Makale

Söylev ve Söyleşilerde Sözcük Seçebilmek

Söylev ve Söyleşilerde Sözcük Seçebilmek

Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İnsan konuşmasını, sözcük ve cümleler kullanarak gerçekleştirir. Sözcükler değiştikçe, cümleler, cümleler değiştikçe ifade, meram ve anlamlar da değişir. Cümlelere anlam kazandıran sözcüklerdir. Sözcükler, kullanıldığı bağlamlara göre anlam kazanırlar. Bu itibarla konuşurken kullanılan sözcüklerin özenle seçilmesi, yanlış anlaşılabilecek, kötüye çekilebilecek, huzursuzluğa sebep olabilecek, karışıklık ve sıkıntı doğurabilecek sözlerden kaçınılması gerekir. Çünkü ağızdan çıkan bir söz, bazen insanı vezir bazen de rezil eder.
“Söz var iş bitirir, söz var baş yitirir.
Söz var, sevgi ve saygı vâr eder.
Söz var, nefret ve öfke celp eder.
Söz var, yuva kurar, iş yapar, barış sağlar.
Söz var, yuva yıkar, iş bozar, savaş açar.
Söz var ki yâr eder, söz var ki yâd eder.
Sözünü bilmeyen dâima feryat eder.” özdeyişleri Söz var kılur kaygıyı şâd, söz var eyler bilişi yâd Eğer horluk, eğer izzet her kişiye sözden gelir"111 "Ağızdan bir söz çıkar,
Belki bin gönül yıkar,
Sanma ki bin bir tövbe,
Böyle günahı yıkar.
Kırıcı söz bir oktur,
Kurbanı çok, pek çoktur.
Yaydan çıktı mı geri Gelmez, çaresi yoktur.
Bin düşün de bir söyle,
Bir tek, fakat pir söyle.
Bir şey söyleyeceksen,
Önce kalbe gir, söyle.
Yıkma sırça sarayı,
Çalma aka karayı.
Hadi kanattın neyse,
Bâri tut, sar yarayı’"2’ dizeleri bu gerçeğin ifadeleridir.
İnsanlığın rehberi olan Kur’an® her konuda olduğu gibi söylev ve söyleşilerde ve kullanılacak sözcüklerin seçiminde de bize rehberlik etmektedir. Yazımızda konu ile ilgili Bakara Sûresi’nin 104. âyetini tahlil etmeye çalışacağız. Âyette şöyle buyurulmaktadır: "Ey îman edenler! "Ra mâ" demeyin, "unzurnâ" deyin ve dinleyin (isme’û) ve bilin ki kâfirler için acıklı bir azap vardır."
ETİMOLOJİK TAHLİL
Ayeti anlayabilmemiz için ""râinâ","unzurnâ" ve "isme’û" ifadelerinin bilmemiz gerekmektedir
"Râinâ" ifadesi; hayvan otlatmak, yöneticilerin halkı idare etmeleri, onları koruyup kollamaları insan olsun hayvan olsun başkasının yararını korumak anlamındaki "r-‘a-y" kökünden müfâale kalıbında emir olup, "bizi görüp gözet, koru, kulak ver, dinle" demek- tir.<4)
Bu kalıbın mastarı olan "mürâat"; riâyet etme ve yönetmede mübalağa ifade eder ki, başkasının işlerini yönetmek, yararını gözetmek ve ihtiyaçlarını tedârik etmek suretiyle onu tehlikelerden korumak demektir.’5’ Bu iş için hayvanlar hakkında gütmek, insanlar hakkında yönetmek tâbiri kullanılır.161 Bu sözcüğün asıl anlamı, yaşamak için gerekli olan gıdaları temin etmek ve zarar verecek şeyleri uzaklaştırmak sûretiyle hayvanları korumaktır. Mesela hayvanları meralarda, otlaklarda gütmek, otlatmak ve yırtıcı hayvanlardan korumak mürââttır.
