gelen ve meallerini verdiğimiz ayetlere yakın başka ayetler de vardır. (6) Bu ayetler gözden geçirildiği zaman Müslümanlar açısından önemli bazı sonuçlara ulaşmak mümkündür:
1. Öncelikle Müslümanların gayba iman etmeleri farzdır, mutlak hükmündedir.
2. Bütün yaratılanlar için geçmişte, gelecekte ve bu ikisi arasında yaşanan her hadisede Allah’ın kesin bilgisi vardır.
3. Her mümin bilmediği şeyin ardına düşmekten men edilmiştir: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur” (7) ayeti bunu açıkça ifade etmektedir.
4. İnsanlar ve cinler gaybı bilmezler. (8)
5. Allah’ın vahyini insanlara ve cinlere bildirmekle yükümlü olan peygamberler de, Allah izin vermedikçe gaybı bilemezler.(9)
Söz buraya intikal etmişken İslam’ın ikinci kaynağı hadis-i şeriflerde gaybla ilgili olarak neler buyurulduğu konusunda fikrimiz olması için birkaç örnek vermeliyiz. Hz. Peygamber(s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Gaybın anahtarları beştir. Onları Allah’tan başkası bilemez: 1. Yarın ne olacak? 2. Ana rahimlerinde neler bulunmaktadır? 3. Kişi yarın ne kazanacak? 4. Yağmur ne zaman yağacak? 5. Kişi nerede ölecek? (10)
Gelecekten haber verdiğini iddia eden kâhinler hakkında da Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Kim bir arrâfa (kâhin) gelir, bir şeyler söyler sorar ve söylediklerine de inanıp onu tasdik ederse 40 gün namazı kabul edilmez”.(11)
Hz. Aişe’den rivayet edilen bir hadis-i şerife göre O şöyle demiştir: Bir gün bir cemaat Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendiniz’den kâhinler hakkında ne buyuruyorsunuz diye sordular. Rasululllah (s.a.s.) doğru bir şey değildir, buyurdu. Ashab: Ya Rasulallah. Onlar bazen istikbale ait haber veriyorlar da dedikleri gibi çıkıyor, dediler. Bunun üzerine Resulü Ekrem: Onların vakıa mutabık haberleri meleğin ilham ettiği gerçeklerdendir ki, onu meleklerden bir cin süratle kaparak kâhinlerden bir dostunun kulağına fısıldar. Onlar da o gerçeğe kendilerinden yüzlerce yalan karıştırırlar, buyurdu.(12) (Hadisi Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).
Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz bizleri her türlü bâtıl inanç ve davranışlardan daima sakındırmıştır. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Kuşun ötmesinden, köpeğin ulumasından teşeüm etmek, ufak taşlar (nohut, bakla vb.)la fal açmak, kum üzerinde hatlar çizmek, bunlardan istikbale ait hükümler çıkarmak sihir ve keramet cinsindendir.” (13)
Dilimizde sihir ve büyü çoğu zaman bir arada ve birbirinin yerine kullanılmaktadır. Lügatle sihir, “Ne olursa olsun sebebi gizli olan şey” demektir. Sebebi gizli olmakla hakikatin hilafına tahayyül olunan yaldızcılık, şarlatanlık, hud’akârlık yolunda cereyan eden herhangi bir şey de sihirdir. Esrarengiz gizli sebeple incelik, zahiri cazibe, kötü maksat sihrin mahiyetidir. Temelini teşkil eder. İnsafsızlık ve ahlâksızlık sihrin köküdür." (14)
İslam’ın temel kaynaklarında büyü, “Tabiatüstü gizli güçlerle ilişki kurarak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabii nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma gayeli bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işler” şeklinde tanımlanmıştır. (15)
Büyünün ve sihrin insanlık tarihi kadar eski olduğu, hemen bütün milletlerde (16) çeşitli şekillerde varlığını sürdürdüğü bilinmektedir. (17) Her dönemde büyü, büyücülerin elinde menfaate dayanan, mukaddes değerlerin olabildiğince istismar edildiği, her şeyin bilinebileceği iddiasını taşıyan, insanların aldanabilmesine en müsait zeminin hazırlandığı bir sahadır." (18) Sayılan bu ve benzeri özellikleri açısından “büyü”yü İslam inançları çerçevesinde bir yere oturtmak mümkün değildir.
Kur’an-ı Kerim’in “sihir” tabiriyle de anlattığı büyü, cincilik, kehanet, fal okları, yıldızlara bakmak, düğümlemek, üflemek vb. bâtıl inançlarla birlikte İslam’ın haram kıldığı bir inanç ve davranıştır. (19) İslam, büyü veya sihre inanmayı da bunları uygulama alanına sokmayı da(20) büyük günahlar arasında sayarak Müslümanları bu meşum fiilden uzaklaştırmıştı. (21)
Büyük günahlar arasında zikredilmesine rağmen büyü (22) ve sihrin bazı Müslümanlarca rağbet görmesinin tek sebebi, dini inançların zayıflığı ve büyü muhtevasının yeterince bilinmemesidir. İşte bundan dolayıdır ki, izahında güçlük çekilen çözümünde âciz kalınan problemlerin halledilmesinde öncelikle dinin ana kaynaklarından bilhassa Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflere müracaat etmek gerekirken, çoğu kere din eğitiminden haberi olmayan, büyücülüğü meslek haline getiren kişilere başvurulmaktadır.
