Makale

TÜRK BEZEME SANATI

TÜRK BEZEME SANATI

Dr. İnci Ayan BİROL

Türk Sanat geleneklerinin özünü koru yan, maziden günümüze Türk kültürünün devamı nı sağlayan ve Türk kim liğini çizen gelenekli sa natlarımızı derinlemesi ne incelemek, temelinde yatan felsefeyi ve bunun çizgilere, şekillere yansı masını anlamak ve anlat mak, bir manada kendi mizi anlamak, millî kim liğimizi tanımak ve tanıt maktır. Çünkü bir milletin tarihi yaşa dığı hayattır. Kültürü ise, kendi tarihi içinde yaşarken edinmiş olduğu inanç ve davranış biçimidir. Bu kültür, sahip olduğu gelenekler ile nesilden nesile aktarılır. Gelenekler aynı zamanda ait olduğu milletlerin kimliğini belirler. İşte bu nedenle geleneksel sanatlar, millî kültürümüzün temel taşlarından biridir.
Tarihin sayfalarını geriye çevirerek Türk sanatının mazisine göz atacak olursak, Orta Asya bozkırlarının, önemli Türk kültür merkezlerine vatan olduğunu ve buralarda Türk sanatının ilk meyvelerinin yeşerdiğini görürüz. Türkler’in siyasî tarihleri yanında, kül tür tarihinin de bu bozkırlarda başladı ğı, çeşitli iklim ve coğrafyalarda, fark lı inanç ve medeniyetlerin ışığında gelişe gelişe Anadolu yarımadasına ge lerek Selçuk Osmanlı medeniyetlerine zemin hazırladığı tarihî bir gerçektir. Uzun yıllar komşusu olduğu Sasanî ve Çin medeniyeti ile yakın teması olan Orta Asya Türk devletleri, kendilerine has bir sanat üslubu yakalamışlardır. Büyük Hun İmparatorluğundan günü müze kadar tıpkı bir zincirin halkaları gibi devam eden Türkler’in sanat gele neği, sanat tarihi dünyasında küçüm senmiyecek bir kimliğe ve yere sahip olmuştur.
Bugün küreselleşme gayreti içinde bulunan yeni dünya düzeninde yerini alacak olan Türkiye, bir yandan Avru pa Birliğine girme ve Ortadoğu’da, As ya’da lider ülke olma çabalarını yo ğunlaştırırken, diğer yandan sahip ol duğu zengin kültürünü daha yakından tanımalı, sahip çıkmalı ve korumayı ihmal etmemelidir. Bunun bir yolu da, millî kültürümüzün önemli bir kanadı olan geleneksel sanatlarımı za gösterilecek şuurlu bir ilgi ve hassasiyettir. Ancak bu takdirde, milletimize ve bilhassa yeni kuşak lara, sağlam temeller üzerinde yük selen parlak bir gelecek hazırlamış oluruz. İşte bu beraberliğimizde sizlerle Türk’ün sanat dünyasına girerek, güzellik, aşk. sanat, sanat kar, zanaat, gibi,bazı temel sanat kavramlarına kısaca temas etmek. daha sonra, gelenekli’ sanatlarımı zın önemli bir kısmını teşkil eden ve bizim ilgi alanımız olan, çini tezyini sanatlarından söz açmak is tiyoruz. Bilindiği gibi Sanat, en genel ta nımı ile bir anlatış, bir ifade şekli dir. Anlatılan, sanatkarın iç ve dış dünyasıdır. Başka deyişle sanat, in sanın yaşadığı dünyayı gönül pen ceresinden seyrederken, gördükle rini, hissettiklerini sembollerle dile getirmesidir.Böylece insanın yete nekleri şekillenmiş duygu ve dü sünceleri adeta maddede billurlaşmış olur. Sanatı var eden. besle yen ve olgunlaştı ran, zihinlerdeki fikir ve düşünce, gönüllerdeki aşk ve heyecandır. Sanat eserleri, bunların maddeye yansıması veya bir takım kalıpla ra girerek sekil ve görünüş kazan ması ile meydana gelir.
Bir başka ma nada sanal, insan lığın yoluna ışık tutan, toplumun Yaralarını saran.
insanı insan yapan idealleri, biçim, renk. ses veya kelimeler aracılığı ile estetik düzen içinde çevresine sunan, bir aktivite, bir hizmet veya hizmetten de öte bir ihtiyaçtır.