Zamanla bu kelime, insanları yönetme, haklarım gözetme ve koruma anlamını da kazanmıştır.01 Hem kendini hem de başkalarını yöneten ve haklan koruyan kimseye "râi" denir.181
Bu kelime, Kur’an’da her iki manada yani yönetme ve birinin hakkını gözetme ve koruma anlamında kullanılmıştır: "O Allah ki, yeri size beşik yaptı ve onda sizin için yollar yaptı, gökten su indirdi, onunla her çeşit bitkiden çiftler çıkardık (onlardan) yeyin ve hayvanlarınızı otlatın (ver’av).9
"O mü’minler ki, onlar emanetlerini ve sözleşmelerini gözetirler (râ’ûn)"10
Aynı kökten gelen "riâyet", Türkçe’de bu anlamda kullanılmaktadır. "Raiyye", görüp gözetilen, korunup yönetilen teba, vatandaş, halk demektir. "Hepiniz yöneticisiniz (râî) ve yönettiklerinizden sorumlusunuz. Devlet başkam yöneticidir (râî), kişi çoluk çocuğunun yöneticisidir, “hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz"<11) hadisi de bu kelimenin anlamını ifade etmektedir.
"Unzurnâ" ifadesi; iyice düşünmek, aralannda hükmetmek, korumak, gütmek, riâyet etmek, bir şeyi beklemek, borçluya mühlet vermek, birinin haline acıyıp yardım etmek, kulak verip dinlemek anlamlarındaki "n-z-r" kökünden emir olup ‘bize bak, bizi gözet, bizi koru, bizi idare et, bize acı, bizi dinle" demektir.12’
Nazar; kalp gözüyle ve kafa gözüyle olur. Kafa gözüyle olana basar, kalp gözüyle olana ise basîret denir. Biri hakîki diğeri mecâzi anlamda bakmaktır. Bu iki manaya görmek ve idrâk etmek denir. Bununla düşünmek ve anlamak kastedilir. Kur’an’da bu kelime, her iki anlamda yani gözle bakmak ve görmek; kalple, akılla, zihinle düşünmek ve anlamak manasında kullanılmıştır: "Göklerde ve yerde ne var bir bakın, düşünün (unzurû)","3’ "Yüzler var ki, o gün ışıl ışıl parlar, Rabb’ine bakar (nâzıra)"1141
Konumuz olan âyette bu kelime ikinci anlamda yani görüp gözetme, riâyet etme ve koruma anlamında kullanılmıştır.
"İsme’û" ifadesi; işitmek, duymak, dinlemek, kulak vermek, itaât etmek, kabul etmek, sözü anlatmak anlamlarındaki "s-m-‘a" kökünden emir olup "söz dinleyin, itâat edin" demektir."15’
"Semi’a" kelimesinin iki anlamı vardır; biri kulak vasıtasıyla söylenen bir sesi, konuşulan bir sözü duymak, diğeri anlamak ve itâat etmektir. Bu kelime Kuran’da her iki anlamda kullanılmıştır: Mesela "Biz bunu (Peygamberin söylediğini) son dinde işitmedik (Mâ semi’nâ)" âyetinde "semi’a" hakiki anlamda duymak, işitmek, "İşitmedikleri / anlamadıkları halde işittik / anladık diyenler gibi olmayın" âyetinde anlamak manasında; "Allah’a karşı gelmekten sakının, dinleyin.""81 âyetinde ise itâat anlamında kullanılmıştır."”
Konumuz olan âyette geçen "isme’û" emri söz dinleyin, iyi anlayın ve itaat edin demektir.
Kelimelerini tahlil ettiğimiz âyette yüce Allah, mü’minlere hitap ederek bir yasak koymakta, iki emir vermektedir:
"Râ’inâ demeyin"
"Unzurnâ deyin",
"Peygamberi ve âyetleri dinleyin, iyi anlayın ve itâatkâr olun."
