Makale

HER KESİME YÖNELİK İRŞAD VE TEBLİĞDE DİNİ YAYININ ROLÜ, GÜCÜ VE NİTELİĞİ

HER KESİME YÖNELİK İRŞAD VE TEBLİĞDE

DİNİ YAYININ ROLÜ, GÜCÜ VE NİTELİĞİ

Halit GÜLER
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

GİRİŞ:

Malumları olduğu üzere 1. Avrasya İslam Şurası, 23-27 Ekim 1995’de Ankara Dedeman Oteli salonlarında değerli huzurlarınızda yapılmıştır. Bu şuraya Türk Cumhuriyetleri, Balkan Kafkas ülkeleri Türk ve Müslüman toplulukları dini idarelerinin muhterem temsilcileri katılmıştır.

Dört gün süren şurada adı geçen bölgelerdeki dini oluşumlar gözden geçirilmiş, dini kurumlar arasındaki mevcut işbirliğinin daha da geliştirilmesi istenmiş, diğer ülkeler ve dinlerle olan ilişkiler değerlendirilmiştir. Otuzun üzerinde seçkin temsilcinin katıldığı 1. Avrasya İslam Şurasının yapıldığı tarihin üzerinden fazla zaman geçmeden ikincisinin, tam iştirakle yapılmış olması memnuniyet verici bir gelişmedir. Bu iştirak ve alâka Müslüman Türk dünyasının geleceği açısından bizleri ümitlendirmektir. 2. Avrasya İslâm Şurasının da birincisi gibi önemli konulara ışık tutacağına, Orta Asya, Kafkas ve Balkanlarda yaşayan Müslüman Türklerin birbirlerine yaklaşmalarına vesile olacağına inanıyorum. Soydaş ve dindaş toplulukların dini idareler temsilcilerinin ulvi düşüncelerle güzel İstanbul’umuzda tekrar bir araya gelmiş olmalarından duyduğum sonsuz sevinci ifade ederek ve sizleri derin saygı ile selamlayarak bu kısa girişten sonra izninizle esas konuma geçmek istiyorum.

I. ÖZ DEĞER YE YARGILARIN BAŞINDA DİN GELİR

İslam; İlahi bir dinin ve İlahi bir sistemin adıdır. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.) in tebliğ eylediği bu dine İslam adını veren Müslümanların kendileri değil, Kur’an’dır; Allah-ü Teâlâdır.

Nitekim mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“Allah katında din, şüphesiz İslamiyettir.” (1)

Bir başka ayet-i kerimede de yine din olarak İslamiyet’ ten bahisle şöyle buyrulur:

“... Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim.” (2)

Bir milletin öz değer ve yargılarının başında şüphesiz ki din gelmektedir. Zira din, bu alemde insanoğlunun var oluşundan beri mevcut olagelmiştir. Dünyaya ayak basan ilk insan Hz. Adem, aynı zamanda ilk peygamber, ilk mürşit ve ilk tebliğcidir. Ahir zaman peygamberi, bizim mürşidimiz Hz. Muhammed (S.A.S.) ise, son insan değildir. İnsanlığa tebliğ etmiş olduğu din, hiçbir değişikliğe uğramadan hiç şüphesiz son insana da ulaşacaktır. Ümmetinden olmakla şeref duyduğumuz Allah’ın sevgilisi, insanların efendisi Hz. Muhammed (S.A.S.) aracılığıyla, en son ve en mükemmel bir din olan İslamiyet, insanlığa tebliğ edilmiştir.

Sevgili Peygamberimiz üç defa “Din nasihattir.” (3) buyuruyor. Demek ki nasihatin, irşat ve tebliğin dinde önemli bir yeri var.

Tebliğ ve irşatta İslâm’ın metodu şu ayet-i kerime ile hükme bağlanmıştır:

“(Resulüm) Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütlerle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete erenleri de çok iyi bilir.” (4)

Bu ayeti kerimede insanların Hakka davet edilmeleri emredilmektedir. “Hakka davet açısından insanlar üç sınıfa ayrılabilir. Bu ayet-i kerime bu üç sınıf insana yapılacak davet şeklinin bir özeti sayılmalıdır:

1. Alimler: Akl-ı selim sahibi ve eşyanın hakikatini öğrenen araştırıcı alimler. Davette (hikmet) ile davranmak bunlar içindir. Zira hikmet, kesin olan delillerdir.

2. Halk: Halkın çoğunluğunu teşkil eden ve henüz sağlam fıtratını koruyan orta sınıf. Güzel öğüt, bunlar içindir.

3. Mücadeleci, inatçı ve düşman kimseler: Mücadele yolunun en güzeliyle davet edilmesi istenenler de bunlardır. Zira unutmamak gerekir ki, “Allah, Hz. Musa’nın Firavuna bile yumuşak sözle davette bulunmasını emretmiştir.” (5)

Din, bir toplumu millet yapan, istiklâl ve hürriyet içerisinde onuruyla yaşamasını sağlayan manevi unsurların başında gelir. Bütün ahlâk ve faziletlerin, sanat ve hünerlerin, kültür ve medeniyetlerin, insani düşünce ve buluşların kaynağı olmuş tek sağlam kurum, dindir.

İnsanı, diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri, belki de birincisi din duygusu ve üstün bir varlığa inanma ihtiyacıdır. İnsanın yaradılışındaki bu cevherin mevcudiyetini dikkate almayan düşünce ve görüşler, toplumlara rehberlik yapamaz, huzur ve saadet kazandıramazlar.

Tarih boyunca yeryüzünde inançsız ve dinsiz bir topluma rastlanmamıştır. İnsanlık âleminde inançsız ve dinsiz bir toplum yaratmaya çalışmakta hiç kimsenin hakkı değildir. Dini, afyon kabul eden Komünizm, dinsizliği bütün gücüyle 70 yıldan fazla bir süre mücadele vererek insanların beynine yerleştirmeye çalışmış ise de başarılı olamamıştır. Din duygusu, insanın iç aleminin ayrılmaz bir parçası, inanmak, insanın vazgeçilmez bir ihtiyacıdır.

