Makale

BÜYÜCÜLÜK MODERN FALCILIK VE ASTROLOJİ

BÜYÜCÜLÜK MODERN FALCILIK VE ASTROLOJİ

Doç. Dr. Osman CİLACI
S. Demirel Üniv. İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Anabilim Dalı Başkanı

İnsanoğlu yaratılışı gereği tarihin ilk dönemlerinden itibaren hep bilinme­yen ve görünmeyen esrarlı şeylere karşı ilgi duymuştur. Gayb adı verilen bu esrarlı bilgilere ulaşma arzusu ve iştiya­kı, ilmî ve teknolojik gelişmenin bir hay­li mesafe kat ettiği günümüz insanının da ilgisini çekmeğe devam etmektedir. Bu­nun tabii sonucu olarak bazı kişiler gaybı yani geleceği bilmeyi hobi haline ge­tirmişlerdir. (1) Genellikle gayb, gözden kaybolmuş şeye denildiği gibi, duyularla idrak edilemeyen, insan bilgisi dışında kalan şeye de denilmektedir. (2)

İslâm, temel prensip olarak gayb bil­gisinin yalnız Allah’a ait olduğunu, gele­cekten haber vermenin de yine O’na ait bulunduğunu önemle vurgulamıştır.

Kur’an-ı Kerim’de gayb kelimesinin geçtiği bazı ayetler incelendiğinde du­rum daha net bir şekilde anlaşılır: “Gaybın anahtarı Allah’ın katındadır. O’ndan başka hiç kimse gaybı bile­mez, karada ve denizde olanların tü­münü O bilir.” (3) “Gaybı yalnız Allah bilir” (4) “O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görünmez bilgi hazinesi) kim­seye açık tutmaz”.(5)

Kur’an-ı Kerim’de “gayb” kökün­den gelen ve meallerini verdiğimiz ayet­lere yakın başka ayetler de vardır. (6) Bu ayetler gözden geçirildiği zaman Müslümanlar açısından önemli bazı sonuçlara ulaşmak mümkündür:

1. Öncelikle Müslümanların gayba iman etmeleri farzdır, mutlak hükmün­dedir.

2. Bütün yaratılanlar için geçmişte, gelecekte ve bu ikisi arasında yaşanan her hadisede Allah’ın kesin bilgisi var­dır.

3. Her mümin bilmediği şeyin ardına düşmekten men edilmiştir: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur” (7) ayeti bunu açıkça ifade etmektedir.

4. İnsanlar ve cinler gaybı bilmez­ler. (8)

5. Allah’ın vahyini insanlara ve cin­lere bildirmekle yükümlü olan peygam­berler de, Allah izin vermedikçe gaybı bi­lemezler.(9)

Söz buraya intikal etmişken İslam’ın ikinci kaynağı hadis-i şeriflerde gaybla ilgili olarak neler buyurulduğu konusun­da fikrimiz olması için birkaç örnek ver­meliyiz. Hz. Peygamber(s.a.s.) şöyle bu­yurmuştur: Gaybın anahtarları beştir. Onları Allah’tan başkası bilemez: 1. Ya­rın ne olacak? 2. Ana rahimlerinde neler bulunmaktadır? 3. Kişi yarın ne kazana­cak? 4. Yağmur ne zaman yağacak? 5. Ki­şi nerede ölecek? (10)

Gelecekten haber verdiğini iddia eden kâhinler hakkında da Hz. Peygam­ber (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Kim bir arrâfa (kâhin) gelir, bir şeyler söyler so­rar ve söylediklerine de inanıp onu tasdik ederse 40 gün namazı kabul edilmez”.(11)

Hz. Aişe’den rivayet edilen bir hadis-i şerife göre O şöyle demiştir: Bir gün bir cemaat Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendiniz’den kâhinler hakkında ne buyuru­yorsunuz diye sordular. Rasululllah (s.a.s.) doğru bir şey değildir, buyurdu. Ashab: Ya Rasulallah. Onlar bazen istikbale ait haber veriyorlar da dedikleri gibi çıkıyor, dediler. Bunun üzerine Resulü Ekrem: Onların vakıa mutabık haberleri meleğin ilham ettiği gerçeklerdendir ki, onu me­leklerden bir cin süratle kaparak kâhin­lerden bir dostunun kulağına fısıldar. On­lar da o gerçeğe kendilerinden yüzlerce yalan karıştırırlar, buyurdu.(12) (Hadisi Buhâri ve Müslim rivayet etmişlerdir).

Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz bizleri her türlü bâtıl inanç ve davranışlar­dan daima sakındırmıştır. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlar­dır: "Kuşun ötmesinden, köpeğin uluma­sından teşeüm etmek, ufak taşlar (nohut, bakla vb.)la fal açmak, kum üzerinde hatlar çizmek, bunlardan istikbale ait hü­kümler çıkarmak sihir ve keramet cinsindendir.” (13)

Dilimizde sihir ve büyü çoğu zaman bir arada ve birbirinin yerine kullanılmak­tadır. Lügatle sihir, “Ne olursa olsun se­bebi gizli olan şey” demektir. Sebebi gizli olmakla hakikatin hilafına tahayyül olunan yaldızcılık, şarlatanlık, hud’akârlık yolunda cereyan eden herhangi bir şey de sihirdir. Esrarengiz gizli sebeple ince­lik, zahiri cazibe, kötü maksat sihrin ma­hiyetidir. Temelini teşkil eder. İnsafsızlık ve ahlâksızlık sihrin köküdür." (14)

