SİNAN PAŞA
A. HAYATI:
Hoca Sinan - Al - Din Yusuf Bin Hızır Bin Kazı Calal - Al Din,
Doğumu H. Recep 844/M. Aralık 1440.
Zamanın bilim ve devlet adamlarından, büyük düşünür Sinan Paşa (H. 844/M. 1440) yılında Sivrihisar’da dünyaya gelmiştir.(1) İsmi Yusuf, mahlası Sinan’dır. Babası İstanbul’ un ilk kadısı Hızır Bey’ dir. Sinan Paşa’nın doğum yeri konusunda kaynaklarda değişik bilgilere rastlanmaktadır. Ancak bilinen doğum tarihinde babası Hızır Bey, Sivrihisar’ da bulunuyordu ve Sivrihisar’daki Ulu Camii’ nin tamir ettirmiştir. Ulu Camii’ nin doğu kapısında yer alan kitabenin tercümesi:
“Nimetler sahibi olan Ali Osman’dan ümmetlerin fahri olan Sultan Murat sayesinde bu saygıdeğer camii tamir edildi. Celâl oğlu Hızır’ın üstün yardımıyla kim Allah (C.C.) O’ nu lütuf ismiyle dostluğuna kabul etsin. 843’de bunun tamiri son buldu. Allah (C.C.) binayı tehlikelerden korusun.”
Sinan Paşa önce babası Hızır Bey’ den ders almış: Molla Güranî, Molla Kırımî gibi ilim adamlarını tanımış, onlardan dersler alarak tahsilini tamamlamıştır.
Babası öldükten sonra (M. 1459) henüz on dokuz yaşlarında iken Edirne’ye müderris olarak atanmış, II. Murad’ın yaptırdığı Dârü’l-Hadis’ te dersler vermiştir. Fatih’in gözüne giren Sinan Paşa, İstanbul’ a davet edilerek kendisine Sahn müderrisliği ve “Hace-i Sultan” görevi verilmiştir. Fatih Kanunamesine göre “Hace-i Sultan” Şeyhülislâm’ la aynı derecede ve vezir-i âzam’dan başka bütün vezirlerin üstünde bir protokole sahipti. Fatih Sultan Mehmet Han kendisinden küçük hocası Sinan Paşa’dan devlet işlerinde faydalanmak düşüncesiyle otuz yaşlarında kendisine vezirlik rütbesi vermiştir. Bundan sonra “HOCA PAŞA” diye anılmıştır.
Gedik Ahmet Paşa’nın yerine sadrazamlık görevine getirilmiş ancak bu makamda çok kısa süre kalmıştır. Çünkü bu tarihlerde Padişah çok sevdiği, yanından ayırmadığı “HOCA” vezirinden birden bire incinerek O’ nu vezirlikten uzaklaştırmış ve tutuklatmıştır. Bu incinmenin ve şiddetli davranışın sebebi henüz kesin olarak aydınlanabilmiş değildir.
Sinan Paşa’nın görevinden uzaklaştırılması, tutuklanmasına karış İstanbul ve memleketin ilim çevrelerine büyük tepki gösterilmiştir. Sinan Paşa’nın hapisten çıkarılmaması halinde bütün ilim adamlarının Osmanlı topraklarını terk edecekleri Padişah’ a bildirilir. Bu baskılar yüzünden Sinan Paşa, Padişah tarafından hapisten çıkarılır. Doğum yeri olan Sivrihisar’ a müderris olarak sürgün edilir. Düşmanları Sinan Paşa’nın hapisten kurtulmasını bir türlü hazmedemezler. Fatih Sultan Mehmed’ e baskı yaparak onu yok etmeye çalışırlar. Sinan Paşa Sivrihisar’ a gitmek üzere yola çıkmış İznik’ e geldiğinde tekrar tutuklanır. Padişah tarafından gönderilen Hekim tarafından kendisine tedavi maksadıyla zehirleyici ilaç verilerek işkence edilmiştir. Bu durumda yine Sinan Paşa’nın imdadına bilginler yetişir. İlim adamı Molla Hüsâmeddin Padişah’a yazdığı mektupla onun serbest bırakılmasını sağlar.
