Makale

Yoksullukla Mücadele ve Güçsüzleri, Kimsesizleri Koruyup Gözetmek

Yoksullukla Mücadele ve Güçsüzleri, Kimsesizleri
Koruyup Gözetmek

Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İnsanın temel niteliklerinden biri de onun bir sosyal varlık oluşudur. Hayatını tek başına sürdürmesi hemen hemen imkansızdır. Sosyal hayatın temel kuralı ise yardımlaşmadır. Ancak bu yardımlaşma çeşitli biçim ve görüntülerde gerçekleşebilir. Üstlendiği görev karşılığında ücretini alan bir kimse aslında topluma bir şekilde yardım etmektedir. Çeşitli mesleklerin her biri geniş anlamıyla birer toplumsal yardım birimi gibi rol üstlenmektedirler. Ancak sergilenen yardımlaşmalar her zaman toplumun genel yararına olmamakta, çoğunluğun zararına olacak şekilde, küçük bir azınlığın, ya da sayılı kişilerin yararını hedefleyebilmektedir. İşte İslâm bu sosyal gerçekten hareketle "İyilik ve takvâ (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama, günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın." 1genel kuralını getirmiştir.
Yardım kavramı geniş bir muhtevaya sahip olmakla birlikte, esas îtibâriyle ihtiyaç içinde olanların bu ihtiyacının karşılıksız olarak giderilmesi anlamında kullanılır. İhtiyaçlar çok kere maddî imkanlarla karşılandığı için yardım denince akla ilk gelen maddî yardım olur. Bu da genellikle yoksulları ve düşkünleri akla getirir. Biz bu yazımızda İslâm’ın, yoksulluğu kaldırmak ve düşkünleri topluma kazandırmak, onların hayata tutunmalarım sağlamak amacıyla getirdiği yaklaşımları, Kur’an ve sünnet çerçevesinde belirlemeye çalışacağız.
1. MÜ’MININ MAL VE SERVET KARŞISINDAKİ
KONUMU
İnsan sahip olduğu yüksek değere ve üstün yeteneklere rağmen esas olarak zayıf bir varlıktır. Bu zayıflık hem ruh dünyası, hem fiziki yapısı itibarı ile söz konusudur. Kur’an bu gerçeği şu genelleme ile ortaya koyar: "İnsan zayıf olarak yaratılmıştır."2 : Bu açığını" kapamak için kendini güçlü hissedebileceği ortamı hazırlamak onun temel eğilimi olmuştur. Mal, servet ve maddî güç elde etme çabası bu eğilimin en açık göstergesidir. Bu çaba aşın hırs ve cimrilik şeklindeki yansıması ile, insan ruhunun derinliklerinde yatmaktadır. "Zâten nefislerde kıskançlık hazırdır."3” Bu ruh yapısı zaman zaman onu hiç ölmeyecekmiş gibi davranmaya, hayata maddeci ve dünyevî gözle bakmaya sevk eder. "Malının kendisini ebedi kıldığını sanır." 4 "Fakat o hep dünyaya sarıldı ve kendi nefsinin arzusuna uydu."5 "Gerçek şu ki, insan tatminsiz bir tabiatta yaratılmıştır.’"’’6
İslâm insanın bu yanlış yönelişini önleyecek bir dünyâ görüşü sunar. Buna göre Bütün kainat Allah’a aittir. "Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey yalnızca O’nundur." İnsanın mal ve maddî imkanlar karşısındaki konumu ise tasarruf yetkisinden ibarettir. Şu âyet bu gerçeği dile getirmektedir: "Allah’a ve Resulüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı mallardan (Allah yolunda) harcayın.’"*’
İnsan, Allah’ın kendisine emanet ettiği malları, O’na kulluk yolunda kullanacaktır. Sonunda da, bu tasarrufu nasıl gerçekleştirdiği konusunda hesaba çekilecektir.
" Andolsun mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz.’ "Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır."10
Kur’an bu ve benzeri ayetlerle dünyanın geçici olduğu, esas amacın geçici hayat değil, ebedî olan ölüm ötesi hayat olduğu mesajını vermektedir. Müslümanın dünyâ görüşü bu çerçevede şekillenir. İşte, kültürümüzde, mal sahibinin kendisini "emanetçi" diye tanımlaması bu dünyâ görüşünün yansımasıdır.
