Makale

EN GUZEL VATAN...

EN GUZEL VATAN...

Gaffar TETİK
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Kurtuluş Savaşı’nda hiçbir ırk, mezhep ayırımı gözetmeden tam 253 bin şehidimizin al kanlarıyla yoğrulan bu mübarek vatan toprakları öyle mukaddestir ki , her taşı bir mâbed-i imandır, her karış toprağı Kabe eşiği gibi öpülüp koklanır. Aslında ona ihanet edenler bile bunun farkındadır da, fitne kök salmıştır bir kere kafalarında. Farkında olmasalar, her türlü ihanetleri sebebiyle yurt dışına kaçarak aynı hainliklerine oralarda da devam ederken ölenler bile, "cenazemi vatan topraklarına gömün" diye vasiyet ederler mi hiç?
Uğrunda can veren şehidini, Peygamberin kucak açıp beklediği bu mübarek vatan toprakları üzerinde tarihler devirdik, tarihler kurduk Türkü’yle, kürdü’yle, laz’ıyla Çerkez’iyle... Sünnî’siyle, alevfsiyle... Aynı toprak , aynı bayrak uğrunda can cana olduk siperlerinde. Kanlarımızı sebil ettik, fakat vatanın namusunu çiğnetmedik, bayrağı yere düşürmedik; minarelerden ezanı, camilerden Kur’an-ı din- dirtmedik. Birlikte yatıyor hep şehitlerimiz bu toprakların kara bağrında koyun koyuna.
Ne güzel ifade etmiş bu toprakların niceliğini Necmettin Halil Onan:
“Dur yolcu!.. Bilmeden gelip bastığın Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver: Bu sessiz yığın Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda Gördüğün bu tümsek, Anadolu’nda İstiklâl uğrunda, namus yolunda Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Gündem
Adları bilinen ve bilinmeyen 253 bin şehidimizin içinde öyle kadın kahramanlarımız var ki, durup düşünen herkes için hayatları tam birer ibret levhası...
Bu tümsek, koparken büyük zelzele Son vatan parçası geçerken ele Mehmed’in düşmanı boğduğu sele Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki: Haşrolan kan, kemik, etin Yaptığı bu tümsek amansız, çetin Bir harbin sonunda bütün milletin Hürriyyet zevkini tattığı yerdir."
Şairin de dediği gibi anlatılması bile çok güç olan bir kurtuluş savaşı sonunda kadın- erkek topyekün bir milletin haşrolan kanı, kemiği, eti; dağlar gibi tümsekler meydana getirmiş, ama sonunda da hürriyyet ve bağımsızlığın zevkini tattırmış; şânını, şerefini yaşatmış.
FATMA SEHER (KARA FATMA)
Belinde fişekleri, omuzunda mavzeri, ayağında çizmeleri ve elindeki kamçısıyla Erzurumlu Fatma Seher (Kara Fatma). Yanındaki 96 yiğitle önce Aziziye Tabyalarfnda düşmanı darmadağın etmiş; sonra köylü kıyafetiyle gittikleri İzmit’te, Albay Neşet Bey’in komutasında stratejik konumu büyük olan "Fın- dıktepe"yi Yunanlılardan temizlemiş-, sonra da müfrezesiyle birlikte Sakarya Meydan Muharebesinde düşmanın belinin kırılmasında büyük yararlıklar göstermiş. Dört kez yaralanmış, düşmana esir düşerek esaretin acısını tatmış. Esaretten kurtulduktan sonra da üsteğmen rütbesiyle taltif edilerek, "Vatanî Hizmet Tertibi"nden maaş bağlanmış, fakat maddî sıkıntılar çekmesine rağmen hizmetlerini bir karşılık sebebiyle değil, vatan aşkı için yaptığını söyleyerek maaşını Kızılay’a bağışlamış ve 1955 yılında da bu fâni hayata veda ederek Hak’kın rahmetine kavuşmuş.