Görüp gözetmek, riâyet etmek, korumak ve kollamak anlamında "re’a" ile "nazar" kelimeleri aynı anlama gelmektedir. Ancak yüce Allah aynı anlamdaki iki ifadeden râinâ’nın değil unzurnâ ifadesinin kullanılmasını istemektedir. Niçin? Bunun iki sebebi vardır. Biri kelimenin kullanıldığı kalıp, diğeri âyetin se- beb-i nüzulüdür.
Râ’inâ; mufâale kalıbıdır. Mufâale kalıbı bir şeyin çoğu kez karşılıklı iki veya daha çok kişi arasında yapılmasını ifade eder. Mesela aynı kalıptaki mükâleme, karşılıklı konuşma; münakaşa, karşılıklı tartışma; mücadele, karşılıklı uğraşma, cidalleşme; mükâtele, karşılıklı savaşma demektir. Bu anlamda "râ’inâ, "sen bize riâyet et ki ,biz de sana riâyet edelim, sen bizi görüp gözet ki, biz de seni görüp gözetelim, sen bizi koru ki, biz de seni koruyalım" demek olur. Bu, Peygambere saygıyı ihlal eder.120’ İşte bu nedenle yüce Allah, “râ’inâ" ifadesini yasaklamış, bunun yerine aynı anlamı ifade eden "unzurnâ"’21 ifadesinin kullanılmasını emretmiştir.
Diğer taraftan "râ’inâ" kelimesinde hayvânî bir murakabe, "unzurnâ" kelimesinde ise insânî bir yaklaşım vardır. Unzurnâ kelimesi, bizi gözet, haklarımızı koru anlamını daha kibâr ve nâzik ifade etmektedir.
"Râ’ina" ifadesinin kullanılmasının yasaklanmasının diğer bir nedeni de âyetin nüzul sebebidir. Ayetin nüzul sebebi kaynaklarda şöyle geçmektedir:
AYETİN İNİŞ SEBEBİ
Peygamberimiz (a.s) İslâm’ı insanlara tebliğ ediyor, açıklıyor ve dînî kuralları öğretiyordu. Mü’minler, Hz. Peygamberi dinliyor ve İlâhî gerçekleri ondan öğreniyorlardı. İbn Abbas’ın beyanına göre ondan bir şey dinleyip öğrenirken mü’minler bazen,
-"Ey Allah’ın Resulü! Bizi gözet, bize iltifat et, bizi bekle, bize riayet et ki, söylediklerini iyi anlayalım, öğrenelim, belleyelim" anlamında "râinâ" diyorlardı. Bu kelimeyi Yahudiler argo tabir olarak kullanmakta idiler. Yahudi dilinde bu kelime "dinle dinlemez olası" ve "ahmak kişi" anlamlarına gelmektedir. Yani bu kelime, sövme ve hakaret ifade etmektedir. Yahudiler, mü’minlerin Hz. Peygambere (a.s) "râ’ina" dediklerini duyunca bunu fırsat bildiler. "Biz Peygambere gizli gizli söverdik. Şimdi açıktan sövebiliriz" dediler. Peygambere "râ’ina ya Muhammed" diyorlar ve gülüşüyorlardı. Said b. Muaz, Yahudi dilini biliyordu. Onların bu sözle maksatlarını anladı ve onlara, "eğer bu sözü sizden birinin Allah’ın Resûlüne söylediğini duyarsam kılıçla onun boynunu vururum" dedi. Onlar da, "Siz de bu kelimeyi Muhammed’e söylemiyor musunuz" dediler. Bunun üzerine Allah bu âyeti indirdi. ”1 Yahudilerin bu tutumları Nisa suresinin 46. âyetinde açıkça bildirilmektedir:
"Yahudilerin öyleleri var ki, kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar; "işittik ve isyân ettik","dinle, dinlemez olası" ve dillerini eğip bükerek "râina" diyorlar ve dîni ta’n ediyorlar. Eğer onlar, "işittik ve itaat ettik", "dinle ve bize bak" deselerdi elbette kendileri için daha iyi, daha doğru olurdu. Fakat Allah onları inkârları sebebiyle lanetlemiştir, pek az inanırlar.”
