Makale

KÜLTÜRÜMÜZDE NEVRUZ GELENEĞİ

KÜLTÜRÜMÜZDE NEVRUZ GELENEĞİ

Sedat MEMİŞ

Milletlerin teşekkülünde din, dil, tarih, vatan birliği; örf ve adet, kültür gibi unsurlar yer alır. Kültür, milletleri meydana getiren en önemli unsurlardan biridir. Milletlerin bütün sanat faaliyetlerinin, inançlarının, örf ve adetlerinin, fikirlerinin, yaşayışlarının ve davranışlarının bütünü, o milletin kültürünü meydana getirir. İnsanın var oluşuyla başlayan kültürün meydana gelmesinde bütün insanların payı ve yeri vardır.
Milletlerin var oluşlarında ve gelişmesinde önemli bir yeri olan örf ve adetler, gelenekler tarihi kesin olarak tesbit edilemeyen dönemlerden günümüze kadar gelişerek süregelmişlerdir. Bu özelliği nedeniyle de millet bağlarım güçlendiren en önemli unsurlar olmuşlardır.
Tarihin en eski dönemlerine kadar inildiğinde, Türk topluluklarında bahar bayramları ile ilgili geleneklerin oldukça çeşitli ve yaygın olduğu görülmektedir. Doğu Türkistan’dan Balkanlar’a kadar, bu coğrafyada yaşayan Türk toplulukları tarafından binlerce yıldır kutlanan ve halen kutlanmakta olan Nevruz da bu geleneklerden biridir.
Binlerce yıldan beri, bütün Türk topluluklarında bazı değişikliklerle coşku ile kutlanan Nevruz bayramı tarihî, millî hatta dinî (din ile alakası olmamasına rağmen) motifler taşıyan bir gelenektir. Bu geleneğin yaşatılması kültüre sahip çıkılması olarak anlaşılmalıdır.
Farsça bir kelime olan ve “Yeni Gün” anlamına gelen Nevruz geleneği milattan önceki yıllarda, özellikle belirli bir coğrafyada yaşayan toplulukların tümünde bir bahar geleneği olarak görülüyor. Nevruz, güneşin koç burcuna girdiği gün olan Rumi 9 Mart, Miladi 21 Marta denk düşmektedir. Aynı zamanda bu tarih gece ile gündüzün, süre olarak eşitlendiği bir zaman dilimidir. Nevruz, eski Türklerde ve İranlIlarda yılbaşı olarak kabul ediliyordu. Bu tarih özellikle Türkler. Mısırlılar, Çinliler gibi Astronomi ile uğraşan topluluklarda bir başlangıç kabul edilmiş ve efsanelerden veya takvimlerden de bazı geleneklerin doğmasına neden olmuştur.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırlatmış olduğu "İslam Ansiklopedisinin Nevruz maddesinde Mart ayından başka Haziran ayında da da Nevruz kutlamaları yapan toplulukların olduğu, hatta Mısır’da Kıptiler tarafından yıl başı olarak kabul edilip 10-11 Eylül’de kutlandığı yer almaktadır.
Zaman içerisinde değişme, yenileşme ve gelişme özellikleri taşıyan ve bu özelliği ile de canlı dinamik bir yapıya sahip olan gelenekler ve görenekler, kültür milletleri meydana getiren temel unsurlardan biridir. Bu unsurlar milleti diğer milletlerden ayıran, o millete has duygu ve düşünce birliğinin oluşturduğu ortak ruhtur.
Bu ruh, maddî ve manevî kaynaklardan beslenir. Maddî kültür, bilim ve teknik alanlarındaki kültürdür. Bu kültür, elle tutulur gözle görülür maddî nesnelerden oluşan kültürdür. Fakat ortaya konan bu maddî kültür yine manevî kültürden beslenir, gücünü manevî kültürden alır. Bir eserin ortaya çıkması, yapının şekillenmesi, onu yapanların ihtiyaç ve kullanım alanının, inanç ve yaşantılarının etkisiyle şekillenip oluşmaktadır. Yapıdaki estetik, şekil, nakış ve süslemeler, yine bir kilimdeki nakış ve şekillerde her ne kadar maddî olsa da manevî kültürün etkisi vardır.