Sinan Paşa yanından sadık talebesi Kastamonulu Molla Lütfi ile birlikte Sivrihisar’ a gelmiş, II. Bayezit’ in tahta çıkışına kadar (1481) beş yıl burada kalmıştır. II. Bayezit Sinan Paşa’ya vezirlik rütbesini geri vererek, O’ nu Edirne’ye tekrar müderris olarak tayin eder. Hayatının kalan kısmını da burada geçirmiştir. Ölüm tarihi: “Vesselâmü alâ meni’t- tebe’al-huda” Allah (C.C.)’ın hidayetine tâbi olanlara doğru yola kavuşanlara selam olsun.) ebced hesabıyla H.891/M.1486 olarak belirtilir. Mezarının yeri belli değildir. Sinan Paşa’ nın Ahmet Çelebi, Mehmet Çelebi adını taşıyan iki oğlu olduğu bilinmektedir.
B. İLMİ ŞAHSİYETİ :
Sinan Paşa devrinin en tanınmış simalarından biridir. Zeki olması köklü bir eğitim görmesi kendini kabul ettirmede en büyük etkendir. Kaynaklar onun çocukluk yıllarından söz ederken harika bir çocuk olarak vasıflandırıyor. O daha buluğ yaşları öncesinde kürsüye çıkıp va’z ettiğini kaydediyorlar. Kendi ifadesine göre bir ömür boyu, gece gündüz, hatta aç kamına büyük bir ihtirasla okumuş; vaktini boşa harcamadan ilim tahsil etmiştir.
Sinan Paşa’ nın yetişmesinde en büyük rol babası Hızır Bey olmuştur. Çünkü Hızır Bey; Molla Güranî, Molla Kırımı gibi birbirinden değerli ilim adamlarının bulunduğu ilmi bir çevreye sahipti. Hayalî Ahmet Efendi, Hocazâde Muslihuddîn, Kastalâni gibi talebeleri yetiştirmişti. Ayrıca Sinan Paşa’ nın anne tarafından dedesi meşhur ilim adamı Molla Yegan’dır. Sinan Paşa daha küçük yaşlarda dedesi Molla Yegan’ ın ilim meclislerinde bulunmuştur. Molla Güranî, Molla Kırımî, Kastalâni gibi ilim adamlarını tanımış onlardan dersler almıştır. Çocuk yaşta ilmi şahsiyetini kazanmıştır.
Sinan Paşa ömrünün ilk devrelerinde felsefe, matematik, astronomi gibi fen bilimleri ve fıkıh, hadis, tefsir gibi din bilimleriyle ömrünün son zamanlarında ise tasavvuf ve edebiyatla meşgul olmuştur.
Sinan Paşa gençliğinin ilk yıllarında felsefeye merak sarmış, Yunan Felsefesini okumuş, O’nun tesirinde kalmıştır. Bir zamanlar şüphecilik (septicime) ekolüne sempati duymuştur.(4) Hatta daha ileri giderek babası Hızır Bey’ le akıl almaz konularda tartışmalara giriyordu. Bir gün Sinan Paşa babasıyla felsefe üzerine tartışırlarken önündeki bakır çorba tasının bakır olup olmadığından şüphe eder. Bunun üzerine Hızır Bey çorba tasını kaptığı gibi Sinan Paşa’nın kafasına geçirir.
Sinan Paşa’yı daha sonra tasavvuf yolunda görüyoruz. Devrinin müttefekkir, arif şeyhlerinden şeyh Vefa denilen; Muslîhuddin Mustafa, İbni Vefa’ya intisap etmiştir. Sinan Paşa’nın İstanbul, Bursa ve Edirne’de (H. 887/M. 1482) tarihli vakıfları vardır.
Sinan Paşa zekâsı ve kabiliyeti sayesinde meşhur astronomi ve matematik bilgini Uluğ Bey’ in talebelerinden Semerkantlı Ali Kuşçu’dan, talebesi Kastamonulu Molla Lütfi’ nin aracılığı ile matematik öğrendi. Hatta Fatih Sultan Mehmed’in emriyle astronomide Kadı Zâde-i Rumi’nin Çağminî’ ye yazdığı Şerh’ e haşiye yazmıştır. Mahmut bin Ömer Çağmini (Ölümü : H. 618/M. 1221)’nin astronomiyle ilgili “ELMÜLEHHAS” adlı eseri Kadızâde-i Rumî (Selâhaddin Musâ) tarafından şerh edilmiş. Sinan Paşa’da bu şerhe bir hâşiye yazmıştır.
Burada dikkat çekici konu Sinan Paşa’ nın astronomi ve matematiği ders almak için belli bir okula gitmeden, hocası Ali Kuşçu’ yu görmeden öğrenmesidir. Yani bu günkü tabirle yüz yüze, örgün öğrenim görmemiş olmasıdır. Bu öğretim metodu batılı ülkelerde, bizim eğitim sistemimizde yaygın öğretim, mektupla öğretim veya açık öğretim olarak bilinmektedir.