İslam’ın temel kaynaklarında büyü, “Tabiatüstü gizli güçlerle ilişki kura­rak yahut kendilerinde gizli güçler bu­lunduğuna inanılan bazı tabii nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya ko­ruma gayeli bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işler” şeklinde tanımlan­mıştır. (15)

Büyünün ve sihrin insanlık tarihi ka­dar eski olduğu, hemen bütün milletler­de (16) çeşitli şekillerde varlığını sürdür­düğü bilinmektedir. (17) Her dönemde bü­yü, büyücülerin elinde menfaate daya­nan, mukaddes değerlerin olabildiğince istismar edildiği, her şeyin bilinebileceği iddiasını taşıyan, insanların aldanabil­mesine en müsait zeminin hazırlandığı bir sahadır." (18) Sayılan bu ve benzeri özellikleri açısından “büyü”yü İslam inançları çerçevesinde bir yere oturtmak mümkün değildir.

Kur’an-ı Kerim’in “sihir” tabiriyle de anlattığı büyü, cincilik, kehanet, fal okları, yıldızlara bakmak, düğümlemek, üflemek vb. bâtıl inançlarla birlikte İs­lam’ın haram kıldığı bir inanç ve davra­nıştır. (19) İslam, büyü veya sihre inan­mayı da bunları uygulama alanına sok­mayı da(20) büyük günahlar arasında sa­yarak Müslümanları bu meşum fiilden uzaklaştırmıştı. (21)

Büyük günahlar arasında zikredilme­sine rağmen büyü (22) ve sihrin bazı Müslümanlarca rağbet görmesinin tek sebebi, dini inançların zayıflığı ve büyü muhtevasının yeterince bilinmemesidir. İşte bundan dolayıdır ki, izahında güçlük çekilen çözümünde âciz kalınan problem­lerin halledilmesinde öncelikle dinin ana kaynaklarından bilhassa Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflere müracaat etmek gerekirken, çoğu kere din eğitiminden haberi olmayan, büyücülüğü meslek haline getiren kişilere başvurulmaktadır.

Bir diğer yönden büyü, Müslümanın inancını kaygan bir zemine yönlendir­mesi açısından da büyük tehlike arz etmektedir. Bununla beraber büyünün Ehl­-i Sünnet inancı çerçevesinde “hak” ol­duğu belirtilmektedir. Buhari ve Müslim’de Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimize büyü yapılmak istendiği açıklan­mıştır. Bazı kaynaklar, bu teşebbüsle ba­şarı sağlandığını da zikreder. Hangi hik­mete binaen olduğu bilinmeyen, ancak Cenab-ı Hakkın bir iznine dayanılarak Hz. Peygamber (s.a.s.) üzerinde az da ol­sa tesiri görüldüğü zikredilen bu hadise­nin, yine Yüce Mevlâ’nın iradesiyle he­men çözüldüğü bilinmektedir. (23) Bu tespite göre probleme bu açıdan bakılın­ca büyü hadisesinin varlığı kabul edil­mektedir.(24)

Hal böyle olmakla beraber Hz. Pey­gamber (s.a.s.)’e sihir yapılıp yapılmadığı meselesi vuzuha kavuşturulmuş değildir. Bu arada tartışılan bir diğer husus, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gerçekten sihir yapıl­mışsa bunun peygamberlik müessesesiyle bağdaştırılıp bağdaştırılmayacağı meselesidir. İslam âlimlerinden Nazzam, sihrin Hz. Peygamber(s.a.s.)’le bağdaşa­mayacağını savunur. Aynı şekilde Mu’tezile, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e sihir yapıldı demenin Kuran ayetlerine aykırı olaca­ğını ileri sürer. (25) Rasulullah (s.a.s.)’ın si­hirden ve büyülenmekten emin olduğunu bizzat Kur’an ifade etmekte, O’nun bü­yülendiğine dair iddiaları da düşmanları olan müşriklere isnat ederek onları bu iddialarından dolayı kınamaktadır. Öyle ise O kesinlikle büyülenmemiştir. Bu ko­nuda “âhad” bir hadis-i şerifle inanca taalluk eden meselelerde hüküm veril­mez.(26)

Modern bilimler alanında ulaşılan sonuçlar, günümüz insanının metafizik vakıalara ilgisini kesmemiştir. Bugün modern dünyada fizik âlemine tesir ede­bilecek bir parapsikoloji ilminin teşekkül ettiği bilinmektedir. Birçok ülke münev­verlerinin, bu yeni bilim dalına özel bir ilgi duydukları gözlenmektedir.

Fizik dünya ile metafizik dünya bir­birinden farklılıklar arz eder. Yorumu çok değişik yapılmakla birlikte büyünün (27) metafizik bir vakıa olduğunu söylemek mümkündür. Bu bakımdan cinlerin fizik dünyada çeşitli olaylarda kullanılması olağan sayılabilir. Ruhi gücünü tam an­lamıyla harekete geçiremeyenlerin karşı­sında, bu gücü rantabl olarak kullananla­rın bir takım davranışları büyü olarak al­gılanabilir. İşte tam bu merhalede birta­kım medyumların kamuoyunun karşısına çıkarak, gerçekte metafizik âlemin ele­manları sayılması gereken cinlerden ya­rarlanma iddiasıyla kendilerine göre bazı açıklamalar yaptıkları görülmektedir.