Manevî kültür ise toplumun inanç ve yaşayışlarının, kutsal saydıkları mefhumların, kendi özel davranışlarının bir eseri olduğu için millî bir değer yapısındadır. Kültürden asıl anlaşılması gereken de budur.
Milletlerin geçmişte ve bugünde yaşadıkları dinleri, inançları ve bunlardan meydana gelen ahlâk anlayışları, örf ve adetleri gelenek ve görenekleri zaman içerisinde hukuk dediğimiz kuralları meydana getirmiştir. Bunlar her ne kadar hukukun kaynağı olsalar da kanun hükmünde olmayan fakat, cemiyetler içerisinde uyulması gereken normlar olarak varlığını her zaman hissettirmiştir. Cemiyet bunları bir davranış olarak kabul etmeyip, uyulması gereken normlar olarak kabul etmesiyle de örf haline gelmişlerdir.
Büyük zorluk, yokluk, sıkıntı, kayıp ve yıkımların olduğu günler; o günde kaybedilenlerin anısının canlı tutulması ve bu vesileyle o olaydan ders alınması temennisiyle, böyle günler matem günleri olarak kabul edilmiştir. Bunun yanında toplumun zorluk ve sıkıntıdan kurtulduğu, mutluluk ve sevinç veren olayların meydana geldiği günlerin de sevinç neşe ve bayram günleri olarak kabul edilip kutlandığı görülmektedir.
Bayramlar, her millette görülen ve toplumun her ferdi tarafından ortak olarak yaşanan sevinç ve neşe kaynağı, bolluk ve berekete erilen gün veya günler olarak kabul edilen ortak kültürdendir. İslamiye- ti kabul eden ilk Türk toplulukları, İslam’a ters düşmeyen, asırlarca önceden gelen sevinç ve neşe günleri olan bazı adetlerini zaman, mekan değişse de devam ettirmişlerdir. Bunları büyük bir coşkuyla kutlamaya devam etmişlerdir. Hatta bazılarına dini bir görüntü bile vermişlerdir.
Bu adetlerin içerisinde uzun ve sıkıntılı kış mevsiminden sonra ilkbaharın gelişi, bilhassa geçimini doğrudan veya dolaylı olarak topraktan sağlayan topluluklar için ayrı bir öneme sahiptir. Böyle topluluklar için ilk bahar, kışın soğuğu ve kış mevsimi boyunca çekilen her türlü sıkıntı ve yoklukların sona erdiği, ekinlerin boy verdiği, hayvanlann yavruladığı, çoğaldığı, süt-yoğurdun bollaştığı ve bütün sıkıntıların son bulduğu bir mevsimdir. Bunun yanında ilk baharın bolluk ve bereketine kavuşmanın verdiği sevinç ve tabiatın yeşillik ve canlılığını simgeleyen bayramlar olmuştur. Bundan dolayı tarih öncesi çağlardan bugüne kadar, dünyanın bir çok yerinde, ilkbaharın gelişi, bütün topluluklar tarafından büyük coşkuyla ve şenliklerle kutlanmıştır. İlk baharın ilk günlerinde yapılan bu kutlamalara, tabiatın ölümünden sonra yeniden dirilişi, yeni bir yılın girişi, sıkıntılardan kurtularak rahatlığa kavuşulması, bolluk ve berekete erme nedeniyle yapılan şenlikler olarak bakmak gerekir.
İşte böyle sıkıntıdan, zorluklardan kurtuluş olarak kabul edilen Türkler’in Ergenekon’dan çıkış günü, Türk dünyasında o günden bugüne kadar "Sultan Nevruz" adı ile kutlanmaya devam eden, bu geleneklerden biridir.
