GİRİŞ
Bilindiği gibi Ömer Nasuhi Bilmen (1883-1971), Osmanlı son dönemi ile Cumhuriyet devirlerinde yaşamış, başta İstanbul Müftülüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, din bürokrasisinin en üst kademelerinde hizmet etmiş, bu arada İslâm ilimlerinin değişik alanlarında çok sayıda ve yer yer muhtelif ciltlerden oluşan, eserler vermiş mümtaz bir din bilginimizdir.(1)
Erzurumlu olduğunu vurgulamaya daima özen göstermiş olan Ömer Nasuhi Bilmen’in adına, kadir bilirlik ve aynı zamanda da ifasından kaçınılmaz bir görevin yerine getirilmesinin güzel bir örneği olarak düzenlenen bu ilmî toplantıya biz, onun eski yazı dediğimiz, Arap harfleriyle Türkçe yayınlanan makalelerini, en belirgin çizgileriyle tanıtan/değerlendiren bir tebliğle katılmayı düşündük.
(*) Bu metin Atatürk Üniversitesi’nce düzenlenen Ömer Nasuhi Bilmen Sempozyumu’na tebliğ olarak hazırlanmış ve fakat bilgi şöleninin arka arkaya iki defa tehir edilmesi dolayısıyla sunulamamıştır.
Bu makaleler ikinci Meşrutiyet döneminin iki önemli İslâmî süreli yayın organı olan Beyânü’l-Hak ve Sebîlü’r-Reşâd’da yayınlanmıştır. Bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla makale yazmaktan ziyade, kitap telifini tercih etmiş olan Ömer Nasuhi Bilmen’in(2), Sebîlü’r-Reşâd’ın Mayıs 1948’den itibaren yeni harflerle çıkan nüshalarındaki bir kısım yazıları haricinde (3), pek fazla da makalesi bulunmamaktadır.(4)
Gerek son olarak zikredilen makaleler ve gerekse Bilmen’in 1940’tan itibaren ancak bir cildi yayınlanabilen İslâm-Türk Ansiklopedisi’ndeki (5) maddeleri, bizim bu değerlendirmemizin içinde yer almamaktadır. Biz tebliğimizde, daha önce Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Ahmed Hamdi Akseki, Hasan Basri Çantay, Abdürreşid İbrahim için yaptığımız çalışmaların bir benzerini Ömer Nasuhi Bilmen için de gerçekleştirmeyi uygun ve faydalı bularak onun, İkinci Meşrutiyet döneminin en önemli iki İslâmî dergisi olan Sebîlü’r-Reşâd ve Beyânü’l-Hak’taki makalelerini esas alarak, bunlarda ortaya koyduğu fikirlerini, aynı zamanda yazarlığını değerlendirmeye gayret edeceğiz.
Böyle bir çalışmanın, hem merhum Ö. N. Bilmen’i, onun fikirlerini tanımak hem de o dönemde tartışma konusu yapılan meseleleri öğrenmek açısından faydalı olacağını ümit etmekteyiz. Zira bu makalelerin yayınlandığı dönem, büyük çapta günümüze benzemekte, tartışma konuları günümüz Müslümanının problemleriyle paralellikler arz etmekte, çoğu defa ortaya konan çözüm önerileri de geçerliliğini hâlâ korumaktadır.