Esefle belirtelim ki, son yıllarda özellikle ülkemizde birtakım duygusal, mantıkî ve iradi zaafından kaynaklanan bazı basit hadiseler bile nerede ise büyü olarak isimlendirilir hale gelmiştir. (28) Karı-koca arasındaki geçimsizliklerin, psikolojik, sosyolojik, psikiyatrik ve ekonomik sebepleri araştırılmaksızın he­men büyüye başvurularak onun aracılığı ile kolay çözüm aranmakladır. Hâlbuki gerek karı-koca arasındaki geçimsizlik­lerin gerek çocuk sahibi olamayan çiftlerin problemleri, irade zaafı ve fiziki ra­hatsızlıkların tedavisi ile pek âlâ gideri­lebilir. Çocuğu olmayan çiftlerin bu du­rumda ya birisi veya her ikisi tıbben kusurlu olabilir. Bu konunun çözümünde ilk müracaat edilecek yer cinci, sihirbaz ve medyumlar değil, öncelikle bir tıp merkezi olmalıdır. Bir an, yukarıda sözü edilen rahatsızlıkların gerçek sebebinin büyü olduğu düşünülse bile, çare büyücü veya sihirbazlar yerine. Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ’in de yaptığı gibi Muavvizateyn (Felak, Nâs sureleri)’i okuyarak Allah’a sığınmakta aranmalıdır. Nitekim Rasulullah (s.a.s.) karı-koca arasındaki geçimsizliklerin ve çocuk sahibi olamayan­ları, bu arzularına kavuşmaları için bir büyücüye başvurmalarını tavsiye etme­miştir. Öyle ise böyle bir durumla karşı karşıya kalan Müslüman, Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ‘in tavsiyeleri doğrultu­sunda bir tabibe müracaat etmekle bera­ber Muavvizateyn surelerinin yanı sıra Fatiha ve Ayetü’l-Kürsi’yi de okuyarak kendini Kur’an-ı Kerim’in himayesine bırakmalıdır.

Şu nokta da burada önemle vurgulan­malıdır: Böyle bir durumla karşılaşan Müslüman sadece belirtilen sureleri oku­makla yetinmeyerek, bu musibetten an­cak Allah’ın izin ve yardımı ile kurtula­cağına inanmalıdır. Eğer kişi bu konuda bir şüphe içinde ise ve inancı da zayıfsa, bu dua ve okumalardan istenilen faydayı temin etmesi zordur. Bu konuda bir bü­yük âlim şöyle diyor:

Biz Allah’ın her şeye gücü yettiğine inanmıyor muyuz? O halde bu belâyı Rabbim savmayacak da büyücü hocalar mı medyumlar mı savacak? Sihirbazlar mı modern veya klasik falcılar mı sava­cak? Ben Rabbime olan iman ve itminanımdan dolayı bu şekilde düşünüyorum. Böyle düşünmek ve inanmak bana engin bir gönül huzuru veriyor.

Büyü ve büyücünün zararlarından kurtulmanın en emin yolu, kişinin önce­likle Allah’a imanım, kuvve-i maneviyesini yitirmeksizin onu canlı tutmasıdır. Bir büyücüden şifa bulamayınca diğeri­ne koşmak, bu işin tacirliğini yapanları kapı kapı dolaşmak daha beter bataklığa gömülmek demektir. Mustarip olan kişi kendi dua gücünü kullanmaya devam edebileceği gibi, çevresinde ağzı dualı gerçekten muttaki zevatın dualarına da müracaattan geri kalmamalıdır.

Denebilir ki, insanlık tarihi kadar es­ki olan hurafe ve bâtıl inançtan tarihin hiçbir döneminde hiçbir millet yakasını tam anlamı ile kurtarabilmiş değildir.(29) Bütün büyük ve kitaplı dinlerin hiçbiri eski cahiliyet devri dinlerinin kalıntıla­rından kurtulamamıştır. Halk tabakası­nın kendi dinlerinin tören ve gelenekle­rinden ayrılamadıklarını bütün kitaplı dinlerin tarihleri göstermekledir. Halk tabakası İlâhî dini öğreten peygamberlerinden zaman bakımından uzaklaştıkça eski müşrik dinlerinden kalma hurafele­ri, hatta ayinleri canlandırmışlar, işi put­perestliğe kadar götürmüşlerdir. Dinler Tarihi sayfalarında bunun pek çok misal­lerini bulmak mümkündür. (30)

Hurafe ve bâtıl inançtan Hristiyan dünyası da nasibini almıştır. Bir örnek vermek gerekirse, 1924 yılı başlarında gü­ney Fransa’da bir kız çocuğunun Hz. Meryem’i görüp görüştüğüne bütün Fran­sız köylülerinin inandığını ve kızın bulun­duğu köyün Katolik köylüler için ziyaretgâh haline getirildiğini; aynı yılın sonla­rında Almanya’nın Berlin şehrinde Hans Freyer adlı bir tabibin hastalarına afsun öğrettiği, üfürükçülükle yalan yanlış teda­vi uyguladığı için Tempelhof mahkemesi kararıyla bir yıl hapse mahkûm edildiğini zikredebiliriz.(31)

Bugün ülkemizin birçok yöresinde müşahede edilen hurafe ve bâtıl inançların ekserisi bize diğer yabancı din ve inanç­lardan intikal etmiştir. Bunların hepsini saymağa bu makalenin hacmi müsait de­ğildir. Sadece birkaç misal vermekle yetiniyoruz:

1. Bugün Noel Ağacı diye yılbaşında bazı evleri süsleyen ağaç, kuzeydeki Şamanist topluluklardan Hristiyanlara, on­lardan da bize geçmiştir.