Yahudiler, "râ’ina" kelimesini eğip bükerek "râ’îna" şeklinde söylerlermiş. "Râ’îna" Arapça’da "bizim çoban" anlamına gelmesine karşılık İbrânî’cede "dinle a dinlemeyesi", "dinle a sözü dinlenmez herif anlamına tahkir ve tezyif ifade etmektedir.123’ Allah, bu şekilde Peygambere hitap edenleri kınamaktadır.
ÂYETİN ANLAM VE YORUMU
Allah mü’minlere "râ’ina demeyin" talimatıyla hem Peygamber’e hitapta saygılı olunmasını, kabalık, edepsizlik ve çirkinlik ifade edebilecek sözlerin söylenmesini yasaklıyor hem de Peygamber’e nasıl davranılacağını bildiriyor, nezaket, saygı ve güzel anlamı olan ve yanlış anlaşılmayacak sözcüklerin kullanılmasını istiyor. Hz. Peygamberin sözünü dinlemelerini ve ona itaat etmelerini istiyor.
"Ey mü’minler! Allah’a ve Peygamber’e itaat edin...’"24
"Kim Peygamber’e itâat ederse Allah’a itaat etmiş olur..."25’
"Peygamber’in çağrısını aranızda herhangi birinizin diğerini çağırması gibi tutmayın..." 26
"Ey mü’minler! Allah’ın ve Peygamber’inin önüne geçmeyin...."27’
"Ey mü’minler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üzerine çıkarmayın, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla öyle yüksek sesle konuşmayın, yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider"28 âyetleriyle yüce Allah mü’minlerin Hz. Peygamber’e karşı nasıl davranacaklarını bildirmektedir. Peygamber öldüğüne göre artık bu saygı onun tebliğ ettiği dine, âyet ve sahîh hadislere, büyüklere, öğretmenlere, âmirlere, dini anlatanlara, ana-babalara yapılacaktır. Âyet; dîne, dînî kurallara, dini anlatanlara, eğitim öğretim faaliyetlerinde bulunanlara saygılı olunmasını, hitapta yanlış anlaşılabilecek sözcüklerin kullanılmamasını, anlatılanların iyi dinlenip öğrenilmesini ve soru sorulurken kaba davranılmamasmı istemektedir.
İbn Kesîr’in beyan ettiği gibi âyette yüce Allah, müminlerin kötü olan söz, fiil ve davranışlar konusunda kâfirlere benzemelerini yasaklamaktadır.’29’ Peygamberimiz (s.a.s.) bu bağlamda, "Kim (inanç, söz, fiil ve davranışlarıyla) bir kavme benzerse o da onlar- dandır."I3(" Ve "(Müslümanlardan) başkalarına benzeyen kimse bizden değildir."0" buyurmuşlardır.
ÂYETİN İÇERDİĞİ HÜKÜMLER
Âyet; Allah ve Peygamber’e itaat, dîni öğrenme ve anlama, helal ve harama uyma, memur-âmir, öğrenci- öğretmen, talebe-hoca, er-komutan, ast-üst, işçi-işve- ren, halk-yönetici, çocuk-ebeveyn, çırak-usta ve benzerleri arasındaki ilişkiler; kurum, kuruluş ve devlet yönetimi; edep, ahlâk, saygı ve nezâket konusunda önemli ilkeler içermektedir. Bunları dört maddede toplayabiliriz.
1-Ta’rizli, yanlış anlaşılabilecek, tehdit, hakâret ve kötüleme içeren sözler kullanılmamalıdır.
Söylev, söylem, söyleşi, konuşma ve isteklerde iyi, güzel, gönül alıcı, yapıcı, nâzik, sevgi ve saygı ifade eden sözler seçilmelidir.
