Makale

YOKSULLUKLA MÜCADELE VE GÜÇSÜZLERİ, KİMSESİZLERİ KORUYUP GÖZETMEK İNFAKIN ODAK KİTLESİ: FAKİRLER

YOKSULLUKLA MÜCADELE VE GÜÇSÜZLERİ, KİMSESİZLERİ KORUYUP GÖZETMEK
İNFAKIN ODAK KİTLESİ:
FAKİRLER

Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Toplumun sağlıklı bir yapıya sahip olmasının temel şartlarından biri de fakir ve muhtaçların korunup gözetilmesidir. Modem devlet anlayışının temel ilkelerinden biri de yoksullukla mücadeledir. Bir yandan Kur’an, bir yandan Hz. Peygamber, toplum içinde fakir ve muhtaç kimse kalmaması için önemli atılımlar yapmış, Müslümanları bu konuda özendirmiştir. Özellikle zekat ve ganimetler konusunda getirilen düzenlemelerle konu kurumsallaşmıştır.
Şimdi, fakirlerin korunup gözetilmesi yönünde İslâm’ın yaklaşımını gözler önüne serecek bâzı örnekler sunmak istiyoruz,
a) İnfakın Mekke Boyutu
Müslümanların çeşitli baskı ve işkencelere marüz kaldığı Mekke döneminde, bir yandan fakirlerin elinden tutulmasını emreden, bir yandan da cimrilik edip fakirleri gözetmeyen, onları hor görenleri tehdit eden ayetler iniyordu. “Kim (elinde bulunandan) verir, Allah’a karşı gelmekten sakınır ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) tasdik ederse, biz onu en kolay olana kolayca iletiriz.”1 ayetini bu konuda bir örnek olarak zikredebiliriz. Bir başka örnek de cehennemliklerin, orada bulunuşlarının sebebini kendi ifadeleri ile dile getiren şu ayetlerdir: “Biz namazımızı kılmıyorduk, yoksulu da doyurmuyorduk.”2’
b) İnfakın Medine Boyutu Medine’ye Hicretten sonra Hz. Peygamber, Ensar ile Muhacirleri kardeş yaparak, maddeten güçsüz olan muhacirleri ekonomik koruma altına almıştır. Bu öylesine etkili bir uygulama oldu ki, Ensar, kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, Muhacir kardeşlerinin ihtiyacını gidermeyi ilk görev sayıyorlar, onları kendilerine tercih ediyorlardı. Önceden gelip Medine’de yerleşmiş olan Muhacirler de sonradan gelenlere böyle davranıyorlardı. Şu âyet bu örnek olayı canlı bir tablo olarak gözler önüne sermektedir: “Onlardan, (Muhacirlerden) önce O yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve îmânı da gönüllerine yerleştirilmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”3
Hz. Peygamber’in, geçmiş ümmetlerden birine mensup bir kişinin sadaka vermesi ile ilgili olarak verdiği haber gerçekten ilginçtir: "Bir adam ’bu gece sadaka vereceğim’ dedi ve gidip sadakasını bir fahişeye verdi. Halk, Bıı gece bir fahişeye sadaka verildi’ diye dedikodu etti. Sadaka veren adam ise, ’Allah’ım! Fahişeye verdiğim sadakadan dolayı sana hamd olsun. Bu gece de bir sadaka vereceğim dedi ve gidip sadakayı bir zengine verdi. Bu sefer de, Bir zengine sadaka verildi’ diye dedikodu ettiler. Adam, ’Allah’ını! Zengine verdiğim sadakadan dolayı sana hamd olsun. Bu gece de sadaka vereceğim’ dedi ve gidip sadakayı bir hırsıza verdi. Yine, ‘Hırsıza sadaka verildi’ diye dedikodu yaptılar. Adam, ’Allah’ım! Hırsıza verdiğim sadakadan dolayı sana hamd olsun" dedi. Kendisine şöyle denildi.’Verdiğin sadakalar kabul edildi. Zira, belki verdiğin sadakalar sayesinde o fahişe fuhuştan vazgeçecek, belki o zengin senden ibret alacak ve Allah’ın kendisine. verdiği maldan infak edecek, belki de o hırsız hırsızlıktan vazgeçecek."
Hz. Peygamber’in müminleri teşvik etmek için anlattığı bu olay, İslâm’ın infak eylemine nasıl bir sosyal fonksiyon yüklediğini açıkça gözler önüne sermektedir. Pek çok günahın, suçun, fakirlik sebebi ile işlendiği hatırlanacak olursa bu noktada infakın (zekat ve sadakaların) önemi daha çok anlaşılacaktır. Hz. Peygamberin, toplum dışına itilmeye layık görülen, aşağılanan kesimlerin ne derece toplumun himayesine ve şefkatine muhtaç olduğunu nasıl vurguladığım da gözden kaçırmamak gerekir.