2. At nalını, eski pabuç, soğan, nazar boncuğu ile birlikte uğur saymak ve onu yeni yapılan evin görünen bir köşesine as­mak âdeti İtalyanlardan gelmiştir.

3. Mavi boncuk vb. maskotların özel­likle yeni doğan çocukların omuzlarına asılması Rumlardan alınmıştır. (32)

4. İstanbul ayazmalarının (33) sularını şifalı sayarak bunu bütün Anadolu’daki bazı çeşmelere de teşmil etme geleneği yi­ne Rumlardan bize intikal eden bâtıl inançlardandır.

5. Türbelere ve kutsal sayılan ağaçlara çaput bağlamak bazı Kuzey ve Orta Asya milletlerinin eski dini inançlarından bir kalıntıdır. (34)

6. Türbelere mum dikmek de Kırgız Kazaklarının, ölünün ruhu için kırk tane mum hazırlayarak her gün birini yakmala­rı geleneğinin bir devamı olarak mevcudi­yetini sürdürmektedir. (35)

7. Birçok Müslüman ülkede de bilinen muska (nuska, nüsha) taşıma geleneği, putperestliğin en iptidai şekli olan fetiş (36)’e dayanmaktadır. Eski Romalıların zehirlenmekten korunmak için önceden bir tedbir olmak üzere birtakım sırlar ihti­va eden işaretler yazılmış muskaya benzer şeyleri üzerlerinde taşıdıklarını, bu ülke­nin mitolojisi ile ilgili eserler zikretmekte­dir. (37)

8. Halkımız arasında bazılarının inan­dığı bâtıl ve hurafelerden biri de “kitap açtırmak”tır. Bilgisiz kişilerin zannettiği gibi bu konuda açılan kitap mukaddes de­ğil, “Yıldızname” adını taşıyan sıradan bir kitaptır. Baştan aşağı asılsız, yalan yanlış hurafe ve bâtıl cümlelerin rastgele dizilmesinden teşekkül eden Yıldızname, bilgiç geçinen bazılarının elinde bil­gisiz ve saf Müslümanların inancını ve parasını sömüren bir araç olmaktan baş­ka bir şey değildir.

Müslümanlara arız olan, insanların vücut, kalp ve ruhlarına tesir ederek sağlıklarını bozan sihri Hz. Peygamber (s.a.s.), “Her kim düğüm bağlar da sonra üfler­se sihir yapmıştır. Sihir yapan da şirke gitmiştir. Her kim bir şeye menfaati olur veya zararı uzaklaştırır diye gönül bağlarsa ona havale edilir” (38) buyura­rak yasaklamıştır. Aynı şekilde muhabbet için (kız-erkek birbirlerini sevmeleri için) yapılan muskalar da sihirdir. Bunu yapan ve yaptıranlar manen büyük bir vicdan azabı çekeceklerdir, çünkü nice genç kız­lar, taze gelinlerden, bu tür sihrin tesiri ile sara hastalığına tutularak hayatlarını ömür boyu söndürenler görülmüştür.

Kayıp bir eşyanın bulunması veya hır­sızın yakalanması için sihir yoluna başvurmak ve onun tesirine inanmak da şirk­tir, büyük günahtır.

Çocuğu olmayan kadınların göbekle­rine yazı yazılması ve bunun için ayrıca muska yapılması, bu ameliyelere inanarak çocuk umulması gülünç ve çocukça bir beklentidir, bâtıla bel bağlamaktır. Bu ko­nuda söylenecek daha çok şey vardır. Ancak hayatlarını, kötüye kullanmak suretiy­le muska, büyü ve sihir yaparak kazanan­ların, bunu bir kazanç kapısı görenlerin akıbetlerinin hiç de iyi sonuçlanmadığı çoğu kere müşahede edilmiştir.

Çoğu zaman ilahiyat literatüründe si­hir, büyü, efsun, melek, şeytan, gayb, uğur, uğursuzluk vb. terimler birlikte veya değişik şekilde kullanılırken, bu terimlere çok yakın ilgisi açısından “cin” terimi de birlikte konu edilir. (39) Lügatte “örtmek, gizlemek” anlamına gelen cin, görülme­yen varlıklara isim olarak verilmiştir. Cin­lerin mevcudiyeti Yahudi, Hıristiyan ve daha önce gelip geçmiş milletlerce de ka­bul edilmiştir.(40) Aynı şekilde İslâm ön­cesi bazı din ve toplumlarda da cin inancı­nın mevcudiyeti bilinmektedir.