2. EKONOMİK GÜCÜN
TABİÎ DAĞILIM DÜZENİ
İnsan yer yüzünün en şerefli ve değerli varlığı olarak yaratılmıştır. Çünkü onun Allah’a kulluk gibi temel bir görevi vardır. Bu görevi yerine getirebilmesi için kendisine sayısız nimetler verilmiş ve her ihtiyacı karşılanmıştır.
"Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve en temiz şeylerden rı- zıklandırdık ve onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.""" "Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi?""12
Ancak rızkın ve diğer nimetlerin insanlara bol bol verilmiş olması, bütün insanların nzık ve nimetler konusunda eşit imkanlara sahip olduğu anlamına gelmemektedir. İlâhî hikmet gereği olarak insanlar mal ve maddi imkanlar bakımından farklı konumlara sahiptirler: "Allah, rızık konusunda kiminizi kiminize üstün kıldı.""13 "Dünyâ hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine derece derece üstün kıldık."14
Dünyâ hayatında rızık ve geçimlikler prensip olarak fertlerin kendi kapasitelerine topluma, çağa, sisteme, genel hayat şartlarına ve sosyal ilişkilere bağlı olarak değişir. İşte bu farklılıkları gerekli kılan şartlar içinde hayatını sürdürebilmesi için insan çeşitli zorluklara katlanmak durumundadır. Kur’an, bu gerçeği şöyle dile getirmektedir: "Andolsun biz insanı çeşitli meşakkat ve zorluklar içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.”"15 İnsan, hayatını sürdürebilmek için çalışmak, çabalamak, üretmek zorundadır. Ancak bazen bütün bunlar da normal bir hayat sürebilecek maddî imkanı elde etmeye yetmemekte, çeşitli sebeplerle bâzı bireyler ya da kesimler, ekonomik olarak zayıf kalabilmektedir. Bu durum bir yerde işin kader boyutu ile de ilgilidir.
Ekonomik gücü, toplumun asgari geçim düzeyinin altında olan kimseler "fakir" diye nitelenen kesimi oluşturmaktadır. "Fakir" kelimesi Arapça’da, "delmek", "kazmak", "kırmak" manalarına gelen "fakr" kökünden sıfat olup asıl anlamı "omurgası (fakar) kırılmış kimse"dir. Bu durumdaki insan gibi, bir işe güç yetirememesi, başkasına muhtaç olması sebebiyle maddî bakımdan sıkıntı içinde olan kimseye de fakir denildiği ifâde edilir.’"16’
3. İSLÂM’IN FAKİRLİK PROBLEMİNE YAKLAŞIMI
Fakirlik tarih boyunca insanlığın önemli problemlerinden biri olmuştur. Her devlet, bu problemin üstesinden gelmeyi temel hedefleri arasında görür. İnsanlığa iki dünyâ mutluluğu sağlamayı amaçlayan İslâm da elbette ki fakirlik probleminin ortadan kaldırılmasında yardımcı olacak, bu konuda yol gösterecek bâzı prensipler getirmiş ve önlemler almıştır. Bu prensipleri şöyle sıralayabiliriz:
a) TEMEL PRENSİP:
ÇALIŞMAK
Allah’ın kendisi için takdir ettiği nzıklara ulaşması için uyulması gereken temel prensip çalışmaktır: "De ki, çalışın. Yaptıklarınızı Allah da. Resulü de, müminler de görecektir." ’ Hz. Peygamber, tembellikten Allah’a sığınmıştır." Çalışmadan başkalarının yardımını beklemek onurlu müslümana yakışmayan bir tutumdur. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Sizden birinizin ipini alıp dağa gitmesi ve arkasına odun demeti yüklenip getirerek onu satması ve Cenab-t Hakk’tn bu suretle o kimsenin yüzsuyunu koruması, istediği verilse de verilmese de, halktan dilenmesinden daha hayırlıdır."ım Yine Resûlül- lah, "Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir. Allah’ın nebisi Davııd (a.s.) da elinin emeğinden yerdi. "Zekeriyya (a.s.) marangozdu" buyurarak çalışıp üretmeyi, kendi kazancıyla geçinmeyi teşvik etmiştir.