ÖMER NASUHİ BİLMEN’İN BEYÂNÜ’L-HAK VE
SEBÎLÜ’R-REŞÂD’DAKİ YAZILARI
Bilindiği gibi Ömer Nasuhi Bilmen 1883’te Erzurum’a bağlı Ilıca nahiyesinin Salasor köyünde doğmuştur. Tahsilinin belirli bir merhalesini doğduğu yörede, Erzurum’da Ahmediye Medresesi’nde gerçekleştiren Ö.N. Bilmen, burada diğer hocaları yanında özellikle de Nakîbü’l-Eşrâf Kaymakamı olan amcası müderris Abdürrezzâk İlmî Efendi ile vilâyetin müftüsü Narmanlı-zâde Hüseyin Hâki Efendi’den ders okumuştur. Osmanlı ülkesinin en ünlü medreseleri, baştan sona daima İstanbul’da bulunmuş ve Osmanlı ulemasının hemen tamamı, şayet taşra kökenli iseler tahsillerinin en önemli merhalesini, Dersaadet’te tamamlamışlardır. Ö. N. Bilmen de bu yolu takip etmiş ve adı geçen iki sevgili hocasının birbirini takip eden vefatları üzerine, tahsiline devam etmek için İstanbul’a gelmiş ve burada önce (1908) Fatih dersiamlarından Tekatlı Şâkir Efendi ve Huzur Dersleri Hocası Yusuf Tal’at Efendi’den okumuştur. I9l0’da üç yıl sonra birincilikle bitireceği Medresetü’l-Kudât’a girmiştir.(6) İleride büyük eserler ortaya koyacak olan Ö. N. Bilmen’in ilk makaleleri, işte bu dönemde yani Medreselü’l-Kudât talebeliği sırasında, bir bakıma ilmiyye mesleğinin ilk basamaklarında bulunduğu dönemde Beyânü’l-Hak’ta neşredilmiştir.
Kısaca hatırlamak ve hatırlatmak gerekirse; İkinci Meşrutiyet döneminin önde gelen dinî süreli yayınlarından biri olan Beyânü’l-Hak, siyasî, ilmî ve dinî hedefleri bulunan Cem’iyyet-i İlmiyye-i İslâmiyye’nin (7) yayın organı olarak, 7 Ekim 1908 ile 4 Kasım 1912 arasında haftalık olarak ve 182 sayıdan ibaret, toplam yedi cilt hâlinde 3192 sahifelik bir bütün şeklinde yayınlanmıştır. Beyânü’l-Hakk’ın muhtevasını daha çok dinî, edebî, siyasî ve fennî konular oluşturmuştur. Dergideki bütün yazılarda ilmî bir bakış esas alınırken, sayfalarında çok sayıda dinî, tarihî, sosyal konulu makale yanında, genellikle İslâmî muhtevalı şiirler de yer almıştır.(8)
Ömer Nasuhi Bilmen’in, Beyânü’l-Hak’ta ilki bu derginin 15 Muharrem 1329/16 Ocak 1911; sonuncusu 11 Şevval 1330/23 Eylül 1912 tarihli sayılarında olmak üzere toplam 20 yazısı yayınlanmıştır. Bunların yayın dönemleri dikkate alındığında, kendisinin tahsilinin devam ettiği bir devreye isabet ettiklerini görürüz. Bu durum yani onun daha ilmiye basamaklarının başlarında olmasının akisleri, yazılarında da müşahede edilir. Nitekim genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, onun bu devrede, bir taraftan duygulu şiirler (20’den 7’si) yazarken(9), bir taraftan da şiirlerinden daha da başarılı olan dinî, sosyal konulu küçük makaleler yazdığını ifade edebiliriz. Bu yazıların onun için ileride büyük boyutlu eserler hazırlaması yolunda bir hazırlık çalışması oluşturduğunu düşünmek mümkündür.
İsimlerini verdiğimizde işledikleri konuları da hiç değilse kısmen tahmin edebileceğimiz Beyânü’l-Hak’taki makalelerinin bir kısmı, derginin Edebiyat bölümlerinde yer almıştır. Mekteb-i Kudât Müdavimlerinden Erzurumlu Ömer Nasuhi, Mekteb-i Kudât Talebesinden Ömer Nasuhi, Erzurumlu Ömer Nasuhi, Müntesibîn-i İlmiyye’den: Erzurumlu Ömer Nasuhi, Dersiamdan Erzurumlu Ömer Nasuhi ve yalnızca Ömer Nasuhi imzasıyla yayınladığı bu makalelerin başlıkları; Kâinata Bir Nazar, Mahasin-i Edeb, Bir Levha-i İbret, İslâmiyet ve Ulûm ve Funûn, Terceme-i Hâl (Mehmed Hâzık Efendi), Adalet-i Şer’iyye, Muhît-i İslâmiyyet, İnegöl’dür.