İslâm’a göre cinler akıl taşımaları açı­sından peygamberlerin tebliğlerine muha­tap olmuş mükellef varlıklardır. Kur’an-ı Kerim onların Hz. Musa’ya getirdiği buy­ruklara iman ettiklerini açıklamıştır.(41) Peygamberlerin davetleri mümin ve kâfir diye ikiye ayrılan cinlerin iman edenleri kurtuluşa ve ebedî saadete ererek cennete gireceklerdir. (42)

Cinler de insanlar gibi yeryüzünün sa­kinlerindendir, kâfirlerine şeytan ismi ve­rilir. Onların varlığını inkâr küfürdür. (43) ( Kur’an-ı Kerim ve bazı hadis-i şerifler cinlerin haber çalmak için göğe çıktıkları­nı fakat üzerlerine yakıcı ve delici ışınlar gönderilmek üzere buradan kovuldukları­nı açıklamaktadır. (44)

Akıl ve irade sahibi olmaları açısın­dan cinlere Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimizin Kur’an okuduğunu, (45) Kur’an’ın bazı ayetlerinin cinlere de hitap ettiğini,(46) onların Allah’a kulluk etmek için yaratıldıklarını (47) yine Kur’an-ı Kerim bize haber vermektedir.

İslam kaynaklan normal insanların cinleri göremeyeceklerini, cinlerin ve in­sanların Allah’ın izni ve iradesi ile cinleri görebildiklerini kaydetmektedirler.

Bazılarının zannettiği gibi insanlarla cinler arasında hukukî açıdan nikâh müm­kün değildir. Halk arasındaki bu tür riva­yetlerin asılsızlığı, cinlerle evli olduğunu ileri süren kişilerin ruhi açıdan problemle­rinin bulunduğu, tedaviye muhtaç olduk­ları yine muteber İslam kaynaklarında zikredilmektedir. (48)

Cinlerin eşya üzerindeki tasarrufları­nın mümkün olup olmadığı da zaman za­man münakaşa edilmiştir. İslâmî kaynak­larda, insanların meydana getirdiği eserle­rin insan dışında cin, şeytan vb. varlıklar tarafından yok edilmesi, yerlerinin değişti­rilmesi vb. insanlık tarihi boyunca görül­memiştir; çünkü bu bir tasarruf Sünnetullah’a aykırıdır. Cenab-ı Hak Sünnetullah’ta bir değişiklik olmayacağını yine Kur’an-ı Kerim’inde beyan etmiştir.(48)

Cinlerle bulaşıcı hastalıklar ve sihir arasında daima bir ilgi kurulmuştur. Dini örfte, göz boyacılık, yaldızcılık, şarlatanlık şeklinde cereyan eden sihir bütün İlâhî dinler tarafından kötü görüldüğü için ya­saklanmıştır.

Büyü ve sihrin tarihini Bâbil dönemi­ne, Keldanilere, hatta daha gerilere götü­renler vardır. Fahruddin er-Râzi sekiz çe­şit sihir bulunduğunu kaydeder.

En çok tartışılan konulardan biri, belki de en başla geleni büyünün etkisinin olup olmadığı, varsa bunun hududunun nereye kadar uzandığıdır. İslâm’ın sihirle meşgul olmayı, büyü yapmayı, şirk ve küfür dere­cesinde bir davranış saydığını bir kere da­ha vurgulamalıyız. (50) Bu dinin iki ana kaynağı (Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerif)’na dayanarak bir kısım Müslüman bilginler, büyünün bir gerçeği olduğunu (51) tesiri­nin bulunduğunu, bunun şerrinden Cenab-­ı Hakka sığınmak gerektiğini vb. belirtmişlerdir.

Cinlerin insanların emri altına gelme­si meselesi de çok tartışılan konulardan birini teşkil etmektedir. Bu mevzuda bazı âlimlerin dayandıkları ayetler (52) sadece Hz. Süleyman’la ilgilidir ve O’na özgedir. Bundan dolayı genelleştirilmesi Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflere göre doğru de­ğildir. (53)

Gaybı ancak Allah bildiğine, peygam­berlerinden ancak dilediğine (54) bu yetki­yi verdiğine göre, cinlerin kayıp veya ça­lınan eşyayı bulmalarının imkân hududu daima tartışılmıştır.

İslâm bilginlerine göre cinler de gaybı bilme konusunda insanlardan farklı durumda değildir. Onlar da gaybı bilmezler, bilgileri de, gördükleri şeylerle sınırlıdır. Zaten Hz. Süleyman’ın vefatından bahse­den bir ayet, cinlerin gaybı bilmediklerini açıkça ifade etmektedir. (55)

İslam öncesi dönemlerden günümüze kadar bir lakım kişiler, cinlerle irtibat kurduklarım, kendilerinin dostu veya emirle­ri altına girmiş olan cinlerin onlara gayba ait bazı haberler verdiklerini iddia edegelmişlerdir. Ancak Hz. Peygamber (s.a.s.), kâhin denilen bu kimselerin verdikleri ha­berlere inanılmasını da, onlara bir şey sorulmasını da yasaklamıştır.(56)

Bu durumda ister yıldızlara bakılarak, ister cinlerle konuşarak, isler remil yolu ile gaybdan haber verdiğini iddia etsin, kâhine, müneccime, arrâfa bir şey sor­mak, onların kaybolan veya çalınan şeyle­rin yerlerini söylediklerini tasdik etmek şiddetle yasaklanmıştır. Bu yüzden de cin­lere, çalınan şeyler hakkında soru sormak caiz olmadığı gibi, onlardan alındığı iddia edilen haberlere inanmak da doğru değil­dir. Cinlerden alındığı ileri sürülen bu tür haberler şer’i ve hukukî bir delil olarak da kullanılamaz. (57)