RAHMİYE HATUN (TAYYAR RAHMİYE)
Osmaniye işgale uğrayınca, Hüseyin Ağa’nın millî kuvvetlerine katılmak için müracaat eden Rahmiye Hatun’a Hüseyin Ağa nın, "Bacım! Bu, er işidir, sen cephe gerisinde belki daha yararlı olursun" demesi üzerine: "Vatanın savunmasında hepimiz eriz. Düşman toprağımıza ayak basmış, harîm-i ismetimizi kirletmek istiyor. Elim silah tutarken ben nasıl savaşmam?" diyerek cephe ilerisinde göğüs göğüse yapılan savaşlara katılarak, Hasanbeyli civarında Fransız kuvvetlerini bozguna uğratan Tayyar Rahmiye.
Tayyar, uçan, demektir. Hasanbeyli civarında Fransızlarla yapılan bu savaşlarda şehit düşen erlerin düşman çizmesiyle çiğnenmemesi için siperden uçarcasına fırlayarak bir şehidi geri getirdi Rahmiye Hatun. Bunu gören arkadaşları da siperlerinden fırlayarak diğer şehitleri kucaklayıp geri getirdiler ve sonra da ona, “Tayyar Rahmiye" dediler.
1920 Temmuzunda Osmaniye’deki Fransız karargâhına düzenlenen saldırıda tereddüt eden arkadaşlarını görünce, "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?" diye gürlemiş, bu gürleyişle ayağa kalkan arkadaşlarıyla birlikte, "Allah Allah" sesleriyle düşmanın üzerine atılmışlar fakat Tayyar Rahmiye alnından vurularak şehit düşmüş canından çok sevdiği bu topraklar uğrunda.
YA DİĞERLERİ...
HALİDE EDİP ADIVAR
“Kardeşlerim, Evlatlarım!
Bu muazzam, bu tarihî meydanda, zafer alayları tertip eden ecdadımızın ruhu bugün sizi seyrediyor. Dünyanın öbür ucuna at süren nâmağlup Müslüman-Türk tarihinin bedbaht bir kızıyım. Bugün de dünkü kadar kahraman ve talihsiz Türk Milleti’nin anasıyım. Millet nâmına, ecdadımızın bizi seyreden ruhlarına yemin ediyorum. Bugün kolları kesilmiş olan Türk’ün kalbi, eski cesaret ve gücünü kaybetmemiştir. Yemin ediyorum ki, Osmanlı sancağına, tarihine hıyanet etmeyeceğim.
Osmanlı toprağında böyle muazzam, böyle tarihi bir gün belki bir daha görmeyeceğiz. Evlatlarım! Öyle bir gün olur da bir daha toplanamazsak, Türk’ün İstiklâl bayrağıyla mezarı üzerine geliniz!
Benimle beraber yemin ediniz! Türkiye’nin İstiklâl ve hayat hakkını alacağı güne kadar hiçbir korku, hiçbir güçlük önünden kaçmayacağız.! (Vallahi kaçmayacağız" sesleriyle meydan inlemiştir.)
Yediyüz senenin tarihine ağlayan minareler altında yemin ediniz! Bayrağımıza, ecdadımızın namusuna ihanet etmeyeceğiz! Bu uğurda can vermekten çekinmeyeceğiz!” Romancı yazar; Kurtuluş Savaşı’nın Halide Onbaşı’sı Halide Edip Adıvar’ın haykırışlarıdır bu sözler 23 Mayıs 1919 da Sultanahmet Meydam’ndaki mitingte.
13 Ocak 1920 tarihli Sultanahmet mitinginde ise: "Size memleketin bir kadını sıfatıyla hitap ediyorum. Fatih’in, Selim’in, Süleyman’ın mezarlarını, ecdadının ebedî âbideleri olan camileri, türbeleri bırakıp çıkacak içinizde bir erkek var mıdır? Ben tasavvur edemiyorum. Çıkmayacağız, bırakmayacağız, “diyerek 160 bin kişiyi coşturan Nâkiye (El- gün) Hanım da öyle. (Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür Bakanlığı, c.3, s.28-30)
3 Şubat 1921 in karlı-fırtınalı gesesinde askerdeki birliğinden firar ederek ana ocağının kapısına gelen biricik oğlu İsmail’i dinine ve vatanına ihanet ettiği için göz yaşları içinde Hükümet’e teslim eden Mudurnu’lu Fatma Kadın da öyle değil mi?
Ya kağnı arabasındaki mermiler ıslanıp da telef olmasın diye çocuğunun üzerindeki tek yorganını mermilerin üzerine örten kar üstündeki çıplak ayaklı adsız Ayşe Ana...