Yalın ayak, çıplak, alaca çizgili elbiseler giyinmiş, belleri kılıçlı Mudar kabilesine mensup bir grup Resûlüllah’ın yanma geldi. Bunların fakir hallerini görünce Resûlüllah’ın yüzünün rengi değişti. İçeri girip çıktıktan sonra Bilal-i Habeşi’ye ezan okumasını ve kamet getirmesini emretti (ve namaz kılındı). Namazdan sonra cemaata hitap etti. Akrabalık bağlarının koparılmasını yasaklayan Nisa 1. ayeti ile maldan infak etmeyi, fakirleri gözetmeyi emreden Haşr 18. âyetini okuduktan sonra şöyle devam etti:
"Miimin, dinarından, dirheminden, elbisesinden, buğdayından, hurmasından-yarım hurma bile olsa- sadaka vermelidir."
Bunun üzerine Ensardan bir adam avucuna sığmayacak büyüklükte bir kese (para) getirdi. Ondan sonra herkes birbiri ardından yiyecek-giyecek getirdi. İki küme yiye- cek-giyecek birikti. Hz. Peygamber memnuniyetini belirtmek üzere İâ ilâhe illallah’ dedi ve şöyle ekledi: "Kim Islâm’da güzel bir çığır açarsa, onun ve onunla amel edenlerin mükâfatı -amel ederılerinkin- den hiçbir şey eksilnıeksizin- kendisine verilir. Kim de İslam’da kötü bir çığır açarsa, o çığırın ve onunla amel edenlerin günahı -amel edenleri/ikinden bir şey eksilmeksizin kendisine ait olur. "5
c) İnfakın “Felsefe"si:
Mülk Allah’ındır, insanlar mülkün mutasarrıfıdırlar. Yâni mülk üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine sahiptirler. İşte infakın temelinde yatan temel felsefe budur. Mülkün sahibi (Allah), tasarrufta bulunana (kula), tasarrufu altındaki malda fakirlerin de tasarruf yetkilerinin bulunduğunu bildirmiş, onlara bu imkanın sağlanmasını kendisine emretmiştir. İşte “eli geniş” olanların, fakirlere de bu imkanı sağlaması işlemine Kur’an dili ile “infak” diyoruz. Şu halde infak aslında sadece bir “ihsan” (iyilik) değil, aynı zamanda bir görevdir. Görevi yerine getiren kimse ise karşılığını görevi verenden alır. Burada görevi veren Allah’tır. İnfak görevini yerine getiren de mükafatını O’ndan bekleyecektir. Allah’ın yüklediği görevlerin mükafatı ise O’nun rızasıdır.
Müminin asıl hedefi de bu mükafatı kazanmaktır. Bundan dolayı, insan ruhunun derinliklerinde yatan “beğenilme”, “takdir edilme” ihtiyacı, kulluk görevleri noktasında pasif konumdandır. (Riyadan kaçınma) Bu konumun kazanılması için Kur’an ona yol da göstermektedir: “Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızın bir kısınma da kefaret olur.”"" Bu yol göstermenin müminleri nasıl etkilediğini yine bizzat Kur’an canlı bir tablo olarak gözler önüne sermektedir: “Onlar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar. Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Yedirdikleri kimselere şöyle derler:) “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz.’’7
“Esasen zengin insan, maddi ihtiyaçlarını tatminde doyum noktasına gelmiştir. Bundan böyle ilave tüketim harcamalarının, “azalan fayda kanunu” kanunu gereğince marjinal faydası süratle azalacak. Sıfıra inecek, hatta negatife dönüşebilecektir. Bu durum, insanları bunalıma götürür ve behimi arzularının tatmini cihetinde gayri ahlaki yollara saptırır, azdırır. İyi bir müslüman esasen bu noktaya inmez. Çünkü tüketimini, doygunluk noktası olan sıfıra inmeden, ahlâkî mülâhazalarla (israftan kaçınma) esasen frenlemiştir. Lüks ve gösteriş harcamasına yönelmediği için Müslüman insan, gayri meşru yollara yönelmemiştir. Buna rağmen şahsî tüketiminin marjinal faydası azalmaya başlayınca sosyal harcamalara (sosyal yardım) yönelirse, bu alanda azalan fayda kanunu işlemez. Sosyal harcamalar çoğaldıkça sağladığı manevî tatmin duygusu artar. Zira o kimse Allah’ın rızasını sağlama inancı için- dedir.”"8