b) İSRAFTAN
KAÇINMAK
İhtiyaçtan fazla olarak, gereksiz harcama yapmak israftır. İsraf ise İslâm’da haramdır. Bu, ele geçirilen ekonomik değerler için olduğu kadar tabiatta potansiyel halde bulunan değerler için de böyledir. Sahip olduğumuz maddî imkanlar bizim emeğimizin, alın terimizin ürünü olsa da, o değerler sonuçta, toplumun ortak varlığının bir eseridir. Ayrıca, içinde yaşadığımız tabiî ortamın bize sunduğu imkanlar sonsuz değildir. İnsan bunları hızla tüketmektedir. Nasıl birey, kazandığını ölçülü kullanarak çocuklarına ekonomik imkanlar bırakmak isterse, toplum da daha sonraki nesilleri bu açıdan gözetmek durumundadır. İşte israf, bu realiteye aykırı olduğu için haram kılınmıştır. Bu sebeple tüketim esasına dayalı bir ekonomik anlayışı da İslâm onaylamaz.
Kur’an, İslâm toplumunu orta halli, dengeli bir toplum olarak niteler, müslümanların bu halleriyle başka toplumlara örnek teşkil ettiğini belirtir122’ve hayatın kaçınılmaz bir olgusu olan tüketim konusunda da müslümanın aynı dengeyi koruduğunu vurgular: "Onlar. harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları bu ikisi arası dengeli bir harcamadır."12” Şu âyet de konuyu güzel bir benzetme ile gündeme getirmektedir: "Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma sonra kınanır ve çaresiz kalırsın."’ Açıkça görüldüğü üzere Kur’an; israfı, fakirliğin, çaresizliğin sebeplerinden biri olarak ilân etmektedir.
Ekonomik değerlerin ölçüsüzce yok edilmesinin, Allah-kul ilişkisinin sevgi boyutunu olumsuz yönde nasıl etkilediğini şu ayetten açıkça öğreniyoruz: "Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.’"
Kur’an’da israf için bir de "saçmak", "malı ölçüsüzce dağıtmak" anlamlarına gelen "tebzir" kelimesi kullanılmıştır: "Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver, tebzir etme. Çünkü tebzir edenler şeytanın kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı nankördür.”26
Tefsir bilginlerinin çoğu, ayetteki "tebzir"i, "malı Allah’ın razı olmadığı (gayri meşru) yerlere harcamak" diye yorumlamışlardır.’27’
Mülkiyet hakkı, bir açıdan toplumun ortak değeri olan ekonomik kaynakların istendiği gibi, ölçüsüzce harcanmasını meşrulaştırmaz.. Hele harcama kalemi meşru bir iş değilse, ölçülü de olsa İslâm nazarında israftır. Çünkü meşru olmayan işler prensip itibarı ile yararsızdır. Yararsız harcamalar da israf kavramı içinde yer alır.
c) PSİKOLOJİK YAKLAŞIM
Her şeye rağmen hayat istendiği kadar rahat ve kolay olmayabilir. Bütün çabalara rağmen insan darda kalabilir, yoksulluğun yahut kıt imkanların baskısından kurtulamaz. Bu sebeple de bir ümitsizlik hali hâkim olabilir. Hayata küsme ve çaresizlik duygusu yaşanabilir. Bu durumda insan, kendisini yeniden hayata bağlayacak manevî bir desteğe ihtiyaç duyar. İşte Kur’an bu desteği insana sağlamaktadır. Çünkü o, Yaratan’ın mesajlarını içermektedir. Yaratan ise yarattığı insanı ve onun ihtiyaçlarını çok iyi bilmek- tedir.28’
Her şeyden önce İslâm, dünyanın asıl hedef olmadığım, gerçek hayatın ahirette yaşanacağını ısrarla telkin eder. Hz. Peygamber, "Dünyada garip bir kimse gibi, yahut bir yolcu gibi ol"<2,>1 buyurmuştur. Bu yaklaşımın temelinde, insanları iyi kul olmaya, iyi işler yapmaya teşvik amacı yatmakta ise de dolaylı yoldan dün- yâlıklann da asıl hedef olmadığı, iyi kul olmak kaydıyla, çekilen zorlukların öbür dünyada güzelliklere, nimetlere dönüşeceği duygusunun gelişmesini sağlar. Bu da insanda bir direnme gücü meydana getirir.
