Makale

BİR AKSİYON İNSANI OLARAK MÜ’MİNİN VASIFLARI

BİR AKSİYON İNSANI OLARAK
MÜ’MİNİN VASIFLARI

Hasan ARAL

Mü’min; Allah’tan başka ilah olmadığına, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Allah’ın kulu ve Resûlu olduğuna inanan, bunu kalp ve dil ile onaylayan kimseye denir. Mü’min kimse bu inancını kelime-i şehadet ile dile getirir.
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tam manasıyla sapıtmıştır”’1 mealindeki ayet-i kerîme mü’minin inanç dünyasını oluşturan temel konuları net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed de meşhur Cibril hadisinde imanı şöyle tarif etmiştir: "İman; Allah’a, meleklerine, kıyamet gününe, peygamberlerine ve öldükten sonra dirilmeye inanmandır."2 Peygamberlere iman, kitaplarına da imanı gerektirdiğinden hadiste kitaplara iman zikredilmemiştir.3
Yüce Allah, son elçisi Hz. Muhammed (s.a.s.)’e vahyettiği son evrensel mesajı Kur’an-ı Kerim’de iman eden kimselerin özelliklerini gayet açık bir şekilde ortaya koymuş, anlayış ve vicdanımıza yol göstermiştir.
Mü’min insanın, inancıyla davranışları arasında bir denge kurarak, çelişkilerden uzak bir iman-ahlâk bütünlüğüne ulaşabilmesi açısından gerekli olan temel özellikler, esasen Kur’an’ın inzal edilişinin de nihai hedefini oluşturmaktadır.
İletişim ve etkileşimin hızla gelişip yaygınlaştığı çağımızda kimlik problemini sorun olmaktan çıkartacak ana kriterler, Kur’an-ı Kerim’de evrensel değerler şeklinde inanan insanın idrakine sunulmuş, iki cihan saadetini amaçlayan mü’minin isteklerine kavuşmasını sağlayacak en sağlıklı ve en doğru istikamet net bir şekilde gösterilmiştir. İman ile ilgili ayetlerin hemen hepsi salih amel ile birlikte zikredilmiş, adeta ayrılmaz birer parça haline getirilmiştir. Demek ki, iman salih ameli, güzel davranışları gerektiriyor. İmanını güzel davranışlarıyla süsleyen insan, böylece inanç-eylem bütünlüğüne ulaşacak, çelişkilerden uzak bir iç huzuru yaşayacak, çevresiyle olan ilişkilerinde dengeyi yakalayabilmek için ihtiyaç duyduğu ruhsal potansiyele ve iç donanımına da sahip olacaktır.
"Mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden -Allah yolunda- harcayan kimselerdir.”’4
“Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar, kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar. Ki onlar Rable- rinin davetine uyarak namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir, kendilerine verdiğimiz rızıktan harcarlar”151
“Mü’min erkeklerle mü’min kadınların da bir kısmı, bir kısmının velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alı- korlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah ve Resulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Çünkü Allah azizdir, hikmet sahibidir.’"61 mealindeki ayet-i kerîmeler, bir aksiyon insanı olarak mü’minin sahip olması gereken vasıfların bir kısmını dile getirmekte, iman- davranış bütünlüğünü önermektedir. Kur’an’ın geneline baktığımızda aynı evrensel mesajları görmemiz mümkündür.
Yüce Allah, bir başka ayet-i kerîmede inanan insanın sahip olması gereken bazı vasıflardan mealen şöyle söz etmektedir: “Gerçek iyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere inanmaktır. Bu kimseler Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere ve hürriyeti elinden alınmışlara sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekat verirler. Antlaşma yaptığında sözünü yerine getirir, sıkıntı hastalık ve savaş zamanlarında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır. Muttakîler ancak onlardır"7
Ayet-i kerîmede açıklanan iyilik, esas itibariyle beş ana başlık altında toplanabilir. Bunlar; iman, muhtaç olanlara yardım ve zekat, namaz kılmak, verilen sözü yerine getirmek, sıkıntı, hastalık ve savaş gibi zor durumlarda sabrederek azim ve ümidini kaybetmemektir.
Bu ayet-i kerîme, mü’minin hayatında İslam dininin kurallarını yaşama açısından onun esasını ve ruhunu içermektedir. Zira, mü’min için imandan sonra yapılması gereken dinî görevler bir araya getirilmiş ideal bir müsliiman profili çizilmiştir. Dolayısıyla ayet-i kerîme, iman, ibadet ve güzel ahlak üçgeninin konu başlıklarını bir araya getirmektedir.t8’
Allah’a iman, insanın çeşitli eşya ve tabiat kuvvetlerine muhtelif değerlere kul-köle olmaktan kurtulup hürriyete ulaştığı, bir tek Ma’budun huzurunda tek saf halinde diğer kimselerle eşitlik makamına yüceldiği ve nihayet her değerin ve her eşyanın üstüne yükseldiği dönüm noktasıdır. Buhrandan nizama, karanlıktan aydınlığa, bataklıktan selamete, ayrılıktan yön birliğine geçişin adıdır.’9’
Allah’a imanın, ahlâkî bir değer olarak insan hayatındaki görüntülerinden biri ise; hırs, cimrilik ve bencillikten uzaklaşıp, nefsin mal sevgisinden kurtulması, zenginlik ve ihtişamın sarhoş ettiği ve Kur’an’ın "Mütrefîn” olarak tanımladığı bir insan olmaktan korunarak Allah yolunda harcamanın imkanlarını, başkalarıyla paylaşmanın huzur ve mutluluğuna ulaşabilmektir. Her türlü yardımlaşma ve dayanışma ile farz bir ibadet olarak yerine getirilen zekat, bu anlamda mü’minin en bariz vasıflarındandır.