Bir diğer yönden büyü, Müslümanın inancını kaygan bir zemine yönlendirmesi açısından da büyük tehlike arz etmektedir. Bununla beraber büyünün Ehl-i Sünnet inancı çerçevesinde “hak” olduğu belirtilmektedir. Buhari ve Müslim’de Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimize büyü yapılmak istendiği açıklanmıştır. Bazı kaynaklar, bu teşebbüsle başarı sağlandığını da zikreder. Hangi hikmete binaen olduğu bilinmeyen, ancak Cenab-ı Hakkın bir iznine dayanılarak Hz. Peygamber (s.a.s.) üzerinde az da olsa tesiri görüldüğü zikredilen bu hadisenin, yine Yüce Mevlâ’nın iradesiyle hemen çözüldüğü bilinmektedir. (23) Bu tespite göre probleme bu açıdan bakılınca büyü hadisesinin varlığı kabul edilmektedir.(24)
Hal böyle olmakla beraber Hz. Peygamber (s.a.s.)’e sihir yapılıp yapılmadığı meselesi vuzuha kavuşturulmuş değildir. Bu arada tartışılan bir diğer husus, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gerçekten sihir yapılmışsa bunun peygamberlik müessesesiyle bağdaştırılıp bağdaştırılmayacağı meselesidir. İslam âlimlerinden Nazzam, sihrin Hz. Peygamber(s.a.s.)’le bağdaşamayacağını savunur. Aynı şekilde Mu’tezile, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e sihir yapıldı demenin Kuran ayetlerine aykırı olacağını ileri sürer. (25) Rasulullah (s.a.s.)’ın sihirden ve büyülenmekten emin olduğunu bizzat Kur’an ifade etmekte, O’nun büyülendiğine dair iddiaları da düşmanları olan müşriklere isnat ederek onları bu iddialarından dolayı kınamaktadır. Öyle ise O kesinlikle büyülenmemiştir. Bu konuda “âhad” bir hadis-i şerifle inanca taalluk eden meselelerde hüküm verilmez.(26)
Modern bilimler alanında ulaşılan sonuçlar, günümüz insanının metafizik vakıalara ilgisini kesmemiştir. Bugün modern dünyada fizik âlemine tesir edebilecek bir parapsikoloji ilminin teşekkül ettiği bilinmektedir. Birçok ülke münevverlerinin, bu yeni bilim dalına özel bir ilgi duydukları gözlenmektedir.
Fizik dünya ile metafizik dünya birbirinden farklılıklar arz eder. Yorumu çok değişik yapılmakla birlikte büyünün (27) metafizik bir vakıa olduğunu söylemek mümkündür. Bu bakımdan cinlerin fizik dünyada çeşitli olaylarda kullanılması olağan sayılabilir. Ruhi gücünü tam anlamıyla harekete geçiremeyenlerin karşısında, bu gücü rantabl olarak kullananların bir takım davranışları büyü olarak algılanabilir. İşte tam bu merhalede birtakım medyumların kamuoyunun karşısına çıkarak, gerçekte metafizik âlemin elemanları sayılması gereken cinlerden yararlanma iddiasıyla kendilerine göre bazı açıklamalar yaptıkları görülmektedir.
Esefle belirtelim ki, son yıllarda özellikle ülkemizde birtakım duygusal, mantıkî ve iradi zaafından kaynaklanan bazı basit hadiseler bile nerede ise büyü olarak isimlendirilir hale gelmiştir. (28) Karı-koca arasındaki geçimsizliklerin, psikolojik, sosyolojik, psikiyatrik ve ekonomik sebepleri araştırılmaksızın hemen büyüye başvurularak onun aracılığı ile kolay çözüm aranmakladır. Hâlbuki gerek karı-koca arasındaki geçimsizliklerin gerek çocuk sahibi olamayan çiftlerin problemleri, irade zaafı ve fiziki rahatsızlıkların tedavisi ile pek âlâ giderilebilir. Çocuğu olmayan çiftlerin bu durumda ya birisi veya her ikisi tıbben kusurlu olabilir. Bu konunun çözümünde ilk müracaat edilecek yer cinci, sihirbaz ve medyumlar değil, öncelikle bir tıp merkezi olmalıdır. Bir an, yukarıda sözü edilen rahatsızlıkların gerçek sebebinin büyü olduğu düşünülse bile, çare büyücü veya sihirbazlar yerine. Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ’in de yaptığı gibi Muavvizateyn (Felak, Nâs sureleri)’i okuyarak Allah’a sığınmakta aranmalıdır. Nitekim Rasulullah (s.a.s.) karı-koca arasındaki geçimsizliklerin ve çocuk sahibi olamayanları, bu arzularına kavuşmaları için bir büyücüye başvurmalarını tavsiye etmemiştir. Öyle ise böyle bir durumla karşı karşıya kalan Müslüman, Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ‘in tavsiyeleri doğrultusunda bir tabibe müracaat etmekle beraber Muavvizateyn surelerinin yanı sıra Fatiha ve Ayetü’l-Kürsi’yi de okuyarak kendini Kur’an-ı Kerim’in himayesine bırakmalıdır.