Dünyamız o kadar küçüldü ki, yeryüzünün herhangi bir köşesinde meydana gelen üzücü veya sevindirici bir olay, diğer bölgelerde yaşayan insanlara anında duyurulmakta, o insanlarda sanki olay mahallinde yaşıyormuş gibi hadisenin tesiri altında kalmaktadırlar. Mesela; Tokyo metrosuna bırakılan zehirli gaz, kaçırılan bir yolcu uçağı, bombalanan bir cami, yaşadığımız şehirlerden çok uzaklarda cereyan ettiği halde bizleri tedirgin etmektedir.

Demek ki zamanımızda önemli bir gelişme ve değişiklik oldu. Eskiden mürşit, irşatta bulunmak için insanların ayaklarına gider veya ev ev, mektep mektep, mabet mabet dolaşırdı. Tabii 0ki bütün dünyayı da dolaşması mümkün değildi. Bugün öylemi? Zamanımızda gelişen ve devreye giren iletişim araçları, hem mürşide dünyayı dolaştırıyor ve hem de irşat edilecek topluluklarla bir anda yüz yüze gelmesini sağlıyor.

II. İRŞAD VE TEBLİĞİN ÖNEMİ:

Malumları olduğu üzere yüce dinimiz İslâmiyetin gayesi, müspet alanda ferdi ve toplumsal gelişmelerle insanlığı dünya ve ahirette huzur, güven ve saadete ulaştırmaktır. Bunun için dinimizin insanlardan istediği şey; iman, güzel ahlâk ve iyi ameldir. İnsanlığı bu mertebeye ulaştıracak yolu topluma göstermek, Peygamberlerin asli vazifelerini teşkil etmektedir.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

“Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kafirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (6)

Peygamberlerin varisleri olan alimlerde bu önemli görevle yükümlü bulunmaktadırlar. Alimlere büyük mükafat verileceğini mealen aşağıdaki ayet-i kerime açıklıyor:

“Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah’ a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükafat vereceğiz.” (7)

“Konumuzun adı olan irşad kelimesi; rüşd, reşed, raşâd, reşid, râşid ve mürşid şeklinde Kur’an’da geçmektedir. Rüşd; insanlara hak yolu göstermek ve çıkarlarını anlatmaktır. Doğru iş ve doğru yola da rüşd adı verilir. Rüşdün zıddı dalalet (sapıklık) ve (gayy) azgınlıktır. Fert ve toplum bakımından faydalı ve hayırlı yola rüşd, bu yolu gösterene mürşid adı verilir. Rehber ve delil de aynı manada kullanılır.” (8)

İnsanlara nasihat etmek, onlara bilmedikleri dini konuları nasihat etmek, onlara bilmedikleri dini konuları öğretmek, iyilik yapmalarını ve kötülükten sakınmalarını söylemek, ahlâki öğütler vermek şeklinde de özetlenebilen irşad, İslam tarihinde halk eğitimi ve kültürel hayattaki etkinliği itibariyle son derece önemli uğraşlardan birisi olmuştur. Yukarıdaki ifadeler, Kur’an-ı Kerim’in aşağıdaki talimatına da uygundur. Allah-ü Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulursun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (9)

İrşad kelimesiyle beraber zikredilen tebliğ kelimesi ise, Allah’ın emirlerini kullara duyurmaktan ibarettir. Peygamberlerin görevi tebliğdir. Aşağıdaki ayet-i kerimede Peygamberin bu görevine işaret etmektedir:

Mealen “De ki: Allah’ a itaat edin; peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, peygamberin sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak). Sizin sorumluluğunuzda size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygambere düşen sadece açık seçik duyurmaktır.” (10)

Tebliğ ve irşad faaliyeti İslâmın zuhurundan günümüze kadar devam etmiştir. Bu faaliyetle ilgili Kur’an-ı Kerim’in ilk nazil olan ayetlerinden birinde mealen şöyle buyrulur:

“Ey bürünüp sarılan (Resulüm)! Kalk ve insanları uyar. Sadece Rabbini büyük tanı. Elbiseni tertemiz tut. Kötü şeyleri terk et.” ( 11)

Tebliğ ve irşad sosyal ve psikolojik sebeplerle de gereklidir.

Yakın zamana kadar irşad ve tebliğ, sözlü ve yazılı yapılıyordu.

Sözlü irşad denilince akla öncelikle camiler de yapılan vaz’ü nasihat ve okunan hutbeler gelirdi. Bu tarz faaliyete evlerde ve iş yerlerinde yapılan dini sohbetleri; konferans, panel, kongre, seminer ve açık oturumları da eklemek gerekir. Zamanımızda ise bu bilinen iki usule üçüncüsü eklendi ki o da sesli ve görüntülü yayınlardır. Sesli ve görüntülü yayınların iki ana unsuru radyo ve televizyondur. Böylece sözlü ve yazılı irşada sesli ve görüntülü irşad da eklenmiş oldu. Teknolojinin gelişmesi ve yaygınlaşması, irşad ve tebliği geniş kitlelere ve her kesime ulaştırmada büyük kolaylıklar ve imkanlar sağlamaktadır. Bu sebeple radyo ve televizyonlarla, teyp ve video kasetleriyle irşad ve tebliğde bulunmak mümkün hale gelmiştir. Sinema ve tiyatro ise, her zaman seyirci bulabilen önemli iletişim ve telkin vasıtalarındandır.

