Makale

FRANSA’DA MÜSLÜMAN TOPLUMUN ÖRGÜTLENMESİ VE TÜRK İSLAM KİMLİĞİNİ KORUMADA CAMİ VE DERNEKLERİN FONKSİYONU

FRANSA’DA MÜSLÜMAN TOPLUMUN ÖRGÜTLENMESİ VE TÜRK İSLAM
KİMLİĞİNİ KORUMADA CAMİ VE DERNEKLERİN FONKSİYONU
Dr. Fazlı ARABACI
Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fak. Araştırma Görevlisi
Fransa, Batı Avrupa’da yer alan, 550.985 km2 yüzölçümüyle geniş topraklara sa­hip ülkelerden biridir. 55.996.000 nüfusunun % 70’den fazlası kentlerde ve kalan kıs­mı köylerde yaşamaktadır. Fransızlar millet olarak Gotlar, Franklar ve Norman ırkla­rının karışımından meydana gelmiştir.
Cumhuriyetle idare edilen bu ülkede, Cumhurbaşkanı halkoyu ile seçilir, Başbaka­nı tayin eder ve seçilen bakanları onaylar. Parlamento, Millet Meclisi ve Senatodan oluşur. Meclis hükümeti düşürebilir. Birleşmiş Milletler Örgütü, Avrupa Konseyi ve Topluluğuna üye olan bu ülke, anayasasında belirtilen laikliği (laicite)(1) ve tarihî ola­rak laikliğin beşiği olma özelliği ile Türkiye açısından önem arz etmektedir.
Bugün Fransa’da, muhtelif tarihlerde göç etmiş farklı milletlere, ırk ve dinlere mensup insanlar yaşamaktadır. Bunlardan İtalyanlar, İspanyollar, Portekizliler, Fas, Tunus, Cezayirliler, Türkler ve Yugoslavlar önde gelenlerdendir.
Biz bu makalemizde, genelde değişik sebeplerle söz konusu ülkede bulunan Müslüman toplumun mevcut kanunlara göre örgütlenmesi ve hukukî haklarını, özelde Türk vatandaşlarının Türk İslam kültürünü korumada sergiledikleri aktiviteleri orta­ya koymak istiyoruz. Ancak buna geçmeden önce, Fransa’da İslam’ın tarihî seyrine göz atmakta fayda vardır.
Tarihî Geçmiş
Tarihte Fransa-İslam ilişkileri, Ömer b. Abdülaziz (717-720)’in Endülüs’e gönder­diği Vali Semh b. Malik el-Havlânî’nin 718’de bu ülkeye düzenlediği ilk seferi ile başladı. Toulouse’a kadar ilerleyen el-Havlânî burada şehit oldu. Yerine geçen Anbese b. Süheym el-Kelbî, Rhon vadisini takip ederek önce Lyon’a oradan Paris’e 30 km. uzaklıktaki Sens şehrine kadar ulaştı. Fakat geri dönerken o da el-Havlânî gibi şehit oldu.(2) Daha sonra, Fransa’ya muhtelif zamanlarda İslam komutanlarınca seferler düzenlenmiştir. Bunlardan Abdurrahman b. Abdullah el-Gafikî kendisine engel ol­mak isteyen Galler Dükü Eudes’i, Dodonia nehri kenarlarında ağır hezimete uğrattı. Daha sonra da Galler bölgesinin merkezi olan Bordeaux’yu ele geçirdi.
Akabinde önemli yerleşim bölgesi olan Tour şehrine yönelmiş fakat Frank İmparatorluğu Kralı Charles Martel ile birleşen Galler Kralı Eudes’in güçleri karşısında, Poitiers yakınında çok yoğun çarpışmalar sonunda şehit olmuştur. İslam kaynaklarında bu savaşın yapıldığı saha, “Balâtu’ş-Şüheda” (şehirler düzlüğü) olarak geçmektedir.(3) Abdurrahman b. Abdul­lah el-Gafikî’nin yerine geçen Abdülmelik b. Kattan, onun kaldığı yerden hücumları­na devam etmiş, ancak o da Preneler’de yerleşik Hıristiyanlarca durdurulmuştur.(4)
X. yüzyılda, Sarasenlerin (Kuzey Afrika’dan gelen Müslümanlar)(5), Var bölgesinde La Garde Freinet denilen yeri fethiyle devam eden seferlerden sonra, bugün kalan rah- metullah kelimesinden türetilmiş Rametuelle kasabası(6) ve bu dönemlerde yapılan camilerden St. Tropez’ deki (7) hariç, hemen hemen hiç bir iz yoktur.
Uzun bir aradan sonra, Fransa’da İslam’ın sembolü ve varlığını temsil eden cami­nin yapılması fikri, 1849 yılında Fransa’nın sömürgesi olan Cezayirlilere şirin görünmek maksadıyla ortaya atılmıştır.(8) Ancak bu tarihlerde önemli bir girişimde bulunulmamıştır.
Birinci dünya savaşının ertesinde Fransızlar, bir yandan savaş esnasında Fransa için savaşan ve yaklaşık yüz bin kayıp veren Müslüman askerlere iyi görün­mek, diğer yandan sömürgecilik politikasını kuvvetlendirmek ve yakın doğu, kuzey ve batı Afrika sömürgecilik politikasını kuvvetlendirmek ve yakın doğu, kuzey ve ba­tı Afrika Müslümanlarının desteklerini almak maksadıyla Paris’te, bünyesinde cami de bulunan bir İslam enstitüsü kurmak için proje hazırladılar. Millet Meclisine su­nulan bu proje kabul görüp onaylandı. “Société des Habous et Lieux Saints de l’Is­lam” adlı vakfa, bu enstitünün kurulması için beşyüz bin franklık kredi açı­ldı ve 19 ağustos 1920’de resmen ilan edildi. (9)
Bunun yanında Paris Belediyesi, bu cami ve külliyesi için 6000 m2 arsa alımına bir milyon altı yüz yirmi bin frank yardımda bulunuyor. Bunun dışında Cezayir yüz bin Frank, Fas yüz bin frank, Tunus altmış bin frank yardımda bulunuyor. Söz konu­su vakfın hukukî birçok engelle karşılaşmasından sonra (bu vakfın merkezi Cezayir olup, bu ülkenin yasalarına göre kurulduğundan), 1901 yasasına göre yeniden statü­sü düzenleniyor ve 17 Temmuz 1926’da la Grande Mosqueé du Paris (Paris Büyük Ca­misi) resmî bir törenle açılıyor.(10) Bu caminin açılması, içerde laiklik açısından çe­şitli tepkiler almasına rağmen Birinci Dünya Savaşına bağlı dış politika ve sömürge ül­keleri ile olan münasebetlerin devamı açısından önemli görüldüğünden, devlet dış po­litikasını içerde kabul ettiği laikliğin önüne geçirmekten çekinmiyor ve dış politika­nın menfaatine, iç politikayı ikinci dereceye indirebiliyor. Fransa’da Müslümanların resmî olarak ilk örgütlenmesi, işte bu cami ile başlamaktadır.
İslam’ın Fransa’da gelişmesi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra olmuştur. Bugün Fransa’da yaşayan Müslümanların sayısı 3 milyon kadardır ve ülke nüfusunun % 6’sını oluşturmaktadır. Bu sayı Protestanların ve Yahudilerin sayısından beş kat daha faz­ladır ve Fransız toplumu içinde dinî yönden önemli bir azınlığı oluşturmaktadır. Müslü­manların çoğunun Fransız olmayıp yabancı kökenli olması Fransızları, İslam’ın dışarı­dan ithal edilmiş ve dış kökenli bir din olduğu değerlendirmesine götürmektedir. Zi­ra inanç ve pratikler açısından Fransız toplumu, her ne kadar laik görünse de Hıristiyan kültürüne sahip olduğundan, İslam ve Müslümanlar bu toplumda farklılık arz etmektedir. Bunları iki yönden kategorize etmek mümkündür: Birincisi, Fransa’ya geçici olarak çalışmaya gelmiş ve çeşitli nedenlerden dolayı bir türlü gerçekleştirilemeyen “geri dönüş” fikrine sahip olanlardır. İkincisi de gerek şahsî araştırmaları, gerekse çeşitli etkilenmeler sonucu Müslüman olan Fransız vatandaşlarıdır.