Şu nokta da burada önemle vurgulanmalıdır: Böyle bir durumla karşılaşan Müslüman sadece belirtilen sureleri okumakla yetinmeyerek, bu musibetten ancak Allah’ın izin ve yardımı ile kurtulacağına inanmalıdır. Eğer kişi bu konuda bir şüphe içinde ise ve inancı da zayıfsa, bu dua ve okumalardan istenilen faydayı temin etmesi zordur. Bu konuda bir büyük âlim şöyle diyor:
Biz Allah’ın her şeye gücü yettiğine inanmıyor muyuz? O halde bu belâyı Rabbim savmayacak da büyücü hocalar mı medyumlar mı savacak? Sihirbazlar mı modern veya klasik falcılar mı savacak? Ben Rabbime olan iman ve itminanımdan dolayı bu şekilde düşünüyorum. Böyle düşünmek ve inanmak bana engin bir gönül huzuru veriyor.
Büyü ve büyücünün zararlarından kurtulmanın en emin yolu, kişinin öncelikle Allah’a imanım, kuvve-i maneviyesini yitirmeksizin onu canlı tutmasıdır. Bir büyücüden şifa bulamayınca diğerine koşmak, bu işin tacirliğini yapanları kapı kapı dolaşmak daha beter bataklığa gömülmek demektir. Mustarip olan kişi kendi dua gücünü kullanmaya devam edebileceği gibi, çevresinde ağzı dualı gerçekten muttaki zevatın dualarına da müracaattan geri kalmamalıdır.
Denebilir ki, insanlık tarihi kadar eski olan hurafe ve bâtıl inançtan tarihin hiçbir döneminde hiçbir millet yakasını tam anlamı ile kurtarabilmiş değildir.(29) Bütün büyük ve kitaplı dinlerin hiçbiri eski cahiliyet devri dinlerinin kalıntılarından kurtulamamıştır. Halk tabakasının kendi dinlerinin tören ve geleneklerinden ayrılamadıklarını bütün kitaplı dinlerin tarihleri göstermekledir. Halk tabakası İlâhî dini öğreten peygamberlerinden zaman bakımından uzaklaştıkça eski müşrik dinlerinden kalma hurafeleri, hatta ayinleri canlandırmışlar, işi putperestliğe kadar götürmüşlerdir. Dinler Tarihi sayfalarında bunun pek çok misallerini bulmak mümkündür. (30)
Hurafe ve bâtıl inançtan Hristiyan dünyası da nasibini almıştır. Bir örnek vermek gerekirse, 1924 yılı başlarında güney Fransa’da bir kız çocuğunun Hz. Meryem’i görüp görüştüğüne bütün Fransız köylülerinin inandığını ve kızın bulunduğu köyün Katolik köylüler için ziyaretgâh haline getirildiğini; aynı yılın sonlarında Almanya’nın Berlin şehrinde Hans Freyer adlı bir tabibin hastalarına afsun öğrettiği, üfürükçülükle yalan yanlış tedavi uyguladığı için Tempelhof mahkemesi kararıyla bir yıl hapse mahkûm edildiğini zikredebiliriz.(31)
Bugün ülkemizin birçok yöresinde müşahede edilen hurafe ve bâtıl inançların ekserisi bize diğer yabancı din ve inançlardan intikal etmiştir. Bunların hepsini saymağa bu makalenin hacmi müsait değildir. Sadece birkaç misal vermekle yetiniyoruz:
1. Bugün Noel Ağacı diye yılbaşında bazı evleri süsleyen ağaç, kuzeydeki Şamanist topluluklardan Hristiyanlara, onlardan da bize geçmiştir.
2. At nalını, eski pabuç, soğan, nazar boncuğu ile birlikte uğur saymak ve onu yeni yapılan evin görünen bir köşesine asmak âdeti İtalyanlardan gelmiştir.
3. Mavi boncuk vb. maskotların özellikle yeni doğan çocukların omuzlarına asılması Rumlardan alınmıştır. (32)
4. İstanbul ayazmalarının (33) sularını şifalı sayarak bunu bütün Anadolu’daki bazı çeşmelere de teşmil etme geleneği yine Rumlardan bize intikal eden bâtıl inançlardandır.