Mustafa Necati’nin Çankırı-Çerkeş önlerinde görüp; görmeyen gözlere, duymayan kulaklara, hissetmeyen gönüllere, anlamayan kafalara bir ibret levhası olarak sunduğu ve Fevziye Abdullah Tansel’in de şiirleştirdiği bu Türk anasına ne demeli?
"Bir zabit (subay):
Ey hemşire (kardeş)! Sarsana şu çocuğu yorgana...
Mosmor olmuş yavrucak; vah zavallı vah, yazık!
Köylü kadını:
Doğru emme ey gardaş! Görmez misin boranı?
Fişeklerin üstüne örtmüşüm yorganı.
Varsın çocuk ıslansın... 0, bunlara alışgın...
Biliyorsun bir silah, bugün bize bir asker,
Kadar lâzım... Onun’çün bozulmasın fişekler!
Bugün benden babası silah ister ötede,
Islanmasın fişekler-, yanmam çocuk ölse de!"
Bu kahramanların içinde Kastamonu’ya kağnısıyla cephane taşırken yolda donarak şehit düşen Şerife Bacı’lar var-, boyunduruğun bir tarafına tek öküzünü, bir tarafına da kendisini koşup kağnı arabasıyla cepheye mermi taşıyan Ayşe Bacı’lar; Trakya’lı ana- kız Havva-Zehra Soyyanmazlar var; Gördes’li Makbule Hanımlar, Maraş’lı Senem Ayşe’ler var. Saymak isteseniz sayamazsınız. Hepsi ruhumuzda, hepsi gönlümüzde... (Daha geniş bilgi için bkz: Fevziye Abdullah Tansel, İstiklal Harbinde Mücahit Kadınlarımız, S.28-39)
EN GÜZEL VATANA, EN GÜZEL İDARE ŞEKLİ, CUMHURİYET
Milletin irade ve yetkisini, doğrudan doğruya seçtiği temsilcileri aracılığıyla kullandığı bir yönetim tarzı, milletin danışarak ve görüşerek kendi kendisini idare etme biçimi olan Cumhuriyet, 1000 senelik tarihinde hiç esaret hayatı yaşamayıp, hep kendi irade ve idaresine sahip olan aziz Türk Milleti için en güzel bir idare şeklidir. Çünkü danışıp görüşerek karar vermek (istişâre), Yüce Allah’ın emridir. "Onların işleri aralarında istişâre iledir." (Şûrâ, 38) Bu âyet-i kerime ile Yüce Allah istişareyi emrediyor, keyfîliği ve zorbalığı yasaklıyor.
Yine Kur’an-ı Kerim’de Şûrâ (danışma) ile ilgili başlıbaşına bir sûre mevcut. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in vefatından önce Hilâfet Makamı (Devlet Başkanlığı) için hiç kimseyi işaret etmemesi; ilk Halîfe Hz. Ebû Bekir’in, sonra Hz. Ömer’in, Hz. Osman’ın ve Hz. Ali’nin, halkın teker teker biatları ile devlet başkanlığına seçilmeleri, Cumhuriyetin özü değilse, nedir? Bir takım dînî kaide ve kuralların açıklanmasında, "Cumhur Ule- mâsı’nın görüşlerine de, Müslüman devlet ve milletler arasında itibar edilegelmiştir hep.
Açıklamaların hulâsasına gelecek olursak, her tarafı düşmanlar tarafından istilâ edilen mübarek vatan topraklarımızda Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde bir kutlu şahlanış olan Millî Mücadele ile vatanın her karış toprağı düşmanlardan temizlenerek yeni bir devlet kurulmuş 29 Ekim 1923’te ve adına da, “Türkiye Cumhuriyeti" denmiş.