İşte bu iki kategoriye giren Müslümanlar, Fransa’daki İslam’ın temelini, gelişmesi ve örgütlenmesini oluşturmuştur. Şimdi bu girişimlerin hukukî çerçevesine bir göz atalım.
LAİK BİR ÜLKEDE MÜSLÜMANLAR İÇİN HUKUKİ İMKÂNLAR
Fransız devriminin akabinde kiliseyle yapılan ve laikliğin ilk adımı olarak kabul edilen 1801 iflas anlaşmasından sonra, ikinci adımı oluşturan 1 Temmuz 1901 dernekler yasası ve 1801 anlaşmasını kaldıran 9 Aralık 1905 yasası, devlet­le kilisenin ayrılmasını resmen onaylıyor. Bundan böyle devletin ne resmî dini ne de ayrıcalıklı dini olmadığını beyan ediyor.(11)
Bu yasaya bağlı olarak, Katoliklik ayrıcalıklı din olmaktan çıkıyor ve devletin dinlere karşı (Katolik, Protestan, İslam ve Yahudilik)(12) eşit davranması ilkesi be­nimseniyor. Ancak Katolikliğin tarihî ve kültürel bir ağırlığa sahip olmasının yanın­da, halkın çoğunluğunun Katolik olmasından dolayı politik tercihlerin de öne çıkma­sı ile Katolikliğin tesiri her alanda sezilebiliyor. Buna karşılık Protestanlık ve Yahu­diliğin de daha zayıf bir şekilde örgütlendiğini söylemek zor olurken, Müslümanlar için aynı şeyi söyleyemeyiz.
Oysa Fransız hukuku dolaylı da olsa Müslümanların örgütlenmesine, dinî, kültü­rel ve sosyal faaliyetlerde bulunmasına olanak tanımaktadır. Örneğin İslam gibi sos­yal hayatın her yönüne şekil veren, dinî ve kültürel boyutlarda ayırıma gitmeyen bir dine mensup Müslümanlar için uygun olmayan 1905 yasasının dışında, normal der­neklerin kurulmasını içeren 1901 yasası ve bu yasaya göre kurulan derneklerin tüzük­lerinde belirttikleri, “ibadet yeri açma” ve “dinî faaliyetlerini sürdürme” imkânını getiren 2 Ocak I907 (13) yasası bunun teminatıdır.
Nitekim yukarıda bahsi geçen “So­ciété des Habous et Lieux Saints de l’Islam” adlı dernek, Paris Camii ve Külliyesi’nde ibadetin dışında sosyokültürel faaliyetlerin devam ettirilebilmesi için 1901 yasa­sına göre tüzüğünü yeniden tanzim etmiştir. Şu halde normal olarak 1901 yasasına göre kurulan kültürel amaçlı dernekler, diğer faaliyetlerinin yanında dinî faaliyetleri­ni de yürütebilmektedirler.(14) Bu nedenle çeşitli ülke ve milletlere mensup Müslümanlar, çok sayıda derneğe sahip bulunmakladırlar. Böyle olmakla birlikte Fransa’da millî düzeyde Müslümanların tümüne (Katolik, Protestan ve Yahudilikte olduğu gibi) devlete karşı temsil eden bir kurum yoktur. Sadece bir takım cemaatlerin kurduğu fe­derasyonlar ve Fransa devletinin oluşturduğu bir “Danışma Kurumu” söz konusu­dur. Oysa bu kuruluşlar tüm Fransız Müslümanlarını temsil etmemektedirler.
İslami Dernekler
Müslümanlar, diğer din mensupları gibi örgütlenemedi.(15) Bunun en önemli sebebi de İslam’daki tevhit anlayışının tamamen tersine, çeşitli sebeplerden dolayı (dini=Sünni Şii, etnik ve farklı politik yapıya bürünen ülkelere mensup olduklarından) homojen bir yapı oluşturamadılar. Bunun yanında karşılıklı ilişkilerde farklı kül­tür, farklı dil, değişik yaşam şekli ve projeleri önde gelmektedir.
Diğer yandan özel kategorilere sahip Fransız Müslümanlar olduğu gibi göçmen olup ta, Fransa’ya yerleşmeyi düşünenlerle dönmeyi planlayanlar arasında belirgin olarak bir bakış açısı farkı vardır. Cezayir ve Fas gibi kendi vatandaşlarını kontrol et­me yollarını arayan ülkeler ve Suudi Arabistan gibi finans yardımı yaparak dinî veya ideolojik bir etki yapmayı amaçlayan ülkeler farklı mozaiklerin belirginleşmesini ar­tırıyor. Bu durumda farklı yönelimler gösteren ve farklı mozaikleri oluşturan bu top­lumu birleştirmek ya da bir bütün olarak örgütlemek zor görünüyor. Böyle bir yapı ile iç içe bulunan Müslüman toplumu, Fransa’da devlete karşı kim temsil edecektir? Kim­lik arayışlarının daha çok öne çıktığı Fransız toplumunda küresel olarak Müslüman top­lum yerini nasıl alacak? Hasta hane, hapis hane, fakülte vb. yerlerde din adamı görevi­ni kim yerine getirecek? Din adamlarının eğitimi nasıl olacak? Çoğaltılabilecek bu ve buna benzer soruların cevabı her şeyden önce bahsedilen zor olan örgütlenmeyi başarmaya bağlıdır. Bu yönde yapılan çabalar olsa da bölgesel, ideolojik ya da poli­tik planda kalmaktadır.
1992 rakamlarına göre Fransa’da bölgesel ve yerel olmak üzere 700 civarında der­nek bulunmaktadır. Bunlar kendi aralarında geniş bir örgütlenmeyle federasyon adı altında gruplaşmışlardır. Böylece 1983’te kurulan “l’Union des Organisation Isla­miques en France” (Fransa İslam Örgütleri Birliği), 150 derneği bir araya getirmiş­tir. 1985’te kurulan “Fédération National de Musulmans de France” (Fransa Müs­lümanları Milli Federasyonu), 140 derneği toplamış olup, 1978’de kurulan “l’Union İslamique de France” (Fransa İslam Birliği), 1981’ de kurulan “le Groupement İs­lamique de France” (Fransa İslam Grubu) ve 1927’de Hindistan’da kurulup Fran­sa’da 50 ye yakın ibadet yeri olan “Et-Tebliğ ed-Da’va”’nın, “l’Association Foi et Pratique” (İman ve İbadet) Derneği bulunmaktadır. Bunların dışında merkezi Mek­ke’de bulunan, “la Ligue Islamique Mondiale” (Dünya İslam Birliği) 1977’de Paris­te bir büro açmıştır.
Fransa’da Müslümanlar tarafından çeşitli olaylar karşısında İslam toplumunu tem­sil etmek için birçok öneriler ileri sürülmüş ve I987’de ırkçılık karşısında, “Fransız Müslüman Kurumlarını Temsil Konseyi” önerilmiş yine aynı yılın aralık ayında Paris Camii Rektörü Şeyh Abbas, Fransız Müslümanları Milli Federasyonunun iki yöneticisi ile birlikte, 1/3 Cezayirli, 1/3 Fransalı, 1/3 Cezayirli olmayan Müslümanların oluşturduğu, “Comité Provisoire” (Geçici Komite) kurulmasını önermişler fakat bunun devamı gelmemiştir.
Aynı şekilde 1989 Mayısında patlak veren Salman Rüştü olayı gibi bütün Müslümanları ilgilendiren konularda, beraberce hareket etmek amacıyla “Fransız Müslü­manları Koordinasyon Komitesi” kurulmuş fakat önemli bir rol üstlenmemiştir.