e) Fakirlerin Toplumsal Statüsü:
Allah katında, İnsanlar arasındaki değer ölçüsü takvadır. Zengin, sırf zengin olduğu için özel bir itibar kazanmaz. Takvalı bir fakir, bu nitelikte olmayan zenginden üstündür. İşte Kur’an bu ölçüyü Hz. Peygamber’in şahsında toplumsal hayata şöyle indirgemektedir: “Rab- lerinin rızasını isteyerek sabah akşam Ona dua edenleri yanından kovma.Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun.”9’ Hz. Peygamber ve müminler bu uyarıyı aldılar, çünkü, sosyal statüleri ve zenginliklerinin verdiği bir gururla, îmâna yanaşmayanlar, îmân eden fakir ve güçsüz kimseler için, “Allah aramızdan şu adanılan mı îmân nimetine layık gördü?”"" diyerek onları aşağılıyorlardı. Benzer bir uyarı da şu âyet ile gelmişti: “Sakın isteyeni azarlama.” Kısaca İslâm, bir yandan fakirin ekonomik durumunun düzelmesi için gerekli önlemleri alırken, diğer yandan da onu toplum içinde itibarlı bir konuma getirmekte, dolayısıyla "insan malı ve gücünden dolayı değil, sırf insan olduğu için değerlidir" ilkesini getirmiş olmaktadır.
5. TOPLUMUN KORUNMAYA MUHTAÇ DİĞER KESİMLERİ
İnfakın temel hedef kitlesinin fakirler olduğunu söylemiş ve diğerlerinin sonuç olarak fakir kavramı içinde yer aldığım eklemiştik. Burada, özel konumları dolayısıyla yetimler, güçsüzler ve yaşlılardan ayrıca söz etmeyi yararlı görüyoruz. Çünkü bu üç grup fakir olmaları halinde maddi destek görecekler arasında yer almakla birlikte, zengin olmaları halinde bile özel bir ilgiye, korumaya ve manevî desteğe muhtaçtırlar.
a) Yetimler
Her toplumda korumaya muhtaç olan kesimlerin başında yetimler gelmektedir. Çünkü bunlar en yakın koruyucularını yitirmişlerdir, bu sebeple de genellikle maddî ihtiyaç içindedirler. Çalışıp hayatlarını kazanacak imkanları da bulunmamaktadır: Özellikle savaş durumlarında çok sayıda çocuk yetim kalır. Bir hayat kitabı olan Kuran’ın, bu toplumsal gerçeği görmezlikten gelmiş olması düşünülemez. Mâûn Sûresinde, ahireti inkâr eden bir kimsenin nitelikleri arasında yetime kötü davranmanın zikredilmesi, İslam’ın yetime bakış açısını ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir: “Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir.”"12 Yine Fecr Sûresi’nde cehennemlikler, fakirleri ve yetimleri doyurmaya, böylece topluma hizmete yanaşmamakla suçlanmaktadırlar: “Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksulu yedirmek konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Malı da çok seviyorsunuz.”13
Hz. Peygamber (s.a.s.) de yetim olarak doğmuştu. O, yetimliğin günlerini bizzat Allah’ın korumasında geçirmişti. Yüce Allah da Re- sûlüne, yetimliğinde gördüğü bu koruma ve yardımı hatırlatarak, kendisinin de yetimlere aynı şekilde davranmasını emretmektedir:
“(Rabbin) seni yetim bulup ta barındırmadı mı? Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi? Seni ihtiyaç halinde bulup da zengin etmedi mi? Öyle ise sakın yetimi ezme.”14
Kur’an terbiyesi ile yetişen Allah Resulü, yetimler konusunda aldığı bu emri, şahadet parmağı ile işaret parmağını açıp göstererek, "Ben ve yetimi koruyup gözeten kimse cennette şöyleyiz"" ’ sözleri ile uygulama alanına taşımıştır. Yetimlerin himayesi konusunda daha pek çok hadis bulunmakta- dır.’16’
Yetimlerle ilgili önemli bir konu da onların mallarına karşı takınılacak tavır konusudur.Zira genel olarak yetim denince akla her bakımdan korumaya muhtaç yetimler gelirse de durum her zaman böyle olmamakta, bazen yetimin ekonomik durumu iyi olmaktadır. Bu durumda onun malının da korunması söz konusudur.