Bunlarda sağlam bir ifade tarzı, yer yer Türkçe yanında Arapça ve Farsça şiirlerle zenginleştirilmiş heyecan dolu, duygulu bir anlatım hâkimdir. Okuyucuları düşündürür, iyiye, güzele, doğruya, Allah’ın yoluna kılavuzlar. Bir bakıma hemen karşıda bulunan topluluğa söylenmiş sözler, güzel vaazlar gibidirler. Örnek verelim: Kâinata Bir Nazar’da, insanın kâinata bakarak onun sahibini görmesini ister ve şunları söyler:
“İşte âfâka, kitab-ı kâinata dikkat olundukça kudsiyet-i İlâhiyyeyi gösterir. Vahdâniyyet-i Samadaniyye’ye delalet eder daha nice bedîalara tesadüf olunur.
Bir kere de lahâza-i intibâhımızı nüfûs-ı nâtıka-i heşeriyeye ircâ edelim; beşer ne garib, ne mükemmel, ne kadar câmi-i mahasin bir mahlûk-ı acîbü’l-hilkattir!
Ey beşer! Ey numûne-i ulviyyet! Gözlerinin önünde parlayan bu kadar elvâh-ı zarîfeyi, bu kadar asâr-ı münevvire-i İlâhiyyeyi düşün; kudret-i fâtıranın azametini, celâl ve mehâbetini mülâhaza et; mebde-i kâinat bârigâh-ı vahdet-penâhına karşı cebin-sây-ı ubûdiyyet olmağa çalış.
Ey beşer! Ey nüshâ-i kemâlât! Dîde-i basiretini aç; târih-i âlemi oku; ümem-i maziyenin, bugün topraklar içinde bî-nişân olan o koca adamların sergüzeşt-i sefîlânesini mütâlaa et; âmâl-i redîeden, temâyülât-ı gayr-ı meşrûadan kaçın; ihtirasât-ı nefsâniyyenin, infiâlât-ı vicdâniyyenin mağlubu olma; fikrini hissiyât-ı dîniyye ile tenvir; vücudunu mekârim-i ahlâk ile tezyin et…” (10)
Bunun yanında Terceme-i Hâl’de dikkatli bir araştırmacı olarak, Karabağ’dan Erzurum’a gelen bir ailenin oğlu olan şair, müderris, müftü, Nakîbü’l-Eşrâf Kaymakamı Mehmed Hâzık Efendi’yi tanıtır. (11) Adalet-i Şer’iyye, Ö. Nasuhi’nin Fıkıh ilmindeki derinliğini, yeterliliğini gösterir. Muhît-i İslâmiyet’te ise İslâm toplumunun güzelliklerini, tarihî süreç içerisinde Avrupa ve Amerika ile karşılaştırarak ortaya koyar. Afrika’da İslâmiyet’te de içinde bulunulan dönemde, Müslümanların bütün dünyada ve özellikle Afrika’nın, Avrupa emperyalizmi önündeki güçsüzlüklerini vurgular, bundan kurtulmanın yollarını gösterir.