Atatürk, "Nutuk" adlı kendi eserinde bakınız nasıl anlatıyor Cumhuriyet öncesi dönemini:
"Durum, 1919’da hiç de iç açıcı değildi. OsmanlI Devleti’nin dahil bulunduğu grup, Harb-i Umûmî’de mağlup olmuş. OsmanlI ordusu her tarafta zedelenmiş, şerâiti ağır bir mütârekenâme imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri zarfında millet yorgun ve fakir bir halde... Ordunun elinden esliha (silahlar) ve cephanesi alınmış ve alınmakta... îtilâf devletleri mütareke hükümlerine riayete lüzum görmüyorlar. Birer vesîle ile îtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana vilayeti Fransızlar-, Urfa, Maraş, Ayıntap (Antep) İngiliz’ler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askerî kıtaları-, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta ecnebî zabit ve memurları ve hususî adamları faaliyette... îtilâf devletlerinin muvafakatiyle Yunan ordusu da İzmir’e çıkarılıyor...” (Nutuk, Gazi Mustafa Kemal, Ankara- 1927, S.3)
İşte böyle nâmüsâit şartları müsâit şartlara çevirdi Mustafa Kemal Atatürk başlattığı Millî Mücadele ruhu ile, ve önce Sakarya Meydan Muharebesi’nde düşmanın belini kırdı, 30 Ağustos Büyük Taarruz’unda da düşmanın kırılan beli üzerine vurdukça vurarak, hâk ile yeksân (toprak gibi dümdüz) eyledi.
Ve sonra da 29 Ekim 1923 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülen Cumhuriyet idaresi, "Yaşasın Cumhuriyet" sesleri arasında ve alkışlarla kabul edildi ve aynı gün yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi sonunuda Ankara Milletvekili olan Atatürk, 158 üyenin oybirliği ile Cumhurbaşkanlığına seçildi.
29 Ekim 1924 yılının ilk Cumhuriyet Bayra- mı’nda Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi... Her taraf: "Var olsun Cumhuriyet", "Var olsun Ha- lâskârımız (kurtarıcımız)" afişleriyle donatılmış...



YİNE YANDI YÜREKLERİMİZ
"Ey şehid oğlu şehid! İsteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış, duruyor peygamber”
Mehmed Akif ERSOY

10 Eylül 2001 Pazartesi akşamında, İstanbul Taksim Gümüşsuyu’nda Çevik Kuvvet polislerinin arasına dalan bir canlı bomba ile Halil İbrahim Doğan ve Tuncay Karataş adlı iki polisimiz şehid oldu, 16’sı polis olmak üzere 23 kişi de yaralandı.
Adana’nın Kozan İlçesi Bucak Köyü’nde 1976 yılı doğumlu Halil İbrahim Doğan, daha 3 ay önce, Haziran ayında Diyarbakır Polis Okulu’ndan mezun olup-, İstanbul Çevik Kuvvette görevine başladı. Fakir bir aileye mensuptu, ablasının yanında kalıyordu. Haberi alan acılı annesi, “En büyük isteğin polis olmaktı. Daha mesleğine doyamadan bizi bırakıp gittin" diyerek ana yüreğinden taşan göz yaşlarını pınar edip ağladı, ağladı, ağladı...
Samsun’un Çarşamba İlçesinde doğup büyüyen Tuncay Karataş ise eşi Mine hanım ile daha üç ay önce evlenmişti. Şehit eşinin tabutuna sarıldı, feryatları yürekleri dağladı...
Yaralı polis Eşref Koçak ise, gözlerini kaybetti.
Avustralya’lı 23 yaşındaki Amanda Rigg, Türkçe öğrenmek için gittiği dershaneden çıkmış oteline giderken canlı bombaya yakalandı; kolu koptu, ciğerleri parçalandı ve iki gün sonra da vefat etti. (Gazetelerden)
Dün de baltalarla vuruyorlardı işgal kuvvetlerinin askerleri Türk köylülerini ve sonra da başında işte böyle poz veriyorlardı... (Türk Kurtuluş Savaşı, Kültür Bakanlığı, c. 3, s. 38)
RUHLARI ŞÂD OLSUN...