III. İRŞAD VE TEBLİĞDE İLMİN ÖNEMİ:

İslam dini, ilme büyük önem vermiş ve insanları düşünerek okuyup yazmaya teşvik etmiştir. Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in söze “Oku” emri ile başlaması bunun en sağlam delilidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı bir döllenmiş yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle yazmayı öğreten Rabbin en büyük kerem sahibidir.” (12)

Müessir bir irşad ve tebliğde bulunacak kimsenin her şeyden önce ilim ve hikmet sahibi bir kimse olması gerektiğini aşağıdaki ayet-i kerime düşündürücü bir üslupla ortaya koymaktadır:

“De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (13)

Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde ilim tavsiye edilir ve alimler övülür. İslam nazarında ilmin şerefi büyük, alimlerin mevki yücedir. Tarih boyunca Müslümanlar, dinin bu yüksek talimatına uyarak ilme sarılmışlar, kitaba yönelmişler, ilmin ve kültürün her dalında ilerleyerek medeniyete hizmet etmişlerdir.

Vaktiyle mum ışığıyla ve kamışla yapılan ilmi çalışmalar, sonraları elektriğe, kaleme ve mürekkebe kavuşmuştur. Zamanımızda ise bu çalışmalar el dizgisi kalıpları ve pedallı baskı makinelerini geride bırakarak, elektronik dizgiye ve

dört ayrı rengi birden basan ofsete ulaşmıştır. İleride bu alanda, daha ne gibi teknik imkanlara kavuşulacağını şimdiden kestirmek zordur. Kestirmek zor da olsa herhalde düşünmeye başlamak gerekir.

Bu teknik imkanlardan ilmi birikimiyle yararlanmayı beceren mürşid ve mübelliğin gücü, o nispette artar ve telkin alanı genişler. Uzun süre deriler üstüne ve ağaç yapraklarına yazmak zorunda kalan alimler, sonradan Müslümanların önemli bir buluşu olan kağıt gibi daha pratik, verimi artırıcı bir malzemeye de kavuşmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’de geçen kalem kelimesi, yukarıda özetlediğim gelişmelere işaret eden bir sembol olsa gerek. O kalemin matbaaya, komputüre, mürekkebe, ekrana işaret ettiği bu gün daha iyi anlaşılmaktadır. Tebliğ ve irşadda, basılı, sesli ve görüntülü yayınların önemi günümüzde yeterince anlaşılmıştır.

İlk nazil olan ayetlerin ışığında düşündüğümüzde İslam da irşad ve tebliği şu ilmi esaslara dayandığını söyleyebiliriz:

1. Okumak

2. Yazıya önem vermek

3. Yaratılışı düşünmek.

Bu sıralamaya göre tebliğ ve irşad görevini üstlenen kimsenin çok okuması, çok yazması ve yaratılıştaki hikmetleri çok düşünmesi gerekir. Ben, burada, mürşid veya mübelliğin vasıflarından bahsetmiyorum, ama görgü ve bilgi sahibi olmadan da bu yüce hizmeti ifa etmek mümkün değildir demek istiyorum. İlim de okumayla öğrenilir, yazmayla kağıda dökülür ve düşünmeyle geliştirilir.

Kitap şuuru, Müslüman Türk topluluklarını yazılı olan her şeye, dünyanın en saygılı toplumu haline getirdi. Çocukluk yıllarımdan hatırlıyorum. Büyüklerimiz yere atılmış bir kağıt görseler, hemen onu yerden alır ve ayak basmayacak bir yere korlardı. Aynı saygı yere atılmış ekmek parçalarına da gösterilirdi.

Kur’an-ı Kerim, yazılı bir kitaptı. Diğer bütün yazılanlar da Kur’an-ı Kerim’e olan yakınlıklarına göre düşünce dünyasında saygı değer yerlerini aldılar. Tebliğ ve irşadda kitap, ana unsur olduğu için üzerinde duruyoruz. Kitap okuma alışkanlığı yönünden, toplumlarımızIa gelişmiş toplumları mukayese etme cesaretini, mahcup oluruz düşüncesiyle, kendimizde göremiyoruz. Çünkü ortaya çıkacak tablonun düşündürücü olacağını tahmin ediyoruz. Kitap okuma oranı düşük olan toplulukları, irşad ve ıslah etmenin güçlüğünü izah etmeye bilmiyorum ihtiyaç var mı?

Çağımızın en affetmediği şey kitapsızlık ve ona bağlı olarak ortaya çıkan cehalettir. Çağımızın kapılarını açan, insanlığa ulaştığı bu günkü imkanları hazırlayan, insanları irşad ve tebliğde kullanılan en tesirli yol, kitaptan geçmektedir.

Tebliğ ve irşadın, sesli ve görüntülü yayınların yanında, kitap ve kütüphane üzerine kurulduğu asrımızda kitap, artık tartışılmaz bir hakikat hükmünü almıştır.

IV. İRŞAD VE TEBLİĞDE SORUMLULUK:

Her mürşid insanları irşad etmek, her din görevlisi ve hatta her Müslüman imkan ve kabiliyetleri ölçüsünde din ve ahlâk namına ne biliyorsa bunu başkalarına da öğretmek durumundadır. Bu alanda en büyük sorumluluk hiç şüphesiz Peygamberlerin varisleri olan din alimlerine düşmektedir.

Kur’an-ı Kerimde şöyle buyrulur: “Onların gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Yalnız sadaka vermeyi veya iyi bir iş yapmayı veyahut insanlar arasını ıslah etmeyi emredenler müstesna...” (14)

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.), irşad ve tebliğde sorumlulukla ilgili şöyle buyurur:

İbn-i Ömer (R.A.)’den Peygamber (S.A.S.) Efendimiz:

“Her biriniz çobansınız ve her biriniz sürüsünden mesuldür. Hükümdar, iş başındakiler çobandır, tebaasından mesuldür; erkekler de ailelerinin çobanıdır ve sürüsünden mesuldür. Kadın kocasının evinin çobanıdır. O da sürüsünden mesuldür. Hizmetçi de efendisinin malını gözetir ve ondan mesuldür. Hülasa hepiniz çobansınız ve idareniz altındakilerden mesulsü-nüz”(15) buyurmuştur.