1992’den beri, Cezayir asıllı Fransız Müslüman Rektör Şeyh Abbas’ın oğlu, Kardiyolog Halil Ebu Bekir tarafından yeniden canlandırılan söz konusu komite, “La Coordination Nationale des Musulmans de France” (Fransa Müslümanları Milli Koordinasyonu) adını almış ve bütün Fransa Müslümanlarını temsil ettiğini ileri sür­müştür. Ayrıca bu kuruluş, Fransa Müslümanları için bir yandan sadece dinî görev­leri yüklenip millî camiler konseyini oluşturacak ve imamların yetiştirilmesini ve di­nî hayatın geniş evrelerini gerçekleştirmeye çalışacak; diğer yandan Müslüman top­lumun genel hayatıyla ilgilenen millî, bölgesel ve il konseylerini içeren, “Fransa Yüksek İslam Konseyini” oluşturacağını belirtmektedir. Binaenaleyh 1993’de Halil Ebu Bekir tarafından yönetilen ve 25 üyesi bulunan, “Le Conseil Consultatif des Musulmans de France” (Fransa Müslümanları Danışma Meclisi) kurulmuştur.
Fransa devleti bu kuruluşları bir taraftan endişeyle izlerken, diğer yandan bu der­neklerle ilişkileri yürütmek için dönemin İçişleri Bakanı Pierre Joxe tarafından, 1990 yılında farklı kuruluşlara mensup ve kökeni farklı coğrafyalardan olan 15 Müslüman üyeli, “le Conseil de Réflexion sur l’Islam de France (CORIF)” (Fransa’da İslam Üzerine Düşünce Kurulu) kurmuştur. Bu kuruluş bakan ya da onun temsilcisi­nin katılımıyla düzenli olarak toplanmaktadır. Bu girişim, İçişleri Bakanlığı aracılı­ğıyla Müslümanlarla devlet arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi açısından önemlidir. Ancak devlet anayasa gereği Müslüman toplumun hayatını örgütleyemez ve iç haya­tına müdahale edemez. Söz konusu örgütlenme devlet müdahalesi olmaksızın, Müslüman topluma aittir.
O hâlde aralarında bazı farklılıklar (Protestanlarda olduğu gibi) olsa da bunlar zaman içinde azaltılabilir ve Müslüman toplumun problemlerini iyileş­tirmek için dernekler, mahallî düzeyde federasyon ve millî düzeyde bir konfe­derasyon oluşturabilirler. Bu, belki ilk etapta, aynı ülkeye mensup farklı Müslüman dernekler arasında gerçekleştirilebilir ve sonra değişik ülke Müslümanlarının fede­rasyonları, aralarında iş birliğine giderek bir konfederasyon oluşturulur ve bu örgüt devlet katında Müslümanları temsil eder. Her hâlükârda eğer Müslüman toplumun ör­gütlenmesi gerekli görülüyorsa, bu yukarıdan (devlet yoluyla) değil aşağıdan ilgilile­rin girişimiyle gerçekleşebilir. Zira Fransa’nın hukuku ve din-devlet ilişkisi bunu ge­rektirmektedir.
İslami İbadetlerin Yerine Getirilmesi
Fransa’da İslami ibadetlerin yerine getirilmesi temel olarak ibadet yerleri, ibadet şekilleri, İslami eğitim gibi birçok somut problemi ortaya koyuyor.
İbadet Yerleri
Fransa’da uzun zamandan beri yerleşik olan dinler (Katolik, Protestan, Yahudilik gibi) ibadet yerlerine sahiptirler. 1970’li yıllara kadar 1922’de yapılan Paris Camii hariç ibadet için hiç bir cami yoktu. Bugün 950’lere varan irili ufaklı mescitler ve 40-50’lere varan camilerle bu sayı binleri bulmaktadır. Bu camilerin yapılmasına engel olabilecek herhangi bir hukuki engel olmamakta fakat bazı yerel yönetici ya da bas­kı grupları engeller çıkarabilmektedirler.
1980-1985 yılları arasında iş yerlerinde ve diğer alanlarda ibadet yeri problemi üzerine sayısızca müzakere ve yorumlar yapıl­mıştır. Birçok yerde, kapatma tehditleri veya kamulaştırma yoluna gitme gibi, cami açılması için karşılaşılan problemler, Fransız toplumunun hâlâ büyük bir kesiminde Müslümanların kendi kimliklerini koruma hakkını reddetme inancının devam ettiğini ortaya koyuyor.
Oysa 1981’de Birleşmiş Milletlerin almış olduğu şu karar; “Bir dinin öğretim ve ibadetinin yapılması için ibadet yeri yapımı ve bakımı hürriyetini ön­görüyor.” (16) Fransız hukukçulara göre, Fransa hukuku da aynı yönde yorumlanmak­tadır. Zira 1905 kanununun 1. maddesine göre Fransa Cumhuriyeti, ibadetlerin ser­bestçe yapılmasını garanti eder. Buradan hareketle hukukçular, devlet ve halkın cami yapımına engel olamayacağını aksine müsaade etme mecburiyeti olduğunu, şehir pla­nına uygun olduğunda belediye başkanının bunu engelleyemeyeceğini, bu konuda Entegrasyon Yüksek Kurulunun almış olduğu, “şehir planının bir cami yapılması için bahane olarak ileriye sürülemeyeceği ve belediye reisinin bundan serbest(sınırsız)ce karar verme gücüne sahip olmadığı”(17) kararının mani olduğunu be­lirtmektedirler.
Hatta bir belediye başkanı kendi mücavir alanları içinde olanlara uy­gulanmak üzere bir cami yapımı ya da büyütülmesi için referandum yapamayacağı, yapsa da bunun hukuki bir geçerliliğinin olmayacağı ve 1905 kanununda ifade edilen din hürriyetine aykırı olduğu şeklinde, hukukçular tarafından yorumlar yapılmaktadır. Çeşitli yerel yönetimlerin ve baskı gruplarının genelde dine, özelde İslam’a karşı tavır aldıkları bir toplumda zaten laik olan devlet, direk olarak ibadet yerleri için yardım­da bulunamaz. Ancak, devlet ve mahallî birlikler, içinde cami de bulunduran kültür mer­kezlerinin yapım ve yenileme için finans ayırabilmektedirler.(18)
Dinî İbadetler
Hıristiyanlığa göre şekillenmiş laik bir ülkede özelliklerinden dolayı İslami bazı ibadetleri yerine getirmek problem teşkil etmektedir. Fakat bunlar aşılamaz değildir­ler. Günlük beş vakit namaz ferdî bir görev olduğundan büyük bir zorluk olmaksızın yerine getirilebilir. Ancak toplu olarak kılınan Cuma ve Bayram namazlarını ifa etmek için mekânın yanında ayrıca belirli bir zamana ihtiyaç duyulmaktadır. Bu da tatil gü­nü problemini ortaya koymaktadır. Birleşmiş Milletlerin 25 Kasım 1981’de almış ol­duğu karara göre, “Din hürriyeti, dinin gereklerine uygun olarak ayin ve bayramla­rın kutlanmasını ve istirahat günlerinin gözetilmesi hürriyetini içerir”.(19)
Bu ko­nuda Yahudilik için getirilen çözümden faydalanarak bir yol bulunabilir. Yahudi me­murlar için 1967’de çıkarılan bakanlık genelgesine göre, “Bakanlar kendi dinlerinin temel bayramları dolayısıyla kutlanan ayinlere katılmak isteyen memurlara müsaade edebilirler.”(20) Bu günlerde yapılan tatil senelik izin gününden düşülmektedir. 1991’den beri bu imkân idarî görevlerde (bürokrasi, eğitim, ordu...) çalışan Müslümanlar için de geçerlidir. Aynı şey özel sektörde çalışanlar için de geçerli kılınabilir.