İnegöl’de Ömer Nasuhi. 1912 Ramazanı öncesinde ziyaret ettiği bu güzel kasabadaki müşahedelerini Beyânü’l-Hak okuyucuları ile paylaşır. Bu yazı özelde İnegöl, genelde ülkenin o günlerini anlayabilmek açısından dikkat çekicidir. Buna göre İnegöl, Osmanlıların ilk fethettikleri yerlerden biridir. Kasaba konum itibarıyla çok hoş manzaralı, havası suyu “latif” tir. On dört camisi, birer mescit ve kütüphanesi, üç türbe, iki medrese, üç hamam ve diğer idarî, sosyal tesisleri vardır. Halk devletine bağlı, çok yardımseverdir ve Meşrutiyet’in ilanından beri; Donanma’ya, Ordu’ya, Trab- lusgarb’a, Kızılay’a, Hicaz Demiryoluna, Tayyare Cemiyeti’ne, 173.005 kuruş 30 para nakden ve çeşitli şekillerde aynî yardımlarda bulunmuşlardır. Kasabadaki karakollar, Redif Bölüğü merkezi, Belediye, Reji ve diğer idarî merkezler arasında, ayrıca çevre yerleşim birimlerinde kısmen iâne ve kısmen de devlet desteğiyle telefon bağlantısı kurulmuştur. Ömer Nasuhi Bilmen ilave ediyor: “Bunu dahi zikretmeden geçemem ki; uzakça yere yahut fevkalâde süratle gitmek imtizâ ettiğinde fırsatı kaçırmamak için toplanılan iâne akçasıyla birkaç velespit tedarik edilerek jandarma piyadelerinin rükûbuna mahsus olmak üzere jandarma dairesinde mahfuz bulunmaktadır. Şimdi İnegöl’de ara sıra jerrâce-süvâr piyade jandarma neferâtı görülmektedir.” Şehir içi kaldırımlar tamir edilmiş, kısmen yardımlarla, özellikle camiler çevresi elektrikle aydınlatılmıştır. İnegöl’de burada hatırlanabilecek daha birçok güzel gelişme vardır. Demek ki “İslâmiyet mani-i terakkidir” şayiasının hiç bir doğruluğu yoktur, yeterki halkımıza imkân verilsin!
Hikmet-i İslâmiyye, Ömer Nasuhi’nin Beyânü’l-Hakk’ın 157. sayısında yer alan dört sahifelik dikkat çekici makalelerinden biridir. İleride birden fazla Kelâm kitabı yazacak olan yazarımızın, İslâm Felsefesi ile ilgili görüşlerini bu makalede bulmamız mümkündür. Ezcümle o sözünü ettiğimiz makalesinde; Felsefî düşüncenin gerekliliğini, İbn Rüşd gibi, Kur’an-ı Kerim ayetleriyle ispatlamakta, felsefecilerle din âlimlerini aynı seviyede görmektedir.
Ö. N. Bilmen, bir din bilgini olarak çok sayıda küçüklü büyüklü eser kaleme alıp neşrettiği gibi, bir hoca, iyi bir vaiz olarak da kürsülerde hizmet etmiştir. Onun vaazlarında kendisinin uyguladığı ve düşünen, görüş, tecrübe ve bilgilerini eserlerine aksettiren bir kişi olarak vaazlarda uygulanmasını istediği esasları ortaya koyduğu ilk çalışması, 4 Şaban 1329/31 Temmuz 191l’de yayınlanan 121 numaralı Beyânü’l-Hak’ta, Nasihat başlıklı makalesidir.(l2) Burada Ö. Nasuhi, üç aylar dolayısıyla artacak vaazü nasihat hizmetlerinin önemine ve nasıl yapılması gerektiğine dikkat çekmektedir.