Dini idareler sıradan birer teşkilât, din görevlileri sıradan birer meslek sahibi veya sıradan birer devlet memuru değillerdir. Onlar her şeyden evvel Peygamberimizin varisleri olarak birer mürşid, birer mübelliğ, birer davetçi ve birer müjdecidir. Bu bakımdan onlar, diğer Müslümanlara nazaran daha sabırlı, daha mücadeleci, çileye talip, bilgili, ileriyi görebilen bir anlayışa sahip olmak mecburiyetindedirler.

Allah-u Tealâ aşağıdaki ayet-i kerime ile kullarını ikaz ediyor ve Hz. Muhammed (S.A.S.) ‘in gönderiliş sebebini açıklıyor:

“Biz seni bütün insanlara ancak bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (16)

Bir başka ayet-i kerimede de mealen şöyle buyrulur:

“...Resule düşen (vazife) ancak duyurmadır. Allah açıkladığınızı da, gizlediğinizi de bilir.” (17)

Kur’an-ı Kerim’in âlimlere yüklediği irşad ve tebliğ sorumluluğu, bu konuda bize en güzel örnek Hz. Muhammed Mustafa (S.A.S.) ‘in muhteşem şahsiyeti ve mübarek sünneti dikkate alınarak yerine getirilmeye çalışılmalıdır. Böyle olursa bu hizmeti sıfır noktaya yakın bir zararla ifa etme şansını elde etmiş oluruz.

V. İRŞAD VE TEBLİĞDE BASIN VE YAYININ ÖNEMİ:

Basın ve yayın, toplumların hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Bu, bizim konumuz olan tebliğ ve irşad açısından da böyledir. Milletlerin kültür seviyesi, gazete tirajlarından anlaşılmaktadır. Tebliğ ve irşadda düşünülen ve tasarlananların, seri olarak ortaya konacakların kalıcı olabilmesi ve zamanla geliştirilmesi yazılı hale getirilmesine bağlıdır. Tebliğ ve irşadda basın ve yayın, gayri resmi bir okul durumundadır. Tebliğ ve irşad sınırları içerisinde projelendirilen dini konuların basın ve yayında da yer alması sağlanırsa, toplumda, kendiliğinden manevi ve sosyal bir kaynaşma ve birleşme meydana gelir.

Günümüzde basın ve yayın faaliyetlerinin, milli ve siyasi sınırları aşan gücünü gözden uzak tutmamalıyız. Bu özellik, İslam dininin cihan şümul olma hakkına da uygun düşmektedir. Kur’an-ı Kerim’in mesajı, günümüzde sınır ve engel tanımayan medya ile dünyaya daha rahat duyurulur.

Basılı dini yayın, toplumları din konusunda aydınlatmanın, Müslümanın Müslümanca düşünmesini sağlamanın önemli vasıtalarındandır. Camide mihrap, minber ve kürsüden yürütülen tebliğ ve irşad hizmetleri, kitap, dergi ve gazete gibi kalıcı dokümanlarla mutlaka beslenmelidir. Dünyayı küçülten ve toplumları adeta esir alan haberleşme ve yayın ağını kullanan kültür, diğer bir kültür üzerinde baskı unsurları yaşatmaktadır. Tebliğ ve irşadda basın ve yayın organları, nesilleri dinen bilgilendiren, manen kaynaştıran ve ahlaken yücelten köprüler olmalıdır.

Aşağıdaki ayet-i kerimede mealen işaret buyrulduğu gibi:

“Mü’minler kardeştir, kardeşlerinizin arasını ıslah edin.” (18)

Allah-u Tealâ, hangi alanda olursa olsun yararlı iş yapanlara şu müjdeyi veriyor.

“İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennetliktirler. Onlar, orada devamlı kalırlar.” (19)

Aşağıdaki hadis-i şerifte de konunun bir başka yönü üzerinde duruluyor.

Hüzeyfe (R.A.)’den rivayet edildiğine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:

“Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya marufu emir ve münkerden nehyedersiniz, yahut Allah-u Teâlâ azap gönderir. Sonra Allah’ a yalvarırsınız; lakin duanız kabul edilmez.” (20)

Kitaplar, gazeteler, dergiler ve afişlerle, hâlâ radyo ve televizyonun katılmasıyla yaşadığımız çağın en büyük baskı, kültür ve telkin kuvveti haline gelmiş olan basını ve onu ideal milli ve manevi faydaya götürecek kavramlar üzerinde düşünmenin lüzumunu kimse inkar edemez. Toplumları irşad etmekle görevlendirilen kimseler, bu gücü görmezlikten gelemezler.

VI. İRŞAD VE TEBLİĞDE KİTLE HABERLEŞME ARAÇLARININ ÖNEMİ:

“Düşünme ve öğrenme haberleşme ile başlar” hükmü, dinin kitle haberleşme vasıtaları ile tanıtılması, öğretilmesi açısından büyük bir önem arz eder.

Günümüzde kültüre yönelik kitle haberleşme araçlarının başında radyo ve televizyon gelmektedir. Sayıları milyonlarla ifade edilen okuyucu, dinleyici ve seyirci kitlelerine hitap etmesi itibariyle kitle haberleşme araçları, günümüzde eğitici ve öğretici araçların başında yer almaktadır.