"...İnsanlara güzel ve iyi söz söyleyin.’"32’
"Ey mü’minler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin."33’
"Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır.’"34’
"... Yetimlere güzel ve iyi söz söyleyin."35’
"İtaat ve güzel söz onlar için daha hayırlıdır..."’36’
"...Ana-babanıza tatlı ve güzel söz söyle.’"37
Ayet-i kerîmeleri;
"Allah güzeldir güzeli sever."’38
"Amellerin Allah’a en sevimli olanı dili (kötü sözlerden) korumaktır. "(39)
"Haya (utanma, edepli olma) imandan bir şubedir. Haya sahibi cennete girer. Hayasızlık, yüzsüzlük cefa’ dan gelir. Cefa sahibi ise cehenneme gider. "<4Ü1 "Haya ancak hayır getirir."’4"
"Allah rıfk sahibidir. Her işte rıfkı / yumuşak davranışlı olmayı sever."’42’
"Sertlik ve kabalığa vermediği şeyleri yumuşak, nâzik ve kîbâr söz, fiil ve davranış sahibine verir. "<43) "Güzel, iyi, yumuşak söz sadakadır."44 Hadis-i şerifleri bunu öngörmektedir.
2-Harama, günaha ve kötülüğe götüren vasıta ve sebeplere tevessül edilmemelidir.
Bu ilkeye, sedd-i zerâ’î denir.’45’ İslâm dininde içki, zina, kumar gibi kötülükler yasak olduğu gibi bunlara vasıta ve sebep olan şeyler de yasaktır. Tahlil etmeye çalıştığımız âyet, buna delil olduğu gibi şu âyetler de buna delildir:
"(Müşriklerin) Allah’tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah’a sövmesinler...",’46’ "Zinaya yaklaşmayın...’"47’
Birinci âyette putlara sövülmesi yasaklanmış, gerekçe olarak, putlara sövmenin Allah’a sövülmesine sebep olması zikredilmiştir. İkinci âyette ise zinaya yaklaşılması yasaklanmıştır. Çünkü zina yasak olduğu gibi zinaya vasıta ve sebep olan şeyler de yasaktır.
Yüce Allah’ın, Musa ve Harun peygamberlere, "Ben sizin en yüce Rabb’inizim’"48 diyen azgın,49’ zorba’50’ ve zalim olan’51" "Firavuna gidin, çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır ve korkar52 emrini vermesi; mü’minlere en güzel örnek olan53’ Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (a.s.) ise " ... Onlara öğüt ver ve onlara içlerine tesir edecek güzel, yumuşak söz söyle"’541 talimatını vermesi, "Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez..."55 ve "Hikmetle ve güzel öğütle (insanları) Rabb’inin yoluna çağır..."56’ âyetleri yapılan konuşmalarda yumuşak, hikmetli, iyi ve güzel anlamlı kelimelerin kullanılmasını, kötü sözlerden kaçınılmasını ifade etmektedir.
Günahlara vasıta olan şeylerden kaçınılması gerektiğini şu hadisler de ifade etmektedir:
"Helal bellidir haram da bellidir. Helal ile haram arasında şüpheli olan şeyler vardır. Bunları insanların çoğu bilmez. Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa dinini ve ırzını / şahsiyetini korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere dalarsa harama düşer. Bu tıpkı (içine girme yasağı olan) koru etrafında davarlarını otlatan çobanın durumu gibidir. Çok geçmez bu çobanın davarları yasak olan koruya girebilir. Biliniz ki her hükümdarın bir korusu vardır. Yeryüzünde Allah’ ın korusu ise haramlarıdır..."’57’
Peygamberimiz (s.a.s.), "Kişinin ana-babasına sövmesi büyük günahlardandır" buyurmuş sahâbîler, "- Ey Allah’ın Resûlü! Kişi ana-babasına (hiç) sövermi?" diye sormuşlar Peygamberimiz de (a.s.) "- Evet kişi birinin babasına söver, o da onun babasına söver, kişi birisinin anasına söver, o da onun anasına söver"58 buyurmuştur.