“Cennete girdikten sonra hiçbir kimse tekrar dünyaya dönmeyi arzu etmeyecektir. Ancak şehitler böyle değil. Şehit, gördüğü ikramdan dolayı tekrar dünyaya dönmeyi ve on kere şehit olmayı temenni eder." (Hadis-i Şerif: Tirmizî, Cihad 25)
Sadece bugün değil, her devirde hep zulme uğradı bu aziz millet. Hem çeşitli terör örgütleriyle vurup kıydılar, hem de, vurulup kıyıldık, diyerek devletimizi mahkûm ettirmek istediler iç ve dış bu şer güçler. Yurti- çinde tam 35 bin canı candan kopardılar, yurtdışında da sadece 1973-1994 yılları arasında 33 Büyükelçilik mensubumuzu şehit ettiler. Görmeyen gözlere, duymayan kulaklara, sızlamayan gönüllere ibret olmak üzere, terör olaylarının dünyayı meşgul ettiği bu günde, yurtdışında şehit edilen bu 33 insanımızın adlarını, görev yerlerini ve şehit edildikleri tarihleri bir ibret vesikası olmak üzere burada vermeyi bir vefa borcu olarak görüyorum. Asker, polis, diğer görevli, sivil bütün şehitlerimizin ruhları şâd olsun.
Yurtiçinde ve dünyanın dört bir tarafında hunharca katledilen aziz şehitlerimiz! Sevginiz, yüce Türk Milleti nin vefakâr gönlüne işlendi ilmek ilmek. Artık hep oradasınız ebediyyete kadar. Allah üzerinizden rahmetini esirgemesin.
Mehmet Baytlar, Başkonsolos, Santa Barbara, 27 Ocak 1973
Bahadır Demir, Konsolos, Santa Barbara, 27 Ocak 1973
Daniş Tunalıgil, Büyükelçi, Viyana, 22 Ekim 1975
İsmail Erez, Büyükelçi, Viyana, 24 Ekim 1975
Talip Yener, Şoför, Viyana, 24 Ekim 1975
Oktay Cirit, Başkatip, Beyrut, 16 Şubat 1976
Taha Canm, Büyelçi, Vatikan, 9 Haziran 1977
Neda Kuneralp, Büyelçi eşi, Madrid, 2 Haziran 1978
Ahmet Benler, Büyükelçi oğlu, Lahey, 12 Ekim 1979
Yılmaz Çolpan, Turizm Müşaviri, Paris, 22 Aralık 1979
Galip Özmen, İdari Ataşe, Atina, 31 Temmuz 1980
Neslihan Özmen, Galip Özmen’in kızı, Atina, 31 Temmuz 1980
Şank Arıyak Başkonsolos, Sidney, 17 Aralık 1980
Ergin Server, Güvenlik Ataşesi, Sidney, 17 Aralık 1980
Reşat Morali, Çalışma Ataşesi, Pans, 4 Mart 1981
Tecelli An, Din Görevlisi, Paris, 4 Mart 1981
Savaş Yeıgüz, Sözleşmeli Sekreter, Genevre, 9 Haziran 1981
Cemal Özen, Güvenlik Ataşesi, Paris, 24 Eylül 1981
Kemal Ankan, Başkonsolos, Los Angeles, 28 Ocak 1982
Orhan Gündüz, Fahri Başkonsolos, Boston, 4 Mayıs 1982
Erkut Akbay, İdari Ataşe, Lizbon, 7 Haziran 1982
Nadide Akbay, Erkut Akbayın eşi, Lizbon, 7 Haziran 1982
Atilla Alakat Askeri Ataşe, Ottowa, 27 Ağustos 1982
Bora Süelkan, İdari Ataşe, Burgaz, 9 Eylül 1982
Galip Balkar, Büyükelçi, Belgrad, 9 Mart 1983
Dursun Aksoy, İdari Ataşe, Brüksel, 14 Temmuz 1983
Cahide Mıhgoğlu, Müsteşar eşi, Lizbon, 27 Temmuz 1983
İşık Yönder, Sözleşmeli Sekreter eşi, Tahran, 28 Nisan 1984
Erdoğan Özen, Çalışma Ataşesi, Viyana, 20 Haziran 1984
Enver Ergun, Uluslararası Memur, Viyana, 19 Kasım 1984
Çetin Görgü, Bastn Ataşesi, Atina, 7 Ekim 1991 çağlar
Yücel, İdari Ataşe, Bağdat 11 Aralık 1993
Haluk Sipahioğlu, Müsteşar, Atina, 4 Temmuz 1994

DÜNYANIN AHİRETİ DE VAR MUHAKKAK BİR GÜN...