Onun ele aldığı konuları zaman içinde geliştirmesinin güzel bir örneğini oluşturan bu makale, aradan on üç sene geçtiğinde Sebîlü’r-Reşâd’ın, 15 Receb 1342/21 Şubat 1924 tarihli nüshasında, Vaaz ve Vaizler başlığı ile tekrar karşımıza çıkar. Makale bu şeklini hemen aynen muhafaza ederek Ö.N. Bilmen’in; Fatih, Bayezid, Süleymaniye ve Ayasofya gibi İstanbul’un en büyük camilerindeki vaazlarından oluşan ve ilk baskısı eski harflerle 1928’de çıkıp, daha sonra defalarca yayınlanacak olan (13) Nasâyih-i Kur’âniyye (Kur’an-ı Kerim’den Dersler ve Öğütleri)’nin baş kısmında Mukaddime olarak yer almıştır.(14) Biz bir küçük alıntı ile yetinelim. Bilmen’e göre; “Dinleyenlerin kalplerini yumuşatacak bir tarzda idâre-i lisân ile nâsa dünyevî, uhrevî vazifelerini öğretmekten; onlara Cenâb-ı Hakk’ın savâb ve ikâbını ihtar ile kendilerini doğru yola sevk etmekten” ibaret olan nasihate herkesin ihtiyacı vardır. Vaaz da nasihatle eş anlamlıdır. Fakat vaazın belirli esasları olduğu gibi, vaizin ve onu dinleyen cemaatin de dikkat etmesi gereken hususlar vardır. Bunlara özen göstermek lâzımdır. Ö.N. Bilmen’in vaaz olarak nitelenebilecek bir makalesi de Mü’minûn Sûresi’nin 115-116’da buyurulan, “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mutlak Hâkim ve Hak olan Allah, çok yücedir. O’ndan başka tanrı yoktur. O, bereketli Arş’ın sahibidir.” ayetlerini başlık alarak Sebîlü’r-Reşâd’ın, 6 Ramazan 1342/11 Nisan 1924 tarihli 596. sayısında neşredilmiştir. Yazar aynı metne, Nasâyih-i Kur’âniyye’ nin 19. vaazı olarak da yer vermiştir.(15)
Ö. Nasuhi Bilmen, muhtelif İslâm ilimlerinde eserler vermiş, çok yönlü bir âlimdir. Bununla birlikte onun en fazla temayüz etmiş olduğu alan herhalde fıkıhtır. Nitekim Sebîlü’r-Reşâd’daki yazıları da fıkıh ağırlıklı makalelerdir. Aile konusu bu makalelerin ortak eksenini oluşturur. Ö. Nasuhi, aile ile ilgili muhtelif meseleleri, sahip ve müntesibi olduğu İslâm kültürü nokta-i nazarından değerlendirir, çözümler ortaya koyar.
Ö. Nasuhi Bilmen, Sırat-ı Müstakîm’in devamı olarak Sebîlü’r-Reşâd ismiyle 8 Mart 1912-5 Mart 1925 tarihleri arasında 25 ciltte toplam 641 sayı hâlinde yayınlanan İkinci Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e uzanan çizgideki bu çok önemli dinî süreli yayında (16) yalnızca sekiz makale neşretmiştir. Bu makalelerden dördü ikişer bölümden oluşmaktadır. Fakat burada bir kaç nokta vardır ki, ilk bakışta dikkat çeker. Bir defa Ömer Nasuhi’nin Sebîlü’r-Reşâd’daki makalelerinden biri hariç hepsi, derginin XXIII. cildinde ve 5 C. evvel 1342/14 Aralık 1923 ile 6 Ramazan 1342/11 Nisan 1924 tarihleri arasında neşredilen sayılarında (579-596) yani yaklaşık dört ay içerisinde çıkmıştır. İkinci olarak bu makalelerin ikisi hariç hepsinin ortak noktası, aileyi konu edinmiş olmalarıdır. Tabiatıyla burada aklımıza hemen müellifimizin neden özellikle bu konuya ve bu sırada ağırlık vermiş olduğu sorusu gelmektedir. Kanaatimizce makalelere girmeden önce bu noktanın hatırlanması faydalı olacaktır.