“Sistem, yaygın eğilim kurumlan ile kendisini kitlelere açma ihtiyacını duymuştur. Ancak gittikçe kolaylaşan ve yaygınlaşan seyahat ve haberleşme araçları basın-yayın ve özellikle artan kanalları ile televizyonun yaygın eğitim araçları içerisinde yer alması zaruret haline gelmiştir. Uydu yayınları ile daha büyük oranda dünyaya açılacak ekran toplumları yaşatan milli kültür, milli ahlâk ve manevi değerlerin korunması açısından çok ciddi olarak düşünülmesi gereken bir fonksiyona kavuşacaktır. Bugün bile okulda öğretilen ile evde seyredilenden hangisinin daha çok iz bıraktığını tartışır durumdayız.” (21)

Buna mukabil ülkemizde ve ülkelerinizde dini irşad ve tebliğ konusunda en az baş vurulan vasıta herhalde kitle haberleşme araçlarıdır. Bu tespiti, böyle güzel böyle devam etsin anlamına yapmıyoruz. Aksine tebliğ ve irşadda radyo ve televizyondan mutlaka faydalanılması gerçeğini dikkatlerinize sunmak için yapıyoruz.

Çağımızda teknolojik yönden ileri gitmiş ülkelerde fertleri ve toplumları sürekli ve yaygın bir şekilde tesir altına alma gücünden hareket edersek, kitle haberleşme araçlarından dini, milli ve ahlâki değerlerin benimsetilmesi ve yaygınlaştırılması konusunda geniş çapta istifade edilmektedir. Bu ülkelerde radyo ve televizyon da dini konularda müstakil hazırlık ve propaganda yapıldığı gibi, bundan daha da önemli olarak diğer programlar içerisinde de bazı dini mesajlar verilmesine özen gösterilmektedir.

Pazar günleri dünyaca meşhur kilise ve katedrallerde düzenlenen dini ayinler, nikah törenleri televizyonlardan rengarenk ışıklar arasında canlı olarak verilmektedir. Çoğu yerde televizyonlar kiliselerden yükselen çan sesleriyle yayına başlamaktadır. Amerikan cumhurbaşkanlarının göreve başlarken İncile el basarak yemin etme merasimi, televizyonlar tarafından bütün dünyaya gösterilmektedir. Bu akımın karşısında manen ayakta kalabilmek için bizim tebliğ ve irşadda mutlaka televizyondan yararlanmamız şarttır.

“Şurası bir gerçek ki, bugün toplumun gelişip yükselmesinde diploma kazandıran eğitimin yanında, en az onun kadar da diploma vermeyen fakat toplumun bütününe hitabeden eğitimin rolü vardır. Çünkü eğitimi sadece bilgi ve beceri sahibi kaliteli insan yetiştiren bir sistem olarak değil, aynı zamanda sosyal yapının, kültür ve manevi değerlerin korunup kuvvetlendirilmesi ve cehaletle savaş olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu takdirde radyo ve televizyonun önemi daha iyi anlaşılmış olur.” (22)

Aslında televizyon toplumlar için büyük bir şans, tebliğ ve irşad, eğitim ve kalkınma için büyük bir fırsat ve imkandır. Televizyondan daha kapsamlı ve tesirli bir eğitim aracı şimdilik mevcut değil. Hem göze, hem kulağa ve hem de estetiğe hitap eden bu harika araç iyiye, güzele, doğruya, hayra hizmet ettiği sürece büyük bir nimet ve büyük bir kazançtır. Aynı araç; kötüye, çirkine, yanlışa, şerre ve günaha vasıta kılındığı takdirde büyük bir külfet ve yaptığı tahribatın tamiri güç olan büyük bir felakettir. Tabii ki külfet veya felaket, nimet veya kazanç sayılan televizyon denen araç değil, o araçla verilmek islenen hayat tarzı, yaşayış şekli ve ahlâk anlayışıdır.

Allah, televizyonu nimet veya külfet olarak yaratmamıştır. O teknik bir alettir, bir haberleşme ve eğitim aracıdır. O aleti nimet veya felaket yapan insanların beynidir. Küflü beyinler televizyonu felaket, nurlu beyinler televizyonu nimet haline getirirler. Demek ki önemli olan insanların beyin dokuları, ahlâk anlayışları ve dünyaya bakışlarıdır.

VII. İNANDIĞI GİBİ YAŞAMAYAN YAŞADIĞI GİBİ İNANIR:

Dünya, çok çeşitli inanç, kültür ve ahlâklar hesabına yoğun bir sesli ve görüntülü yayın saldırısı ile yüz yüzedir. Artık bu yayınlar ülke sınırları ile de bağlı değildir. İş büyük ölçüde insanların ilmine ve iradesine kalmaktadır. İnsanın Cenab-ı Hak ile yakınlığına, hukukuna, Hakk’ın hatrını gerçekten yüce tutmaya kalmaktadır.

Hakkın hatrını yüce tutmak niyetinde olanlar için aşağıdaki ayet-i kerimede buyrulduğu gibi Resulullah ne güzel bir örnektir. Allah-u Tealâ şöyle buyuruyor:

“And olsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’ a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”(23)

Tebliğ ve irşadda şu ayet-i kerimede belirtilen Peygamber Efendimizle ilgili özellik mutlaka dikkate alınmalı ve mürşid, ahlâki durumunu ona göre ayarlamalıdır. Aksi takdirde başarılı olma şansı azalır.

Allah-u Tealâ Peygamber Efendimize hitaben:

“Ve sen yüce bir ahlâk üzeresin” buyuruyor. (24)

Televizyon hem sinemayı, hem tiyatroyu, hem sesi, hem gözü, hem edebiyat ve hem de görüntüyü, dolayısıyla her yönüyle sanatı kullanıyor. Sinema, artık televizyonun içinde de var.

Genel olarak sanat; ilmin, idealin ve inancın estetik hüviyet kazanmasıdır. Önemli olan estetik hüviyettir. Güzel olan her şey insanı şuur altında yakalayıverir. O güzel bardakta sunulan ne olursa olsun içiliverir. O anda akıl ve muhakeme işlemez. Şuur ve dikkat uykuda olduğu için televizyonun renk ve ışık cümbüşü bize her tehlikeyi unutturur. Bazen farkında olmadan alıp özümlediklerimize kendimiz de şaşırırız.