Eğitim kurumlarında Müslüman öğrenciler dinî ibadet özgürlüğünden faydalana­rak okula devam etme konusunda muaf tutulabilirler. Nitekim yine Yahudi öğrenciler için alınan fakat diğerlerini de kapsayan 6 Kasım 1972 tarihli Bakanlık yazısında şöy­le der: “Okula devam mecburiyeti açısından, öğrencilerin dinlerinin kurallarını gözetmeleri geçerli mazeret sayılır.”(21) 12 Aralık 1989 tarihli İslami örtüyü kapsa­yan Bakanlık genelgesi daha açık ve herkesin anlayacağı düzeydedir. “Eğitimin mecburiyeti, eğitimin gelişmesini engellemeksizin millî planda takvime yazılı olan bayram günlerinde ve istisnai durumlarda okula gelmemeyi engellemiyor.”(22)
Yahudilere verilen bu imkândan Müslümanların da faydalanabilmeleri, onları temsil eden bir kuruluş tarafından Milli Eğitim Bakanlığına önceden bildirilmesine bağlıdır. Ancak bu kuruluş henüz herkesi kapsayacak şekilde tesis edilememiştir. (Farklı bay­ram günlerini hatırlayalım.) Önceden adı geçen CORIF ile Kara Kuvvetleri arasında yapılan anlaşmadan sonra, askerlik görevini yapan genç Müslümanlar, 1992 Ocak ayından bu yana mutfaklarında helal yiyeceklere sahipler. İlgili yönetmeliklere göre hayvanların (kurbanlar da dâhil) usulüne göre kesilmesi sağlanmaktadır.(23)
Diğer yandan İslam, Kanal 2 televizyonunun dinî programında yer almakta, pazar günü sabahları 8.45-9.15 arası yarım saat “Connaitre l’İslam” (İslam’ı Tanıma) adıy­la sunulmaktadır. Fakat France Culture radyosu diğer dinler (Katolik, Protestan, Ortodoks, Yahudilik) için program hazırladığı hâlde, İslam’a yer vermemektedir. Ama Müslümanlar özel radyolara sahip olabilirler.(Türklere ait olan ve FM’den haftada iki gün birer saat yayın yapan Güneş Radyo gibi.)
Fransa’da ancak bir tane Müslüman Mezarlığı bulunmakta, diğerlerine müsaade edilmemektedir. Bununla beraber İçişleri Bakanlığının 28 Kasım 1975 ve 14 Şubat 1991 tarihli genelgelerine göre, Müslümanlar mezarlıklarını Mekke(Kıble)’ye doğru yöneltebilir ve Fransız mezarlığı içinde bir yer çevirerek Müslümanlara ait bir alan oluşturabilirler.(24) Bu problemin çözümü belediyelerin becerikliliği ve getirilen öne­rilerle ve kurulan diyaloglarla ilintilidir. Görüldüğü gibi Fransa’da mevcut kanunlar ve uluslararası yapılan anlaşmalar çerçevesinde birçok problem aşılabilmektedir. An­cak bu konuda yapılacak girişimlerin yasalara uygun bir şekilde yapılması gerek­mektedir.
Din Eğitimi
Fransa’da Müslümanlara ait özel okullar yoktur. Hıristiyan ve Yahudilere verilen imkândan henüz yararlanamamaktadırlar. Din eğitimi ihtiyacı dernekler bünyesin­de oluşturulan cami veya Kur’an kurslarında karşılanmaktadır.
Böyle olmakla birlikte Müslümanlar, özel eğitim kurumları ile devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen 31 Kasım 1959 Debre kanununa göre, Fransa’da eğitim özgürlüğü­ne sahiptirler. Tabii olarak da özel okullarını açabilirler ve söz konusu kanuna göre devletle bir anlaşma yapabilirler. Ancak bu uygun program ve öğreticilerin kalitesine riayet etmek şartıyla geçerli olabilir.(25)
Yine Avrupa İnsan Hakları anlaşmasının 9. maddesi ve Birleşmiş Milletler kara­rı gereğince, ‘din hürriyeti herkesin kendi özel yerinde, kendi dininin eğitimini içerdiği­ni’ belirtmektedir.(26) Şu halde Müslümanlar okullarda verilen İslam derslerinin(27)dı­şında, kendi çocuklarının din eğitimi için okullarını ve eğitim merkezlerini açabilirler. Şimdilik böyle bir girişim olmadığına göre hiç olmazsa diğer Müslüman olmayan öğ­rencilerde olduğu gibi ilk ve ortaokullarda Müslüman çocuklar için velilerin isteğiy­le dinî eğitim için servisler örgütlenebilir.(28) Ancak bütün bunların yapılması iyi bir organizasyonla bilinçli çalışmayı gerektirmektedir.
Fransa’da tarihî süreç içerisinde hukukî imkânlar ve mevcut girişimlerin çerçeve­sinde oluşan bir İslami örgütlenme devam ederken, diğer milletlere mensup Müslüman işçilerden daha geç olarak Fransa’ya intikal eden Türkler, onlardan daha hızlı ve etkili bir şekilde dernekleşme faaliyeti içerisine girmişlerdir. Böylece diğer Avrupa ülke­lerinde olduğu gibi Fransa’da da “Türk-İslam kimliği” oluşmaya başlamıştır. Biz bundan sonraki bölümde, Türklerin Fransa’daki faaliyetlerini irdelemeye çalışacağız.
TÜRKLERİN FRANSAYA GELİŞLERİ VE KAREKTERİSTİK YAPILARI
Bilindiği gibi yirminci yüzyılın ortalarından başlayarak içinde Fransa’nın da bu­lunduğu Batı Avrupa ülkelerinde meydana gelen sürekli ve hızlı sanayileşme, diğer sanayileşmemiş ülkelerden işgücü akımını zorunlu kılmıştır. Bu ülkelerden biri de Türkiye’dir. Ülkemizden Fransa’ya işgücü akımı Türkiye ile karşılıklı olarak 10 Nisan 1965’te (29), Ankara’da imzalanan antlaşma ile başlamaktadır. Şüphesiz bu tarihten ön­ce Fransa’da çeşitli nedenlerden dolayı Türk kökenli veya Türkiye kökenli 1921­-1936 yılları arasında % 0,3 ile % 1,4 arasında değişen Türk-Ermenileri vardır.(30) Fa­kat Fransa’da iz bırakacak şekilde Türk-İslam kültürünün boy göstermesi, bu göç ha­reketinin akabinde gelen süreç içerisinde olmuştur.
Başlangıçta kısa bir süre için gidilen bu ülkeden ‘dönüş projesi’, ailelerin getiril­mesi ile değişmekte daha uzun bir zaman dilimine yayılmış bulunmaktadır. Çünkü bir yandan çocukların okula başlamaları ve tahsil sürelerinin tamamlanmasını bekleme, diğer yandan masrafların artışı ve para biriktirmenin uzun zaman alması dönüşü ge­ciktirmiştir. Daha da ilerde çocukların iş hayatına atılması, kendilerine ait ev ve iş yerlerinin kurulması ‘geriye dönüşün’ çok zor olabileceği sinyallerini vermektedir. Geriye dönüş sonrasında Türkiye’de karşılaşılabilecek problemler de bu ‘dönüş’ ka­rarında etkili olmaktadır. Zira bunca çileden sonra vatana mutlu bir şekilde dönebil­mek arzu edilmektedir. Ancak enflasyonun yükselişi, sağlık bakımından hasta hanelerin hizmet durumunun Fransa’dakinden daha düşük seviyede oluşu, sosyal hizmetlerin az olması ya da tatminsizliği, uzun bir aradan sonra Türkiye’de kendini yabancı gibi hissetme ya da öyle bir ortamın çevre etkisiyle oluşturulması dolayısıyla yeniden bir adaptas­yon sorunu vb. sebepler geri dönüşü engellemektedir.