Bilindiği gibi Türk aile hukuku, tarihî süreç içerisinde, ortaya çıkan görünümleri itibarıyla, değişik dönemler hâlinde incelenebilir. Biz İslâm öncesinde, kabul edilen dinler ve bulunulan bölgelere göre kısmen farklılıklar arz eden durumu bir tarafa bırakacak olur isek, X ve XI. yüzyıllardan itibaren aile hukukumuzun belirlenmesinde, en önemli hatta başlıca etkenin yüce dinimiz olduğunu görürüz. Yüzyıllarca devam eden bu durum, Tanzimat’la birlikte kısmen değişmiştir. Artık yer yer İslâm hukukunun aile hayatını düzenlemede eksik ve yetersiz kaldığı ileri sürülmekte ve yeni anlayışlar gündeme gelmektedir. Tanzimat’tan sonra başlayan kanunlaştırma hareketlerinin son büyük halkası(17), 25 Ekim 1917 tarihli Hukûk-ı Aile Kararnamesi’dir.(18) XX. yüzyıl başlarında kendi öz değerlerimiz ve kültürümüz içerisinde kalınarak hazırlanan Hukûk-ı Aile Kararnamesi, dönemin şartları içerisinde fazlaca uygulama imkânı bulamamış ve bir buçuk sene sonra 19 Haziran 1919 tarihli muvakkat bir kanunla yürürlükten kaldırılmıştır.
Siyasî açıdan da son derece kritik olan bu devrede, tabiatıyla aile hukuku sahasında yeni bir kanunun hazırlanmasına şiddetle ihtiyaç duyulmakta idi ve bu yönde bazı komisyonlar kurularak çeşitli düzeylerde çalışmalar da yapılmıştır. Nitekim 1923 ve I924’te eski hukukun devamı mahiyetinde kanun tasarıları hazırlanacak fakat sonuç vermeyecektir. “Erzurumlu Ömer Nasuhi Efendi” bizim şimdi konumuz olan aile hukuku sahasında çalışmalar yapmak üzere 1923 yılı başlarında kurulmuş olan Mecelle Ahvâl-i Şahsiyye Komisyonu üyesiydi.(19) Komisyonun hazırladığı tasarı Adliye Vekili Seyit Bey tarafından 30 Aralık I923’te Meclis’e sunulacak, 3 Nisan 1924’te ise yeni vekil Necati Bey tarafından tekrar görüşülmek bahanesiyle geri çekilecektir. 11 Mayıs 1924’te tadil-i kavanîn komisyonları tekrar kurulduğunda, Ahvâl-i Şahsiyye Komisyonu üyeleri arasında bir süre için de olsa Ömer Nasuhi Efendi tekrar yerini almış fakat çok geçmeden sıhhî nedenlerle görevini bırakmıştır.(20) Bilindiği gibi aile hukukunu da içeren ve İsviçre Medenî Kanunu’nu esas alan Türk Medenî Kanunu, gerekli hazırlıklardan sonra 4 Ekim 1926’dan itibaren yürürlüğe girecektir. İşte Ömer Nasuhi Bilmen’in 14 Aralık 1923 ile 11 Nisan 1924 arasındaki yaklaşık dört aylık bir devre içerisinde, dönemin önemli İslâmî süreli yayını Sebîlü’r-Reşâd’da aileyi ağırlıklı biçimde ele almasının ardındaki gerçek, ülkedeki bu gelişmeler olmalıdır.(21) Bu durum onun, diğer özellikleri yanında, yaşadığı toplumdaki oluşumlarla ne kadar yakından alakalandığının da bir göstergesi olmalıdır.
Bu ön hazırlıktan sonra, bu tebliğin kendisi için belirlediği sınırlar dâhilinde, Ömer Nasuhi Bilmen’in Sebîlü’r-Reşâd’daki aile ağırlıklı makalelerine geçebiliriz. Bunlar şu başlıkları taşırlar: Müslümanlıkta İftirâk-ı Zevceyn, Sıkt ve Iskât-ı Cenin Fecîaları, Teaddüd-i Zevcât Müessese-i İctimâiyesi, Kesret-i Nüfûs (Nüfusun Çoğalmasına Müslümanların Verdiği Büyük Ehemmiyet), İzdivaç Müessese-i İc- timâiyesi.
