Makale

KUR’AN’DA İMAM VE ÜMMET KELİMELERİNİN MANALARI

KUR’AN’DA İMAM VE ÜMMET KELİMELERİNİN MANALARI

Prof. Dr. Veli ULUTÜRK
Sakarya Üniv. İlahiyat Fak. Tefsir Anabilim Dalı Başkanı

Kökü bir olan bu iki kelime anlam bakımından da birbirleriyle yakınlık arz eder. Bu makalemizde öncelikle Kur’an, lügat ve tefsirlerin ışığında bu iki kelime­nin manalarını araştırıp inceleyeceğiz. Bu kelimelerin kökü olan EMM maddesinin en önemli bir manası, bir cihete yönelip gitmek ve bir topluluğun önüne geçmek de­mektir. Araştırmamızda önce İmam kelimesini ele alacağız.

A- İMAM KELİMESİNİN MANALARI

1. Önder, rehber, lider manasına gelir

Yukarıda ifade ettiğimiz kök manasıyla ilgili olarak İmam kelimesi de bir top­luluğun, haklı olsun, haksız yere olsun, kendisine yönelip iktidâ ettikleri, etrafına toplanıp kendisine uydukları kimse demektir. (1) Bu manada İmam, önder, rehber, li­der, halife ve ordu kumandanı gibi manalara gelmektedir.(2) Çoğulu eimme’dir. Önder, öncü, rehber, lider manası; İmam kelimesinin en çok bilinen manası olunca, bu anlamda ilk akla gelenler, hak yolun öncü ve rehberleridir.(3) Şüphesiz bu öncü­lerin başında peygamberler gelir. Bu manaya şu ayetler şâhitlik etmektedir:

“Bir zamanlar Rabbi, İbrahim’i bir takım kelimelerle imtihan etmiş, onları tam olarak yerine getirince; ‘Ben seni insanlara imam (önder) yapacağım’ demişti (...)” (Bakara, 2/124) “Onları (İbrahim, İshak ve Yâkub’u) emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler (eimme) yaptık ve kendilerine hayırlı işler işlemeyi, namaz kıl­mayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar daima bize ibadet eden kimselerdi.” (Enbiya, 21/73) “Biz ise o yerde ezilenlere lütfetmek, onları önderler (eimme) yapmak ve vâris kılmak istiyorduk.” (Kasas, 28/5)

“Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden (İsrâiloğulları) emrimizle doğru yola ileten ön­derler (eimme) tayin etti.” (Secde, 32/24)

“Her insan topluluğunu önderleri (imam) ile birlikte çağıracağımız gün, kimle­rin amel defteri sağından verilirse, onlar en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar.” (İsrâ, 17/71)

Peygamberler mahşere ümmetlerinin başında hesap için gelecekler ve aynı za­manda ümmetlerine şâhitlik edecekler. Hem ümmetleri hem kendileri sorgulana­caklar. “Her ümmetten bir şâhit getirdiğimiz ve seni de onlara şâhit olarak getirdi­ğimiz zaman hâlleri nice olacak?” (Nisâ, 5/41)

İnsanlara kötülük ve şerde öncülük ve rehberlik edenler de Kur’an’da aynı ke­lime ile yer almaktadır: “Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa, küfrün önderleriyle (eimme) savaşın. Çünkü onlar yeminleri ol­mayan adamlardır. Umulur ki vazgeçerler.” (Tevbe, 9/12) Bu ayete sebeb-i nüzul teşkil eden kişiler, Ebû Cehil, Utbe, Şeybe, Ümeyye bin Halef vb. küfrün önderle­ri olan Mekke müşrikleri ise de ayetin manası umumidir. Hem onlara hem daha son­ra gelecek İslâm düşmanlarının önde gelenlerine şamildir.(4)

Şu ayet-i kerime de İmam kelimesinin, kötülükte önder ve rehber anlamına geldiğini ifade eden bir ör­nektir: “Onları (Firavun ve adamlarını) ateşe (cehenneme) çağıran öncüler (eimme)kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.” (Kasas, 28/41) Bu ayetteki zamirin merciinin Firavun ve adamları olduğu önceki ve sonraki ayetlerin saraha­tinden anlaşılmaktadır.(5)

2. İmam kelimesi kitap anlamına gelir

İmam, kitap manasına da gelmektedir.(6) Çünkü kitap da insanlara önderlik eder ve onlara yol gösterir. İşte ayetler: “Ondan (Kur’an’dan)(7) önce de bir rehber (imam) ve rahmet olarak Musa’nın kitabı vardır.” (Ahkâf, 46/12) İmam keli­mesi aynı şekilde şu ayet-i kerimede İmam manasında geçer: “Ayrıca kendisin­den önce bir önder ve bir rahmet olarak Musa’nın kitabı bulunan kimse (inkârcılar gibi) midir?” (Hûd, 11/7) Hatta yukarıda geçen İsrâ, 71. ayet-i kerimesindeki İmam kelimesinin bir ikinci tefsiri de kitap olarak yapılmıştır.