Atalarımız. "Aşk olmayınca, meşk olmaz" demiş ve işin özünü ne güzel ifade etmişlerdir. Zira gü zellik, aşk ve sanat, birbirini var eden ayrılmaz üç temel kavramdır. Güzelden maksat Aşk’ tır. Aşkın dili ise Sanat’tır. Şair diyor ki:
"Suretin nakşında her kim gör medi nakkaşını,
Vahib i suret anın gözsüz yarat mış başını,"
Fakat bunu.görebilmek, hisse debilmek için gönül gözünün de iştiramı ile gerçek güzeli tanımak
gerekir. Peki gerçek güzel nedir?
Plotînos, kendi fıkir dünyasın
dan, seyrettiği gerçek güzeli şöyle tarif etmiş: "Varlıklar içinde güzel olmayanı hiç birşey yoktur. Zira varlıklann her "zerresi, "mutlak var lığın nurundan bir parıltıdır. Şu
halde herşey.birbirinden az ya da çok güzeldir’1’
(1078 1166) Yıllarında yaşa yan İslâm mutasavvıfı Abdülkadir Geylani ise çirkinlik hakkındaki düşüncelerini ortaya koyarak güze li şöyle anlatmıştır: "Dünyada çir kinlik yoktur. Çirkinlik, o hüsn i bimisâlin, kemâlini aşikâr eden bir güzelliktir." yani "Yeryüzünde çir kin yoktur. Sizin çirkin dediğiniz, emsali olmayan o ilâhi güzelliğin mükemmelliğini ortaya çıkaran gü zelliktir" bu da bize, her değerin ancak zıtları ile var olabileceğini bir kere daha hatırlatmış oluyor.
İşte bu güzele duyulan sevgi ve hayranlığın dili, sanattır. Seyre dal dığı bu güzelliğin gönlüne düşen aşk, sahip olduğu üstün yetenek ve zeka ile eserinde anlatan kişiye ise sanatkâr denir. Demek ki sanatkar, yaratılmışı keşfederek üstün idrak ve yeteneklerinin sınırlan içinde yorumlayan ve bunu eserinde yan sıtan kişidir.
Çok zaman halk arasında karış tırılan ve birbiri ile yanş halinde olan iki kavram daha vardır. Bun lardan biri sanat, diğeri ise zanaat tır. Zanaat, son şeklini almış bir ta sarımın ustalıkla yerine işlenmesi veya uygulanmasıdır. Bu işi yapa na zanaatkar veya zanaat erbabı denir. Bilhassa el sanatlarında zana atın payı inkar edilemez. Sanat ala nında yaratıcılık ne kadar önemli ise, zanaatta da işçilik, tecrübe ve el becerisi o kadar önemlidir.
Bunu gösterebilmek için gele neksel kitap sanatlarından tezhibi ele alalım. Tezhip sanatını kısaca tanıttıktan sonra bazı örnekler üzerinde duralım.
Tezhip
Bezeme sanatının kağıt üzerin deki uygulamasıdır ve eski kitap sanatlannda yazıyı süsleme maksa dıyla kullanılmıştır. Adını, en önemli malzemesi olan altından almıştır. Tezhip kelimesi. Arapça altın demek olan, Zehep kökünden türemiş olup. ’altınlamak’ .anlamı ma gelir. Fakat tezhip sanatında altın ile birlikte kullanılan,’ geçmişte toprak boyalardan, şirndi ise hazır boyalardan elde ettiğimiz, bedahşi lacivert (lapislazûli). Türk alı, aşı boyası, Türk mavisi’ (turkuaz), li mon küfü gibi klasik renkler de
Tezhipli eserlere müzehhep eser tezhip yapana da müzehhip denir. Tezhip sanatı, geçmiş devir lerde. daha çok yazı ile birlikte kul lanılmış ve hat sanatının elbisesi, süsü olarak bu sanat dalının yanı başında yer almıştır. Fakat bugün tezhib, ebru veya dokulu kağıtlar üzerine işlenerek başlı başına deko
ratif bir sanat halinde, duvarlarmı zı süslemektedir. Kîtap sanâtlarında en yoğun tezhiplere dini yazmalarda rastla nır. Bunun yanında edebî eser olan divanlarda, padişaha sunulacak il mî yazmalarda da yoğun tezhibe rastlanır. Bilhassa mushafların zahriye veya serlevha sayfalarında, bir hilye i şerif üzerinde işlenmiş yoğun tezhipler, sanatın yanında zanaatın da ne kadar önemli oldu ğunu göstermektedir.