Başlangıçta belki basit ve sade bir bahar şenliği, sevinç gösterisi olarak yapılan bu kutlamalar, zamanla millî ve dinî birtakım motifler eklenerek belli bir millete ait özel bir bayram hüviyeti kazanmıştır.
Nevruzu bütün kuzey yarım küre insanları, özellikle belli bir coğrafyada yaşayan toplulukların tümü bir bahar bayramı geleneği olarak değişik şekillerde kutlamışlardır. Tarihi bilgilere göre, Anadolu’nun bütün eski sakinleri, eski Mısır, Yahudiler ve Hıristiyanlar, Asya halkı, İranlı eski Mecusiler, yani bu geleneği, Sümerler, Akatlar, Medler ve Pers topluluklarında; aynı şekilde Anadolu’daki bugün tarihe mal olmuş birtakım uygarlıklarda ve Orta Asya’da varlığını sürdüren en eski Türk topluluklarında, hatta bu coğrafyaya yakın coğrafyada yaşayan Çin, Japon, Kore gibi birtakım topluluklarda gün farkıyla da olsa görmekteyiz.
Efsaneleri bir tarafa bıraktığımızda, Nevruz, matematiksel olarak güneş takvimin esasına dayalı 12 hayvanlı Türk takviminde yıl başı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle Türk topluluklarında Mart ayı malî yılın başlangıcı olarak benimsenmiştir. Mart ayında vergilerin ilk taksidinin alınması Selçuklular’da, Osmanlılar’da bir gelenek haline gelmiş, hatta Akkoyunlu Uzun Haşan, bunu Padişah fermanı olarak ortaya koymuştur. Yakın zamana kadar Türkiye Cumhuriyeti Devletinde de Mart ayı malî yılbaşı olarak kabul ediliyordu. Vergilerin ilk taksidi Mart ayında ödenmekte idi. Bu çerçevede bir bayram havası verilmesinden dolayı Türk saraylarına saray adeti olarak girdiği gibi, halk arasında da bir bayram havasında kutlanagelmiştir.
Nevruz, Farsça bir kelime olması nedeniyle yakın komşumuz olan İran’daki Nevruz kutlamalarına ve Türkler arasında Nevruz kutlamalarına kısaca değinmek istiyorum.
İranlılarda Nevruz bayramı, eski İran takviminin başlangıcı olması münasebetiyle çok eski çağlardan buyana 21 Mart günü kutlanan dini ve milli bir bayram olarak kabul edilir. Eski İranlılar tabiatın bugün canlandığına inanıyorlardı. İran hanedanlarından Ahamenidler zamanında (M.Ö. 588-M.Ö. 331) resmi yıl, güneşin koç burcuna girdiği 21 Mart günü, yani Nevruz günü başlamakta idi. Bu gelenek Sasaniler döneminde de (M.Ö. 225- M.S. 632) devam etmiştir. Bu dönemlerdeki Nevruz bayramı kutlamalarında ateşin Cemşid tarafından keşfedilmesi ve kutsal sayılması dolayısıyla ateşler yakılır, ateşler etrafında oyunlar oynanırdı. Halk birbiri üzerine su serperek eğlenirlerdi. Bunun yağmur ve mahsulün bereketli ve bol olacağına inanılırdı. İran hükümdarları bayram dolayısıyla halkına hediyeler dağıtırlardı.
Nevruz bayramı törenleri İranlıların müslüman olmalarından sonra kısmen mahiyet değiştirerek, yeni unsurlar eklenerek günümüze kadar devam etmiştir. İranda Nevruz bayramı önceden olduğu gibi Fervedin ayının ilk günü "Nevruz-ı Amme" altıncı günü de "Nevruz-ı Hasse" şeklinde kutlanmaya devam etmektedir. Müslüman İranlılarca, Ramazan ve Kurban bayramlarından daha coşkulu ve daha uzun süre kutlandığı söylenebilir. Günümüzde İrandaki Nevruz kutlamaları arasında "Nevruz Orucu" ve "Nevruz Namazı” gibi birtakım İslâmî motiflere bile rastlanmaktadır.