Müslümanlıkta İftirâk-ı Zevceyn; Sebîlü’r-Reşâd’daki diğer makaleler gibi son derece planlı bir biçimde hazırlanmış olan bu makalede Ö. Nasuhi, muhtelif alt başlıklar altında boşanma konusunu İslâmî noktai nazardan oldukça geniş bir biçimde değerlendirmektedir. Tabiatıyla makalede boşanma dolayısıyla aile yuvasının devamı, karı-kocanın birbirine karşı hak ve yükümlülükleri, ideal bir aile hayatında bulunması gereken nitelikler üzerinde de durulmaktadır. Bu makalesinin önemli kısımlarına, daha sonra yazdığı Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu’nda da yer verecek olan yazar (örnek: Krş. Makale, s. 101; Kamus, II, s. 215-216), bu makalesiyle Müslümanları bilgilendirmeyi, aynı zamanda bir kısım Batılı ve onlardan etkilenen Müslümanlara da cevap vermeyi hedeflemektedir.
Sıkt ve Iskât-ı Cenin Feciaları’nda, başlığın ifade ettiği konu yani çocuk düşürme ve kürtajın fıkhî, ahlâkî, sosyal ve ekonomik yönleri üzerinde durulmaktadır. Bu konuda alınması gereken tedbirler anlatılmaktadır.
Teaddüd-i Zevcât Müessese-i İctimâiyesi’nde ise günümüzde de tartışılan İslâm’ın birden fazla kadınla evlenme konusunda verdiği cevaz/ruhsat değerlendirilmektedir. Bu arada peygamberlerden örnek verilmekte, geçmiş topluluklar incelenmekte, İslâm’ın prensipleri müdafaa edilmektedir. Böylece bu alanda İslâm’a yönelen Avrupa menşeli itirazlara da cevaplar verilmiş olmaktadır. Kesret-i Nüfûs da güncelliğini hâlâ koruyan bir makaledir. Burada Bilmen, nüfus planlamasını şiddetle savunan Malthus teorisi üzerinde durmakta ve onu birçok noktadan eleştirmektedir. Bu vesile ile belirtilmesi gereken bir husus da onun, yaşadığı asır ve öncesinde, kendisiyle ilgili Batıdaki gelişmeleri bildiğidir.
Bilmen’in aile konusuyla ilgili Sebîlü’r-Reşâd’daki son makalesi, İzdivaç Müessese-i İctimâiyesi’dir. Bu makalede nikâh müessesesi değişik yönleriyle ele alınarak değerlendirilmektedir. Daha sonra yazarın Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu adlı eserinde de bu bölüm önemli ölçüde yer almıştır. (Krş. Makale, s. 342; Kamus, II, s. 41,44)
Bilmen’in Sebîlü’r-Reşâd’ın eski harfli nüshalarındaki son makalesi İntişâr-ı İslâm Tarihi başlığını taşır ki, bilindiği gibi bu isim T. W. Arnold’un The Ereaching of İslam, Londra, 1913 eserinin, Halil Hâlid tarafından yapılan tercümesine verilen addır. Ö. N. Bilmen bu kitabı takdir ederek tanıtmaktadır.
Tebliğimize kısa bir değerlendirme ile son vermeden önce, Ö. N. Bilmen’in hayatı ve eserleri üzerinde kıymetli mesailerin sahibi değerli meslektaşlarımızdan, özellikle beni ve dolayısıyla da hepimizi değişen oranlarda ilgilendirdiğini düşündüğüm bir hususta, yardımlarını istirham etmek istiyoruz. Tarihçi Hulusi Yavuz, Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen’in İlim ve Kültür Tarihimizdeki Yeri ve Tesiri başlıklı tebliğinde (Erzurum, Mart 1987), Sebîlü’r-Reşâd’ın XXV. cildinde on sayıda yer alan Yeni Hukuk-ı Aile Lâyihası Hakkında Mütâlaa (t) başlıklı dizi makalenin müellifimize ait olabileceğini ifade ediyor.(22) O bu düşünceye, Ö. N. Bilmen’in şahsi kütüphanesindeki Sebîlü’r-Reşâd koleksiyonunda; bu makalenin bir, sekiz, dokuz ve on birinci tefrikalarının sonunda, Bilmen’in yazısıyla “Ömer Nasuhi” isminin yazılmış olması dolayısıyla ulaşıyor. (23) Bu yazı dizisi gerçekten bizim müellifimize mi aittir?