Almanya ve Hollanda gibi ülkelerin aksine, Fransa’ya işçi olarak gelen vatandaş­larımız daha çok kırsal kesimden gelmiştir. Bunların tek hedefi maksimum dere­cede para biriktirip geri dönerek geldikleri kırsal kesimde veya uygun buldukları bir şehirde bir ev, işyeri vb. önemli gördükleri gayrimenkuller alarak hayat seviye­lerini yükseltmek veya kazandıklarıyla yaşadıkları çevrede sosyal itibar elde etmek­tir. Ancak yukarıda atıfta bulunduğumuz sebepler onları da dönmekten alıkoyup ora­da yerleşmelerine sebep olmuştur.
En son yapılan nüfus sayımında, 1990 yılı için 197.712 olarak açıklanan vatan­daşlarımızın sayısına, 1991-1995 yılları arasında aile birleşimi yoluyla gelen ve Fran­sa’da doğan 55.807 vatandaşımızı ekleyip, aynı dönemde vefat eden ve Türkiye’ye dönen 1.648 kişi çıkartılınca, Fransa’da yasal olarak bulunan Türk vatandaşlarının sayısı 251.871 olmuştur.(31)
Vatandaşlarımızın % 51’i 20 yaşın altında olup, % 49’u 40-50 yaşları arasında­dır.(32) Dolayısıyla genç bir potansiyel söz konusudur.
Diğer yandan bunların % 80’i kalifiye olmayan eleman olup büyük bir çoğunlu­ğu işçidir. Çalışmış oldukları iş kolları inşaat ve yol yapımı, otomobil sanayii, yük ta­şımacılığı ile hazır giyimdir.
Kırsal Kesimden Çok kültürlü Bir Ülkeye Geçiş
Sosyolojik gelenekte sosyal organizasyon, cemaat ve cemiyet veya arkaik toplum-şehirli toplum gibi farklı tiplemelerle sosyal gelişme, ferdî bilincin toplumsal bilinç­ten üstün geldiği yerlerde basit toplumdan karışık topluma geçiş açısından ele alın­maktadır. Bu sosyolojik yaklaşımdan hareketle Fransa’da, Türk vatandaşlarının durumu ev ekonomisinin hâkim olduğu kırsal sosyal organizasyondan üretim üzerine kurulmuş sanayi toplumuna girme olarak açıklanabilir.
Çok kültürlü sanayi toplumunda yer alma, adaptasyon ve uyum/asimilas­yon sorunlarını beraberinde getirmiş, neticede içinde bulundukları ülkenin şartları el­verdiği ölçüde Türkleri kendi aralarında grup oluşturmaya zorlamış ve bu durum ileride der­nekleşme sürecini başlatmıştır. Bu gruplaşmanın temelinde etkili olan ve Anadolu­’dan taşınan ‘hemşerilik’ geleneğinin sürdürüldüğünü, aynı köy, şehir ya da bölge­den olanların Fransa’da aynı sitelerde oturduklarını müşahede ediyoruz. Türkler ken­dilerine önce kendi köyü, şehri, bölgesinden olanları yakın görmekte, diğer yandan din faktörü devreye girerek Müslüman ülke vatandaşlarını ve dil, din, ırk yönünden yakın gördükleri Balkan ve Türk illerinden gelenleri kendilerine yakın hissetmekte­dirler.
Bu yakınlaşma, içinde bulundukları toplumun içine girip uyum sağlamaktan zi­yade onları, Fransız toplumu içinde kendi aralarında kolektif bir hayata götürmekte­dir. Bunu dinî ve millî yönlerden bir yalıtım, kendi kabuğuna çekilme olarak yo­rumlayanlar olsa da problemin temelinde din ve etnik yapıdan çok, iki toplumu bir­birine yaklaştıracak dil ve alt yapı sorunu (kırsal kesimden gelmiş olma, eğitim düze­yinin düşük olması) öne çıkmaktadır. Nitekim Türk çocuklarından, Fransa’da okula devam edip iyi bir dil öğrenenler gerek iş hayatlarında, gerekse yaşadıkları sosyal çevrede dinî ve millî yapılarını koruyarak Fransızlarla diyalog içerisinde yaşamakta­dırlar. Birinci nesilde görülen kabuğuna çekilme, kendilerinden kaynaklanan bir problemdir.
Kimliği Korumada Sosyal Kontrol ve Din Faktörü
Yabancı bir ülkede, azınlık olarak örgütlenmiş bir toplum, kendi üyeleri üzerinde devamlı bir sosyal kontrolü gerçekleştirme gereğini duyuyor. Bir yandan kendi kül­türünü koruyor ve zamanla bunu geliştirip diğer kültürlerle de ilişki kurarak yeni bir form (eğer Türkler için söyleyecek olursak Avrupa Türk-İslam Kültürü diyebilece­ğimiz bir şekil) alıyor. Söz konusu toplum isteyerek veya istemeyerek bilinçli yahut bilinçsiz, içinde yaşadığı toplumun hâkim kültürünün de tesiriyle fakat kendine ya­bancı gördüğü bir takım değerlerden kaçınmak maksadıyla kendi dinini ön plana çıkararak kendi kimliğini oluşturuyor.
Bu durumda din, korunması gereken ahlak ve davranışlarda belirleyici bir rol üstleniyor ve sığınılacak bir yer oluyor. Aynı za­manda din, kendisine uydurmaya çalıştığı cemaatle bağlılık duygusunu kuvvetlendiri­yor. Böylece Türk toplumu, din ve sosyal kontrol aracılığıyla bir yandan getirdiği kül­türel bagajındaki değerlerini muhafaza ediyor, diğer yandan Türk-İslam kimliğini sa­vunma mücadelesini veriyor. Ancak bu durum içinde yaşadığı toplumla bütünleşme problemini gündeme getiriyor.
Entegrasyon ve Asimilasyon Problemi Karşısında İslam
Fransa’daki işçilerimizin içinde bulundukları toplumla bütünleşme, hiç bir zaman tam olarak gerçekleşmemiştir. Bunun sebeplerini çeşitli yönden izah etmek mümkün olabilir, yukarıda bahsettiğimiz gibi bizim müşahedelerimize göre bir kere karşılıklı etkileşimde en büyük araç olan dil sorunu ön plana çıkmaktadır. Başlangıçta mümkün olan en erken zamanda dönme düşüncesine sahip olan insanlarımız, içinde bulundu­ğu toplumun dilini temelden öğrenme ihtiyacını hissetmemiş, hissedenler de öğren­me konusunda gereken gayret ve sabrı göstermemişlerdir. Birazcık Fransızca konu­şanlar, Türkiye’ de ortaokul veya lisede yabancı dili Fransızca olanlardır ve bunların sayısı da çok azdır.
Türkler gerek kendilerini yabancı bir ülkede yalnız hissetmeden dolayı gerekse ‘aile birleşiminin’ sonucu olarak, bir araya gelip dertleşecek, çocuklarına kendi de­ğerlerini anlatacak ve beraber ibadet yapabilecek bir yer ihtiyacından dolayı bir gay­ret içine girmişler ve bu çabaların neticesinde dernekler kurulmuştur. ‘Dernek ha­yatı’ bir yandan söz konusu ihtiyaçları karşılarken, diğer yandan Türkleri Fransızlardan uzaklaştırmış ve kendi aralarında grup oluşturmaya götürmüştür. Fakat dil prob­leminin yanında bu konuda etkili olan diğer sebepleri de burada zikretmek gerekir. Bunlar aşağılık karmaşasının verdiği çekingenlik, İslami değerlerin kaybedilmesi korkusu ve kültürel farklılıktır.