Bununla beraber büyü veya sihrin, XXI. yüzyılın eşiğinde hala bazı insanlarımızca bir ümit ve çare olarak algılanma­sı vakıası görmezlikten gelinemez. Bugün toplumumuzda, bazı basit yöntemlerle, zararlı böceklerden korunmak, bir kişiyi yanına getirtmek, kurşunun tesirini her­hangi bir kimseden uzaklaştırmak, bir ye­ri harap etmek, birinin erkekliğini, dilini, sidikliğini ve uykusunu bağlamak, karı- koca arasını açmak, bazı kişileri birbirine düşman haline getirmek vb. sihir yolu ile sağlamaya yönelen insanların bulunması cidden düşündürücüdür. Bundan daha acıklı ve düşündürücü olanı, böyle bir du­rumla karşılaşan kişinin, bâtıl ve hurafe­den arındırılmış İslam’a, müspet ilme ve tıbba müracaat edecek yerde yine, büyü­cülüğü meslek edinen kişilere başvurma­sı, çareyi yanlış yerde aramış olması­dır. (58) Ülkemizde büyü, sihir, afsun vb. İslam açısından olduğu kadar halkın gün­lük hayatında yer verdiği kültürel vakıalar ve halk inançları açısından da müstakilen inceleyen eserler yazılmıştır. (59)

Müslümanları bu konuda da aydınlat­mak ve hatalı davranışlarını düzeltmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, 27.01.1987 tarihinde al­dığı 93 sayılı kararıyla, “İslam Dini sih­rin varlığını inkâr etmemiş, fakat tevhid inancına zarar verdiği, kontrolü mümkün olmadığı ve genellikle kötüye kullanıldığı için yasaklamıştır.” şeklin­deki görüşünü kamuoyunun dikkatine sunmuştur.

Tarih içinden süzülerek günümüze in­tikal eden büyü ve sihrin insanlarımız üzerindeki tahribatı yetmiyormuş gibi, şimdi de falcılık ve büyücülüğün yüzyılın icaplarına uygun olarak modernizasyonu ile karşı karşıya bulunmaklayız. Astrologlara göre her şeyden önce bütün gizli bilimler birbirine karıştırılmamalıdır. Ast­roloji kendine özgü kuralları ile parapsikoloji ve ruh çağırma gibi gizli bilimler­den oldukça farklıdır. (60)

Kendini astrolog (61) diye adlandıran falcı ve medyumların insanı hem din­den hem kendi benliklerinden uzaklaştır­dıkları bugün kesinleşmiş bir görüştür. Astrolog, medyum ve falcıların sayısında azalma görülmemesi de ayrı bir endişe kaynağını teşkil etmektedir.

Yaptıkları iş, insan hayatını mutlak ilim, hikmet, kudret ve kibriya sahibi olan Allah’ın kudretinden (hâşâ !) alarak can­sız gök cisimlerinin hareketlerinden çıka­rılan manasız bir takım yorumlara havale etmek olan bu davranışlar abesle iştigal­den başka bir şey değildir.

Medyumlar, doğru ve kutsal ile her tür ilişkiyi keserek agnostik ve nihilist bir dünyada buğulu ve gizemli mekânlarda saf insanları avutarak umut tacirliği yapmaktadırlar.

Modern dünyanın bunalımlı insanı gü­ya kendine bir çıkış yolu ararken bunalı­mın kaynağını keşfedemediği için handi­kaptan kurtulamıyor. Gerçekte bunalımın kaynağı 0900’lü telefonlarla evlerimize kadar giren modem falcılar, medyumlar, astrologlar ve cincilerdir.

İnsanların ruhlarındaki manevi boşlu­ğu doldurmak iddiasında olan sözde mo­dern falcılar ve medyumlar, manevî yön­den erozyona uğramış kişilerin hayatları­na müdahale eden dumanlı havanın kurt­larıdır. Bir bakıma dini inanç ve duygula­rı istismar eden bu mahir pratisyenler, deği­şik ve gizemli görünümleri ile insanın de­rin duygu ve bağlanış hissini ranta dönüş­türmektedirler.

Son yıllarda astrolojinin (61), pozitif il­mî disiplinlerle kurduğu bağ ve teknoloji­nin nimetlerinden de yararlanarak hayatın her alanında pek çok probleme çözüm bulma gayretine girişmesi, ilim adamla­rıyla astrologları ister istemez karşı karşı­ya getirmiştir. Bu arada iş adamlarının mesleki problemlerini çözmek, alacakları personelin kabiliyetlerini hatta burç özelliklerini tespit için astrologlara müracaat etmeleri, astrolojiye falcılıktan öte işlevler yüklemiştir. Bununla beraber özellikle fi­zik, uzay fiziği, astronomi vb. müspet ilim dallarında mütehassıs olan ilim adamları, kelimenin sonunda her ne kadar “loji” ta­kısı olsa da astrolojiyi bir bilim olarak kabule yanaşmıyorlar. Ancak meseleye ih­tiyatla yaklaşan bazı ilim adamları, astro­lojiye modern fal bağlamında bir yer ver­mekle yetinerek onu “yalnız teselliye muhtaç insanların inancından yararla­nan” bir gelişim olarak değerlendiriyorlar. Yine bu ilim adamları, gazete ve dergiler­de yayınlanan, hemen hemen birbirinin benzeri olan burç falları için yaptıkları de­ğerlendirmelerde sonuç itibarı ile ayni ka­naati paylaşıyorlar. Burçlara dayanarak bir insanın hal ve istikbaline yön vermesi ka­dar gülünç bir şey tasavvur edilemez.