"Önemli şeylerden sakınmak amacıyla önemsiz şeyleri terk etmedikçe kişi muttakiler derecesine ulaşamaz.59
Bu hadisler; insanı günah olan söz, fiil ve davranışlara götüren, haram işlemeye sebep olan, kötülüğe vasıta olan şeylerden kaçınılmasını öngörmektedir. Bu ilke dini ve dünyevi her hususta geçerlidir. Mesela insanın hasta olmadan önce hastalığa sebep olacak şeylerden kaçınması, koruyucu hekimlik kurallarına uyması, zinaya, yalan söylemeye sebep olacak davranışlardan kaçınması böyledir.
3- Dîni hükümler karşısında duyarlı olunmalıdır.
Yüce Allah, bir yasak (râ’inâ demeyin) ve bir emir (unzurnâ deyin) talimatından sonra mü’minleri itâate, söz dinlemeye ve dînî hükümleri anlamaya teşvik etmektedir. Bu itibarla mü’minler âyetler, sahîh hadisler, dînî hükümler karşısında duyarsız, vurdum duymaz ve ilgisiz olamaz.
4- Kâfirler için acıklı bir azap vardır.
Yüce Allah’ın, mü’minlere "ıâ’inâ" demeyin, "unzumâ’’ deyin, söz dinleyin, itâat edin dedikten sonra "kâfirler için acıklı bir azap vardır" buyurması dikkat çekicidir. Âyette geçen kâfirlerden maksat söz ve davranışlarıyla Peygamber’i alaya alan, onun peygamberliğini ve tebliğ ettiği dini inkâr eden Yahudilerdir.160’ Allah, mü’minlerin kâfirler gibi olmamalarını istemektedir.16" Kâfir, âyetleri, Allah’ın emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını, hüküm ve tavsiyelerini inkâr eden, kabul etmeyen kimseye denir. Mü’min, kendisini küfre götürecek her türlü inanç, söz, fiil ve davranıştan uzak tutmak zorundadır. Mü’min, İlâhî emir ve yasaklar karşısında daima duyarlı olur. Yüce Allah
Kur’an’da mü’minleri şöyle nitelemektedir:
"Mü’ıııinler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman o âyetler onların imanlarını artırır...",’62 "Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne çağırıldıkları zaman mü’minlerin sözü "işittik, itaat ettik" demeleridir..."63’’ ve "...Mü’minler, ‘işittik itaat ettik. Rabb’imiz! Bizi bağışlamanı dileriz. Dönüşümüz sanadır’ dediler" âyetleri mü’minlerin dînî hükümler karşısında nasıl tavır takınmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Allah, "işittik, isyan ettik" diyenleri kınamaktadır: "(Ey Yahudiler!) Bir zaman üzerinize Tur Dağı’nı kaldırıp sizden kesin söz almıştık: Size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun, söz dinleyin, itaat edin (demiştik, onlar), "Dinledik ve isyan ettik" dediler..."65
Mü’minler, bu âyette anlatılan insanlar gibi olamazlar. Âyetleri ve sahih hadisleri okuduğu, duyduğu, güzel amellere ve günahları terk etmeye çağrıldığı zaman duymazlıktan, görmezlikten gelemezler, "işittik, isyan ettik" diyenlerin aksine "işittik, itaat ettik" derler ve Kur’an hükümlerini baş tacı ederler.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
İnsanların mutlu olmalarını isteyen yüce Allah, onlara her konuda rehber olsun diye peygamberleri vasıtasıyla kitaplar göndermiştir. Son İlâhî kitap Kur’an’ın rehberlik ettiği konulardan biri de anlaşma, istek ve düşünceyi ifade aracı olan konuşmada, söylev ve söyleşilerde sözcüklerin iyi seçilmesi, doğru bağlamda ve yerli yerinde kullanılmasıdır. Yüce Allah, mü’minlere şöyle hitap etmektedir:
"Ey Mü’ıııinler! ‘Râ’ina demeyin’, ‘unzurna deyin’, söz dinleyin, sözü anlayın. Kâfirler için elim, acıklı, acıtıcı bir azap vardır."