“Biz her insan topluluğunu önderleri (imamları) ile çağıracağımız gün (...)” Bu görüşte olanlar ayetin deva­mında gelen, “Kimin kitabı sağından verilirse...” kısmını delil göstermektedir­ler.(8) Doğrusu buradaki İmam kelimesinin ‘kitap’ manası konuya da uygundur.

Şu ayet-i kerimede ise İmam’ın, kitap manasına geldiği çok açıktır: “Biz her şeyi apaçık bir İmam’da (kitapta) sayıp yazmışızdır.” (Yâsîn, 36/12) Bu ayet-i kerimedeki İmam kelimesinin, Levh-i Mahfuz anlamında kitap manasına geldiğinde aşağı yukarı ittifak vardır.(9) Levh-i Mahfuz’a İmam denmesi, bütün kitapların aslı ve bü­tün kitapların kendisine uyduğu kitap olmasındandır.

3. İmam yol anlamına gelir

İmam kelimesi Kur’an-ı Kerim’de şu ayet-i kerimede yol manasına gelmekte­dir: “Biz onlardan da intikam aldık; o ikisi de (Medyen ve Eyke) açık bir (imam)üzerindedir.” (Hicr, 15/79) Çünkü yol da kendisine uyulan bir vâsıtadır.(10) Şuayb (a.s.)’ın gönderildiği Medyen ve Eyke ahalisi, peygamberlerini tekzip ettiler. Onlar ek­sik ölçer, yanlış tartar, insanların haklarını yiyen ikiz topluluk idiler. Cenâb-ı Hak, on­ları bu yüzden helâk etmiştir. Ayetteki tesniye zamirinin bu iki kavme veya Eykeliler ile Lût kavmine râci olduğu şeklinde tefsirler vardır. Çünkü Arabistan’ın kuze­yinde ve Lût Gölü civarında, bu kavimlerin harabeleri vardır. Arap ticaret kervanla­rı Şam cihetine gittiklerinde, onların yol güzergâhı buralara uğrardı. Bu kalıntılar, yol üzerinde göz önündedirler.(11) Yola imam denilmesi de yine kök manasıyla il­gili olarak, kendisine yönelinip tâbi olunduğu içindir.

B- ÜMMET KELİMESİNİN MANALARI

Bir imamın (önderin), bir dinin, bir zaman veya mekânın istekli veya isteksiz et­rafında topladıkları topluluklara ümmet denir.(I2) Çoğulu ümem gelir. Önderler, peygamberler gibi gerçekten tâbi olunması gereken örnek şahsiyetler olduğu gibi -ki çoğunlukla bu manadadır- küfürde, kötülükte, fesatta topluluklarına liderlik eden şerli kimseler de olabilirler. Bunların Firavun gibi örnekleri bundan önceki kısım­da geçmişti. Şimdi Kur’an’da ümmetin en çok kullanıldığı manalardan başlamak üzere hangi muhtevalarda geçtiğine bakalım.

1. Ümmet büyük topluluk manasındadır

Ümmet kelimesinin farklı da olsa ortak manası çoğunlukla ‘topluluk’ manasındadır. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Yerde yürüyen hiç bir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş hâriç olmamak üzere hepsi, sizin gibi ümmetlerdir. Biz o kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık. Nihâyet (hepsi de) Rablerine toplanıp getirilirler.” (En’âm, 6/38) Bu ayet-i kerime diğer canlıların da insanlar gibi cins cins, sınıf sı­nıf topluluklar (ümem) hâlinde yaratıldığını ifade eder.(13)

En çok kullanılan manası ise bir peygamberin etrafında toplanan, onun getirdi­ği esasları kabul edip benimseyen topluluk manasıdır. “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi.” (Bakara, 2/213)(l4) “Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.” (Baka­ra 2/134, 141)