Bütün bu tespitlerden sonra diyebiliriz ki, ülkemiz insanı için girişeceğimiz en hayırlı teşebbüslerden biri, belki en başta geleni, Müslümanları doğru ve sağlam İslam bilgisi ile donatmak olmalıdır.

Kurulduğu günden beri zaten işlevi Müslümanları İslam açısından doğru bilgilendirmek olan Diyanet İşleri Başkanlı­ğı yetki ve imkân yönünden daha da donatılarak bu hizmetteki öncülüğünü en üst düzeye çıkarmalıdır. Fazla iyimserlik de olsa, bütün yayın kuruluşlarından, bu müspet çalışmaya katkıda bulunmalarını içtenlikle beklemek hakkını kendimizde bulduğumuzu önemle belirtmeliyiz.

DİPNOTLAR

(1) Geniş bilgi için bkz. Halis Albayrak, Kur’an’da İnsan-Gayb İlişkisi, İst. 1993.

(2) H. Kâzım Kadri, Büyük Türk Lügati, İst., 1943. III, 597.

(3) En’am, 59. Kur’an-ı Kerim varlık âlemini, âlemi’l-gayb (görünmeyen âlem) ve âlemü’ş- şehade (görünen âlem) olarak ikiye ayırmış, gayb âleminden bahsederken daima "iman” kelimesini kullanmıştır (Bkz. En’am, 73,Tevbe, 94; 105. Ra’d. 9, Mü’minun, 92).

(4) Yunus. 20.

(5) Cin,26.

(6) Bkz. Bakara, 3. Nahl, 77. Fâhr, 1, Mülk, 12. Lokman, 34, Hûd, 123. Kehf, 26. Furkan, 6. Nahl, 65. Sebe, 14-48. Ra’d, 8, İsra, 36.

(7) İsra, 36.

(8) En’am. 50.

(9) Al-i İmran. 179.

(10) Tecrid-i Sarih Tercümesi, III. 307.

(11) Sahih-i Müslim, Selâm. 125, 2230.

(12) Riyazü’s-salihin Tercümesi, II, 218.

(13) Riyazü’s-salihin Tercümesi, III, 219.

(14) Ragıb. Müfredat, s. 331: Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, I.443.

(15) İbn Manzur. Lisan, V. 348; Külliyat-ı Ebi’l- Beka, s. 208.

(16) Claude Levi-Strauss, Din ve Büyü, çev. Ahmet Güngören, İst,. 1983, s. 76.

(17) Hz. Peygamber (s.a.s.)’in kaçınılmasını istediği yedi şeyden biri de büyüdür, sihirdir (Bkz. Buhari. Vesâyâ. 23. Tıb. 48: Müslim. İman. 145).

(18) Bronislaw Malinowski. Büyü Bilim Din, çev. Ender Gürol. İst., 1964, s. 55.

(19) Maide. 90.

(20) Hz. Peygamber (s.a.s.) “Sihir yapmak şirktir" buyurur (Nesâi Tahrim. 9).

(21) Hz. Peygamber (s.a.s.) “Sihre inanan cennete giremez" buyurmuşlardır (Müsned, III, 33; IV. 339).

(22) Geniş bilgi için bkz. Hikmet Tanyu. Büyü, TDV İslam Ansk. İst., 1992, VI. 505.

(23) Muavvizateyn adı verilen. Kur’an-ı Kerim’in son iki suresi olan Felak ve Nas surelerinin nazil oluş sebebini ekseri müfessirler bu hadi­se ile izah etmişlerdir. Nas suresinde emler­den ve insanlardan gizlice insana sokularak fısıltı ile kütü düşünceler aşılayanların şerrin­den Allah’a sığınılması tavsiye edilmiştir.

(24) Bâbil’de Hârut ve Marut adında iki meleğin sihir öğrettikleri, çeşitli hikmetlere binaen bu­nu yaptıkları bilinmektedir (Bkz. Bakara, 102 ve tefsirine).

(25) Bkz. Hak Dini Kur’an Dili, IX. 6356.

(26) Muhammed Ebu Reyye, Muhammedi Sün­netin Aydınlatılması, çev. Muharrem Tan. İst,. 1989. s. 380.

(27) Türkçe ana kaynaklarda da büyü, afsun, nirenk ve füsun birbirine eşanlamlı olarak kul­lanılmaktadır (Bkz. M. Zeki Pakalın, Osman­lı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İst., 1946. III. 211).

(28) İ. Zeki Eyuboğlu. Cinsel Büyüler, İst., 1976, I. 16; Sevgi Büyüleri, İst., 1979, s. 68.

(29) J. Ncgelein. Weltgeschichte des Auberglaubens, Berlin. 1931. I. 165 vd; C.H. Ratsc­how. Magic und Religion, Zürih, 1955. s. 87.

(30) Abdulkadir İnan, Hurafeler ve Menşeleri, Ank., 1962. s. 3.

(31) A.g.e. s. 37.

(32) Kemalettin Erdil. Yaşayan Hurafeler, Ank. 1991. s. 54 vd.

(33) Rumca mübarek nazarıyla bakılıp ziyaret edi­len çeşme veya pınar.