5. Türbelere ve kutsal sayılan ağaçlara çaput bağlamak bazı Kuzey ve Orta Asya milletlerinin eski dini inançlarından bir kalıntıdır. (34)
6. Türbelere mum dikmek de Kırgız Kazaklarının, ölünün ruhu için kırk tane mum hazırlayarak her gün birini yakmaları geleneğinin bir devamı olarak mevcudiyetini sürdürmektedir. (35)
7. Birçok Müslüman ülkede de bilinen muska (nuska, nüsha) taşıma geleneği, putperestliğin en iptidai şekli olan fetiş (36)’e dayanmaktadır. Eski Romalıların zehirlenmekten korunmak için önceden bir tedbir olmak üzere birtakım sırlar ihtiva eden işaretler yazılmış muskaya benzer şeyleri üzerlerinde taşıdıklarını, bu ülkenin mitolojisi ile ilgili eserler zikretmektedir. (37)
8. Halkımız arasında bazılarının inandığı bâtıl ve hurafelerden biri de “kitap açtırmak”tır. Bilgisiz kişilerin zannettiği gibi bu konuda açılan kitap mukaddes değil, “Yıldızname” adını taşıyan sıradan bir kitaptır. Baştan aşağı asılsız, yalan yanlış hurafe ve bâtıl cümlelerin rastgele dizilmesinden teşekkül eden Yıldızname, bilgiç geçinen bazılarının elinde bilgisiz ve saf Müslümanların inancını ve parasını sömüren bir araç olmaktan başka bir şey değildir.
Müslümanlara arız olan, insanların vücut, kalp ve ruhlarına tesir ederek sağlıklarını bozan sihri Hz. Peygamber (s.a.s.), “Her kim düğüm bağlar da sonra üflerse sihir yapmıştır. Sihir yapan da şirke gitmiştir. Her kim bir şeye menfaati olur veya zararı uzaklaştırır diye gönül bağlarsa ona havale edilir” (38) buyurarak yasaklamıştır. Aynı şekilde muhabbet için (kız-erkek birbirlerini sevmeleri için) yapılan muskalar da sihirdir. Bunu yapan ve yaptıranlar manen büyük bir vicdan azabı çekeceklerdir, çünkü nice genç kızlar, taze gelinlerden, bu tür sihrin tesiri ile sara hastalığına tutularak hayatlarını ömür boyu söndürenler görülmüştür.
Kayıp bir eşyanın bulunması veya hırsızın yakalanması için sihir yoluna başvurmak ve onun tesirine inanmak da şirktir, büyük günahtır.
Çocuğu olmayan kadınların göbeklerine yazı yazılması ve bunun için ayrıca muska yapılması, bu ameliyelere inanarak çocuk umulması gülünç ve çocukça bir beklentidir, bâtıla bel bağlamaktır. Bu konuda söylenecek daha çok şey vardır. Ancak hayatlarını, kötüye kullanmak suretiyle muska, büyü ve sihir yaparak kazananların, bunu bir kazanç kapısı görenlerin akıbetlerinin hiç de iyi sonuçlanmadığı çoğu kere müşahede edilmiştir.
Çoğu zaman ilahiyat literatüründe sihir, büyü, efsun, melek, şeytan, gayb, uğur, uğursuzluk vb. terimler birlikte veya değişik şekilde kullanılırken, bu terimlere çok yakın ilgisi açısından “cin” terimi de birlikte konu edilir. (39) Lügatte “örtmek, gizlemek” anlamına gelen cin, görülmeyen varlıklara isim olarak verilmiştir. Cinlerin mevcudiyeti Yahudi, Hıristiyan ve daha önce gelip geçmiş milletlerce de kabul edilmiştir.(40) Aynı şekilde İslâm öncesi bazı din ve toplumlarda da cin inancının mevcudiyeti bilinmektedir.
İslâm’a göre cinler akıl taşımaları açısından peygamberlerin tebliğlerine muhatap olmuş mükellef varlıklardır. Kur’an-ı Kerim onların Hz. Musa’ya getirdiği buyruklara iman ettiklerini açıklamıştır.(41) Peygamberlerin davetleri mümin ve kâfir diye ikiye ayrılan cinlerin iman edenleri kurtuluşa ve ebedî saadete ererek cennete gireceklerdir. (42)
Cinler de insanlar gibi yeryüzünün sakinlerindendir, kâfirlerine şeytan ismi verilir. Onların varlığını inkâr küfürdür. (43) ( Kur’an-ı Kerim ve bazı hadis-i şerifler cinlerin haber çalmak için göğe çıktıklarını fakat üzerlerine yakıcı ve delici ışınlar gönderilmek üzere buradan kovulduklarını açıklamaktadır. (44)
Akıl ve irade sahibi olmaları açısından cinlere Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimizin Kur’an okuduğunu, (45) Kur’an’ın bazı ayetlerinin cinlere de hitap ettiğini,(46) onların Allah’a kulluk etmek için yaratıldıklarını (47) yine Kur’an-ı Kerim bize haber vermektedir.
İslam kaynaklan normal insanların cinleri göremeyeceklerini, cinlerin ve insanların Allah’ın izni ve iradesi ile cinleri görebildiklerini kaydetmektedirler.