İslâm’dan önce Arap toplumun- da yetimler itilip kakıldığı gibi, çeşitli yollarla onların mallarına da sahip olmaya çalışılırdı. Bu konuda genellikle yetimlerle evlenme ya da onları kendi çocuklarıyla evlendirme yöntemine baş vurulurdu. Kur’an bu haksız uygulamaya son verecek düzenlemeyi yaptı: “Yetimlerin inallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zâten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme (girecekler dir.”"17 “Rüşdüne erinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın18
Bu ayetlerin inmesi üzerine müslümanlar, himayelerindeki yetimlerin malları konusunda çok hassas davranmaya, mallarının kendi mallarına karışmamasına özen göstermeye başladılar. Hatta bazıları, evlerinde barındırdıkları yetimlerin yiyeceklerini ayırdılar ve onlara ayrı bir barınak açtılar. Zihinlerde oluşan tereddütleri gidermek üzere Hz. Peygamber’e sorular yönelttiler. Bunun üzerine şu âyet indi:
“Bir de sana yetimleri soruyorlar. De ki onların durumlarını düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışır (birlikte yaşar)sanız, sakıncası yok. Onlar da sizin kardeşlerinizdir. Allah bozguncuyu, yapıcı olandan ayırır.”19
İşte Kur’an’m yaptığı bu uyarılar, müslümanlar arasında, yetimlere ayrı bir yer oluşturdu. "Yetim hakkı", "kul hakkı" kavramları hep ön planda tutuldu. Ne yazık dini ve ahlaki duyarlılığın azalması sonucu bu konuda büyük boşluklar yaşandığına şâhit olmaktayız.
Ülkemizde yaşanan sosyal değişim ve ekonomik sıkıntılar, çocuklar konusunda ağır problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Yaşanan iç göçler ve maddi sebepler bir çok çocuğu beslenme, eğitim ve barınmak problemi ile karşı karşıya bırakmıştır. Onbinlerce çocuğun sokaklarda yaşıyor olması bu toplumun kanayan yaralarından biridir. Çocuk Esirgeme Kurumu gibi kurumlar bu problemin üstesinden gelmek için asla yeterli değildir. Ancak toplumun şuurlu ve planlı bir sahip çıkma hareketi konunun üstesinden gelme şansını sağlayacaktır.
b) Güçsüzler ve Yaşlılar
“Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendi.r”20 âyeti insan bedeninin, hayat süresi içinde uğradığı iniş çıkışları ifâde etmektedir. Doğumla birlikte getirilen fiziki zayıflık hali, annenin, yakın koruması sayesinde telafi edilmektedir. Fakat, ömrün sonlarına doğru yaşanan zaaf, insanın gerçek güçsüzlük dönemini oluşturmaktadır. Zira artık anne-baba koruması ve şefkati sona ermiş, insan daha korumasız bir konuma gelmiştir. Bâzı durumlarda yaşlılar, çocuklardan daha fazla ilgiye muhtaç duruma gelebilmektedirler. İnsanın güçsüz düşmesi yalnız yaşlılık sebebiyle olmamaktadır. Hastalık ve benzeri sebepler de kişiyi özel ilgi ve bakıma muhtaç hale getirebilmektedir.
İslâm bu tabii ve sosyal olgu karşısında gerekli önlemleri almıştır. Aşın yaşlılıktan Allah’a sığman Hz. Peygamber,12" bir devlet başkanı olarak güçsüzlerin ve yaşlıların bakımını üstlenmiştir. Bu konudaki bir hadis şöyledir: "Güçsüz ve düşkünleri araştırıp bana getirin, (ihtiyaçlarım karşılayayım). Çünkü siz ancak içinizdeki güçsüzler sayesinde yardım görüyor ve rızıklandırılı- yorsunuz. "22 Sahabelerden biri -İslâm öncesi anlayışın etkisi ile olacak- kendisinden daha güçsüz olanlardan üstün olduğunu düşünüyordu. Bunun üzerine Resûlüllah, "Sizler ancak, içinizdeki güçsüzler sayesinde yardım görüyorsunuz, rı- zıklandırılıyorsunuz"23 buyurdu. Şu hadisler, İslâm’ın yaşlılar ve güçsüzler konusuna ne kadar önem verdiğinin açık bir göstergesidir: "Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir."’24’ “Her hangi bir genç, bir kimseye yaşlı olduğu için ikramda bulunursa, Allah o gence, yaşlılığında kendisine ikramda bulunacak birini nasip eder."’25
Hz. Peygamberin, barınağı ve maddi imkanı olmayan Muhacirleri Medine Mescidi ’nin yanındaki "suffe” adı verilen mekanda iskan edip ihtiyaçlarını karşılaması önemli bir uygulamadır. Güçsüzler ve hastalar, askerî harekâta katılma görevinden de muaf tutulmuş olduklarını da ayrıca hatırlatmak gerekir.126’
Kur’an ve sünnetin getirdiği bu prensipler, İslâm toplumunda, asırlar boyu süregelen uygulamalar sonucu günlük hayatın bir parçası olan tabii davranışlar haline gelmiştir. Her Müslüman ailede yaşlılar daima en büyük ilgiyi ve saygıyı gören bireyler olmuşlardır. Toplumsal hayatta ise, müslüman-gayrimüslim ayırımı yapmadan tüm yaşlılar ve güçsüzler eşit derecede ilgi odağı olmuşlardır. Kurumsallaşma planında bu yaklaşımın en açık örneğini Darülaceze oluşturmaktadır. Sultan II. Abdülhamit’in emriyle Sadrazam Halil Rifat Paşa tarafından yaptırılan darülaceze, kimsesiz çocukların ve bakıma muhtaç yaşlıların himaye edilmesi amacına yönelik bir kompleks olarak bir asırdan fazla bir zamandır hizmet vermektedir. Adı geçen kompleks içinde caminin yanında birer kilise ve havranın da yer alması, İslâm’ın ve müslümanların hoşgörüsünü sergilemesi açısından dikkat çekicidir.