"Râ’inâ" ile "unzurnâ" eş anlamlı ifadelerdir. Ancak "râinâ" ifadesi biraz daha kaba, tazirli ve yanlış anlaşılabilecek niteliktedir. Riayet etme, görüp gözetme, koruyup kollama anlamının yanında hayvanları gütme, otlatma, çobanlık yapma, ahmak olma anlamları da vardır. Halbuki "unzurnâ" ifadesi; daha kibar, İnsanî boyutlu, insanları yönetme, haklarına, düşüncelerine riayet etme ve onları himaye etme anlamını taşıyan bir sözcüktür ve yanlış anlaşılma, kötüye yorumlanma ihtimali de yoktur. İşte Allah mü’minle- re konuşmalarında kelimelerin özenle seçilmesini emretmekte, güzel ve iyi anlamlı sözcüklerin kullanılmasını istemektedir. Büyüklere, âmirlere, öğreticilere hitapta kibâr, nâzik ve saygılı olunmasını öğütlemektedir. Kur’an’ı ve Peygamber’i iyi dinleyip anlamalarını, itâatkâr olmalarını, "işittik isyan ettik" diyenler gibi olmamalarım "işittik, anladık ve itaat ettik" demelerini emretmektedir. Kur’an’ı, Peygamberi, ilâhî hükümleri kabul etmeyenlerin ve bunlara saygısızlık edenlerin kâfir ve âsi olduklarını, onlar için acı bir son ve elem verici bir azabın bulunduğunu bildirmektedir ki mü’minler bu duruma düşmesinler.
Ayet, 4 hüküm içermektedir:
a) Kaba, kötü ve yanlış anlaşılabilecek sözler sarf edilmemeli, büyüklere, yöneticilere, öğreticilere dilek ve istekler kibâr. nâzik ve güzel kelimelerle arz edilmeli, insanlara kötü, yanlış anlaşılabilecek ve kırıcı sözler söylenmemelidir.
b) Kötülüklere, haramlara, günahlara vasıta ve sebep olabilecek söz, fiil ve davranışlardan kaçınılmalıdır.
c) Kur’an ve Sünnet iyi öğrenilip anlaşılmalı, Allah ve Peygamber’e itaat edilmelidir.
d) İnkâr edenlerin akıbetinin kötü, acıklı ve elem dolu olduğu bilinmelidir.



1- Yunus Emre, Divan, s. 56. Hazırlayan Faruk K. Tinıurtaş. Tercüman 1001Temel Eser, İst. 1972. Şiirin anlamını şöyle açabiliriz: Söz var ki kaygıyı, tasayı, üzüntüyü sevince çevirir, söz var ki dostu düşman eder. Aşağılanma ve değersiz görülme ve itibarsızlık da izzet, üstünlük ve şeref de insana sözünden gelir.
2- Şiir, değerli bilim ve fikir adamı, şair değerli dostımı Dr. Halil Altııntaş’aaittir.
3- Bakara, 185.
4- Ibn Manzûr, Lisânu l-Arab, "r-’a-y" maddesi. Şihâbii’d-dîn Mahmut Ahist,
Rûhu’l-Meânî Tefsîru l-Kur’âni’l-Azîm Ve’s-Seb’ı’l-Mesânî, I. 348. Da- ru Ihyâü’t-Türâsî’ l-Arabiyyi, Beyrut, tarihsiz.
5- Alüsî, l, 349, Tâhir b. Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, 1. 652, Dâru s-Sahn.
Tunus, tarihsiz; Ali b. Ahmed el-Vâhidî en-Nisâburî. el-Vasît fi Tefsîri’l- Mecfd, 1. 186. Dâru’ l-Kütibi’l-llmiyye. Beyrut. 1994.
6- Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili. I. 452, Eser Neşriyat. İst., 1971.
7- Alüsî, I, 650.