Bazılarının zannettiği gibi insanlarla cinler arasında hukukî açıdan nikâh mümkün değildir. Halk arasındaki bu tür rivayetlerin asılsızlığı, cinlerle evli olduğunu ileri süren kişilerin ruhi açıdan problemlerinin bulunduğu, tedaviye muhtaç oldukları yine muteber İslam kaynaklarında zikredilmektedir. (48)
Cinlerin eşya üzerindeki tasarruflarının mümkün olup olmadığı da zaman zaman münakaşa edilmiştir. İslâmî kaynaklarda, insanların meydana getirdiği eserlerin insan dışında cin, şeytan vb. varlıklar tarafından yok edilmesi, yerlerinin değiştirilmesi vb. insanlık tarihi boyunca görülmemiştir; çünkü bu bir tasarruf Sünnetullah’a aykırıdır. Cenab-ı Hak Sünnetullah’ta bir değişiklik olmayacağını yine Kur’an-ı Kerim’inde beyan etmiştir.(48)
Cinlerle bulaşıcı hastalıklar ve sihir arasında daima bir ilgi kurulmuştur. Dini örfte, göz boyacılık, yaldızcılık, şarlatanlık şeklinde cereyan eden sihir bütün İlâhî dinler tarafından kötü görüldüğü için yasaklanmıştır.
Büyü ve sihrin tarihini Bâbil dönemine, Keldanilere, hatta daha gerilere götürenler vardır. Fahruddin er-Râzi sekiz çeşit sihir bulunduğunu kaydeder.
En çok tartışılan konulardan biri, belki de en başla geleni büyünün etkisinin olup olmadığı, varsa bunun hududunun nereye kadar uzandığıdır. İslâm’ın sihirle meşgul olmayı, büyü yapmayı, şirk ve küfür derecesinde bir davranış saydığını bir kere daha vurgulamalıyız. (50) Bu dinin iki ana kaynağı (Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerif)’na dayanarak bir kısım Müslüman bilginler, büyünün bir gerçeği olduğunu (51) tesirinin bulunduğunu, bunun şerrinden Cenab-ı Hakka sığınmak gerektiğini vb. belirtmişlerdir.
Cinlerin insanların emri altına gelmesi meselesi de çok tartışılan konulardan birini teşkil etmektedir. Bu mevzuda bazı âlimlerin dayandıkları ayetler (52) sadece Hz. Süleyman’la ilgilidir ve O’na özgedir. Bundan dolayı genelleştirilmesi Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflere göre doğru değildir. (53)
Gaybı ancak Allah bildiğine, peygamberlerinden ancak dilediğine (54) bu yetkiyi verdiğine göre, cinlerin kayıp veya çalınan eşyayı bulmalarının imkân hududu daima tartışılmıştır.
İslâm bilginlerine göre cinler de gaybı bilme konusunda insanlardan farklı durumda değildir. Onlar da gaybı bilmezler, bilgileri de, gördükleri şeylerle sınırlıdır. Zaten Hz. Süleyman’ın vefatından bahseden bir ayet, cinlerin gaybı bilmediklerini açıkça ifade etmektedir. (55)
İslam öncesi dönemlerden günümüze kadar bir lakım kişiler, cinlerle irtibat kurduklarım, kendilerinin dostu veya emirleri altına girmiş olan cinlerin onlara gayba ait bazı haberler verdiklerini iddia edegelmişlerdir. Ancak Hz. Peygamber (s.a.s.), kâhin denilen bu kimselerin verdikleri haberlere inanılmasını da, onlara bir şey sorulmasını da yasaklamıştır.(56)
Bu durumda ister yıldızlara bakılarak, ister cinlerle konuşarak, isler remil yolu ile gaybdan haber verdiğini iddia etsin, kâhine, müneccime, arrâfa bir şey sormak, onların kaybolan veya çalınan şeylerin yerlerini söylediklerini tasdik etmek şiddetle yasaklanmıştır. Bu yüzden de cinlere, çalınan şeyler hakkında soru sormak caiz olmadığı gibi, onlardan alındığı iddia edilen haberlere inanmak da doğru değildir. Cinlerden alındığı ileri sürülen bu tür haberler şer’i ve hukukî bir delil olarak da kullanılamaz. (57)
Bununla beraber büyü veya sihrin, XXI. yüzyılın eşiğinde hala bazı insanlarımızca bir ümit ve çare olarak algılanması vakıası görmezlikten gelinemez. Bugün toplumumuzda, bazı basit yöntemlerle, zararlı böceklerden korunmak, bir kişiyi yanına getirtmek, kurşunun tesirini herhangi bir kimseden uzaklaştırmak, bir yeri harap etmek, birinin erkekliğini, dilini, sidikliğini ve uykusunu bağlamak, karı- koca arasını açmak, bazı kişileri birbirine düşman haline getirmek vb. sihir yolu ile sağlamaya yönelen insanların bulunması cidden düşündürücüdür. Bundan daha acıklı ve düşündürücü olanı, böyle bir durumla karşılaşan kişinin, bâtıl ve hurafeden arındırılmış İslam’a, müspet ilme ve tıbba müracaat edecek yerde yine, büyücülüğü meslek edinen kişilere başvurması, çareyi yanlış yerde aramış olmasıdır. (58) Ülkemizde büyü, sihir, afsun vb. İslam açısından olduğu kadar halkın günlük hayatında yer verdiği kültürel vakıalar ve halk inançları açısından da müstakilen inceleyen eserler yazılmıştır. (59)
Müslümanları bu konuda da aydınlatmak ve hatalı davranışlarını düzeltmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, 27.01.1987 tarihinde aldığı 93 sayılı kararıyla, “İslam Dini sihrin varlığını inkâr etmemiş, fakat tevhid inancına zarar verdiği, kontrolü mümkün olmadığı ve genellikle kötüye kullanıldığı için yasaklamıştır.” şeklindeki görüşünü kamuoyunun dikkatine sunmuştur.