Bugün batıda ve bizde geçerli olan bu öğretim metodu, İslâm dünyasında daha önceden kullanılmaktaydı. Hatta Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A V.) tarafından da tatbik edilmiştir. Şöyle ki; Peygamberimiz çevresindeki devlet başkanlarına İslam’ a davet için mektuplar göndermiştir. Bunlar; Dıhye-i Kelbî’yi (R.A.)’yi Bizans’a, Amr bin Ümeyye (R.A.)’i Habeş’e, Süca’bin Vehb’i (R.A.)’yi Gassân’a, Abdullah bin Huzâfe (R.A.)’yi, İran hükümdârına Hâtib bin Ebî Beltea (R.A.)’yı Mısır’a, Salit bin Amr’ ı Yemame’ ye mektupla elçi olarak göndermiştir. Her bir devlet başkanına ayrı ayrı İslam’ a davet mektupları yazılmış ve Peygamberimiz tarafından mühürlenmişti.
Hz. Dıhye - i Kelbî ile Bizans hükümdarı Heraklius’ a gönderilen: “Bismillâhirrahmânirrâhîm Allah (C.C.)’ ın Resul’ ü Muhammed’den Rumların büyüğü Heraklius’ a,
Allah Teâla’ nın hidayetine tabi olanlara doğru yola kavuşanlara selâm olsun. Ey Rumların en büyüğü bundan sonra seni İslâm’ a davet ediyorum. İslâm’ ı kabul et ki, selâmet bulasın, Müslüman ol ki, Allah (C.C.) sana iki kat ecir versin. Eğer yüz çevirirsen bütün Hıristiyanların vebali üzerinedir. “De ki, ey ehli Kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar) aramızda ortak olan kelimeye geliniz, o da Allah (C.C.)’tan başka hiçbir şeye tapınmayınız ve O’ na hiçbir şeyi ortak etmeyiniz. Allahu Teâla’ yı bırakıp, içinizden hiçbir kimseyi yaratıcı Rab tanımayız. Eğer bu sözden yüz çevrilirse “şahit olunuz biz Müslümanız.” deyiniz.”
Bu mektuplar incelendiğinde görülecek ki, sadece devlet başkanları İslâm’ a davet edilmemektedir, her birinde öğretim-eğitime yönelik özellikler vardır. Peygamber Efendimiz kendinden önce gelen bütün Peygamberlere iman etmenin şart olduğunu tebliğ ederek dinler arasında barış adımının atılmasını sağlamıştı. Peygamber Efendimiz’ den önce hiçbir kimse, her millete bir Peygamber gönderildiğini bildirmemiştir. O batıl ilâhlara tapan milletlere dil uzatanları da hoş görmezdi, bunu yasaklamıştı. O’nun gayesi tevhid esaslarını ve insanlar arasındaki eşitlik ilkelerini sağlamaktı.
Sinan Paşa dalkavukluğu sevmeyen, kuru kuruya taklitçilikten hoşlanmayan karaktere sahipti. Sık sık toplanan ilim meclislerine katılır, yaptığı tartışmalarda karşılıştığı rakibini bilgi ve zekâsı sayesinde susturur, çözümü zor konularda dahi ustalıkla çözüme kavuştururdu. O aynı zamanda iyi bir hatipti. Çocukluk yaşlarından itibaren va’z ve nasihat etmekteydi. O’nun bütün konuşmaları canlı ve sürekleyici idi. Sıkıcı, monoton, kuru bilgiden uzaktı.
C. ESERLERİ :
Sinan Paşa dini ilimler ve fen bilimleri, edebiyat sahasında bir çok eser kaleme almıştır. Başka dillerden Türkçe’ ye eserler tercüme etmiştir. Eserlerinde Türkçe, Arapça ve Farsça dillerini ustalıkla kullanmıştır. Öyle ki; Eserlerinde XV. yy. gramer özelliklerini taşıyan Türkçe’ nin kelime ve cümleleriyle, Arapça, Farsça tertipli cümleler iç içe yan yanadır.
Sinan Paşa şairliğinden çok nesir yazan olarak bilinir. O Fuzûlî’ den Nergisi’ ye kadar uzayan bir ekolun ilk halkasıdır. Süslü nesir, sanatlı nesir diyebileceğimiz çığırı Türk edebiyatında açan ilk sanatkârdır. O kaside, gazel söylememiş, hatta şiirde mahlas dahi kullanmamıştır. Divan edebiyatında “SİNAN PAŞA ÜSLUBU” olarak bilinen özentili, süslü nesir daha sonraki devrelerde edebiyatımızın tanınmış şairleri ve yazarları; Namık Kemal, Tevfik Fikret, Süleyman Nazif tarafından devam ettirilmiştir.