Yapmış olduğumuz gözlem ve çalışma neticesinde (33), biz bu konuda “uyumun bulunulan ülkenin kültürel değerlerine saygı duyularak kendi öz kültü­rüyle yaşama şeklindeki” anlamına dikkat çekerek İslam’ın bütünleşmeye açık oldu­ğu ve engel olmadığı görüşüne sahibiz. Bilindiği gibi başlangıçtan günümüze kadar farklı kültür ve medeniyetlerle karşı karşıya gelen İslam Dini, kendine uygun olanı al­ıp olmayanı kendine göre şekillendirmiş yahut reddetmiştir. IX. asırdan günümü­ze kadar İslam’ın tesirinde kalıp etle kemik misali İslam’a bağlanan Türk Milleti, bu­gün bile kendi kimliğini açıklamada İslam faktörünü asla dışlamamıştır.(34) Tersine İslam, Türk Milleti’nin kimliğinin korunmasında bir “çekirdek” olmuştur.
Nitekim yaptığımız anket ve müşahedeler(35) de Türklerin, bu ülkenin kültürel de­ğerleri ile çatışmaya girmeden, kendi değerleri ile yaşamak istediklerini ortaya çıkar­maktadır. Bu da insanlarımızın Fransa’da yaşamayı seçerek kendi kültürünü ve de­ğerlerini bırakıp asimilasyon tuzağına düşmek istemediklerini doğrulamaktadır.
Dernekleşme Çalışmaları ve Dernekler
Daha önce belirttiğimiz gibi Türkler, Anadolu’dan getirmiş oldukları “hemşerilik” geleneğinin de etkisiyle yabancı bir ülkede zayıflayan kültürünü, dinî ve millî kimliğini korumak maksadıyla dernekler kurmaya başlamışlardır. Bu derneklerden önce, vatandaşlarımız kaldıkları işçi otellerinin uygun mahallerinde veya evlerde top­lanıyorlar, cuma ve bayram namazları için Paris Camii’ne gidiyorlardı. Fakat her ne kadar aynı dine mensup olsalar da Arapların dilini anlamadıklarından ve bir takım farklılıklardan dolayı kendilerini, onların arasında bir yabancı gibi hissettiklerinden, dinî ve sosyal ihtiyaçların gereği olarak kendi derneklerini kuruyorlar. Bu durumda der­nekleşme hareketinde, ‘Türk kimliği’ öne çıkıyor, buna bağlı olarak derneklerin bü­yük bir çoğunluğu da “Association des… Turcs” (çeşitli isimlerde dernek) ismini taşıyor.
Böylece Türk dernekleri diğer Müslüman derneklerden, Türk kimliğini öne çıkara­rak ayrılıyorlar. Ancak İslam her zaman bu derneklerin (ayrılıkçı ve sol dernekler ha­riç) çekirdeğini oluşturuyor. Bunların sayısı 1980 de 33, 1992 de 337 olarak belirtil­mektedir.(36) Başkonsolosluklara bağlı olan derneklerin sayısı ise 258’dir.(37)
Biz burada bunların ayrıntılarına girmek istemiyoruz.(38) Ancak başlangıçta Tür­kiye ile söz konusu ülke arasında yapılan kültür anlaşmasında, öğretmen ihtiyacının yanında maalesef din görevlisi ihtiyacı gözetilmemiştir. Bu, vatandaşlarımızın din hiz­metlerinin karşılanması için bir takım ideolojik ya da dinî amacı bulunan kuruluşların kucağına itmiş, bu alandaki boşluğun geç de olsa fark edilmesiyle bu sefer resmî din görevlilerinin gönderilmesi, (yine anlaşmalarda din görevlisi ihtiyacından bahsedil­mediğinden), iki ülke arasında zaman zaman problemlere yol açmıştır. Diğer yandan yukarıda bahsi geçen yasalar çerçevesinde verilen haklar, dernek kurucuları tarafın­dan bilinemeyip, bilenler tarafından da bilgilendirilmediği için bugün (cami yapımı, alımı vb. gibi konularda) gerek mahallî yöneticiler gerekse sivil kuruluşlar tarafından hissettirilen bir takım sıkıntılar yaşanmaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Fransa’da daha önceleri sadece sürekli bir din ataşesi ve Ramazan ayına mahsus olmak üzere görevlendirilen din görevlileri bulundururken, 9.10.1984 ta­rih ve 84/8610 (39) Bakanlar Kurulu kararıyla Müşavirlik ve Sosyal Yardımcı kadrola­rı başta olmak üzere uzun süreli din görevlisi kadroları oluşturularak Türk vatandaş­larının isteği üzerine din hizmetleri karşılanmaya başlamıştır.
Bu hizmetlerin daha da yaygınlaşmasına, etkili olmasına katkıda bulunmak üzere 25.4.1986’da Paris’te Fran­sa Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), (L’union Turco-İslamique d’Affaires Theologique en France) kurulmuştur. Bugün 174 dernekle iş birliği yapan DİTİB’in camilerdeki görevli sayısının 63 olduğunu düşünür ve genel dernek sayısı olan 337’nin yarıya yakınına ulaşılamadığı göz önüne alınırsa, bu konuda daha çok şeylerin yapılması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Dernek ve Camilerin Fonksiyonları
Fransa’da derneklerin en önemli fonksiyonlarından biri, Türk-İslam kültürünü muhafaza etmede esas görevi omuzlayan mescit ve camileri açma ve yaşatmayı amaçları arasına almasıdır. Söz konusu bu dernekler sadece bir ibadet yeri derneği de­ğil, aynı zamanda kültürel faaliyetlerin yapılmasına imkân tanıyan Fransız hukukuna göre kurulmuş müesseselerdir.(40)
Fransa’da dernekler genel olarak yerel, bakkal, mescit, kütüphane, Kur’an kursu vb. olarak meydana gelmektedir. Dikkat edilirse adı geçen bölümler derneklerde hangi faaliyetlerin yapıldığını genel hatlarıyla belirtmek­tedir. Özellikle cumartesi, pazar vs. tatil günlerinde büyüklü küçüklü herkesin gel­diği bu derneklerde, sosyal ilişki bağları kuvvetlenmekte, özel ihtiyaçlarda dayanış­ma örneği gösterilmektedir.
Bu derneklerin amaçları arasında Fransızca, Türkçe, meslek kursları olmasına rağmen tümüyle fonksiyonel bir durum arz etmemektedir. Ancak Türkçe dersleri yine bu dernekler aracılığıyla belediyelerin tahsis ettiği yer­lerde, Türkiye’den gelen öğretmenler tarafından verilmektedir. Diğer yandan spor faaliyetleri de çok aktif olmasa bile gençlerin boş zamanlarını değerlendirmek üzere Karate, Tekvando başta olmak üzere futbol vb. dallarda görülebilmektedir.
Almanya’da derneklerin gördüğü işlevlere bakılırsa(41), Fransa’da faaliyet yapan dernekler meslek kursu açma açısından oldukça geridedir. Bu konuda başta dernek yöneticileri olmak üzere, din görevlisi ve öğretmenlere büyük görevler düşmektedir.
Derneklerde kurs vb. faaliyetler dışında düğün, sünnet merasimi gibi faaliyetler, imkânlar ölçüsünde Türk-İslam geleneklerine uygun olarak devam ettirilmektedir. Fransa’daki vatandaşlarımızın dinî, sosyal, kültürel konularda bilgilendirilmeleri maksadıyla Türkiye’den gelen veya Avrupa’da görev yapan Müşavir, Ataşe vb. görevlen­dirilen kişiler tarafından verilen seminerler, konferanslar, vatandaşımızın birlik ve beraberliğine katkıda bulunmaktadır.