Pek çok âyet ve hadiste, takvâ (Allah’a karşı gelmekten sakınma) kulluk şuurunun gerçek göstergesi olarak önemle vurgulanır. Ayrıca Kur’an’ın, takvanın, dar boğazdan çıkmada, rızkın sağlanmasında da etkili olduğunun bildirilmesi gerçekten ilgi çekicidir:
"...Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar, onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter."30
Tüm çabalan gösterdikten sonra işi Allah’a bırakmak anlamına gelen tevekkül de, fakirlik problemi karşısında önemli bir psikolojik direnç kaynağı oluşturmaktadır. "Nice canlılar vardır ki rızıklarını taşımazlar (yiyecek biriktirmezler). Onları da, sizi de Allah rızıklandırır"31 ayeti de gerçek tevekkül sahiplerine iyi bir psikolojik destek sağlamaktadır.
Hz. Peygamber’in, "Biriniz, mal ve yaratılışça kendinden daha üstün kılman birine baktığı zaman, bir de kendinden daha aşağı durumda olana baksın""32 hadisinde, maddî imkansızlıklar karşısında takınılacak temel tavrın nasıl olması gerektiğini göstermiştir.
d) ZEKAT VE SADAKA YAHUT İNFAK YÖNTEMİ

İslâm’ın fakirlik problemi karşısında getirdiği pratik yöntem fakirin maddî olarak desteklemesidir.
Bireyler arasında ekonomik farklılıkların bulunması kaçınılmaz olmakla birlikte, bu farklılaşmanın aşırı boyutlara ulaşması da sağlıksız bir toplum yapısının göstergesidir. Bu gösterge aynı zamanda insanın yapısında var olan mal tutkunluğu ve hırsın, toplumun önemli bir kesimine hâkim olduğuna da işaret eder.
Kur’an, bütün insanları "Rahman’in kulları"’33 nitelemesi ile bir bütün olarak ele alır ve Allah’ın nimetlerinden herkesin, insanca yaşayabilecekleri ölçüde yararlanmasını öngörür. Bu amacı gerçekleştirmek üzere çalışmayı ön şart olarak ortaya ko- yar.Bununla birlikte her nasılsa maddi imkanlardan yoksun kalmış, güçsüz düşmüş kimselerin çaresiz ve desteksiz kalmalarını önlemek için de infak mekanizmasını insan-servet ilişkisinin temel unsuru olarak sunar:
"Sevdiğiniz inallardan infak etmedikçe, iyiliğe asla ulaşamazsınız."34’
"Ey iman edenler! Hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın inkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir."35’ "Sana, neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Fazla olanı."36
Şu ayette de infak edenlerin manevi kazançları, harika bir benzetme ile dile getirilmektedir: "Mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumları, her birinde yüz buğday tanesi bulunan yedi başak bitiren bir tek buğday tanesi gibidir. Allah dilediğine (mükafatı) kat kat verir. Allah lütfü geniş olandır, hakkıyla bilendir.""37
İnfak sözlük anlamıyla, malın elden çıkarılması, harcanması, sarf edilmesi demektir. Terim olarak infak ise, bu harcamanın, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla, O’nun istediği, gösterdiği yerlere harcanması anlamını ifâde eder. Kur’an, takvâ sahiplerinin temel nitelikleri arasında, Allah yolunda infakı da zikreder.38’
İnfakın temel hedefi, ihtiyaç sahiplerini, düşkünleri, yetimleri, kısaca toplumun darda kalmış bireylerini zor durumdan kurtarmaktır.
Mekke döneminde müslümanlar sosyal, psikolojik,ekonomik ve fiziki olarak ağır baskılara maruz kalmışlardı. Özellikle, maddi gücü olmayanlar, korumasız bulunan köleler, yetimler ve fakirler daha ağır şartlar içinde yaşıyorlardı.