Şiirlerinden:
Kalb - i mu’min ki arş -ı Rahmandır.
Anı yıkmak ziyâde tuğyandır.
Tevhîd - î Huda kitaba sığmaz.
Takrir - î ânın hitabe sığmaz.
Sinan Paşa’nın eserlerini iki bölümde inceleyebiliriz:
1) Türkçe yazılmış, 2) Arapça yazılmış eserler, Türkçe eserlerini Fatih Sultan Mehmed’ in ölümünden sonra kaleme almıştır, konulan tasavvuf, din, ahlâk ve evliyâ menâkıbıdır. Arapça eserlerini Fatih Sultan Mehmed zamanında kaleme almış, konuları astronomi, matematik gibi fen bilimleri, kelâm, tefsir, fıkıh gibi islâmi ilimlerle ilgilidir.
1. TÜRKÇE ESERLERİ :
a) TAZARRUNAME :
Tazarruât olarak da bilinen bu eser tasavvufla ilgilidir. Sinan Paşa bu eserinde tasavvufun konusu olan ilâhi aşkın esaslarını anlatır. Kendi his, düşünce ve heyecanlarını dile getirir. Tevhit, ma’rifet, vücub-ı şeyh, Hayf-ü Recâ, Zühd, Vücub-ı Tevbe, İslâm, abdest, namaz, oruç, hac, ilim, rıza, sabr, fakr, marifet-i nefs, gibi konuları işler. Mensur kısımların içinde mesnevi şeklinde manzumeler, manzum hikâyeler vardır. Üç yüz sayfadan fazladır. Kısacası tazarruâtın konusu bütünü ile bir münacâat yani Allah (C.C.)’a yalvarıp yakarışlardır. Sinan Paşa eserine hamd-ü senâ ile başlar. Allah (C.C.)’ın esmâ-i hüsnâ ile açıklanan bütün vasıflarını dini ve tasavvufi bir görüşle uzun uzun anlatır.
“Hamd-ı na-ma’dud ve senâ-ı na-mahdud ol hazrete sezavardur ki her zerre-i mevcüd-i her dahil-i da’îre-i vücut ol hazretün vücüb-i vücuduna delil-i kâtı-dur. Ve minnet-i bi kıyas ve şürk-ü sipas şol cenaba nisadur ki tertîb-i mümkinat ve nizam-i mevcudat ol canebun vahdâniyyet-i zatına bürhan-ı sâtı dur...”
“Feyyazdur cihan feyziyle dahi, vehhabdur ki kemine bahşişi varlık, rezzakdur ki hâzinesinde yok yokluk, ganidür ki hiç fark görmez, kâmildür ki ana noksan eli irmez... settardur kullarının günahını, mücibdür mazlumların ahını kadidur, yalvaranın hacetini semi dür har fakirün münacaatını.”
Daha sonra günahlarını itiraf eder, nedamet eder, yalvarır yakarır insanın aczini belirtir, sabır ve tevekkül gibi konularda telkinlerde bulunur, nefsin ıslahını tavsiye eder.
“İlâhi! ömrümde gerçi sana yarar iş itmeden, amma da’im nedametteyüm. Sakalım ağardı bir eylük kazanamadum, amma her sa’at haceletteyüm. İlahi! benim fi’lüme bakma ki aciz - ü ser - gerdanum. İlâhi! benüm amelüme nazar itme ki vali-ü hayranımı. Eğer tövbe itdüm ise aşıklar tövbesi gibi süst-ü na-üstüvar.”
“İlâhi! teklif itdün, tevfik gine sen - vir. İlâhî! İlm okuddun tahkik gine sen - vir. Akıl virdün, vehm vesvesesine mağlub itme, İlâhî! sen virdün, gencüne hazine it. İlâhî! sine virdun, sirruna define it. Göz virdun, na - mahremden sakla. Kulak virdun, ma - lâyâ’niden bekle. Dil virdun, zikründen ayırma.”