Böylece tezhipden örnekler göstererek Tezyini sanatlarımıza da girmiş olduk. "Tezyinat kelime si" pekçok dekoratif sanatı içine alan, bir terimdir. "Tezyin", Arap ça ziynet kelimesinden türemiş olup, "süs" manasına gelir. "Tezyina" bunun çoğulu yani "süsle meler" demektir. Tezyini sanatlara günümüzde süsleme veya bezeme sanatları da denir. Cild, tezhip, hat, minyatür, kat’ı gibi kitap sanatlarını, taş, metal ve ahşap oymaları, sedefkârlık, çini, kalem işi, revzen, tekstil ve dokuma gibi dekoratif sanalları içine alan geniş bir uygulama alanı vardır.
Bütün bu sanat dallarında motif ve desen bilgileri aynı esaslara da yanır. Sadece desenin ııygulanaca ğı yere, kullanılacağı teknik ve malzemeye göre ayrıntılarda bazı farklılıklar gösterirler. Mesela de sen tasarlanırken çizilecek desenin çeşidi, yoğunluğu, motifleri, büyüklüğü ve renklerinin seçimi, işle neceği yüzeyin şekline, büyüklüğü ne, yapıldığı maddeye, kullanılacak tekniğe göre yapılır. Onun için Türk tezyini sanatlarında kalıp usu lü kullanılmamış, bezenecek her yüzeye uygun yeni bir desen çizilmiştir.
Gene bir çini panodaki hatayı motifi, tezhip edilecek desendeki hatayiye göre çok daha büyük ve
ayrıntılıdır. Taş üzerine oyulacak desenin motifleri de iridir. Fakat sert zemine işleneceği için daha sa de görünüşlü olmalıdır. Hatta sadece tezhib sanatı için çizilecek de senlerdeki motiflerin boyutu bile, işlemede kullanılacak tekniklere göre değişir. Halkar tekniğinde da ha iri ve ayrıntılı, zemini boyalı klasik tezhibde, zer ender zer veya çift tahrir (havalı) tekniğinde çok sade ve küçük motifler kullanılır. Renk seçiminde ise, taş. ahşap, fil dişi ve deri üzerine işlenen desenler için zeminin doğal yapısına uygun renkler ve altın tercih edilir. Tez hiple, çinide ise bulunduğu yüzyıla göre değişen. Türk sanatının klasik renk zevki dikkate alınır. İste bu nun gibi pekçok ince ayrıntılar, Türk sanatının gözü, gönlü dinlen diren ihtişamlı zevkini, estetiğini ortaya koyan önemli hususlardır.
Şimdi Türk sanatı ve diğer bir çok Doğu sanatlarının özünü teşkil eden bir başka konuya geçelim, üs luplaştırma: Minyatür ve bezeme lerde kullanılan bütün figür veya motiflerin çıkışları, çizilişleri, bu esasa dayanır. Klasik ismiyle, "üsluplaştırma veya üslup çek mek", batı dillerindeki adı ile "sti lizasyon" veya başka bir deyiş ile soyutlaştırma" denilen bu çizim şekli, şöyle tarif edilebilir: "Sa natkarın modelini kopya etme den, sadece ana çizgilerini koru varak. onu kendi istek ve düşün celeri doğrultusunda, göstermek istediği şekilde çizmesidir. "Üs luplaştınlmıs bir nesnede, hem modelin kimliği, hem de sanatkâ rın yorumu birlikte seyredilir.