Camilere gelince, bazen eski bir sinema salonundan, bazen terkedilmiş bir fabri­kadan veya müstakil evlerden camiye dönüştürülen bu mekânlar, sadece ibadetlerin, mevlit vb. merasimlerin, irşat gibi yaygın eğitimin yapıldığı yerler değil, aynı zaman­da sosyokültürel faaliyetlerin ve çeşitli sosyal aktivitelerin yapıldığı yerlerdir. Cami­lerin bu fonksiyonel durumu İslam’ın ilk dönemlerini hatırlatmaktadır. Bu dönemler­de cami, “ibadet yeri, ilim müessesesi, ordu karargâhı, elçilerin ka­bul makamı(...)”(42) olarak İslam müesseseleri arasında önemli bir yer işgal eder. Fransa’daki camiler de buna benzer hizmetler vermektedir. Bunlardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:
Sosyal Danışma Merkezi
Mevcut olan camilerin hemen hemen hepsinde Fransızca bilen kimseler bulun­maktadır. Bunlar Fransa’da karşılaşılan resmî dairelerdeki bir problemle ilgili olarak danışıldığında bilgi verebilecek (gerek resmî evrak hazırlanmasında, gerekse çocuk­larla ilgili eğitim problemlerinde öğretmenleri ile konuşarak ya da başka problemle­rinde) bizzat yardımda bulunabilecek durumda olan tecrübe sahibi kişilerdir. Diğer yandan dil bilen din görevlileri ve öğretmenler de aynı görevleri daha mükemmel bir şekilde yerine getirmektedirler. Bu durumda din görevlisi ve öğretmenlerin eğitim düzeyi yüksek, mutlaka lisan bilen, hatta gitmiş olduğu ülkenin sosyal, po­litik ve dinî yapısını en güzel bir şekilde bilen kişilerden oluşması elzemdir.
Söz konusu problemler caminin bir tarafında yer alan lokalde gündeme gelir, ade­ta Türkiye’de köy odalarında olduğu gibi müzakere edilir, aynı olayla ilgili tecrübeler ortaya konur ve böylece problemi olan kişiye bilgi açısından yardımda bulunulur. Di­ğer yandan insanlarımız namaz vaktine kadar bu lokallerde sohbet ve dertleşme imkânı bulur, birbirleriyle yakınlaşma ve dayanışmanın temelini hazırlamış olurlar.
Fransa’da camiler aynı zamanda vatandaşlara en kolay şekilde ulaşılabilen mekânlardır. Gerek Türk yetkililerin gerekse mahallî yetkililerin bir konuda vatandaşla­rımızı aydınlatmak ya da onlardan bilgi almak için başvurdukları yerler camilerdir. Bu bazen izin mevsimlerinde takip edilecek yol güzergâhı hakkında, bazen askerlik­le ilgili ya da çifte vatandaşlıkla ilgili bilgi olabilmekte yahut ta o bölgeyle ilgili herhangi bir konuda verilen bilgidir.
Şüphesiz camilerde yerine getirilen en önemli görevlerden biri dinî danışmanlık görevidir. Gerek Müslümanların sorduğu sorular ve dinî yönden karşılaştığı problem­ler karşısında, din görevlisi tarafından danışmanlık görevinin yapılması, gerekse İs­lam dini konusunda bilgi almak isteyen yabancılara dinî konularda bilgi verilmesi bunların başında gelmektedir.
Geleneksel olarak hemen hemen her camide bir küçük kütüphane bulunduğu gibi Fransa’daki camilerde de insanlarımızın dinî ve kültürel bilgilerini artırmak için kü­tüphaneler kurulmuştur. Her ne kadar ilginin azlığı söz konusu olsa da bu ilgisizlik, yukarıda sözünü ettiğimiz eğitim düzeyinden kaynaklanmaktadır. Kitapların ilmî dü­zeyde yazılıp, söz konusu kişilere hitap etmemesinin de ilgisizliğe sebep olduğunu söyleyebiliriz.
Dinî Eğitim Merkezi
Fransa’da camilerin gördüğü önemli işlevlerden bir diğeri yetişkinlere ve yeni ne­sillere verilen din eğitimidir. Bunlar genel olarak;
-Hutbe ve vaaz yoluyla,
-Kur’an öğretimi ve dinî bilgiler kurslarıyla yapılmaktadır.
Daha önce belirttiğimiz gibi Fransa’da Müslümanların, diğer dinlerde olduğu gi­bi dinî eğitim alabilecekleri ne özel okulları, ne de devlet okullarında din eğitimi alma imkânları olmadığından; sağlıklı olarak dinî bilgilerini alabilecekleri tek yer camilerdir. Bu konuda ailelerin yeterli bir bilgiye sahip oldukları da söylenemez. Zira sahip oldukları eğitim düzeyi buna uygun değildir.
Yaşanılan çevre de İslami motiflerle örülmediğinden, camilerde verilen eğitimin ne kadar hassas ve önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Batı eğitim tarzıyla yetişmiş olan bu nesillere, pedagojik açıdan nasıl yaklaşılması gerektiği önem kazanmaktadır. Diğer yandan Fransa’nın her yerinde verilen din eğitiminin birliği ve düzeyi açısından, Fransızca ve Türkçe bir arada 10-16 yaş arası çocukların anlayacağı bir tarzda, ilmihâl kitabının hazırlanma­sı zaruret olarak görülmektedir.
Hutbe ve Vaaz Yoluyla Eğitim
Bilindiği gibi hutbe cuma ve bayram namazlarına özgü dinî ve sosyal muhtevalı kısa ve öz bir söylevdir. Fransa gibi camilerin arasının en az 40 km. üzerinde oldu­ğu ve cuma saatlerinin öğle istirahati ile çakışmadığı bir ülkede, hutbeler daha kı­sa tutulmak zorundadır. Bu nedenle vatandaşlarımızın hitap yoluyla en çok istifade edebileceği dinî eğitim kanalı vaazlar olmaktadır. Camilerde genel ola­rak haftada iki gün (cuma ve pazar günleri) vaaz yapılmakta, bunun dışında arzu edi­lirse (tatil günleri gibi) uygun zamanlarda da vaaz programları yapılmaktadır.
Kur’an Öğretimi ve Dinî Bilgiler Kursları
Camilerde yürütülen görevlerden biri de Kur’an Öğretimi ve Dinî Bilgiler kurs­larıdır. Bu kurslar haftada üç gün (çarşamba, cumartesi ve pazar günleri) devamlı olarak yapılmakta ayrıca tatil günlerinde daha sıkı bir program çerçevesinde devam etmektedir. Yaz aylarında ve diğer tatil günlerinde kurslara devamlılık hafta içi ve sonu kurslarından daha yoğun olmaktadır. Çocukların devam ettiği bu kursların dı­şında yetişkinler için hafta sonu cumartesi ve pazar günleri, ramazan gecelerinde teravih sonrası, işçilerin tatil yaptığı veya kendilerine uygun gelen zamanlarda Kur’an Okuma ve Dinî Bilgiler kursları düzenlenmektedir. Özellikle çocukların kurslar­da takip ettiği derslerin muhteva ve metodu, pedagojik yönden uzman kişilerce göz­den geçirilmelidir.
SONUÇ
Fransa’da İslam’ın tarihi, her ne kadar kültürlerine çok bağlı olan Fransızlar ta­rafından dışarıdan ithal edildiği söylense de çok eskilere dayanmaktadır. Ayrıca İs­lam’ın Fransa’da bugün ikinci bir din olduğu inkâr edilemez. Sayı olarak önemli bir konuma sahip olan bu azınlık, etnik yapısı, dili ne olursa olsun, kurmuş oldukları dernek ve federasyonlar ile “Fransa Müslümanlarını” oluşturmaktadır. Bunların aralarında bir uzlaşma sağlayarak devlete karşı, Müslümanları temsil edecek bir ku­ruluşa sahip olmaları elzemdir.
Fransa’da Müslümanların bir kısmını teşkil eden Türklerin kendi kültürlerini ko­rumada, din faktörünü öne çıkardıkları ve bunun için dernek ve camiler kurdukları bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Kısa vadeden uzun vadeye yayılan dönüş pro­jesi, ikinci ve üçüncü neslin büyümesiyle konuşulmamakta ve geri dönüş zor gö­rünmektedir. Bu durumda Fransa’da yapılan çalışmalar yeniden gözden geçirilerek sözü edilen hukukî çerçevede, yeni ve lüzumlu olan çalışmalar başlatılmalıdır.