İran’da Nevruz bayramı ile ilgili İslâm öncesi dönemlere ait bazı rivayetler vardır. Bunları şöyle sıralaya biliriz:
1- Nevruz, efsanevî İran hükümdarı Cemşid’in Azerbaycan’a geldiği gündür. Cemşid bütün dünyayı dolaştıktan sonra Azerbaycan’a gelmiş ve burayı beğenerek tahtını buraya kurmuştur.
2- Nevruz, ateşin Cemşid tarafından bulunduğu gündür. Cemşid, Mazenderan ormanlarında avlandığı bir sırada ava attığı okun kayalıklara çarpmasıyla çıkan kıvılcımların kuru otları tutuşturarak yanmasına sebep olur. Ateşi ilk defa gören İranlılar korkuyla ona secde ederler ve karanlıkları yok ettiği inancıyla devamlı yanık kalmasını sağlarlar. Ateşgede denilen tapınaklarda bu yolla ortaya çıktığı rivayet edilir.
İranlılar müslüman olduktan sonra Cemşid ağırlıklı motifler değiştirilerek İslâmî motifli rivayetler ortaya çıkmıştır. Bunları da şöyle sıralaya biliriz:
1 - Dünyanın Nevruz günü yaratıldığı,
2- Hz. Adem’in çamurunun Nevruz günü yoğurulduğu veya o gün yaratıldığı,
3- Cennetten çıkarılan Hz. Adem ile Hz. Havva’nın Nevruz günü kavuştukları,
4- Hz. Nuh’un tufandan sonra Nevruz günü karaya ayak bastığı,
5- Hz. Yusuf un Nevruz günü kuyudan kurtarıldığı,
6- Hz. Musa’nın Kızıl Deniz’i yararak inanlarını Nevruz günü kurtardığı, (Yahudiler bu günü "Pesah" bayramı olara’k kutlarlar)
7- Hz. Yunus’un balığın kamından Nevruz günü çıktığı; gibi rivayetlerdir.
Nevruzun bayram olarak kutlanmasına neden olan olaylar ile ilgili rivayetler peygamberlere ait Kur’an’da anlatılan olay ve mucizelere dayandırılmaktadır. Hiçbir dayanak noktası olmamasına rağmen. Bütün bu rivayetlerde zikredilen hadiselerin sıradan bir hadise olmayarak tüm insanlığı veya tüm insanları ilgilendiren olaylar olması, Nevruza dinî bir motif verilmesi geniş coğrafî bölgelerde ve her dine mensup toplumlarda kutlanıyor olduğunu göstermektedir.
Nevruz bayramı kutlamaları, çeşitli bölgelerde yaşayan Türk topluluklarında da kutlanıldığı bilinmektedir. Nevruz Kamus-ı Tür- kî’de ifade edildiği gibi, çeşitli Türk boylarında genellikle “Sultan Nevruz” olarak adlandırılır. Bunun yanısıra “Ergenekon”, “Çağan" bayramı gibi değişik isimlerle anıldığına da rastlanmaktadır.
En eski Türk takvimi olan "Oniki Hayvanlı Türk Takviminde de yeni yıl 21 Mart günün de yani Nevruzda başlar. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah zamanında kullanılan Celali takviminde de yıl başı 21 Mart yani Nevruz ile başlamaktadır. Türk destanlarından Ebulgazi Bahadır Han’ın Destanı, bu günün Ergenekon günü oluşu ile ilgili bilgiler vermektedir. İlk ansiklopedik Türk lügati olan Divan-ı Lügati’t-Türk’de baharın gelişi bir bayram havasında anlatılmakta, tabiattaki değişiklik, canlanma "Yeryüzüne ipek kumaştan döşek serilmesi, dünyanın nefesinin ısınması, yağmur tanelerinin saçılmasıyla inci, mercan çiçeklerinin açması" şeklinde tasvir edilmektedir. Ku- tadgu Bilig adlı kültür kaynağımız olan eserde de baharın gelişi, baharın güzellikleri sayılarak coşkulu bir şekilde anlatılmaktadır.