8- Râgıb el-Isfehânî. el-Miifredât fî Garîbi’ l-Kur’ân. s. 198.
9- Tâhâ . 53-54.
10- Mii’minun. 8; Meariç, 32.
11- Müslim. İmare. 5; Tirmizî, Cihad. 27.
12- Ibn Manzûr, "n-z-r" maddesi.
13- Yunus. 101.
14- Kıyâme, 22-23. bk. Rağıb. s. 497.
15- Ibn Manzûr. "s-m-’a" maddesi; Alüsî. I. 349; Tâhir b. Âşûr. I, 652.
16- Sâd. 7.
17- Enfal. 21.
18- Maide, 108.
19- Rağıb, s. 242.
20- Alüsî, 1. 349.
21- Tahir b. Âşûr. 1. 652.
22- Kurtubî. Mııhammed b. Ahmed. el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân. II. 57. Kahire. 1935; Kâdî Beydâvî. Abdullah b. Ömer. Envâru’t-Teıızîl ve Esrâru’t- Te’vîl. 172-/73, Beyrut, tarihsiz; Ebu’l- Berekât Nesefi, Medâıiku’t- Tenzîl ve Hakâiku t-Te’vîl, 1.172-/73, Beyrut, tarihsiz; Hâzin. Ali b. Mıı- hanımed. Lübâbu t-Te’vîl fî Meânît-Tenzîl, I. 172-173; Beyrut, tarihsiz. Alüsî. 1348; Hüseyin b. Mııhammed el-Beğavî, Meâlimu t-Tenzîl, 1. 132, Riyat, 1997; Ebû Hayvan el-Endiilüsî, en-Nehrıil-Mârru Mine’I-Bahri’ l-Muhît, I. 186-187. Beyrut. 1995. Yazır. I. 453.
23- Alüsî. 1. 349; El-Beğavî. I. 132; Yazır, I. 453.
24- Enfâl, 20.
25- Nisa, 80.
26- Nur. 63.
27- Hucurat. I.
28- Hucûrât, 2.
29- İsmail İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm. I. 148-149. Dâıu I-Ma’rife. Beyrut. 1980.
30- Ebu Davıul. Libas, 4; Ahmed. II, 590.
31- Nesâî, /sti’zân, 7.
32- Bakara, 83.
33- Alızâb, 70.
34- Bakara. 263.
35- Nisa. 5. 8.
36- Mııhammed. 21.
37- İsra. 23.
38- Müslim. îmân, 147, 92.
39- Miinâvî. I, 147, No: 201.
40- Tirmizî. Biır, 65. 14. 365.
41- Kâmil Miras, Tecridi-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, VIII, 149, D.İ.B. Yay.
42- Müslim, Selâm. 15.11. 1706.
43-Müslim, Biır, 77.
44-Buharî, Cihad, 128, Edep. 34; Muslim. Zekat, 56; Ahmed, II. 3/6.
45-Tahir b. Aşûr. I. 651.
46- Enam. 108.
47- İsrâ, 32.
48- Nâziat. 24.
49- Taha. 24.
50- Mii’min. 35.
51- Kasas, 40.
52- Taha, 43-44.
53- Ahzab. 21.
54- Nisa. 63.
5 5-Nisa. 148.
56- Nah/. 125.
57- Buhârî, İmân, 39, Buyii, 2; Muslim. Musakat, 107-108; Ebu Davut. Bııyii 3; Tirmizî. Bııyii 2; Nesâî. Buyii 2: İbn Mace. Fiten 14; Dârimî. Buyii 1; Ahmed. 267.
58- Muslim. İman. 145, 38; Tirmizi. Birr. 4; Ahmed. I. 108.
59- Kurtubî. 1, 59.
60- Alüsî. 1. 349; Tâhir b. Âşûr. I. 652.
61- İbn-i Kesir, I. 148-149.
62- Enfâl. 2.
63- Nur, 51.
64-Bakara. 285.
65- Bakara. 93: bk. Nisa. 46.