Bu şekilde her ümmete bir peygamber gönderilmiştir. Her topluluğun bir pey­gamberi vardır. “Andolsun ki biz, ‘Allah’a kulluk edin ve tâğuttan sakının’ diye her ümmete (topluluğa) bir peygamber gönderdik. Allah onlardan bir kısmını doğ­ru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de gö­rün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur?” (Nahl, 16/36) “Hiç bir millet müstesna olmamak üzere mutlaka içinde (azabdan) bir korkutucu (peygamber gelip) geçmiş­tir.” (Fâtır, 35/24)(|5)

Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i de insanlığa son peygamber olarak gönder­miştir. “İşte seni de kendilerin­den önce nice benzerlerinin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara oku­yasın (...)”(Ra’d, 13/30)

Ümmetlerden bir kısmı gönderilen rasûle iman etmiş, bir kısmı da peygamber­lerini yalanlayarak azabı hak etmişlerdir.(16) Her ümmetin aynı zamanda bir kitabı ve bir şeriatı vardır. (Hac, 22/67; Câsiye, 45/28)(l7) Mahşerde her ümmet peygam­berlerinden, peygamberleri de ümmetlerinden sorulacak ve birbirlerine şâhitlik edeceklerdir. Muhammed ümmeti de diğer ümmetlere ve peygamberlerine şâhitlik edeceklerdir.(18) Fertlerin olduğu gibi ümmetlerin de bir eceli (ömrü) vardır. (A’râf, 7/34)(19)

2. Ümmet büyük topluluk içerisindeki bir grup manasındadır

Ümmet kelimesi, yine topluluk manasıyla ilgili olarak bir büyük ümmet, millet içerisinde bir grubu, bir taifeyi, bir zümreyi ifade eder.

“Sizden (Muhammed üm­metinden) hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk (ümmet) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran, 3/104) “Hepsi bir değildir. Ehl-i Kitap içinde doğru bir grup (ümmet) vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapa­narak Allah’ın ayetlerini okurlar.” (Âl-i İmran, 3/113) “Mûsâ’nın kavminden ger­çekten doğru yolu gösteren onunla âdil davranan bir zümre (ümmet) vardır.” (A’râf, 7/159) “O gün her ümmet içerisinden ayetlerimizi yalan sayanlarından bir cemaat toplayacağız da onlar toplu olarak hesap yerine sevk edilecekler.” (Neml,83)

Görüldüğü gibi bu ayetlerdeki ümmet kelimesi; büyük ümmet, millet topluluğu içerisinden daha küçük bir zümreyi, bir grubu, bir taifeyi, bir cemaati, bir bölüğü ifade etmektedir.(20)

3. Ümmet din ve yol manasına gelir

İmam kelimesinin yol manasına geldiği gibi aynı kökten olan ümmet kelimesi de din ve yol manasına gelmektedir. Şu ayetlere bakalım: “Gerçekten şu, bir tek din olarak sizin dininizdir (ümmet). Ben de sizin rabbinizim. O hâlde bana kulluk edin.” (Enbiya, 21/92). “Ve işte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin rabbinizim. O hâlde benden korkun.” (Mü’minûn, 23/52) Yani dinleri bir olan tevhîd ve İslâm dini olduğu için toplulukları da bir ümmettir yani Müslümanlardır. Ni­tekim müfessirlerin çoğunluğu da bu ayetteki ümmet kelimesini, din manasına an­lamışlardır.(21) Çünkü bütün peygamberlerin getirdikleri tevhîd yani tek olan Al­lah’a inanıp O’ndan başkasına kulluk etmeme esası, tüm semâvî dinlerde birdir.

O hâlde bütün ilâhî dinler esasta bir oldukları için insanlığın dini birdir, denilebilir. O da Cenâb-ı Hakk’ın Âl-i İmran Sûresi, 19. ayet-i kerimesinde ifade buyurduğu İs­lâm dinidir. Yani Allah katında makbul bir din vardır, o da İslâm’dır. Bu dine tâbi olanlar önceden de Müslümanlar olarak anılmışlardır. “İbrahim de bunu kendi oğul­larına vasiyet etti. Yakup da ‘Oğullarım, Allah sizin için o dini seçti. Bundan do­layı sâdece Müslümanlar olarak ölünüz’ dedi.” (Bakara, 3/132)

Peygamberlerin şeriatlarında farklılıklar olabilirse de Allah’ın birliği ve yalnız­ca ona kulluk etme esasına dayandıkları için bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur: “Peygamberler baba bir kardeştirler.” (22) O hâl­de peygamberlerin getirdikleri bu temel esasların bozulmadan önceki mensubu olan insanların Allah’ın tek dini olan İslâm’ın bir ulu ümmetini teşkil eden Müslümanlar olduğunu söylemek, bir gerçeği dile getirmektir. Nitekim yukarıdaki hadis-i şerifin bir değişik varyantında şöyle buyurulur: “Biz peygamberler topluluğu baba bir kardeşleriz, dinimiz birdir.” (23)