Tarih içinden süzülerek günümüze intikal eden büyü ve sihrin insanlarımız üzerindeki tahribatı yetmiyormuş gibi, şimdi de falcılık ve büyücülüğün yüzyılın icaplarına uygun olarak modernizasyonu ile karşı karşıya bulunmaklayız. Astrologlara göre her şeyden önce bütün gizli bilimler birbirine karıştırılmamalıdır. Astroloji kendine özgü kuralları ile parapsikoloji ve ruh çağırma gibi gizli bilimlerden oldukça farklıdır. (60)
Kendini astrolog (61) diye adlandıran falcı ve medyumların insanı hem dinden hem kendi benliklerinden uzaklaştırdıkları bugün kesinleşmiş bir görüştür. Astrolog, medyum ve falcıların sayısında azalma görülmemesi de ayrı bir endişe kaynağını teşkil etmektedir.
Yaptıkları iş, insan hayatını mutlak ilim, hikmet, kudret ve kibriya sahibi olan Allah’ın kudretinden (hâşâ !) alarak cansız gök cisimlerinin hareketlerinden çıkarılan manasız bir takım yorumlara havale etmek olan bu davranışlar abesle iştigalden başka bir şey değildir.
Medyumlar, doğru ve kutsal ile her tür ilişkiyi keserek agnostik ve nihilist bir dünyada buğulu ve gizemli mekânlarda saf insanları avutarak umut tacirliği yapmaktadırlar.
Modern dünyanın bunalımlı insanı güya kendine bir çıkış yolu ararken bunalımın kaynağını keşfedemediği için handikaptan kurtulamıyor. Gerçekte bunalımın kaynağı 0900’lü telefonlarla evlerimize kadar giren modem falcılar, medyumlar, astrologlar ve cincilerdir.
İnsanların ruhlarındaki manevi boşluğu doldurmak iddiasında olan sözde modern falcılar ve medyumlar, manevî yönden erozyona uğramış kişilerin hayatlarına müdahale eden dumanlı havanın kurtlarıdır. Bir bakıma dini inanç ve duyguları istismar eden bu mahir pratisyenler, değişik ve gizemli görünümleri ile insanın derin duygu ve bağlanış hissini ranta dönüştürmektedirler.
Son yıllarda astrolojinin (61), pozitif ilmî disiplinlerle kurduğu bağ ve teknolojinin nimetlerinden de yararlanarak hayatın her alanında pek çok probleme çözüm bulma gayretine girişmesi, ilim adamlarıyla astrologları ister istemez karşı karşıya getirmiştir. Bu arada iş adamlarının mesleki problemlerini çözmek, alacakları personelin kabiliyetlerini hatta burç özelliklerini tespit için astrologlara müracaat etmeleri, astrolojiye falcılıktan öte işlevler yüklemiştir. Bununla beraber özellikle fizik, uzay fiziği, astronomi vb. müspet ilim dallarında mütehassıs olan ilim adamları, kelimenin sonunda her ne kadar “loji” takısı olsa da astrolojiyi bir bilim olarak kabule yanaşmıyorlar. Ancak meseleye ihtiyatla yaklaşan bazı ilim adamları, astrolojiye modern fal bağlamında bir yer vermekle yetinerek onu “yalnız teselliye muhtaç insanların inancından yararlanan” bir gelişim olarak değerlendiriyorlar. Yine bu ilim adamları, gazete ve dergilerde yayınlanan, hemen hemen birbirinin benzeri olan burç falları için yaptıkları değerlendirmelerde sonuç itibarı ile ayni kanaati paylaşıyorlar. Burçlara dayanarak bir insanın hal ve istikbaline yön vermesi kadar gülünç bir şey tasavvur edilemez.
Bütün bu tespitlerden sonra diyebiliriz ki, ülkemiz insanı için girişeceğimiz en hayırlı teşebbüslerden biri, belki en başta geleni, Müslümanları doğru ve sağlam İslam bilgisi ile donatmak olmalıdır.