Bundan sonra “Na’t -ı Enbiya” başlığı altında yedi Peygamber övülür, sonra aşere-i mübeşşere ve sahabenin övgüsü gelir. Dört imam Şeyhu’l hadis, İmam-ı Buhar’i, İmam-ı Müslim, ve diğer müctehidin, muhaddisin ve ulemâ-i dinin ruhlarına dua eder ve onlardan isdimdâd eder. En son Şeyhi İbnü’l Vefa’nın medhi vardır. Sinan Şeyhine derin bir saygı ve bağlılık gösterir. Henüz hayatta olan İbnü’l Vefa (Ölümü H. 896/M. 1490)’ dan manevi yardım diler. O’nun methine yazmış olduğu uzun bir manzume ile eserini bitirir.
b) MAARİFNAME (Nasihatnâme):
Sinan Paşa’nın Türkçe olarak kaleme aldığı ikinci eserdir. Tazarrunâmeden hemen sonra yazılmıştır. Sinan Paşa bu eserinde manzumelere pek rağbet etmemiş, baştan sonra mensur yazmayı tercih etmiştir. Konusu kendi ifadesiyle “Ahlâk babında” nasihatnâme suretinde bir kitap olan bu eserde ne konu başlığı, ne de bölüm başlığı vardır. Sinan Paşa kalemini serbestçe kullanmış, düşüncesi ne tarafa çekerse hatırına ne gelirse onu yazmıştır.
Yer yer hikmetler ve mev’izelerle süslenmiş olan Maarfinâme esas itibariyle İslâm ahlâkının esaslarını anlatır, bununla beraber içinde eski filozoflardan nakiller de vardır.
“Maksûd anun dahi yolunda tenbih itmekti, ittük; hemin birkaç kelimatun
zikrine iktisâr kılduk. Bizim murâdumuz tehzîb-i ahlâka müteallik bir kaç söz
söylemektür; amma ol sözleri dahi şer’den alup dimektür. Ol münâsebet ile biraz nasihat oluna ve ol esnada dahi hatıra ne gelürse denile. Amma biz anı
Kur’an’dan ve hadisten alup söyleriz.”
Bu eser Türk dili bakımından gerek kelime zenginliği gerek üslubu yönüyle önemlidir. Sinan Paşa burada konuya uygun olarak cümle ve kelimeleri kısa, sade olarak ustaca kullanmıştır. Devrinin Türkçe olarak yazılmış en kıymetli eserini meydana getirmiştir. O zamanında ilim ve sanat dili olarak kabul edilen Arapça ve Farsça bilgisine rağmen bu eserini Türkçe yazmayı tercih etmiş, Türkçenin zenginliğini ve o devirdeki kudretini göstermiştir.
Bu esere “Ahlâk - nâme” ve “Tehzîbü’l - ahlâk” adı verildiği kaynaklarda rastlanmaktadır.
c) TEZKİRETÜ’L – EVLİYA:
Sinan Paşa’ nın üçüncü ve son Türkçe eseridir. Sinan Paşa bu eserini maârifnâme ile beraber yazmaya başlamışsa da yarıda bırakmış, ma’ârifnâmeyi bitirdikten sonra tamamlamıştır. Sinan Paşa kendi ifadesiyle “Attâr’ ın Tezkiresindeki tasavvuf erbab-ı ve birkaç müsellem azizleri ilave ederek anmayı” uygun bulur. Ancak eser Attâr’ dan aynen tercüme değildir. Sinan Paşa tarafından kaleme alındığı dil ve üslubundan anlaşılmaktadır, sadece Attâr’ ın eserinden tertip yönüyle istifade edilmiştir. Sinan Paşa eserini tamamlayamamış otuzla yetmiş arasında tasavvuf ehlinin hayatından söz eden bölümü bitirebilmiştir.
“Birisi şol kudve-i etkiyâ ve zübde-i asfiyâ, sultan-ı şeriat-i Nebeviyye, burhân-ı tarikat-ı mustafaviye âlim-i âmil ve fazıl-ı kâmil meyve-i dil-i evliyâ, kuşe-i ciğer-i enbiyâ zeyn-i âl-i Nebî ve Fahr-i Ali, ârif-i aşik Ebu Muhammed Hazreti Cafer-i Sadık radıyallahü anh ve eddahü vece fî a’lâ gurefil cinân-ı mesvâhü Hazret-i Cafer Sadık cemî-i meşâyinin kudvesi idi. Ve zümre-i evliyânın umdesi idi. Erbab-ı şeriat yanında müsellem idi. Ve eshabı tarikat katında mükerrem idi Meân-î tefsirde maârifi çok idi ve esrâr-ı tenzilde letâfine hadd yok idi. Mâcûn-ı tıynet-i Ab-ı deryayı nübüvvetden idi. Ve terkibi tabiat-ı asl-ı burhan ve muhabbetden idi. Ceddi Resul ve ceddesi Betûl Azrâ idi.
2. ARAPÇA ESERLER:
KAYNAKLAR