Hicretten sonra Müslümanların bir devlet düzeni içinde organize olmaları üzerine kısa zamanda hem sosyal hem ekonomik alanda güçlendiler. İşte Mekke döneminde gönüllü bağışlar niteliğinde olan sadaka bu dönemde, ayrıca düzenli bir şekilde ödemek durumunda oldukları yükümlülük (zekat) haline getirilmiştir:
"Onların mallarından sadaka (zekat) al ki, bununla onları (günahlardan) temizleyesin, onları arındırasın."39’
Zekat emri doğrudan Hz. Peygamber’e hitap eten bu ayetten başka daha bir çok ayette namaz ile birlikte ve mü’minlere yönelik olarak tekrar edilmektedir. Biz bu ayetlerden birini örnek olarak zikredeceğiz:
"Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin."40’
Bu âyette ve benzerlerinde zekatın, defalarca namazla birlikte yan yana zikredilmesinin özel bir anlamı vardır, o da şudur: Namaz kişisel bir ibadettir. Doğrudan Allah’a karşı yerine getirilmesi gerekir. Zekat ise toplumsal bir ibadettir. Allah’ın emriyle kullara karşı yerine getirilir. Namaz Allah’ın hakkı olduğu için, bu konuda meydana gelecek eksiklikleri Allah’ın affetmesi söz konusudur. Zekat ise, fakirin, toplumun hakkı olduğu ve bu konuda sergilenecek kusur ve ihmallerin telafisi kul hakkının ödenmesi ile kayıtlı bulunduğu için, durum daha ciddi ve önemlidir.
Yukarıda zikrettiğimiz ayetler ve benzerlerinde yalnızca zekat yükümlülüğü getirilmekte fakat, zekatın kimlere verileceği belirtilmemektedir. Zekatın kimlere verileceği aşağıdaki Tevbe süresinin 60. ayetinde düzenlenmiştir:
"Sadakalar (zekatlar), Allah’tan bir farz olarak fakirlere, düşkünlere, zekat görevlilerine, kalpleri müslümanlığa ısındırılacak kimselere, kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara, yolda kalmışlara mahsus- tur."41
Hz. Peygamberin sağlığında, "sadaka" kelimesi, "insanın Allah rızasını kazanmak üzere malından ayırıp fakirlere verdiği meblağ" anlamında kullanılıyordu. Bu anlamda sadaka, verenin durumuna göre ya farz olur (zekat) ya vacip olur (fıtır sadakası) ve ya nafile olur. Daha sonraları farz olan sadaka için "zekat" kelimesinin kullanılması yaygınlaşmıştır. Yukarıda zikrettiğimiz ayette sadaka, zekat anlamına kullanılmıştır.
Ayetin zikrettiği bu sekiz grup incelendiğinde, zekatın (dolayısıyla sadakanın) iki ana amacının olduğu görülür:
Toplum içinde ekonomik dar boğazda kalan, fakirliğin ve çaresizliğin pençesinde kıvranan insanların problemlerine çözüm getirmek,
b. İslâm’ın var oluş amacının gerçekleşmesine katkıda bulunmak.

1- Nisâ, 2.
2- Nisâ, 28.
3- Nisâ, 128.
4- Hiimeze, 3.
5- A’raf, 176.
6- Meâric, 19-20.
7- Ta-Hâ, 6.
8- Hadid, 7.
9- Âl-i İmran, 186.
10- Enfal, 28.
11- İsra, 70.
12- Lokman, 20.
13-Nahi, 71.
14- Zuhruf, 32.
15- Beled, 4.
16- Osman Eskicioğlu, Fakir, TDV İslâm Ansiklopedisi.
17- Tevbe, 105.
18- Ahmed İhn Hanbel, el-Müsned, II, 185.
19- Buhâri, Zekat, 10.
20- Buhâri, Biiyu . 15.
21- Müslim, Fedail, 169.
22- Bakara, 143.
23- Furkan, 67.
24- İsra, 29.
25- A’raf, 31.
26- İsra, 27.
27- Bak, Şevkânî, Fethu l-Kadir, Da- ru’l-Ma’rife, Beyrut, tarihsiz, I-V III, 221.
28- Bak. Mülk, 14.
29- Buhârî, Sahih, Rikak, 3; Tirmizi, Sünen, 35.
30- Talak , 2-3.
31- Ankebut, 60.
32- Buhârî, Sahih, Rikak, 30.
33- Furkan, 63.
34- Â!-i İmran, 92.
35- Bakara, 254.
36- Bakara, 219.
37- Bakara, 2-262.
38- Bakara, 3.
39- Tevbe, 103.
40- Nur, 56.
41- Tevbe, 60.