Günümüzde darülacezenin fonksiyonlarını yerine getirmek üzere devlet tarafından huzurevi adıyla açılan pek çok kuruluş faaliyet göstermektedir.
Sonuç: İnsan zayıf yaratılışta bir varlıktır. Normal sağlık şartlarında, normal ekonomik ve sosyal ortamda bile başkalarının yardımını görmeden hayatını sürdürmesi nerede ise imkansızdır. Ekonomik imkana sahip olmayan yoksulların, korumadan yoksun yetimlerin ve güçsüzlerin, ilgiye muhtaç yaşlıların tabii olarak içinde bulunacakları zor şartları iyileştirmek için İslâm gerekli önlemleri almıştır.
Fakirlerin korunması konusunda devreye sokulan "infak" kavramı ve bu kavramın açılımı niteliğindeki zekat, sadaka gibi zorunlu olan ve isteğe bağlı bırakılan uygulamalar köklü ve gerçekçi bir çözüm sunmaktadır. Bu uygulamanın verimli olabilmesi için gerekli alt yapı hazırlığı niteliğinde olmak üzere kişinin aşırı mal hırsını kıracak, onu başkalarının sıkıntılarını paylaşabilecek bir ruh ve zihin yapısına getirecek hükümler ve teşvikler getirmiştir.
İslâm, toplumun sosyal yardıma muhtaç kesimlerine de gereken ilgiyi sağlayacak önlemleri almış, yaşlıların, yetimlerin ve güçsüzlerin toplumla bütünleşmelerini sağlamıştır. İslâm’ın bu konulardaki yaklaşımının, günümüz sosyal devlet anlayışını birebir yansıttığını söylemek mümkündür.


1-Leyl, 5-11.
2- Müddessir. 44.
3- Hicr, 9.
4- Müslim. Sahih. Zekat, 24: Nesai, Sünen,Zekat, 47: Ahnıed ibıı Hanbel, Miisııed, II, 322. 350.
5- Ahmed İbıı Hanbel. Miisııed, (Çağrı ya
yınlan) IV ,358-359.
6- Bakara, 271.
7- İnsan, 2-9.
8- Prof. Dr. Sabahattin Zaim. Diyanet Dergisi, Ekim, Kasını. Aralık, 1989, Cilt, 25, Sayı, 4, Sayfa. 42.
9- En anı. 52.
10- En’am, 53.
11- Duha, 10.
12- Maun, 1-3.
13- Fecr. 17-19.
14- Duha. 6-9.
15- Buhaıi. Sahih, Talak. 25: Edep. 24: Müslim. Sahih. Zühd. 42.
16- Buhari. Sahih, ltk,14: Ebû Davud, Sünen, Edeb, 121; Ahmed ibn Hanbel, Müsııed. İlil 148.
17- Nisa.10.
18- En’am,152.
19- Bakara. 220.
20- Rûm, 54.
21-Bak. Ahmed İbn Hanbel. Müsııet, II. 185.
22- Ebû Dâvûd, Sünen, Cihad. 70: Tirmizî, Sünen. Cihâd. 24. Nesâî. Sünen. Cihâd, 43.23- Bııhâri, Cihâd, 67.
24- Ahmed İbıı Hanbel. Miisııed, II. 185.
25- Tirmizî, Sünen. Birr ve Sıla. 75.
26- Bak. Tevbe. 91.