Bilindiği gibi zaman zaman şu veya bu sebeple yazarların kendi eserlerini, kimliklerini gizleyen isimlerle imzaladıkları yani müstear isim kullandıkları görülmekte- dir.(24) Aynı şekilde tamamen imzasız yazılar da yayınlanabilmekledir. Acaba Ömer Nasuhi Bilmen de herhangi bir sebep dolayısıyla bu dizi yazıyı imzasız mı yayınladı? Yani bu makale ona mı aittir? Şu kadarını ifade edebiliriz ki bu makaleler, 29 Rebiulâhir 1343 / 27 Kasım 1924 ile 25 Receb 1343 / 19 Şubat 1925 tarihleri arasında yayınlanmıştır. Bu dönem bu konuların, ülke gündeminde çok önemli yer tuttuğu bir devredir. Ö. N. Bilmen de bu yönde çalışmalar yapan komisyonlarda görev yapmıştır. Bu nedenle makalelerin ona ait olması, Hulusi Yavuz’un kaydı da göz önünde bulundurularak düşünülebilir. Fakat bu hususun başka bazı kanıtlarla desteklenmesinin gereği de açıktır. Biz bu çalışmayı yaptığımız sırada Sebîlü’r-Reşâd’ın, Diyanet İşleri Başkanlığı Kütüphanesi’ndeki koleksiyonunu kullandık. Bu koleksiyon 1947-1951 yılları arasında, Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Ö. N. Bilmen’i yakından tanıyan A. H. Akseki’ye aitti ve acaba bizim merak ettiğimiz konuda bir ize rastlayabilir miyiz diye, makaleleri dikkatle gözden geçirdi isek de bir netice elde edemedik. Kanaatimizce bu makalelerle ilgili olarak bu merhalede, bizi aydınlatacak bilgi sahiplerini beklemekten başka yapılacak fazla bir şey bulunmamaktadır.
SONUÇ
Ömer Nasuhi Bilmen’in 1928 öncesi eski yazı ile yazdığı makalelerini kısaca tanıtmış ve değerlendirmiş bulunuyoruz. Şüphesiz bu makalelerin, konularıyla doğrudan ilgili olanlar tarafından etraflıca değerlendirilmeleri mümkündür. Bununla birlikte bizim ulaştığımız kanaat, Bilmen Hoca’nın makaleden ziyade daha kapsamlı çalışmaların, kitapların müellifi olduğudur. Ayrıca dikkati çeken bir diğer husus da onun ancak gerek duyduğunda makaleler kaleme aldığıdır. Nitekim Beyânü’l-Hak’ta; Ocak 1911 ile Eylül 1912, Sebîlü’r-Reşâd’da ise yazılarının hemen tamamı Aralık 1923 ile Nisan 1924 tarihleri arasında yani kısa dönemler içerisinde yayınlanmıştır. Bununla birlikte, bugün dilleri oldukça eskimiş de olsa, onun makalelerinde sağlam bir muhakeme ve ifade gücü vardır. Fikirlerini açıklamak için sık sık şiire müracaat etmiştir. Bu şiirler Türkçe yanında, Farsça ve Arapça da olmuştur. Nihayet son söz olarak onun makalelerini okuduğumuzda, eski kültürümüzün başarılı bir temsilcisi ile karşı karşıya olduğumuzu daima hissettiğimizi belirtmemiz yerinde olacaktır.
EK-I Ömer Nasuhi Bilmen’in Beyânü’l-Hak’taki Yazıları: