Makale

İslam Ve Sağlık

İslâm Ve Sağlık

Şükrü ÖZBUĞDAY
Din işleri Yüksek Kurulu Uzmanı

İslâm Dini, insan hayatına ve sağlığına büyük önem vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in hadislerinde, hayat ve sağlığın, Yüce Allah’ın insana en büyük emanet ve nimeti olduğu beyan edilerek, bunların korunması emredilmiştir. İslâm’a göre, hastalıklardan korunmak, tedaviden daha önce gelmektedir. Günümüz tıbbının da en önemli konusu “koruyucu hekimliktir. Çünkü koruyucu hekimlik, hastalar için daha kolay ve daha ucuz bir tedavi metodudur. Dolayısıyla İslâm’ın tıp anlayışı ile, günümüz tıp anlayışı bu noktada paralellik arzetmektedir.
Kur’an-ı Kerim temizliğe ve insan sağlığına büyük önem verir.1 Dengeli beslenmenin gereğine işaret ederek, aşırı yemekten ve israftan insanları sakındırır.’2 Yer yer bazı gıdalardan bahseder. Örnek olarak et, balık, süt’3 gibi besin maddeleri ile-, hurma, üzüm, buğday, nar;4 sarımsak, acur, soğan, mercimek;’5’ incir ve zeytin161 gibi tahıl ve meyvelerden söz ederek bunların değerine işaret eder. Yine Kur’an-ı Kerim, şifa verici baldan haber vermektedir.’7
İslâm, sağlık ve boş vaktin iki büyük nimet olduğunu, insanların çoğunun bu iki nimeti kullanmakta aldandığını bildirerek onları uyarmaktadır. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: "İnsanların çoğunun aldandığı (ve kıymetini takdir etmediği) iki nimet vardır: Vücut sağlığı, boş vakit.”’8’Hastalanan kimselerin gerektiği şekilde tedavi olmalarını tavsiye eden Hz. Peygamber, bizzat kendisi de tedavi olarak bu konuda örnek olmuştur. Bir hadis-i şerifte şöyle buyururlar: “Yüce Allah, indirdiği herhangi bir derdin, şifasını da indirmiştir. Her derdin bir devası (yani her hastalığın bir ilacı ve tedavisi) vardır. İlacı bulunur, tedavisi yapılırsa, Allah’ın izni ile hasta iyileşir."19’ Türkçemizdeki "Dert veren Allah, dermanı da verir" atasözü, bu hadisin en iyi ifadesidir.
Başka bir hadis-i şerifte ise-, tedavi olmayı ilahi takdire aykırı sayarak, “Ey Allah’ın Rasulü tedavi olalım mı? Allah’ın takdirine karşı bunun yararı olur mu?” diye soranlara: “Tedavi olmak da Allah’ın takdiridir. Tedavi olunuz, zira Cenab-ı Hak hiçbir hastalık yaratmamıştır ki, devası ile yaratmış olmasın. Sadece biri, yani yaşlılık müstesna.”"0’ buyurmuştur.
Görüldüğü üzere bu hadis-i şeriflerde her derdin bir dermanı, her hastalığın bir ilacı ve tedavisinin bulunduğu ifade edilmektedir, onlar yapıldığı zaman Cenab-ı Hakk’ın şifa vereceği beyan edilmektedir. Bu itibarla, “Derdi fazla çektikçe ecrinin de o ölçüde fazla olacağı" anlayışı, Hz. Peygamber’in tavsiye ettiği bu tedavi hükmüne aykırıdır. Bazı sofuların: “Allah’ın müptela kıldığı her bela ve musibete razı olmadıkça velayet mertebesi tamam olmaz, binaenaleyh veli için tedavi caiz olmaz” sözü doğru değildir.11
Tedavi oldukları halde iyileşmeyen hastalara gelince bunu ya hastalığın hakiki tedavisinin bilinememesine, yahut da hastalığın teşhis edilememesine hamletmek gerekir. Bunun için Hz. Peygamber, cahil ve ehliyetsiz doktorların bu mesleği icra etmelerini yasaklamıştır. Bu konuda hastalara verecekleri zarar ve ziyandan kendilerinin mesul olacaklarını beyan etmiştir. Hz. Peygamber konu ile ilgili olarak şöyle buyururlar: “Kim bilgisi olmadığı halde hekimlik yapmaya kalkışırsa, sebep olacağı zararları öder.”"21
Geceleri hiç uyumaksızın ibadet eden, gündüzleri oruç tutan Abdullah b. Amr b. As’a Hz. Peygamber: “Böyle yapma, gecenin bir kısmında ibadet et, bir kısmında da uyu, muhakkak vücudunun senin üzerinde hakkı vardır.""31 buyurarak, fıtrata uygun hareket etmesini sağlamış ve kendisinin dengeli, sağlıklı bir hayat sürdürülme taraftarı olduğunu vurgulamıştır. Aynı şekilde Hz. Peygamber, kişinin midesini tıkabasa doldurmasını hiç bir zaman tasvip etmemiştir. 0, her zaman dengeli ve tabii beslenmekten yana olmuştur. Bu konuda şu hadisi meşhurdur: “Kuvvetli mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlıdır.’’"14
İslâm dini, sağlığa zararlı olan alkol ve uyuşturucu gibi maddelerin kullanılmasını yasaklamış, günümüzde olduğu gibi cahiliy- ye döneminde de varolan sihir, büyü, üfürükçülük, efsunculuk ve kehanetle uğraşmayı menetmiş ve bu kapıları kapatmıştır. On- dört asır önce karantina uygulamasını getirmiş ve "Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya girmeyin, bulunduğunuz yerde veba çıkmışsa oradan ayrılmayınız.""51 ilkesini getirmiştir. Böylece Hz. Peygamber, ferdî ve umumî sağlığa dikkat edilmesine önem ve özen göstermiştir. İnsanın sağlıklı ve dinç olması için güreş, yüzücülük, binicilik, avcılık ve okçuluk gibi sporların yapılmasını istemiş ve çocuklara öğretilmesini de tavsiye etmiştir. Kendisinin de Hz. Aişe ile koşu yaptığı hadis kaynaklarında yer almaktadır. Hz. Aişe, O’nunla yaptığı iki yarışı şöyle nakleder: “Bir yolculukta Hz. Peygamberle yarıştım ve O’nu geçtim. Şişmanladığımda yaptığım diğer bir yarışı ise Hz. Peygamber kazandı.”16
İslâm’da zorunlu olduğu için tıb ilmini öğrenmek ve tatbik etmek toplumlara farz-ı ki- fayedir. Şayet bu meslek kimse tarafından öğrenilmezse toplumun tüm fertleri bu sorumluluktan kurtulamazlar.
Hz. Peygamber, hem kendi sağlığıyla hem de ashabının sağlıklarıyla yakından ilgilenmiş ve zamanının bütün tedavi yöntemlerine başvurarak gerekli ilaçları kullanmıştır. Mesela, çeşitli rahatsızlıklarında defalarca kan aldırmış ve başkalarına da bunu tavsiye etmiştir."7’ Hz. Peygamber zaman zaman ateşte kızdırılmış demirle dağlama yöntemini kullanmıştır."8’ Yine O’nun temizliğin önemine işaret ettiği sık sık dişlerin misvaklanmasını tavsiye ettiği bilinen hususlardandır."91 Aynı şekilde, yiyecek-içecek kaplarının ağızlarının açık bırakılmamasını öğütlemiş, insanların gelip geçtikleri yerlere ve durgun sulara defi hacet yapılmamasını emretmiştir. Hz. Peygamber’in kendi zamanının tıp bilgisine dayanarak bir çok hastalık için değişik ilaçlar ve tedavi yöntemleri tavsiye ettiği yukarıda bir nebze bahsedildiği gibi, hadis kaynaklarımızda yer almaktadır. Bu uygulama ve tavsiyelerin kaynağının ne olduğu ve bunların nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda, geçmişte ve günümüzde farklı yorumlar yapılmıştır. Biz bu ihtilafları bir tarafa bırakarak şunu söyleyebiliriz:
Hz. Peygamberin kendi dönemine ve içinde yaşadığı topluma ait geçmişten intikal eden bilgi ve tecrübeye dayanarak yapmış olduğu tavsiyelerin halk sağlığı bakımından pratik değeri bulunanların kabul ve tatbiki mümkün olmakla beraber, modern tıp ilminin kabul edemeyeceği, hatta zararlı sayacağı hususları, Hz. Peygamber’den geliyor diye kabul etmek ve savunmak mümkün değildir. Bu konuda ısrar etmek, Hz. Peygamberin sünnetini ve onun maksadı ve hedefini doğru olarak anlamamak demektir.’21 Şunu çok iyi bilmek gerekir ki, Hz. Peygamberin esas görevi, tıp, ziraat, sanat, ticaret öğretmek olmayıp, dini tebliğ etmek ve anlatmaktır. 0, bütün hastalık çeşitlerini bilen ve bunlara reçete yazan, tedavi eden bir uzman hekim değildir. Kendisine böyle bir görev de tevdi edilmiş değildir. Bu bakımdan, müslüman günümüzde herhangi bir hastalığa yakalandığı zaman, modern tıbbın öngördüğü en ileri tedavi yöntemi ne ise (doku ve organ nakli de dahil) ona başvurmalıdır. Hz. Peygamberin, dolayısıyla dinimizin tavsiyesi de budur.
Sonuç olarak; İslam’da insanın değeri çok büyüktür. Bütün varlıklar içerisinde en şereflisi insandır. İnsan yeryüzünde Yüce Allah’ın halifesidir, her şey insan için insan da yaratanına kulluk için yaratılmıştır. Yüce Allah insanı en güzel şekilde yaratmış, ona şeref ve izzet bahşetmiştir. Bu sebeple o harika bir varlıktır. Onun hayatını ve sağlığını korumak da en başta gelen bir görevdir. Nice sağlıklı günler dileğiyle.

1- Maide, 6; Müddesir, 4.
2- En’am, 141; Araf, 31.
3- Bakara, 57; Fâtır, 12; Nahl, 66 vb.
4- En’am, 99.
5- Bakara, 61.
6- Tin, 1.
7- Nahl, 69.
8- Tecrid-i Sarih Tercemesi, c. 12, s. 357, Hadis no.- 2162.
9- Tirmizi, Tıb 2; Ebû Davûd, Tıb, 1; İbn Mâce, Tıb, 1.
10- Tirmizi, Tıb, 21; İbn Mace, Tıb,1.
11- Tecrid-i Sarih Tercemesi, c. 12, s. 75.
12- Ebû Dâvûd, Diyet, 23; İbn Mâce, Tıb, 16.
13- Buharı, Teheccud, 20.
14- İbn Mâce, Zühd, 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 366.
15- Buhârî, Tıb, 30; Tirmizi, Cenâiz, 66.
16- Ebu Dâvûd, Cihad, 61.
17- Buhârî, Tıb, 11-12.
18- Ahmed b.Hanbel, Müsned, IV, 138.
19- Buhârî, Cum’a, 8.
20- Müslim Eşribe, 96, Tahare, 68.
21- Bu konuda bilgi için bkz. Hz. Muhammed ve Tıb (Doç. Dr. i. H. ÜNAL) Makale, Diyanet İlmî Dergi, Özel Sayı, 2000, s. 181-190.






RÖPORTAJ:



Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alparslan ÖZYAZICI:
"Aklı hesaba katmasak bile, sadece maddi noktadan da, insanın hayvanlara göre mükemmel yani ahseni takvim üzere yaratılmış olduğunu görürüz.

Röportaj: Ali YILDIRIM

Sayın hocam. Siz tıp fakültesinde öğretim üyesisiniz. İnsanın yapısını öğrencilere anlatıyorsunuz. İnsanın bizatihi yapısı Allah’ın varlığına ve birliğine bir delil teşkil eder mi?
Cenab-ı Hak insanı yaratırken, onu son derece kıymetli olan akıl, şuur, his gibi manevî lütuflarla donattığı gibi, maddî vücudunu da en mükemmel, en öz ve en güzel bir şekilde yaratmıştır. Vücudumuzun tamamı, sistemleri, herbir organı, hatta herbir hücresine varıncaya kadar, ayrı ayrı fevkaladeliklerle, az yerde çok iş görecek sistemlerle yaratılmıştır. Bu hakikatlere bazı misaller verelim.
Hafif sıkılmış bir yumruk büyüklüğünde olan kalbimiz, vücudumuzun hayat suyu diyebileceğimiz kanı damarlara fırlatmakla vazifelidir. Kalbimiz, dakikada 60-100 defa atmaktadır. Bir günde kalbimizin atışı ortalama 100 000 kadardır. Kalbimiz bir günde 10 tonluk bir tankeri dolduracak kadar kanı damarlara fırlatmakla vazifelidir.
Şüphesiz vücudumuzda 10 ton kan yoktur. 10 litre bile kan yoktur. Vücudumuzda 5
5,5 litre, yani üç büyük sürahiyi dolduracak kadar kan vardır. Bu miktar kan, devr-i daim ile kalbe gelip atılmakta ve bir günde 10 tonu bulmaktadır. Günde bu kadar iş gören kalbimiz, bir yılda ne kadar iş görür, ömür boyu ne kadar çalışır. Hep beraber ele alalım.
Bir otomobil motorunu düşünelim. Kalbe göre ne kadar basittir. Ama ona rağmen bir otomobil motorunun ustası olmadan, kendi kendine yapıldığını söylersek kimse bize inanmayacaktır. Öyle ise ömür boyu çalışan, bir otomobil motorundan binlerce defa sanatlı olan kalbimizi harika bir şekilde yaratan Rabbimizi hatırlayalım. İmkân olsa bir ömür boyu, kalbin atışı sayısınca onu yaratana şükredelim.
Sadece bir tek insanda değil, bütün insanlar adedince yaratılmış olan kalpleri düşünelim. Hayvanlardaki farklı farklı kalpleri düşünelim. Cenab-ı Hakk’ın ne kadar geniş tasarruf sahibi olduğunu hatırlayalım. Vücudumuzda, kalbin attığı kanı organlara taşımakla vazifeli, kaba bir benzetme ile adeta su boruları hükmünde olan damarlar vardır.
Son derece ince, ancak mikroskop altında görülebilen kılcal damarlar da dahil edildiği zaman, bedenimizde takriben 150 000 km uzunluğunda bir damar ağı vardır. Demek ki insan bedeninde, ortalama olarak dünyayı ekvatordan itibaren dört defa çevirebilecek uzunlukta bir damar ağı bulunmaktadır.
Hayvanlarda da dolaşım sistemi var. Acaba insanlardaki dolaşım sistemi hay- vanlardakinden farklı mıdır?
Hayvanlarda da bir kalp ve damar sistemi vardır. Solucanlarda, balıklarda, kuşlarda da kalp ve damar sistemi vardır. Ancak mukayese edildiğinde, en mükemmel, dört gözlü dediğimiz kalp sadece insanda yaratılmıştır. İnsanın hemen hemen bütün diğer organları da, hayvanlardaki ile mukayese edildiğinde, en mükemmel olarak yaratılmıştır. Yani aklı hesaba katmasak bile, sadece maddi noktadan da, insanın hayvanlara göre son derece mükemmel,yani ahsen-i takvim üzere yaratılmış olduğunu görürüz.
Sözünü ettiğimiz damarların içerisinde kan devretmektedir. Kanda sıvı maddeler, alyuvarlar ve akyuvarlar dediğimiz hücreler bulunur. Alyuvarlar bir mm3 yani toplu iğne başı kadar kandaki sayısı 5 milyon kadardır. Evet, bir toplu iğne başı kadarki insan kanında büyük bir şehrin nüfusundan daha fazla sayıda alyuvarlar bulunmakta ve bunların herbirisi de yapacağı işe göre son derece ince hesaplarla yaratılmışlardır.
Bir insanın vücudunda, kanındaki toplam alyuvarların sayısı için verilen rakam 25 trilyondur. Bu miktar yani 25 trilyon alyuvarı yanyana bir zincir gibi dizebilseydik, takriben 187 500 km’lik bir zincir meydana gelecekti. Bu ise dünyayı ekvatordan itibaren 4, 5 kere dolanabilecek bir uzunluktur. Bozuk para gibi üst üste koyabilseydik, 50 000 km yüksekliğinda bir sütun meydana gelebilirdi. Yine sadece bir insandaki alyuvarları bir halı gibi zemine serseydik, 3800 km2 lik bir yüzeyi kaplardı. Bu rakam ise takriben dört dönümlük bir araziye eşdeğerdir.
Boyu 1,5-2 metre kadar olan bir insan vücuduna bütün bunlar nasıl sığdırılmıştır? Zaten işin fevkaladeliği, mucizeliği buradadır. Bütün bunları gördükçe, Yaratan Rabbimizin gücü, kudreti, ilmi çok daha açık bir şekilde görülmekte, daha açıkça anlaşılmaktadır.
Vücudumuzdaki hücreler, atomlar, moleküller devamlı olarak yenileniyor, tazeleniyor. Bu yenilenme ne kadar zamanda oluyor? Misaller verebilir misiniz?
Vücudumuzun en önemli özelliklerinden birisi de, heykel gibi sabit kalmaması, vücuttaki hücrelerin, dolayısıyle dokuların devamlı yenilenmesi, tazelenmesi hadisesidir. Mesela, tırnaklarımız ve saçlarımız, hergün belli miktarda uzamakta, takriben 6-7 ayda tamamı yenilenmektedir. Cildimizin en üst tabakası ayda bir yenilenmektedir. Bağırsaklarımızın en iç tabakası, haftada bir yenileniyor. En yenilenmez diye bildiğimiz kemiklerimiz, bilhassa çocuklarda olmak üzere yenilenen dokularımızdandır. Adeta herbir insanda ruh bir kalıp bir model hükmünde olup, bu kalıp, üzerine her yıl taze bir ceset giydirilmektedir.
İnsan bedeni maddî olarak böyle devamlı yenilenmekte, ancak insan, huy ve karakter olarak aynı kalmaktadır. Mesela şahıs inatsa, inat olarak bu huyunu ömür boyu devam ettirir. Demek ki insanda maddeye bağlı olmayan bir mana var, o mana da ruhtur. Ruh maddeye bağlı olsa, insan bedeni her yıl tazelendikçe, ruhla alakalı manevî özellikler de değişecekti. İnsandaki manevî bağışlar değişmediğine göre, onunla alakalı olan ruh sabit kalıyor demektir. Herbir ruh kaç sene yaşamış ise, o kadar beden değiştirdiği halde, ruh aynen baki kalmıştır. Öyle ise madem ceset gelip geçicidir, ruh onun ile bağlı değildir. Öyle ise cesedin ölümle tamamen yok olması, ruhun bekasına tesir etmez, mahiyetini bozmaz. Netice olarak, maddeye bağlı olmayan ruh, maddenin ani olarak kaybolması olan ölüm anında da yok olmayacak, hayatiyeti devam edecektir.
Kanın kırmızı hücreleri olan alyuvarlardaki değişmeyi, yenilenmeyi anlatabilir misiniz?
İnsan bedenindeki yenilenme, yani teceddüd hadisesi hemen her dokuda olsa bile, bunun en tipik, en açık örneğini kanımızda yer alan alyuvarlar teşkil eder. İnsan vücudunda, her saatte değil, her dakikada değil, her saniyede, evet herbir saniyede 2,5 milyon alyuvar ölmekte ve bu ölen alyuvarların yerine 2,5 milyon yeni ve taze alyuvar kemik iliğinde kana geçirilmektedir. Ve bu denge ömür boyu devam etmektedir. Şayet
2,5 milyon yerine 3 milyon alyuvar kana geçseydi denge bozulacaktı. Veya, tam tersi olarak, 2,5 milyon alyuvar yerine kemik iliğinden kana 2 milyon alyuvar geçse, yine kandaki denge bozulacaktı. Bu ince ve hassas denge, Cenab-ı Hakkin Adi, yani herşeyi ölçü ile yaratıp, bir denge içerisinde muhafaza eden isminin sadece birtek tecellisidir.
Bütün vücut hücreleri, alyuvarlar da dahil atomlardan ve molekül dediğimiz terkiplerden, karışımlardan yaratılmışlardır. Hücrelerde bulunan milyonlarca molekül içerisinden, sadece alyuvarlardaki hemoglobinden kısaca sözedecek olursak, sadece bir tek alyu varda 300 milyon hemoglobin molekülü olduğu hesaplanmıştır. Vücutta her saniyede
2,5 milyon alyuvar ölüp 2,5 milyon alyuvar yaratıldığına göre her saniyede insan bedeninde 750 trilyon hemoglobin molekül yaratılıp alyuvarlara yerleştirilmektedir. Bu ise insanda her an yeniden yaratılan proteinlerin çok cüz’i bir kısmını teşkil etmektedir. Netice olarak, vücudumuzda her an büyük bir devr-i daim, yani büyük bir yıkım ve tamir vardır. Ve bu denge ömür boyu devam ettirilmektedir. Bütün bunlar da Allah’ın kudretininin açık tezahürleridir.
Hücrelerin yapısında bulunan, DNA İPLİKÇİKLERİ diye adlandırılan yapılar var. Bu İPLİKÇİKLER hakkında bilgi verir misiniz?
İnsanoğlu ve hayvanlar ve bütün canlı mahlukât hücrelerden yaratılmışlardır. Hücreler gözle görülemezler, ancak mikroskop denilen dürbün gibi küçük cisimleri büyüten aletlerle görülebilirler. İnsanı bir binaya benzetirsek, insanın yapı taşı olan hücreler de tuğlalara benzetilebilir.
Hücrelerin büyük ekseriyetinde merkezi çekirdek adını verdiğimiz yapı bulunur. Herbir hücrenin çekirdeklerinin içlerinde ise irsiyetle yani kalıtımla alakalı genetik şifreler olan DNA yani dezoksiribonükleik asit iplikçikleri bulunmaktadır.
Sadece bir tek hücrenin çekirdeğinde yer alan DNA iplikçiğinin toplam uzunluğu bir metreden daha fazladır. Hücrelerin çoğunun çapı sivri bir iğne ucundan çok daha küçüktür. Hücrelerin içerisinde yer alan çekirdeğin çapı hücrenin bizzat kendisinden daha küçüktür. İşte gözle görülmeyen her bir hücrenin çekirdeğinin içerisine, bir metre uzunluğundaki DNA yani dezoksiribonükleik asit iplikçikleri, öyle fevkalâde bir şekilde kısaltılıp, adeta paketlenip 10.000 defa uzunluğu kısaltılıp, çapı milimetrenin yüzdebirinden de küçük olan hücrenin çekirdeğine yerleştirilmiştir.
Bir de DNA’nın kimyevî yapısı var ki, o mevzuya girecek olsak saatlerce konuşmak icab eder, vaktimiz onu anlatmaya müsaade etmez. Bütün bunlar Cenab-ı Hakk’ın kudret mucizelerine açık deliller değil de nedir? Bütün bu ince hesaplar, ince işler nasıl tesadüfen ve kendi kendine olabilir? Şuursuz olan tabiat, bu ilim ve şuurla yapılması lazım gelen bu ince hesaplı şeyleri nasıl yapabilir? Allah’tan başka birisinin bu ince hesaplı şeylere müdahalesi mümkün olabilir mi?
İnsan vücudunda yer alan trilyonlarca hücrelerde bulunan DNA’nın toplam uzunluğu ise takriben 75 milyar km.yi bulmaktadır. Sadece birtek insandaki toplam DNA’nın uzunluğu olan 75 milyar km. dünyayı ekvatordan itibaren 1.875.000 defa dolanabilecek bir telgraf hattı teşkil edebilir. Gene bu miktar DNA ile dünya ile güneş arasında 250 defa gidip gelecek bir ince hat teşkil edebilir. Güneş sisteminin en uzak gezegeni olan plü- tonun güneş ile olan mesafesi 6 milyar km’dir. Buna göre sadece bir tek insanın DNA iplikçikleri yanyana eklense, plütondan güneşe 6.5 defa gidip gelecek bir hat meydana gelebilirdi.
İnsanı böylesine harika bir şekilde yaratan, birtek insanın içerisine adeta âlemleri, kainatı yerleştiren Rabbimize, ömrümüzün saniyeleri adedin- ce şükretsek basit kalmaz mı?
Birtek insanda bile uzunluğu milyarlarca km.’yi bulan DNA iplikçikleri ömür boyu sabit kalmamaktadır. Bu iplikçikler vücutta devamlı olarak ölen hücrelerle birlikte ölmekte ve yeniden yaratılan hücrelerle yeniden yaratılmaktadırlar. Vücut hücrelerinin ekserisi her yıl tazelenmekte, dolayısı ile DNA iplikçikleri de her yıl yeniden yaratılmaktadırlar. Netice olarak 75 milyar km. olarak hesap ettiğimiz rakam, şahsın ömrü uzadıkça her yıl katlanarak artmakta, ortaya fevkalâde, devasa bir rakam çıkmaktadır.
Bütün insanları, bütün hayvanları ve bitkileri, onlardaki DNA’ları, canlılardaki toplam DNA’nın uzunluklarını, ince yapılarını, onlarda yapılan faaliyetleri düşünelim. Cenab-ı Allah’ın ilminin, kudretinin, gücünün fevkalade tecellisini adeta gözümüzle görmüş olalım.
Bu konuda son olarak anlatmak istediğiniz bir şey var mı?
Hz. Ali (r.a.) efendimizin bir sözü, adeta bu İlmî gerçeği hatırlatıyor-, "Sen kendini küçücük bir cisim mi sanırsın? Halbuki sende büyük bir âlem toplanmış, dürülmüştür." Şeyh Galib’in gene bu manayı hatırlatan mısralarına dikkat edelim-,
“Hoşça bak zatına kim, zübde-i âlemsin sen,
Merdum-i dide-i ek van olan ademsin sen"
Öyle ise adeta özenilerek yaratılmış olan ve böylesine bir sanat harikası olan insanoğlunun bu dünyadaki vazifesi nedir? Ne yapmalıdır, nasıl davranmalıdır? Cenab-ı Hak, Zariyat Suresi 56. ayette mealen şöyle buyuruyor: "Cinleri ve insanları ancak beni tanımaları ve ibadet etmeleri için yarattım."
O kimseler ne bahtiyardır ki, ayetteki bu emri dinlerler ve itaat ederler.