Tabiattaki değişiklikler tarih boyunca her milletin hayatında önemli bir yer tutmuş, dönüm noktası olmuştur. Türklerde de baharın gelişi, tabiatın canlanışı destanlarda, masallarda, şiirlerde ve türkülerde yer almış ve neşe, sevinç günleri olarak kutlanmıştır. Nevruzla ilgili gelenekler dikkate alındığında, tabiatla ilgili olduğu görülür ve bu özelliği itibariyle de Nevruzu, bir bahar bayramı olarak kabul etmek gerekir.
Nevruz, bir bahar bayramı olarak kutlanmasıyla birlikte, saray adetlerinde, musikîde ve eczacılıkta da görülür. Nevruz, münasebetiyle yazılan şiirlere Nevruziyye adı verilmektedir. Kaside, gazel tü- ründa ve hece vezniyle birçok Nev- ruziyyeler yazılmıştır. Divan edebiyatı şairleri “caize” almak için padişahlara, vezirlere Nevruz dola- yısı ile nevruziyyeler sunarlardı. Bektaşiler de Nevruz’da dergah ba- çelerinde, kırlarda Nevruziyyeler okurlardı. Nevruz gecelerinde cem ayinlerinde Hz. Ali sevgisiyle ilgili Nevruziyyeler söylerlerdi.
Nevruz makamı, Türk musikisinde mürekkep makamlardan biridir. İlk defa Safiyüddin Abdul mü’min Urmevî (1224-1294) tarafından kullanılmıştır. XIX. yüzyıl sonlarında İsmail Hakkı Bey bu makamı yeniden canlandırmaya çalışmıştır. Yılmaz Öztuna 20’nin üzerinde Nevruzî makam tesbit etmiştir.
Orta Asya Türk topluluklarında ise; Uygur Türkleri, Nevruz koşmaları adlı bir şiir türü meydana getirmişlerdir. Doğu Türkistan’daki Nevruz bayramı kutlamalarında çalınan “Hontu Usulü, Salma Taşlaş Usülü, Kösen Usulü” gibi müstakil musiki makamları bulunmaktadır.
Nevruz münasebetiyle saray ve çevresinde gelişen adetlerden biri de Nevruziyye adı ile bilinen macunlardır. Sarayda hekim başı misk, anber, çeşitli baharatlar ve kokulu otlar karışımından macun yapardı. Yapılan bu macunlar çok eskiden bilinmekte ve yapılmakta idi. Bu macunlar arasında en meşhuru Tiryak’tır. Tiryak, hem macun olarak hem de macunlara katılarak kullanılır. Günümüzde halk arasında “Mesir Macunu” olarak bilinen macun da bu nevidendir. Macundan Kutadgu Bilig’de kuvvet ilacı anlamında zikredilir. Bu bilgiden macunun eski Türklerde de bilinip, yapıldığı anlaşılmaktadır.
Nevruz bayramı kutlamaları gece ile gündüzün eşit olduğu 21 Mart günü çeşitli tören ve şenliklerle kutlanır. Bugünde at yarışları, güreş ve cirit gibi oyunlar oynanır. Şarkılar söylenir. Geceleri ateşler yakılarak bunların etrafında çeşitli eğlenceler tertip edilir. II. Abdul- hamit dönemine kadar Anadoludaki Karakeçili Aşiretleri tarafından Ertuğrul Gazi’nin mezarı başında "Yörük Bayramı" olarak da kutlanmıştır. Orta Asya Türk topluluklarında hayvanlar kesilerek ziyafetler verildiği, büyük bir şölen şeklinde kutlandığı kaynaklarda zikredilir.