Fransa gibi çok kültürlü bir toplumda vatandaşımıza hizmet eden din görevli­lerinin, lisandan başlayarak her türlü bilgiyle mücehhez olması ve ilahiyat fakültesi mezunu olmaları lazımdır.
DİPNOTLAR
1- Laicite(laiklik)sözcüğü, Fransız anayasasına 1946’da girmiştir. 1958’de yeniden ele alınan 4 Ekim 1958 tarihli anayasanın ilgili maddesi şöyledir: “Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir.”
2- Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları-1, Ankara, TDV yay. 1994, s.38-39.
3- İbid, s. 40.
4- Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul, Çağ Yay. 1992, c. II, s. 424.
5- Prof. Dr. Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Prof. Dr. Salih Tuğ, Boğaziçi Yay. İstanbul, 1980, s. 962. Ayrıca bkz. İslam Ansiklopedisi, İstanbul, MEB Yay. 1993, c. 4, s. 250.
6- E. Levi-Provençal, L’Espagne Musulmane au X e Siecle, Paris, 1950, s. 158.
7- St. Tropez Aix-en-Province bölgesinde bir sahil kasabasıdır.
8- Gilles Kepel, Les Banlieus de L’İslam, Naissance d’une religion en France (Müslüman banliyöleri, Fransa’da bir dinin doğuşu), Paris, Edition du Seuil, 1988, s. 65.
9- “Journal Officiel”, Lois et decrets, 21 Ağustos 1920, s. 12 287.
10- Gilles Kepel, Op. Cit. S. 73.
11- Madde 1: “Cumhuriyet vicdan özgürlüğünü güvence altına alır. Kamuoyu yararına sadece bundan sonra yayınlanan kısıtlamalar altında, dinlerin serbest uygulamalarını garanti eder.”
Madde 4: “Cumhuriyet hiçbir dini ne tanır ne görevli maaşlarını verir ne de yardım eder. Şu halde işbu kanunun yayınlanmasını takip edecek 1 Ocaktan itibaren dinlerin faaliyetlerine ilişkin tüm harcamalar devlet, il, ilçe bütçelerinden kaldırılmış olacaktır.” Jean-Paul BURDY ve Jean MARCOU, Op. Cit. P. 303.
12- Bu makalede Katolik, Protestanlık gibi bizim mezhep olarak isimlendirdiğimiz Hıristiyanlığın kolları, Fransız hukukunca din olarak dikkate alındığından aynı mana korunmuştur.
13- Madde 5: “Dinî dernekler bulunmadığında ibadete tahsis edilmiş binalar ve mobilyaları (…), dinlerinin gereğini yerine getirmeleri için din adamları ve inananlarına bırakılabilecektir.” İbid, s. 304.
14- İleride bahsedeceğimiz Türklerin kurdukları derneklerin hepsi bu yasaya göredir.
15- Katolik, Protestan ve Yahudilerin ulusal düzeyde kendilerini temsil eden kuruluşlar olduğu halde, Müslümanların dernekleri mahallî ya da bölgesel düzeyde kalmıştır.
16- Resolution, 36/25 sayı ve 25 Kasım 1981, (art. 6).
17- Condition Juridiques et Culturelle de l’integration, Paris, Documentation Française, 1992, p. 48.
18- Örneğin Strasburg, Romans ve Rennes gibi bazı belediyeler, bir cami veya kültür merkezi için yardımda bulunmuşlardır. Ayrıca 1992’de Paris Belediyesi, Paris büyük Camii’nin yenilenmesi için 1.15 milyon Fransız Frangı vermiştir. Bu finans yardımı laiklik açısından hukuki bir problem teşkil etmemektedir. Zira 25 Kasım 1942 yasasına (madde:2) göre, “Toplu ibadete ayrılmış binaların yenilenmesi için verilen ödenekler yardım olarak değerlendirilemez.”
19- Madde 6: 36/55.
20- 23 Eylül 1967, 901/FP genelgesi, BERG, Roger ve URBAH-BORNSTEIN, Marianne, “Fransız hukuku önünde Yahudiler, 19. Yy. sonundan günümüze yasa ve hukuk”, Paris, Les Belles Lettres, 1984, s. 66.
21- Division de la vie scolaire, VS 1919, n544, İbid, s. 63.
22- Journal Officiel, Lois et decrets, 15 Kasım 1989, s. 15578.
23- Bkz. 16 Nisan 1964 (madde: 2), 23 Eylül 1970, 1 Ekim 1980, 18 Mayıs 1981, 27 Ocak 1983 tarihli kararnameler.
24- Condition Juridiques et Culturelle de l’İntegration, Paris, Documentation Française, 1992, annexe 16, s. 165-168.
25- Dans les etablissements prives qui ont passe un des contrats prevus ci-dessous, l’enseignement place sous le regime du contrat est soumis au controle de l’Etat (…), Jean Paul Burdy ve Jean Marcou, Op. Cit. S. 305.
26- Madde 6, 25 Kasım 1981, 36/555.
27- Fransa’daki okullarda İslam dersleri için bkz. François Lorcerie, L’İslam au programme, Annuaire de l’Afrique du Nord, 27, 1988, s. 161-192.
28- Velilerin istekleri dâhilinde ilk ve ortaokullarda Aumonerie (dinî bir görevli tarafından verilmek üzere din eğitimi için ayrılan bir mekân) açma mecburiyeti vardır.
29- Enver Esenkova, Connaissance des Turcs et de la Turquie, in: Homme et Migration, n 108, 1967, s. 143.
30- Mustafa Torun, Fransa’da Türk İşçilerinin Dernekleri, 25-26 Şubat 1991, Colloque Internationale, Strasburg.
31- T.C. Paris Büyükelçiliği Çalışma ve Sosyal Güvenlik Müşavirliği 1995 Yılı Faaliyet Raporu, Paris, Şubat 1996, s. 5.
32- Gaye Şalom, Vivre Turc en France (Fransa’da Türk Olarak Yaşamak), Paris, Cahier de la Pastoral des Migrant, n 31, premier trimestre 1988, s. 50. Ayrıca bkz. T.C. Paris Büyükelçiliği Çalışma ve Sosyal Güvenlik Müşavirliği 1995 Yılı Faaliyet Raporu, s. 4.
33- Fazlı Arabacı, Le Maintien de la culture İslamique chez les immigres Turcs en France (Fransa’da Türk İşçilerinin İslam Kültürünü Muhafazası), yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Paris
İnalco, 1993.
34- Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, İletişim Yay. İstanbul, 3. Baskı, 1986, s. 61.
35- Fazlı Arabacı, Op. Cit.
36- Mustafa Torun, Op. Cit. S. 12.
37- T.C. Paris Büyükelçiliği Çalışma ve Sosyal Güvenlik Müşavirliği 1995 Yılı Faaliyet Raporu, s. 13.
38- Bu derneklerin isim ve amaçlarına göre sınıflandırması için bkz. Mustafa Torun, Op. Cit. 13-18.
39- T.C. DİB Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı Yurt Dışı Din Hizmetleri Raporu, Ankara, 1993, s. 4.
40- Türk derneklerinin büyük çoğunluğu yukarıda zikredilen 1901 yasasına göre kurulmuştur.
41- Bkz. Cemal Tosun, “Almanya’da Türk-İslam Kültür Merkezleri Camiler”, İslami Araştırmalar, Ankara, c. 6, sayı:3, s. 176-180.
42- Ziya Kazıcı, Anahtarlarıyla İslam Eğitim Tarihi, İstanbul, Bir Yay. 1983, s. 24; ayrıca bkz. Ahmet Önkal, Nebi Bozkurt, TDV İslam Ansiklopedisi, Cami maddesi, İstanbul, TDV yay. C. 7, s. 46-56.