Sanat dünyasında önemli bir yeri olan bu sanat anlayışında gölgenin yerini tarama almış, per spektif kısmen kullanılmıştır. Hatta minyatürde vurgulanmak istenen nesne veya fikirin dikkat’ çekmesi için, renk ve tasarım ile gerçek dışı yorumlara bile yer vc rilmiştir." Üsluplaştırmada bilhassa çizginin jfade gücü ve ahengi başlı başına incelenmesi gereken önemli bir noktadır. Hatta burada renk, çizgiye yardımcı olan, destek veren bir unsurdur. Kalın ince, koyu, açık, sert, yumuşak,çizgilerle çizi len üslüplaştırılmış motifler ve bu motiflerden meydana gelen desen ler dile gelerek. pek çok şey anla tır. Kendini ilgiyle seyredene, ade la sânatkarın iç dünyasını, karakte rini üslubunu ve o çizgiyi çizer kenki halini fısıldar. Çizginin bu tılsımlı gücü. hüsn ü hat sanatında hassas bir ölçü ve ahenk ile yazıl mış istiflerde de seyredilir.
Kıymetli Hocamız Prof Dr. A. Sü heyl Ünver (1898 1986) bu konu ile il gili görüşünü söyle dile getirirdi; "Türk tezyinatı göz musikisidir, onun da nota sı vardır. Bu notaları bilmiyen göz ba kar, fakat eseri okuyamaz ve anlaya maz."
Picasso ise, hat sanatı ile ilk tanıştığı zaman manayı anlamamasına rağmen, çizgilerdeki ahenge hayran kalmış ve ’Benim resimde varmak istediğim yere, İslâm yazısı çoktan gelmiş’ demiştir.3’
Mimar Turgut Cansever Hoca nın 1997 (Ocak) yılında dinlediğim bir konuşmasından şu sözleri not etmişim. "Biçimler ifadedir, açık lamadır. Posmodernizmin içine düştüğü mesele bu ikilemin bir ka nadına önem verip diğer kanadını ihmal etmesidir. Halbuki biçimler, anlatmak istedikleri mana ile bir bütün olduğu zaman insanlığa hizmet verir, işlev kazanır. İslâm mimarisinde bu bütünlük kurulmuş tur."3
Klasik Türk tezyini sanatlarının genel olarak iki önemli ortak konu su vardır. Desende temel unsur olan motifleri, çıkış kaynağı, tarihi gelişimi, çizim tekniği, özellikleri, desen içinde kullanılış şekli ve çeşitleri ile iyi tanımak, desen tasarımında atılacak ilk önemli adımdır. Bundan sonra ikinci önemli adım, klasik Türk bezeme sanatlarında desen bilgisidir.

Değerli hocam
Rikkat Kunt (1903 1986); "Desen sanatın namusudur." derdi.
Rikkat Hanım bu sözü ile, tezyini sanatlarda desen tasarımının önemini, veciz bir şe kil ile vurgulamakla kalmıyor, aynı za manda gereken titizli ği göstermeyip, ema net veya devşirme desenler ile eser veren lere de seslenerek, "Bezeme sanatı, kop yadan ibaret değildir. Bütün klasik sanatlar da olduğu gibi, kendi kuralları içinde yeni düşünce ve terkiplere açık bir sanattır" de mek istiyordu. 20. Yüzyılın değerli müzehhip ve hocalarından Muhsin Demironat (1907 1983) ise, desen çizimini anlatır ken: "Kompozisyon hazırlamayı nasıl öğreneceğiz dersek, bunun iki yolu vardır:
1 Motif bilgisi ve desen çizme tekniğini iyi bir ustadan öğrenmek,
2 Göz eğitimi için çok görmek, el eğitimi için çok çizmek. Her ne kadar sanatta kabiliyet ve azim ön planda gelirse de, kendi kendine yetişmek ile bir üstad gö rerek yetişmek arasında, çok büyük fark vardır." derdi. Bu tavsiyeler atalarımızın, "Üstadsız sanat ha ramdır." sözünü de doğrulamış olu yor. 21. Yüzyılın üslupları araştırılırken dikkat edilecek başka bir ko nu da sudur: Gelenekli sanatlarda desenler, kendi üslupları içinde iki önemli özellik taşırlar.
1 Milli üslûbu koruyan, birleş tirici ortak özellikler, ki bunların korunması şarttır. Çünkü bunlar, gelenek haline gelmiş kalıcı özelliklerdir. Meselâ Türk sanatının her dalında çok belirgin bîr Özellik olan eserin dışını sade bırakıp içini daha yoğun süslemek arzusu, sanatta veciz ifade üslûbunun tercih edilmesi, aynı zamanda Türk’ün, dünyaya bakışını ve hayat görüşü .’ nü de göstermektedir.