Burada İslâm Fıkhı açısından şu değerlendirmeyi belirtmemiz de uygun olacaktır. Zekat farz kılınan bir vergi, sadaka ise gönülden koparılan bir yardımdır. “Birr” adı verilen hayır, ancak ikisinin de yapılmasıyla oluşabilir. Her ikisi de İslâm’ın emirlerindendir. Zekatı vermekle sadakadan kurtulmuş olamayacağımız gibi, sadaka vermekle de zekatı yerine getirmiş olamayız.10
İnsanın madde ve manasıyla, içi ve dışıyla, cismi, ruhu, kalbi, aklı ve gönlü ile Allah’a yöneldiği, imanını söz ve davranış olarak ifade ettiği en önemli ibadet hiç şüphesiz namazdır ki, mü’minin hayatında vazgeçilmez bir prensip olarak yaşanır. Zira, mü’minin dininin direği, miracı ve iki gözünün nuru olan namaz aynı zamanda onu her türlü kötülükten koruyup ahlâkî anlamda inanç-eylem bütünlüğüne ulaştıran en temel ibadettir.
Dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da mü’minin Allah’ın huzurunda olduğunu şeref timsali olan alnını yalnız O’nun önünde eğip yere sürdüğünü ve böylece O’nun azameti karşısında kendi hiçliğini itiraf ettiğini unutmaması, namazı adap ve erkânına olduğu kadar ruhuna da uygun bir şekilde kılmasıdır.""
Verilen sözü tutmak veya yapılan antlaşmayı ihlal etmemek şeklinde tanımlanan vefa, mü’minin bir diğer vasfını oluşturur ki, iyi davranışların ahlakla ilgili sosyal yönünü teşkil eder, kişinin Allah’a ve insanlara karşı verdiği sözleri yerine getirmesi şeklinde ele alındığında; Allah’a iman ve itaat etmek, insanlar arasındaki sözleşmelerin gereklerini yerine getirmek olarak açıklanabilir. Nitekim Cenab-ı Hak mealen: "Ey iman edenler! Yaptığınız sözleşmelerin gereklerini yerine getirin""2’buyurmaktadır.
Ancak insanlar arasındaki sözleşmelerin ve bunlara bağlı kalmanın şartı, sözleşme konusunun hiçbir surette dine aykırı olmamasıdır. Hiç kimse, dinin yasakladığı bir şeyi yapmak hususunda bir başkasıyla sözleşemez.’131 Hırsızlık yapmak, kumar oynamak, cinayet işlemek, zina etmek... gibi, dinin aklın ve vicdanın mahkum ettiği davranışlarda sözleşme yapılamayacağı gibi vefa da aranmaz.
Aile ortamından ticaret hayatına kadar sosyal hayatın hemen her kesiminde yaşanan olumsuzlukların temelinde ahde vefasızlığın izlerini görmek mümkündür.
Verilen sözün gereğini yerine getirmek mü’minin önemli bir vasfını oluştururken bunun tam tersi olan ahde vefasızlık ise münafıklık alametidir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştun “Dört şey vardır ki, kimde bulunursa halis münafık olur. Kimde bunlardan biri bulunursa onu terkedinceye kadar kendisinde münafıklıktan bir parça var demektir. Bu dört şey; emanete ihanet etmek, yalan söylemek, sözünde durmamak, husumet ettiği zaman da haktan ayrılmak- tır1,141
Aile ortamından ticaret hayatına kadar sosyal hayatın hemen her kesiminde yaşanan olumsuzlukların temelinde ahde vefasızlığın izlerini görmek mümkündür. Boşanmaların, ödenmemiş senetlerin, karşılıksız çeklerin, zamanında teslim edilmeyen malların, israfın, bencilliğin, çıkarcılığın, merhametsizliğin, haksızlığın... toplum bünyesinde oluşturduğu yıkımı tamir etmek için, insanın sorumluluk duygusuna sahip olarak Allah’a ve O’nun kullarına karşı verdiği sözlerin gereklerini yerine getirmesi bir mecburiyettir.
Yukarıda mealini verdiğimiz Bakara Sure- si’nini 177. ayeti kerimesi insanların maruz kalabilecekleri üç büyük felakete de dikkat çekmiş bunlara karşı “sabırla mukabele etmek" mü’minin vasfı olarak değerlendirilmiştir. Bunlar sırasıyla; fakirlik, hastalık ve savaş gibi felaketlerdir. İnsan bu çeşit musibetlerle karşılaştığı zaman sabretmek zorundadır ki, bu sabır Allah’a olan iman ve tevekkülünün bir gereğidir. Ancak, fakirliğe, hastalığa, ölüme veya düşmanla savaşa sabır, tembelliği seçip oturmak değil bu felaketlerden meşru yollardan kurtuluş çarelerini aramak, gayretli olmak fakat bu çabayı gösterirken sabırsızlığa düşüp meşru olmayan yollara sapmamaktır."51
Yüce Allah insan için dünya hayatını bir imtihan sahası yapmıştır. “Hiç şüphesiz sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele!””6’ mealindeki ayet-i kerime insanın karşı karşıya bulunduğu imtihanın alanını belirlemektedir.
Sabır-, nefsi arzu ettiği şeylerden men etmek, dinin hoş karşılamadığı şeyleri işlememe konusunda tahammül göstermektir. Mesela; oruçlu iken nefsi cinsel istekleri harere- kete geçirecek duygulardan uzak tutmaktır.17
Sabır-, sıkıntı içerisinde kalmaktır. Nefsin, aklın ve dinin hoş görmediği şeylerden alıkonulmasıdır. Eğer nefis bir musibetten dolayı dizginlenmişse, bu sadece sabır adını alır. Bunun zıddı feryattır. Eğer sabır savaş meydanında ise, bu kahramanlık ve yiğitliktir. Bunun tersi ise, korkaklıktır.18
İnsanın denendiği hususlara karşı takındığı tavır, gösterdiği tepki, içerisinde bulunduğu psiko-sosyal ortam ve sahip olduğu inançlara göre çeşitlilik arzeder. Feryad-ü figan ve isyan ederek karşılayanlar, sabr-u sebat göstererek Allah’tan iyilik ve yardım isteyenler. Kur’an-ı Kerim ikinci grup insanların gerçek huzur ve mutluluğu elde edeceklerini misaller vererek anlatır, mantık ve vicdanımıza yol gösterir.