Televizyon, dikkatsiz ve kasıtlı toplumların çağdaş afyonu olabilir. Bu, televizyonun tabiatında olan bir tehlike. Bu sebeple toplum hayatı ve insani ilişkiler derin yaralar alıyor. Televizyon ile geniş kitlelere örnek insan modelleri sunuluyor. Üstün teknik ve estetik kalite ile sunulan bu örnekler insanları etkiliyor. Sokaklarda televizyonda gördüğümüz tiplerin benzerlerini çokça görmeye başlıyorsunuz. Taklit kolay, anlamak güçtür. Bu sebeple mürşidin işi de zorlaşıyor, insanlara faydalı olma şansı azalıyor.

Televizyon ile sunulan örneklerin nasıl taklit edildiğini ve toplumlardaki tahribatı hepimiz biliyoruz. İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanırmış. Taklit ve taklit ile ortaya çıkan yaşama biçimi, insanı kendine, milletine, tarihine, özüne yabancı hale getirebiliyor.

Sesli ve görüntülü anlatım araçları, güçlü birer vasıta olarak var. Teknolojik gelişmelerde geriye dönüş olmaz. Televizyonu gören ve kullanan halkı, o olma­dan önceki hayata döndürmek galiba mümkün olmaz. Bu güçlü vasıtayı, dini irşad ve tebliğde biz kullanmazsak elbette bir kullanan bulunur. Onu kullanan neticeye ulaşır.

Televizyon bir aynadır. Bu aynada görünen insandır. İnsanla ilgili şeylerdir. Aynayı insan şenlendirir, güzelleştirir. Malzeme olarak da, Batı televizyonu aynasında kendi yüzünü göstermektedir. Vasıtanın kullanana hizmet etmesi son derece normaldir. Sinema ve tiyatro da televizyon gibidir. Güçlüdür, etkilidir. Daha geniş kitlelere ulaşmak için televizyonu kullanmaktadır. Video kasetleri kullanmaktadır.

Yayın canlı bir çıkıştır. Yayında seyirci veya okuyucu her an yeni bir şeyle karşılaşabilir. Bu sebeple yayın ile sunulacak mesaj, sade ve kolay anlaşılır olmalıdır. (25)

VIII. İRŞAD VE TEBLİĞDE HEDEF KİTLE:

Buraya kadar dinin lüzumundan, irşad ve tebliğin öneminden ve teknolojinin irşad ve tebliğe sağladığı imkanlardan bahsettim. Şimdi ise günün teknolojik imkanlarından yararlanarak irşad ve tebliğ yoluyla ilahi mesajı ulaştırmayı düşündüğümüz hedef kitleyi sınıflandırmak ve ön plâna çıkarmak istiyorum. Yani biz kimleri irşad edeceğiz?

Dini irşad ve tebliğe muhtaç karşımızda üç grup insan vardır: Çocuklar, halk ve okumuşlar.

A. ÇOCUKLAR

Çocuklar istikbalin söz sahibi, geleceğin teminatı ve toplumların ümididir.

Çocuklarımız için din bilgisinin zamanımızda üç kaynağı vardır. Çevre, okul ve medya.

1. Çevre:

Burada çevreden maksadımız, çocuğun ilk bilgilerini edindiği aile ocağı, akran ve mahalle gibi yakın muhittir. Çocuk, yedi yaşına kadar aileden başlayarak çevreden edindiği dini bilginin izlerini bir ömür boyu taşımaktadır. Aile ve çevrenin çocuklara tebliğ ve irşad görevlerini, çocukların anlayış ve yaşayış seviyelerine uygun bir üslup ve teknikle, İslami ölçüler içerisinde yerine getirmesi gerekir.

Cuma, bayram ve kandil gibi dini gün ve gecelerde, Müslümanların evlerinde bir fevkaladelik olmalı, çocuklara uygun hediyeler alınmalı, onların da ev ve camilerde yapılacak ibadetlere, zorlamadan, korkutmadan sevgi ve teşvik ile iştirakleri temin edilmelidir.

2. Okul:

7-15 yaşları arasında ilköğretimdeki çocuk, okula gitmekle yeni bir kaynak daha kazanmış olur. Fakat onun aile ve çevre kaynağı ile de alâkası devam eder. Bu yaştakilere yapılacak dini tebliğ ve irşadda aile-okulun sıkı bir işbirliği yapmasına zaruret vardır. Çocuk çevresinden edindiği dini bilgileri okulda geliştirmelidir. Bu iki kaynak arasında bir çelişmenin bulunması, çocukta telafisi güç buhranlar doğurabilir.

Okullarda, çocuklara hitabeden dini konulu cazip kitaplar hazırlanmalı ve bunların içinde pedagojik ölçülere göre dozu titizlikle ayarlanmış olarak Allah, Peygamber ve din sevgisi temaları işlenmelidir.

3. Medya:

Çocuklar aile, çevre ve okuldan edindikleri dini bilgileri, daha zengin görüntülerle televizyondan da edinmelidir. Basın yayın organları ve radyo, ayrıca sinema ve tiyatro çocuklara sağlam dini bilgiler ulaştırılması konusunda tutarlı davranmalıdır. Mürşid, mübelliğ veya din görevlisi bu imkandan faydalanmayı düşünmeli ve medya ile bu konuda güzel bir diyalog içerisinde olmalıdır. Çocuklara iletişim vasıtalarıyla ulaşma prensibini benimseyen mürşid, aşağıdaki ayet-i kerimelerde irşad edilen hususları da dikkatten uzak tutmamalıdır.

Okuma dışında televizyon, sinema, tiyatro ve radyo gibi çok tesirli yaygın bilgi ve telkin vasıtaları vardır. Diğer din ve ideoloji salikleri bu vasıtalardan da geniş ölçüde faydalanmaktadırlar. Biz neden faydalanmayalım?