Kurulduğu günden beri zaten işlevi Müslümanları İslam açısından doğru bilgilendirmek olan Diyanet İşleri Başkanlığı yetki ve imkân yönünden daha da donatılarak bu hizmetteki öncülüğünü en üst düzeye çıkarmalıdır. Fazla iyimserlik de olsa, bütün yayın kuruluşlarından, bu müspet çalışmaya katkıda bulunmalarını içtenlikle beklemek hakkını kendimizde bulduğumuzu önemle belirtmeliyiz.
DİPNOTLAR
(1) Geniş bilgi için bkz. Halis Albayrak, Kur’an’da İnsan-Gayb İlişkisi, İst. 1993.
(2) H. Kâzım Kadri, Büyük Türk Lügati, İst., 1943. III, 597.
(3) En’am, 59. Kur’an-ı Kerim varlık âlemini, âlemi’l-gayb (görünmeyen âlem) ve âlemü’ş- şehade (görünen âlem) olarak ikiye ayırmış, gayb âleminden bahsederken daima "iman” kelimesini kullanmıştır (Bkz. En’am, 73,Tevbe, 94; 105. Ra’d. 9, Mü’minun, 92).
(4) Yunus. 20.
(5) Cin,26.
(6) Bkz. Bakara, 3. Nahl, 77. Fâhr, 1, Mülk, 12. Lokman, 34, Hûd, 123. Kehf, 26. Furkan, 6. Nahl, 65. Sebe, 14-48. Ra’d, 8, İsra, 36.
(7) İsra, 36.
(8) En’am. 50.
(9) Al-i İmran. 179.
(10) Tecrid-i Sarih Tercümesi, III. 307.
(11) Sahih-i Müslim, Selâm. 125, 2230.
(12) Riyazü’s-salihin Tercümesi, II, 218.
(13) Riyazü’s-salihin Tercümesi, III, 219.
(14) Ragıb. Müfredat, s. 331: Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, I.443.
(15) İbn Manzur. Lisan, V. 348; Külliyat-ı Ebi’l- Beka, s. 208.
(16) Claude Levi-Strauss, Din ve Büyü, çev. Ahmet Güngören, İst,. 1983, s. 76.
(17) Hz. Peygamber (s.a.s.)’in kaçınılmasını istediği yedi şeyden biri de büyüdür, sihirdir (Bkz. Buhari. Vesâyâ. 23. Tıb. 48: Müslim. İman. 145).
(18) Bronislaw Malinowski. Büyü Bilim Din, çev. Ender Gürol. İst., 1964, s. 55.
(19) Maide. 90.
(20) Hz. Peygamber (s.a.s.) “Sihir yapmak şirktir" buyurur (Nesâi Tahrim. 9).
(21) Hz. Peygamber (s.a.s.) “Sihre inanan cennete giremez" buyurmuşlardır (Müsned, III, 33; IV. 339).
(22) Geniş bilgi için bkz. Hikmet Tanyu. Büyü, TDV İslam Ansk. İst., 1992, VI. 505.
(23) Muavvizateyn adı verilen. Kur’an-ı Kerim’in son iki suresi olan Felak ve Nas surelerinin nazil oluş sebebini ekseri müfessirler bu hadise ile izah etmişlerdir. Nas suresinde emlerden ve insanlardan gizlice insana sokularak fısıltı ile kütü düşünceler aşılayanların şerrinden Allah’a sığınılması tavsiye edilmiştir.
(24) Bâbil’de Hârut ve Marut adında iki meleğin sihir öğrettikleri, çeşitli hikmetlere binaen bunu yaptıkları bilinmektedir (Bkz. Bakara, 102 ve tefsirine).
(25) Bkz. Hak Dini Kur’an Dili, IX. 6356.
(26) Muhammed Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, çev. Muharrem Tan. İst,. 1989. s. 380.
(27) Türkçe ana kaynaklarda da büyü, afsun, nirenk ve füsun birbirine eşanlamlı olarak kullanılmaktadır (Bkz. M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İst., 1946. III. 211).
(28) İ. Zeki Eyuboğlu. Cinsel Büyüler, İst., 1976, I. 16; Sevgi Büyüleri, İst., 1979, s. 68.
(29) J. Ncgelein. Weltgeschichte des Auberglaubens, Berlin. 1931. I. 165 vd; C.H. Ratschow. Magic und Religion, Zürih, 1955. s. 87.
(30) Abdulkadir İnan, Hurafeler ve Menşeleri, Ank., 1962. s. 3.
(31) A.g.e. s. 37.
(32) Kemalettin Erdil. Yaşayan Hurafeler, Ank. 1991. s. 54 vd.
(33) Rumca mübarek nazarıyla bakılıp ziyaret edilen çeşme veya pınar.
(34) Burada, Hz. Ömer’in Rıdvan Beyatı ağacının yanına gelerek namaz kılan Müslümanları bundan menettiğini, sonra da âdet haline getirirler endişesiyle ağacı kökünden kestirdiğini özellikle belirtmeliyiz (Bkz. İbn Sa’d. Umdetül-kâri, Beyrut, 1979. VIII, 283).