“Allah’ın haram kıldığı insan öldürme fiiline yaklaşmayın." (İsra, 33)
"Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanetlemiş ve büyük azap hazırlamıştır." (Nisâ, 93)
"Doğrusu Biz diriltiriz, Biz öldürürüz, dönüş ancak Bizedir." (Kâf, 43)
“Kendinizi, kendi elinizle tehlikeye atmayın..." (Bakara, 195)
"Sizden önce geçen ümmetlerden birisi içinde bir kişi vardı. Onun (vücudunda) yarası vardı. Onun elem ve ızdırabına dayanamayıp bir bıçak almış da onunla elini kesmişti. Fakat kan bir türlü durmamış, nihayet ölmüştü. Allah Teâlâ; “Kulum kendi kendisine (ölüme teşebbüs ederek) Benim önüme geçti. Ben de ona cenneti haram kıldım." (Hadis-i Şerif: Tecrid-i Sarih Ter- cemesi, C.9, S. 192-193, Hadis No: 1413)
"Kim kendisini yüksek bir yerden atarak öldürürse; o kimse cehennem ateşinde de ebedi ve devamlı şekilde kendini atarak azap olunur. Zehir içerek kendisini öldüren kimse de , cehennemde devamlı zehir içerek azap görür. Kendisini bir demir parçası ile öldüren kimse ise, cehennem ateşinde devamlı elindeki demiri karnına saplayarak azap olunur." (Hadis-i Şerif: Buhari; Cenâiz 84; Tecrid-i Sarih Terce- mesi, 12/96, Hadis No: 1940)
“Sizden hiç kimse sakın ölümü temenni etmesin . Çünkü o sâlih bir kimse ise, hayatta oldukça iyiliklerinin artması umulur. Şayet kötü bir kimse ise, tevbe edip Ce- nab-ı Allah’ın rızasını kazanması umulur" (Hadis-i Şerif: Müslim, Zikr 13; Nesâî, Cenâiz 1) "Ey insanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise ve bu şehriniz (Mekke) nasıl mukaddes bir şehir ise; canlarınız , mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur. Muhakkak ki siz, Rabbinize kavuşacaksınız ve o zaman bütün bu işlerden sorulacaksınız." (Hadis-i Şerif: Buhârî, Megâzi 11)
Âyet-i Kerime ve Hadis-i Şerif örneklerini çok daha arttırmak mümkün. Ancak bunlardan hiçbir yoruma mahal bırakmayan birkaçını buraya aldım. Herşey ayan-beyan ortada. Bırakınız insanın kendisini ve başkalarını öldürmesini, buna niyet edilmesinin dahi İslâm’da yeri yok. "Ebedi Cehennemlikler" hükmü altına alınmış bu gibi kişiler.
Peki, bütün bu hükümler ortadayken neden bu zâlimlikler? Çünkü dînî inanışlar yok olmuş, İnsanî ve vicdanî duygular kararmış; ırkî hırslar, dînî hükümlerin önüne geçmiş.
"Duâ ve ibadet olmasaydı, ben çoktan çıldırırdım" diyor Mahatma Gandhi.
"Mutedil, kuvvetli bir inanca sahip olan dindar bir şahıs, sinirlerini, kötülük yapma hislerini sağlam bir zırhla muhafaza etmektedir" diyor, Mazhar Osman.
Bunları idrak edebildiği gün insanlık, karanlıklar gündüzler gibi aydınlık, gündüzler de cennet bahçeleri gibi mutlu ve huzurlu olacaktır.