Allah-u Teâla mealen şöyle buyuruyor:

“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır.”(26)

“Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir. Acelesi de yoktur.”(27)

B. HALK:

Halktan maksat; dini bilgisini okumaktan çok dinleme ve görme yollarıyla elde eden, okumamış veya az okumuş kimselerdir. Bunlar edindikleri dini bilgilerin sıhhat ve isabetini kontrol imkanına malik bulunmadıklarından, kendileri ve telkin edilen bilgileri çoğu kez olduğu gibi kabullenir ve bunlara bağlanırlar. Bu sebeple bütün yük ve mesuliyet, bu tabakanın mürşid ve rehberlerine ait olmaktadır.

Dini bilgilerini okuma yolundan ziyade görerek veya dinleyerek elde eden çocuklar ile halk için, dini yaşayan ve öğreten kimselerin davranışları son derece önemlidir.

Halkın bir kısmı köy ve kasabalarda oturmakta, bir kısmı da şehirlerde yaşamaktadır. Zamanımızda gelişen ulaşım ve iletişim araçları sayesinde köyde yaşayan halkla şehirde yaşayan halk arasında bir fark kalmamış ise de, yine de köyün sosyal şartları ile şehrin sosyal şartları aynı değildir.

Milyonlarca insanın oturmakta olduğu köylerde halkın din eğitim ve öğretimi din görevlisinin elindedir. Köylünün mürşidi imamdır. Bu bakımdan köy imamının, köylerde yaşayan halkın irşad edilmesinde, yaşayış seviyesinin yükseltilmesinde asla küçümsenemeyecek önemli rolü vardır. Ancak bu rolü başarıyla ifa edecek nitelik ve sayıda ne kadar mürşidimiz vardır?

Şehirlerde oturan halka gelince, bu alanda görev yapan din öğreticilerini veya irşada talip olan mürşidleri medyadan yapılacak dini telkinle takviye etmek ilk akla gelen tedbirdir. Din alimleri medyada görülmelidir. Eğer bunlar davranışlarıyla İslâmî temsil ederlerse, yeni nesil ile okumamış kimseler dini, görerek ve duyarak aslına uygun bir şekilde öğrenebilirler.

Konuyu bir örnekle biraz daha açacak olursak, yeni Müslüman olarak İslam memleketlerinden birine gelmiş bir yabancıyı ele alabiliriz. Bu memlekette Müslümanların sözü, ibadeti ve işleri İslam’ a öylesine uymalıdır ki, sözü geçen muhtedi onları aynen öğrendiği ve yaptığı takdirde, İslam’ı doğru öğrenmiş ve yapmış olsun. Şu ayet ve hadisler işte böyle bir İslami vasatın gerçekleşmesini hedef edinmişlerdir. (28)

“Biz sisi böylece hak ve adaleti gözetir, ilim ve amel ile tanınır bir ümmet yaptık ki, insanlara karşı (hakkaniyet) şahidi (hidayet rehberi) olasınız ve peygamber size karşı şahit ola.”(29)

Peygamber Efendimiz (S.A.S.) şöyle buyurur:

“Şu işimizde (dinimizde) ondan olmayan bir şey uydurup ortaya koyanın (bu işi) merduttur.”(30)

“Sözün en hayırlısı Allah’ın kitabı, yolun en hayırlısı da Muhammed’in yoludur. İşlerin en fenası sonradan uydurulanlardır. (31)

C. OKUMUŞLAR:

Dinini yalnız işitme ve görme yoluyla değilde, aynı zamanda okuyarak öğrenen sınıfı da iki gruba ayırmak gerekir. Branşı dini ilimler olanlar ve diğer okumuşlar.

Birinci grup: Branşı dini ilimlerin tetkik ve talimi olan kimselerin bu mevzudaki bilgi kaynakları çok zengindir; yahut da böyle olması gerekir.

İkinci grup: Sahaları dini ilimler olmamakla beraber okumuş, kültürlü, aydın dediğimiz kimselerden oluşur. Bu vasıfta olan kimselerden pek çoğunun dini bilgisi, ya halk seviyesindedir veya kulaktan dolma telkinle edinilmiş, peşin hükümlülerle, çoğu zaman değişmez kanaatlerle dolu durumdadır.

Halk ve okumuşlar için dini bilginin ve terbiyenin önemli kaynaklarından biri de; asırlardan beri tasavvuf ve tarikatlar olmuştur. Câferu’s-Sâdık, Hasen’ül- Basri, Cüneyd el-Bağdadi, Abdulkadir el-Geylani, Muhammed el-Gazali, Behaüddin-i Nakşbend, Ahmet Yesevi, Mevlâna Celâlüddin, Akşemsedin, Yunus, İmâm-ı Rabbani gibi kâmil ve mükemmel olan mürşidler. İslam kültür ve irfanını çok zenginleştirmiş büyük kişilerdir. Kendilerinde bu zevat ölçüsünde ilim ve terbiye gücü bulunan mürebbilerden, milletlere bereket ve fazilet gelir.

Okumuşları, meslekleri itibariyle iki gruba ayırmıştık: Din âlimi ve görevlileri ile, bunların dışında kalanlar.

İslam ülkelerindeki din görevlileri resmi veya hususi tahsille kendilerini gereği gibi yetiştirmeli, neyi nasıl yapacaklarını bilen, günün şartlarına uygun, ihtiyaçlarına cevap verecek seviyede çalışmalar yapmalıdırlar.

Sahası dini ilimler olmayan okumuş kişilerin, okullarda aldıkları dini bilgiler zayıf ve yetersizdir.

Okul dışında okumuşlarımızın dini bilgi kaynakları, bir yandan -halkta olduğu gibi- din görevlileri, diğer yandan da daha çok kendilerine has olmak üzere bizzat okuyup anlamalarıdır. Demek ki bu alanda dini kitaplar, sesli ve görüntülü yayınlar yoluyla yapılacak dini telkine ihtiyaç vardır.” (32)

NETİCE:

Bilindiği üzere İslam dini, ilerlemeye ve teknik gelişmelere tarihin hiçbir döneminde karşı çıkmamıştır. Karşı çıkması da zaten düşünülemez. Medyanın faydalandığı iletişim araçları, varlıkları itibariyle İslam’ın öz malıdır. İslam’ın öz malını İslam’ a hizmet eder hale getirmek, bunun için uğraş vermek Müslümanlara düşmektedir.