Bu manada ümmet kelimesi yukarıdaki ayet-i kerimelerin de ifade ettiği gibi, Âdem (a.s.)’den Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar gelmiş geçmiş peygamberlerin dinlerini ve müminlerini içine alacak maşerî bir şümûlü ifade eder. Şu halde doğru bir din ve ümmet vardır. O da İslâm dini ve Müslümanlardır. Tevhîd ve tek Allah’a kulluk esası tahrif edilmiş dinler, doğru ve makbul ol­madıkları için gerçek din adına lâyık olamamışlardır. Allah katında gerçek din olan İslâm’ın son peygamberi, her şeyi aslına, esasına ve fıtrata uygun şekilde kemâline erdiren kâinatın efendisi Hz. Muhammed (s.a.s.)dir. O’na inanmayan mümin ve Müslüman olamaz ve İslâm ümmetine dâhil olamaz.

Ümmet kelimesinin din ve yol manasıyla ilgili olarak bir de şu ayetlere baka­lım: “Hayır! Sâdece, ‘atalarımızı bir din (bir yol, ümmet) üzerinde bulduk, biz de on­ların izinden gidiyoruz’ derler. Senden önce de herhangi bir memlekete (fena akı­betten) uyarıcı (bir peygamber) göndermişsek, mutlaka oranın refah erbabı da böylece, ‘Atalarımızı bir ümmet (bir din, bir yol) üzerinde bulduk. Biz de onların izle­rine uyanlarız’ demişlerdir.”(Zuhruf, 43/22-23)

Ayet-i kerimelerdeki ümmet kelimesini müfessirlerimizin çoğunluğu din manasına almışlardır.(24) Yani müşrikler, atalarının üzerinde buldukları dinlerini izliyor ve doğru olup olmadığına bakmadan onların gittikleri bu yolu takip ediyorlardı. Bu­rada ümmet kelimesi, onların manevî hayatlarında takip ettikleri yol yani din manasına gelmektedir ki iki mana da birbirine yakın ve uygundur. Nitekim ümmet keli­mesinin yol manası da vardır.(25) Zemahşerî (538/1143) kesre ile immet şeklinde olursa hâl manasına geldiğini söyler.(26) Beydâvî (685/1286) de bunu nakleder.(27)

4. Ümmet kelimesi benzersiz insan manasına gelir

“İbrahim gerçekten, Allah’a itaat eden, tevhîd ehli (başlı başına) bir ümmet idi. O hiç bir zaman müşriklerden olmamıştır.” (Nahl, 16/20) Bu ayette İbrahim (a.s.), benzersiz bir insan olmakla tek başına bir ümmet olduğu ifade edilmiştir. Allah’a kullukta o, tek başına bir ümmet yerini tutar, demektir. Nitekim tek başına bir din ile yaşayan kimse manasına Haniflerden Zeyd bin Amr bin Nufeyl, Kuss bin Saîde bir ümmet gibi yaşamışlardır. Tek başlarına bir ümmet olarak haşr olacakları haber verilmiştir.(28) Hz. İbrahim de birçok şahısta bulunabilecek pek çok faziletleri kendisinde topladığı için müşriklerin delillerini çürüterek tahkik ehlinin örneği ve tevhîd ehlinin başı olmuştur.(29) Öte yandan bu ifade, kendisine iman edenlerin az­lığını da îmâ edebilir. Burada ümmetin kendisine uyulan İmam şeklinde izahı da ya­pılmıştır. İbn Mes’ûd, Hz. Muaz için, “Muaz da itaatkâr bir ümmet idi (ümmet­ten kâniten).” övgüsünü kullanmış ve ümmet kelimesinin insanlara hayır öğreten, kâniten’ in de Allah’a itaat eden kimse anlamına geldiğini söylemiştir.(30)

5. Ümmet kelimesi müddet manasına gelir

Şu iki ayet-i kerimede de ümmet kelimesi zamandan bir müddet manasına gel­mektedir: “Andolsun ki biz onlardan azabı sayılı bir müddet (ümmet) kadar geciktirsek mutlaka, ‘Onun gelmesini alıkoyan (sebep) de ne?’ derler (...)” (Hûd, 11/8)

“(Zindandaki) iki arkadaştan kurtulanı nice zaman sonra (Yûsuf’u) hatırladı da dedi ki: Ben size onun yorumunu haber vereyim. Beni hemen (zindana) gönderin.” (Yû­suf, 12/45)(31)

Görüldüğü gibi İmam ve Ümmet kelimeleri aynı kökten olmakla Kur’an’da ya­kın manalara geldiği gibi farklı manalar da arz etmektedir. Bunlar dışında bu kelimelerin lügatlerde Kur’an’da geçmediği için biz de onlardan söz etmeyip Kur’an’da ge­çen manalarıyla yetindik.