NEDİR İSTENEN BU MAZLUM MİLLETTEN
Doğu ile Batı’yı birleştiren, Asya ile Avrupa’yı buluşturan bir köprü durumundaki ülkemiz, konumu itibariyle dünya coğrafyasının en önemli noktasında bulunuyor. Karadeniz’den Akdeniz’e, Ege’ye ve okyanuslara açılan iki kapıdır İstanbul ve Çanakkale boğazları. Ne ticaret gemileri işler, ne de uçak gemileri geçer bu kapılar açılmadan. Petrol rezervleri yönünden dünyanın en zengin bölgeleri olan Ortadoğu ve Ortaasya ülkeleriyle din bağımız, kan bağımız, kültür bağımız var. Üç tarafı denizlerle çevrili; suları gür ve berrak akan nehirlerimiz, bereketli topraklarımız, güneşi ve karı üzerinden dört mevsim eksik olmayan denizlerimiz-dağları- mız, gittikçe büyüyen yatırımlarımız ve en önemlisi vatanına-milletine, Kur’anina-Eza- nına, Devletine-Bayrağına âşık insanımız var. Birliği-Beraberliği bozulmazsa eğer, dünyanın en güçlü devletleri arasındaki yerini alacak. İşte bunu gören şer güçler hiç boş durmadılar bugüne kadar ve bugün de durmuyorlar. Dün, kardeşi kardeşe kırdırmanın sinsi planlarıyla askerimizi-polisimizi, öğretme- nimizi-imamımızı, ihtiyar ninelerimizi-dede- lerimizi, kundaktaki çocuklarımızı şehit ettiler; köylerimizi yatktılar, bir lokma ekmek peşinde koşan insanlarımızın iş yerlerini harabeye çevirdiler. Okulda okuyan masumları, hastanede derman bekleyen çaresizleri kurşuna dizdiler. Tam otuzbeşbin canı, candan kopardılar, ama yine birliğimizi bozamadılar, cennet vatanımızın bir karış toprağını parçalayamadılar. Kıyamete kadar da bozamazlar ve parçalayamazlar.
DUR VE DÜŞÜN!..
Bu satırları okuyunca dur ve bu toprakların nasıl vatanlaştırıldığını, bu Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu düşün. Tüylerin diken diken olsun, kalbin küt küt atsın, beynin zonklasın.
İstiklal Marşı şairimiz Mehmed Akif ER- SOY’un,
"Enbiyâ yurdu bu toprak, şühedâ burcu bu yer,
Bir yıkık türbesinin üstünde, Mevlâ titrer"
dizeleriyle kudsiyyetini çok güzel ifade ettiği bu mübarek vatanının dirliğini, milletinin birliğini bozmak isteyenlere fırsat verme.
Bu kutsal topraklar üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sahip çık. Din, vatan ve millet aleyhtarı çeşitli ırkf mülâhazalarla birliğine gözdiken bozgunculara; çeşitli mezhep ve dînî mülâhazalarla arana fitne salmak isteyen fitnecilere yüz verme. Silahlı terör eylemleriyle vatanını parçalamak isteyenlere, veya her fırsatta dînî ve millî birliğine saldıranlara, veya kendilerinden başka kimseyi düşünmeden çalıp-çırpıp yurtdışına kaçanlara, ya da kaçamayıp yurtiçinde kalanlara-, fakir-fukara, yetim, tüyü bitmemiş demeden çeşitli hilelerle Devletimizi soyarak ekonomimizi zaafa uğratma gayreti içinde olanlara karşı uyanık ol. Hatta senin ödediğin elektrik, su parasını ödemeyerek kaçak kullananlara mâni ol. "Büyük soygunların yanında bunların lafı mı olur ?" dü- şencesinde olma. Unutma ki, küçük hırsızlıklar, büyük hırsızlıklara açılan kapıdır. Bu vatan senin, bu devlet senin, bu millet senin, bu bayrak senin. Eğer sen sahip çıkarsan sen vatansız, devletsiz, milletsiz, bayraksız, Kur’an’sız, ezansız kalmayacaksın. Yüce Allah hiç kimseyi vatansız, devletsiz, milletsiz, bayraksız; Kur’an’sız ve ezansız bırakmasın.
Silahlı, ekonomik ve sözlü her türlü tedhiş ve terörle bu millete ihanet edenler zanne- diyorlarmı ki yaptıklarıyla huzur içinde yaşayacaklar? Bu gibilerin hayatlarına bakınız lütfen! Kimisinin vatan hasreti bir kor gibi yakar gönüllerini de, “Cenazemi vatanımın topraklarına gömün" diye sayıklar durmadan. Kimisinin vicdanları sıkar, kemirir beyinlerini, bedenlerini. Bu mazlum, bu cefakâr, bu vefâkâr milletin bırakınız canına kast etmeyi; milyarlarını, trilyonlarını gasp etmeyi; bir damla kanını akıtanların, bir kuruşunu dahi haksız yiyenlerin sonu hep hüsranla neticelenmiştir ve neticelenecektir.