Medya dendiği zaman akla şunlar gelir; gazete, dergi, kitap, mektup, broşür, televizyon, radyo ve kasetler. Tebliğ ve irşadda bunlardan yararlanmadan yukarıda tasnifini yaptığımız irşad edilecek kesimlere ulaşmak mümkün olur mu?

Allah-u Teâlâ Hz. Peygambere mealen şöyle buyuruyor:

“Emrolunduğunu açıktan açığa bildir.” (33)

“Muhammed, Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.” (34)

“(Resulüm) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (35)

Allah’ın elçisi olan, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (S.A.S.)’e Allah-u Teâlâ “Emrolunduğunu açıktan açığa bildir” buyuruyor. O da her şeyi açıktan açığa bütün insanlara bildiriyor. Allah’ın Resulü bize de şöyle sesleniyor:

“Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle değiştirsin; eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalben nefret etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (36)

Zamanımızda şartlar değişmiştir. Artık kötülüğü yalnızca elimizle ve dilimizle önlememiz mümkün değildir. Çünkü her kötülük birer müessese olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple kötülüğü önleyecek veya iyiliği duyuracak elimiz ve dilimiz bugünün gazetesi, dergisi, kitabı, radyo ve televizyonu olmalıdır. Allah’ın Resulünün bu ikazını herhalde kötülüğü gazeteyle, kitapla, televizyon ve radyo ile de önleyin tarzında anlamamız icap eder. Peygamberimiz asırlarca önce bunun en güzel örneğini vermişler ve mektupla tebliğde bulunmuşlardır.

Hz. Muhammed (S.A.S.) aşağıdaki (37) Riyazü’s-Salihin.c.l,s.228, Hadis No: 183. İslama davet mektuplarını göndermiştir:

“Bizans imparatoruna Dıhyetu’l- Kelbi, İran Kisrası Hüsrev Perviz’e Abdullah b. Huzâfe, Mısır azizi Mukavkıs’a Hâtıb b. Belta’a, Habeş Kralı Neçaşi’ye Amr b. Ümmeyye, Gassan’a Suca’ b. Vehb, Yemameye Suleyt b.Ömer birer mektupla gönderilmişler ve İslam’ a davet edilmişlerdi.”

Peygamber Efendimizin o günün şartları ve imkanları içerisinde başvurduğu bu uygulama, tebliğ ve irşad görevinde bulunacak kimselere seçecekleri vasıta ve metot yönünden ışık tutmalıdır.

Aşağıdaki ayet-i kerime meâli ile konuyu izninizle noktalamak istiyorum. Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Şuayb (a.s.)’den hikâye ederek şöyle buyuruyor:

“Ey kavmim! Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah’ın yardımı iledir. Yalnız O’ na dayandım ve yalnız O’ na döneceğim.” (37)

DİPNOTLAR

(1) Ali İmran Suresi, ayet; 19.
(2) Maide Suresi, ayet; 3.
(3) Riyazu’s-Salihin. Diy. İş. Bşk. Yayını, c. I, s.224, Hadis No; 224.
(4) Nahl Suresi, ayet; 125.
(5) Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, T. Diyanet Vakfı Yayını, Ankara; 1993, s. 289.
(6) Maide Suresi, ayet: 67.
(7) Nisâ Suresi, ayet; 162.
(8) İslâmda İrşad, Süleyman Uludağ, Marifet Yayınları, İstanbul, s. 22.
(9) Al-i Imran Suresi, ayet; 104.
(10) Nur Suresi, ayet; 54.
(11) Müddessir Suresi, ayet; 1-5.
(12) Alak Suresi, ayet; 1-5.
(13) Zümer Suresi, ayet; 9.
(14) Nisa Suresi, ayet; 114.
(15) Riyazu’s-Salihin, c.2, s. 73, Hadis No: 656.
(16) Sebe Suresi, ayet; 28.
(17) Maide Suresi, ayet; 97.
(18) Hucurat Suresi, ayet; 10.
(19) Bakara Suresi, ayet; 82.
(22) Aynı Makale.
(23) Ahzâb Suresi, ayet; 21.
(24) Kalem Suresi, ayet; 4.
(20) Riyazü’s-Salihin, c.1, s.234, Hadis No: 191.
(21) TRT ve Dini Yayınlar, Halil Hayıt, Din Öğretimi Dergisi, s. 15.
(22) Aynı Makale.
(23) Ahzâb Suresi, ayet; 21.
(24) Kalem Suresi, ayet; 4.
(25) Yusuf Ziya Özkan, Din Öğretimi Dergisi, Sayı: 32, Ocak-Şubat 1992.
(26) İsrâ Suresi, ayet; 53.
(27) Bakara Suresi, ayet; 263.
(28) Hayrettin Karaman, Diyanet Dergisi, c. 10 Sayı: I 12. Eylül - Ekim 1971.
(29) Bakara Suresi, ayet; 143.
(30) Buhari, K.es-Sulh, Bab: 5.
(31) Müslim. K. el. Cumua, bab; 13.
(32) Hayrettin Karman, Diyanet Dergisi, c. 10, Sayı: 112, Eylül - Ekim 1971.
(33) Hicr Suresi, ayet; 94.
(34) Fetih Suresi, ayet; 29.
(35) Enbiya Suresi, ayet; 107.
(36) Riyazü’s-Salihin.c.l,s.228, Hadis No: 183.
(37) İslâmda İrşad, Doç. Dr. Süleyman Uludağ, Marifet yayınları, İstanbul, s. 21.