(34) Burada, Hz. Ömer’in Rıdvan Beyatı ağacının yanına gelerek namaz kılan Müslümanları bundan menettiğini, sonra da âdet haline geti­rirler endişesiyle ağacı kökünden kestirdiğini özellikle belirtmeliyiz (Bkz. İbn Sa’d. Umdetül-kâri, Beyrut, 1979. VIII, 283).

(35) Bazı arkeologlara göre bu âdet, ilkel kabile dinlerinde görülen ateş kültürüne dayanmak­tadır. Hristiyanlıktan önceki Helenler ve Romalıların mezar taşları üzerinde meşale yaktıkları bilinmektedir (Geniş bilgi için bkz. Max Ebert, Reallexion der Vorgeschichte, Berlin, 1921, I. 382 vd).

(36) Fetiş, Portekizce büyü, muska taşıyan kişiye mutluluk getireceğine inanılan, tabiatüstü özellikleri olduğu düşünülen tapınma eşyası. Bir kimsenin tapınırcasına sevip bağlandığı kimse veya eşya.

(37) Recep Aktaş, Batıl İnançlar, İst., 1973, s.35 vd.

(38) Buhari, Vesâyâ, 23. Hudud, 44. Tıb, 48: Müs­lim. İman. 145.

(39) Lütfullah Cebeci. Kur’an’a Göre Cin Şey­tan, Konya 1989. s. 68.

(40) Bkz. Tevrat. Tesniye. XXXII. 16-17: Mezmurlar, 106, 37; İncil, Matta. XI. 11-19; Yu­hanna. VIII, 48-49: X. 19-21: Luka. VII. 28­34. Protestanlığın bir kolu olan Reforme H­ristiyan Kilisesi ile Doğu Kiliselerinde cin çıkarma uygulamalarının hala devam etmesi, üzerinde durulması gereken bir konudur.

(41) Ahkaf. 30.

(42) Bkz. A’raf, 179. Enam. 128. Cin. 5.

(43) Tecrid-i Sarih Tercümesi, II. 403.

(44) Bkz. Saffat, 6. 10.

(45) Ahkaf. 29-32.

(46) Rahman. 31, 40.

(47) Zâriyat. 56.

(48) Kurtubi. El-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’an, Kahire, 1967, IV. 248.

(49) Bkz. İsra, 77, Ahzab. 62. Fâhr. 43,Feth. 23.

(50) İbn Haldun. Mukaddime, çev. Z. Kadiri Ugan, İst., 1989. I-III.

(51) Bkz. Bakara. 102. Geniş bilgi için bkz. Fahrud­din er-Râzi. Mefâtihu’l-gayb, III, 217; Hak Di­ni Kur’an Dili, 1.445.

(52) Bkz. Enbiya. 82, Neml. 17, 38. 39, Sebe’, 12­13. Sa’d. 36-38.

(53) Ali Osman Ateş, Cinler-Büyü, İst., 1995. s. 253.

(54) Bir ayet-i kerimede, "... Allah Size gaybı bildi­recek değildir, fakat O, peygamberlerden diledi­ğini seçip ona gaybı bildirir” (Al-i İmran, 179) buyurulmuştur.

(55) "Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman O’nun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. Bu suratla yere kapanıp yı­kılınca öldüğü anlaşıldı. Eğer cinler gaybı bilse­lerdi o küçük düşürücü azap içinde kalmazlar­dı" (Sebe’,14).

(56) Ebu Davud, Tıb, XXI, 3904: Tirmizi, Taharet, 135.

(57) Daha geniş bilgi için bkz. Ali Osman Ateş, Cinler-Büyü, s. 263 vd.

(58) el-Hüseynî, Kenzü’l-havas, İst., 1992. Gerek bu eser, gerek Ebu’l-ma’mer Fuad’ın Mükem­mel Remil Kitabı (İst., 1322) vb. Bazı sayı, özel gün, gece, rakam, rumuz, burç ve mısralarla gaibten haber vermek iddiası ile uydurulmuş, hiç­bir değer ifade etmeyen yazı tonlarlarıdır.

(59) Bkz. Ali Çelik, İslanmın Kabul veya Reddetti­ği Halk İnançları, İst., 1995; S. Veyis Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, Ank., 1979; Si­vas ve Çevresinde Batıl İnançlar, Ank., 1981.

(60) Suzel Fuzeau-Braesch, Astroloji, çev. M. Cansever. O. Taşkent, İst., 1995.

(61) Astroloji, kişilerin, grupların veya milletlerin kaderlerini önceden haber vermek gayesi ile gezegenlerin ve yıldızların dünya olayları üze­rindeki etkisini yorumlama işidir. Bu yorumla­mayı yapan kişiye de Astrolog denir (Bkz. Ana Britannica, İst., 1986, III, 326).

(62) Medyum, “İspritizmacılıkta görünüşe göre doğaüstü birtakım yollarla ölmüş kişilerin ruhlarından mesajlar alabilen ve böylece ya­şayanlarla ölüler arasında haberleşme aracılı­ğı yapan kimse anlamına gelir (Büyük Laro­usse, İst., 1989, XIII. 7918).

(63) Hristiyanlığın ilk yüzyıllarından itibaren yıl­dızlar ilmi astronomi ile yine yıldızlara baka­rak istikbalden haber vermenin bir diğer adı olan astroloji arasındaki modern ayrım orta­ya çıkmaya başlamıştır.