Günümüzde gösteriş meraklısı zihniyetin tutsağı olan bazı kesimler, maalesef atalarının sanatla ifa de ettikleri bu inceliği anlamak ve taktir etmek söyle dursun, tenkit konusu yapmaktadır. Halbuki sade lik içinde, az malzeme ite seyircisi ni cezbedebilmek ve eserinde ger çek güzelliği yansıtmak, başarılma sı daha zor bir iş değil midir? Nite kim atalarımız Türk sanatını tarif ederken: "Dışta sadelik; İçte ihtişam. İşte Türk sanatı." diyerek bü tün bu gerçekler gene Türk üslubu olan veciz bir dille anlatmışlardır.
2 İkinci grup özellik ise ait olduğu sanat dalını zenginleştiren ta sarım hacmini genişleten üsluplar arasındaki farklılıkları belirleyen ayırıcı özelliklerdir. Bu özellikler
Kısaca Türk kültür tari hinin akışı içinde tezyini sanatkarın göz kamaştıran gelişmelerinde dikkat çeken en önemli taraf, desen ve renk tasarımlarında yaka lanmış olan estetik olgun luk ve millî ruhdur.
Sonuç olarak sanat, şüphesiz yaşayan dinamik bir varlıktır. Hayatın akısı için de bulunduğu zamana ve mekâna bağlı olarak devam ederken, değişmelere uğrar. Zira yeni arayışların yapıl ması, duygu ve düşüncele rin yeni üsluplar ve kalıplarda ifade bulması, kısaca değişim, insanlarda doğuş tan var olan bir ihtiyaçtır. Bunun için en uygun alan. moda ve sanattır. Bu arada klasikler arasına katılan, evrenselleşmiş eserler de pek çoktur. Her devirde insanla rın takdirini kazanan bu klasik eserler, aynı zaman da sahibini de ölümsüzleş tirmiştir. Bunlara duyulan hayranlık hiç tükenmez. Hatta bunları kopya yapa bilmek bile bir yetenek, eği tim ve bilgi ister.
Voltaire bu konuda şöyle demektedir: "Sanat bir dereceye iner ki. klasiği kopya bile edilemez. Onun için kopya bir küçüklük, bir zûl görülür. Keşke buna muktedir olsalardı."3’
Fakat kopya çalışmak her ne ka dar başarılı ve faydalı olursa olsun kopya ile yetinmek, sanatta bir amaç olmamalıdır. Sadece kopya veya taklitlerle sürdürülen sanal çalışmalarının ortaya çıkardığı eserler, o sanatı gelecek yüzyıllara taşıya ,
Maz Şüphesiz sanatta belli bir yere; gelmek, açılmamış kapıları açmak için sağlam ve güvenli bir zeminde bulunmak gerekir. Bizler, de.21. yüzyılın yeni üsluplarını ararken, sanatın milli özelliklerini gelenek lerini göz ardı etmemeliyiz. Zira, sanat evrenseldir. Fakat sanatkârın millî bir kimliği vardır ve bu kimlik mutlaka eserlerine yansır. Mesela modem resmin babası Picasso’nun evrensel olmuş sanatında İspanyol kültüründen izler görülür. Gene müzik dünyasında ün yapmış. Finlile rin milli kahramanı Si bellius, bu şöhretini va tan sevgisi ve özgürlük için bestelediği eserleri ile kazanmıştır. Mimar lık tarihinde dünyaca bir deha kabul edilen Mimar Sinan’ın eserle rinde akıl almaz bir us talıkla kullandığı kub be, inancının odak nok tası olan tevhid şevkinin maddeye yansıması değil de nedir?
Daha pek çok ör nekte görüldüğü gibi, milli olmayan bir sanal, milletlerarası değere de sahip olamaz. Kısaca sanatta evrenselliği ya kalamak. üstün yetenek yanında şahsî, millî ve yöresel kimliğin güçlü olmasıyla mümkündür. Büyük Atatürk’ün 1923 de söylediği şu sözü ile son vermek istiyorum. Milli benliğini bulma yan milletler, başka milletlerin şikarıdır yani avıdır.