DİPNOTLAR

1-er-Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Garîbü’l-Kur’an, s.24, Dârü’l-Mârife, Beyrut-Lübnan, ts.

2-İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Emm md. XII, 24-25,Dâru Sadr, Beyrut, 14.10.1990.

3-Bu manada ayrıca bkz. Furkan,25/74.

4-İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, II,339, Dârü’l-Mârife, Beyrut,1388/1969.

5-Beydâvî, Envâru’t-Tenzil ve Esrâru’t-Te’vîl, 1,407. Aynı yerde Celâleyn sayfa altında, ayrıca bkz.Celâleyn, II,194, Halebî, 2. Baskı, Mısır,1388/1968.

6-er-Râğıb, s. 34.

7-Beydâvî, Celâleyn, II,386; Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, III, 142, Kahraman yayınları, İstanbul,1984.

8-Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, II,170, Dâru’l-Kur’âni’l-Kerîm, 5. Baskı, Stuttgart, 1402/1981.

9-Beydâvî, Celâleyn, II, 277; Nesefî, IV, 4; İbn Kesîr, III,566; Râzî, Tefsir-i Kebîr, XXVI, 50, Mısır, 1357/1938; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XXII, 219, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî,4. Baskı, Beyrut, 1405/1985; Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VI, 4012, 2. Baskı, İstanbul 1960.

10-Nesefî, III, 277; İbn Manzûr, XII, 26.

11-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân, XIV,49. Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1408/1988; İbn Kesîr, II,556; Râzî, XIX, 204; Elmalılı, V, 307.

12-Râğıb, s. 23.

13-Zemahşerî, Keşşâf, II, 21. Ayrıca bkz. En’âm, 6/42; A’râf, 7/38.

14-Bkz. Mâide, 5/48; Yûnus, 10/19; Hûd, 11/18; Nahl, 16/93; Şûrâ, 42/8; 43/23.

15-Bkz. Müminûn, 23/44; Nahl, 16/63.

16-Mümin, 40/5; Fussilet, 41/25.

17-Kasas, 28/75; Zümer, 39/68; A’râf, 7/6; Hicr, 15/96.

18-Hacc, 22/34.

19-Yûnus, 10/49; Hicr, 15/5; Müminûn, 23/43.

20-Râğıb, s. 23; İbn Manzûr, XII, 24; ayrıca şu ayetlere de bakınız: Mâide, 5/66; A’râf, 7/38-160-168-181; Kasas, 28/33.

21-Beydâvî, Celâleyn, II,81,109; İbn Kesîr, III, 194, 247; Râzî, XXII, 219; XXII, 104-105; Nesefî, III, 121-122; Âlûsî, XVII, 89; XXIII, 40; Elmalılı, V, 3370,3457.

22-Buhârî, Enbiyâ, 48; Müslim, Fezâil, 143-145.

23-İbn Kesîr, III, 194; Nesefî, III, 88, 121-122; Âlûsî, XVIII, 40.

24-Celâleyn, II, 365; Zemahşerî, IV, 245; İbn Kesîr, IV, 126; Nesefî, IV, 116; Râzî, XXVII, 206; Âlûsî, XXV, 73.

25-İbn Manzûr, Lisan, XII, 24.

26-Keşşâf, IV, 245. Ayrıca bkz. İbn Manzûr, XII, 27.

27-Envâru’t-Tenzîl, II, 365.

28-Râğıb, s. 23; İbn Manzûr, XII, 27; Râzî, XX, 134.

29-Beydâvî, II, 573; Zemahşerî, II, 642-643.

30-Taberî, XIV, 148; İbn Kesîr, II. 590; Celâleyn, II, 573; Nesefî, II, 303-304; Âlûsî, XIV, 249-250; Sâbûnî, II, 148.

31-Taberî, XII, 6, 227; Nesefî, II, 181, 224; Âlûsî, XII, 14, 253.