Ülkemizde Nevruz bayramı kutlamaları hala devam etmektedir. Şehirlerde pek fazla kutlanmasa da özellikle kırsal kesimlerde, eski canlılıkta olmamakla birlikte çeşitli törenler ve eğlencelerle Nevruz geleneği sürdürülmektedir.
Nevruzun din ile bir ilgisi olmamakla birlikte Türkler, İslâm’a ters düşmeyen eski geleneklerini sürdürmüşlerdir. Ancak, bu tür kutlama ve şenliklere, adetlere, dînî bir kutsiyet atfetmek bid’at ve hurafe ihdası anlamına geleceğinden son derece dikkatli olmak gerekir. Ancak bu tür kutlama ve şenliklere, dini bir kudsiyet atfetmek, bid’at ve hurafe ihdası anlamına geleceğinden son derece dikkatli olmak gerekir. İranlIlarda olduğu gibi Türklerde de dünyanın yaratılmasının, Hz. Adem’in yaratılması ve Hz. Havva validemizle Arafat’ta buluşması, Hz. Nuh’un gemisinin karaya bugün çıkması, Hz. Yusuf’un kuyudan kurtarılması, Hz. Yusuf’un balığın karnından kutulmasının Nevruz olan olaylardan olduğu gibi muhtelif rivayetler Nevruz hakkında dinî motifler oluşturur.
Son yıllarda bu geleneği bazı çevrelerin sadece bir etnik gruba maletme çabaları görülmektedir. Bunun sebebi tamamen siyasî mahiyette gayretler olup, ülkemiz insanlarını kamplara ayırmak amaçlanmaktadır. Bu ve benzeri çabalar sonuç vermemekle birlikte, insalık tarihinin bu evrensel mahiyetteki bahar şenliklerine katılımı ve bu coşkunun paylaşımını azaltmaktan başka hiçbir işe yaramayacağı aşikardır.
Bu gibi faaliyet içerisinde olanlar tarafından renkler konusunda da birtakım yanlışlar yapılarak birtakım yanlış izah tarzına gidiliyor. Dünyanın her yerinde, her milletten bu renkleri bayrak olarak kullananlar var. Sadece bu üç renkten oluşan bayrakları kullanan devletler epeyce çoktur. Bunları sıralamakta fayda olacağını umuyorum: Bolivya, Yeşil Burun (Cabo Verde), Burkina Faso, Etiyopya, Gana, Gine, Gine-Bissau, Grenada, Kamerun, Mali, Ruanda, Senegal, Sao Tome ve Principe, Togo vb. ülkelerdir. Bu ülkelerin bayrakları sadece kırmızı, sarı ve yeşil renklerden oluşmaktadır. Bunun yanında bu renkleri ihtiva eden daha ondan fazla ülke bayrağı vardır. İddiada bulunanların acaba bu ülkelerle etnik, kültürel veya herhangi bir bağları var mıdır? Bunun var olduğunu iddia edebilirler mi? Ne iddia edebilirler ne de böyle birşey olduğu söylenebilir. Belkide bu üç rengin bu kadar ülkenin bayrak rengi olduğundan haberleri bile yoktur. Bu renkler iddia edildiği gibi birilerine ait, sözde onların kültürünü yansıtan renkler değildir. Unutulmamalıdır ki, renkler dünya insanlarının renkleridir ve herkesin ortak malıdır. İnsanlarımızın bu gibi oyunlara alet olmamak için uyanık olması gerekir. Bu gibi düşünceleri ortaya atanların kimler olduğunu araştırmalıyız. Ne maksatla yaptıklarını bilmeliyiz. Bu vatan hepimizin. Keder ve üzüntüsüyle, neşe ve sevinciyle birlik ve beraberlik içerisinde olmalıyız.

-M. E. B. İslanı Ansiklopedisi.
-M. Abdulhalık Çay, Ergenekon Bayramı Nevruz.
-Abdurrahman Giizel, Milli Kültiir- Milli Birlik.
-Bahaddin Ögel, Türk Mitolojisi. -Diyanet Aylık Dergi. Man 1997-1998