1- Nisa, 136.
2- Mehmed Vehbi, Sahih-i Buharî, Tam Metin, c.1, sayfa, 95. H. No, 46. Üçdal Neşr, ise, 1993.
3- Mehmed Vehbi, a.g.e., s, 98.
4- En/ö/, 2-4.
5- şûra, 37-38.
6- Tevbe, 71.
7- Bakara, 177.
8- Mehmed Vehbi, Hulâsatu’l-Beyân, c, 1, s, 297. Üçdal Neşr, 1st.
9- ibrı Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Tere B. Karlığa, B. Çet/ner, c, 3, s, 687.
10- ibn Kesir, a.g.e. c, 3, s, 689.
11- Prof. T. Koçyiğit, Prof. I. Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, c, 1, s, 312, DIB. Yay.
12- Maide, 1.
13- Prof. T. Koçyiğic, Prof. i. Cerrahoğlu, a.g.e., s, 313.
14- Buhâri, Sahih, 1/14.
15- Prof. T. Koçyiğit, Prof. I. Cerrahoğlu, a.g.e., 313.
16- Bakara, 155.
17- Mu’cemu’l- Vasit, Arapça Lügat, heyet, “Sbr" maddesi, s, 508.
18- İbn Kesir, a.g.e. c.1, s, 554.