(35) Bazı arkeologlara göre bu âdet, ilkel kabile dinlerinde görülen ateş kültürüne dayanmaktadır. Hristiyanlıktan önceki Helenler ve Romalıların mezar taşları üzerinde meşale yaktıkları bilinmektedir (Geniş bilgi için bkz. Max Ebert, Reallexion der Vorgeschichte, Berlin, 1921, I. 382 vd).
(36) Fetiş, Portekizce büyü, muska taşıyan kişiye mutluluk getireceğine inanılan, tabiatüstü özellikleri olduğu düşünülen tapınma eşyası. Bir kimsenin tapınırcasına sevip bağlandığı kimse veya eşya.
(37) Recep Aktaş, Batıl İnançlar, İst., 1973, s.35 vd.
(38) Buhari, Vesâyâ, 23. Hudud, 44. Tıb, 48: Müslim. İman. 145.
(39) Lütfullah Cebeci. Kur’an’a Göre Cin Şeytan, Konya 1989. s. 68.
(40) Bkz. Tevrat. Tesniye. XXXII. 16-17: Mezmurlar, 106, 37; İncil, Matta. XI. 11-19; Yuhanna. VIII, 48-49: X. 19-21: Luka. VII. 2834. Protestanlığın bir kolu olan Reforme Hristiyan Kilisesi ile Doğu Kiliselerinde cin çıkarma uygulamalarının hala devam etmesi, üzerinde durulması gereken bir konudur.
(41) Ahkaf. 30.
(42) Bkz. A’raf, 179. Enam. 128. Cin. 5.
(43) Tecrid-i Sarih Tercümesi, II. 403.
(44) Bkz. Saffat, 6. 10.
(45) Ahkaf. 29-32.
(46) Rahman. 31, 40.
(47) Zâriyat. 56.
(48) Kurtubi. El-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’an, Kahire, 1967, IV. 248.
(49) Bkz. İsra, 77, Ahzab. 62. Fâhr. 43,Feth. 23.
(50) İbn Haldun. Mukaddime, çev. Z. Kadiri Ugan, İst., 1989. I-III.
(51) Bkz. Bakara. 102. Geniş bilgi için bkz. Fahruddin er-Râzi. Mefâtihu’l-gayb, III, 217; Hak Dini Kur’an Dili, 1.445.
(52) Bkz. Enbiya. 82, Neml. 17, 38. 39, Sebe’, 1213. Sa’d. 36-38.
(53) Ali Osman Ateş, Cinler-Büyü, İst., 1995. s. 253.
(54) Bir ayet-i kerimede, "... Allah Size gaybı bildirecek değildir, fakat O, peygamberlerden dilediğini seçip ona gaybı bildirir” (Al-i İmran, 179) buyurulmuştur.
(55) "Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman O’nun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. Bu suratla yere kapanıp yıkılınca öldüğü anlaşıldı. Eğer cinler gaybı bilselerdi o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı" (Sebe’,14).
(56) Ebu Davud, Tıb, XXI, 3904: Tirmizi, Taharet, 135.
(57) Daha geniş bilgi için bkz. Ali Osman Ateş, Cinler-Büyü, s. 263 vd.
(58) el-Hüseynî, Kenzü’l-havas, İst., 1992. Gerek bu eser, gerek Ebu’l-ma’mer Fuad’ın Mükemmel Remil Kitabı (İst., 1322) vb. Bazı sayı, özel gün, gece, rakam, rumuz, burç ve mısralarla gaibten haber vermek iddiası ile uydurulmuş, hiçbir değer ifade etmeyen yazı tonlarlarıdır.
(59) Bkz. Ali Çelik, İslanmın Kabul veya Reddettiği Halk İnançları, İst., 1995; S. Veyis Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, Ank., 1979; Sivas ve Çevresinde Batıl İnançlar, Ank., 1981.
(60) Suzel Fuzeau-Braesch, Astroloji, çev. M. Cansever. O. Taşkent, İst., 1995.
(61) Astroloji, kişilerin, grupların veya milletlerin kaderlerini önceden haber vermek gayesi ile gezegenlerin ve yıldızların dünya olayları üzerindeki etkisini yorumlama işidir. Bu yorumlamayı yapan kişiye de Astrolog denir (Bkz. Ana Britannica, İst., 1986, III, 326).
(62) Medyum, “İspritizmacılıkta görünüşe göre doğaüstü birtakım yollarla ölmüş kişilerin ruhlarından mesajlar alabilen ve böylece yaşayanlarla ölüler arasında haberleşme aracılığı yapan kimse anlamına gelir (Büyük Larousse, İst., 1989, XIII. 7918).
(63) Hristiyanlığın ilk yüzyıllarından itibaren yıldızlar ilmi astronomi ile yine yıldızlara bakarak istikbalden haber vermenin bir diğer adı olan astroloji arasındaki modern ayrım ortaya çıkmaya başlamıştır.