Makale

26 AĞUSTOS’UN TARİHİMİZDEKİ ÖNEMİ

26 AĞUSTOS’UN TARİHİMİZDEKİ ÖNEMİ

Mustafa TURAN

Milletlerin ve devletlerin hayatında bazı zaman1ar ve bazı olaylar vardır ki, hayatî öneme haizdirler, mazi, hal ve istikbal köprülerini sağlam tesis eden milletlerin çağdaş bir yapıya kavuşarak, gelişip yükselecekleri ve varlıklarını ilânihâye devam ettirecekleri tabiîdir.
26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ve 26 Ağustos 1922de başlayıp 30 Ağustos Zaferi ile neticelenen Büyük Taarruzun, Türk tarihinde dönüm noktasını teşkil ettikleri ve tarihimizin seyrini değiştirdikleri şüphe götürmez bir hakikattir.
26 Ağustos 1071; Feth-i Mü-bin’in müjdesi, Anadolu’yu yurt edinmenin ve vatan sevgisinin bir ifadesidir.
26 Ağustos 1922 ise; Anadolu’nun sonsuza dek Türk yurdu kalacağını, dünyaya ilan eden bir milletin, gür sesi ve fırtına olup düşmanı denize döken kuvvetli nefesidir.
Aslında Ağustos ayının her günü Türk zaferleriyle doludur. Tarihin en kesin neticeli ve iki saatlik meydan savaşı olan Mohaç ile, Ertuğrul Gaziye Bizans sınırında bir dirlik verilmesine sebep olan, Yassı Çemen Savaşı da Ağustos ayı içinde meydana gelmiştir.
Bütün zaferlerimizde olduğu gibi, Ağustos zaferlerimizin temelinde yatan faktör de, şüphesiz bizdeki vatan sevgisidir. Çünkü, bütün mücadelelerin amacında, vatan sevgisi en önde gelir. Bizde vatan kutsaldır. Hatta namus olarak kabul edilir. Ona uzanan eller kırılır. Ona kem gözle bakan gözler oyulur. "Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terkolunamaz" ilkesi kanun kabul edilir. Meşhur Arap edebiyatçısı Câhız’ın yazdığı ve Ramazan Şeşen’in tercümesini yaptığı, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri isimli eserde aynen şöyle denir: "Vatan sevgisi bütün insanları ve bütün memleketleri kapsayan bir hususiyet olmakla beraber, Türklerde daha fazla ve daha köklüdür... Vatan üzerine titreme, ona iştiyak ve arzu Kuranda geçer. Türk’ün vatanına duyduğu iştiyak, diğer insanlara göre daha fazla ve daha şiddetlidir. " İşte bu üstün vatan sevgisidir ki, bize sonsuz zaferlerin yolunu açmıştır.
Eskiden Türk ordusu ilkbaharda sefere çıkar, genellikle Ağustos ayında düşmanla karşılaşır ve bir kaç saat içinde kesin bir zafer kazanarak, kıştan önce geri dönerdi. Bu yüzden Ağustos ayı; zaferler ayı olarak tarihimize geçmiştir. Muhtevası itibarı ile konuya, tarihe açılan pencereden ve geniş bir perspektifle bakarsak, çok değişik boyutlarıyla görmemiz mümkündür, özellikle 26 Ağustos deyince, her Türk’ün hafızasında çok ulvi ve kıvanç verici duygular tezahür eder.
Tarihimizde önemli bir yer tutan, Ağustos zaferlerimizin anlamını düşünerek, tümünü 26 Ağustosun içinde toplayıp özet olarak sunmak gerekirse; çok önemli yorumlar ve neticeler ortaya çıkar.
Peki o halde taşıdığı anlam itibarı ile 26 Ağustos nedir?
O, Bizans’ın kalesine atılan bir gol, Altaylar’dan Viyana’ya uzanan bir yol ve "Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri!" diye kalkan bir koldur.
O, Malazgirt’te kükreyen Alparslan’dır. Burçlara bayrak asan Ulubatlı Hasan’dır. Dumlupınar’da Başkomutan, yurdunu alçaklara çiğnetmemek için toprak altında kefensiz yatandır.
O, ünü şahikalara yükselmiş, kahramanlık destanları hayranlıkla dinlenen bir ordunun, her zaferimizin yâdedilişinde inleyen bir Anadolu’nun, Hakkı, haklıyı ve mazlumu kaldırıp zulmü çiğneyen bir milletin yükselişidir.
O, yolda yürümesini beceremeyenler üzerinden uçmak için bir çift kanat ve harp meydanlarında icra edilen üstün bir san’attır.
O, şehâdetleri dinin temeli olan ezanlarımızın gür sesi, istiklâl marşımızın bestesi ve bütün bir milletin neşesidir.
O, Anadolu’da bir korsan olan Bizansı ve Yunanı temelinden sarsıp yıkan bir kuvvettir.
O, Müslüman Türklere açılan saadet kapısı, İstanbul’un alınmasına zemin oluşturan fethin altyapısı ve ebedi olarak Türk yurdu kalacağını tescil eden Anadolumun tapusudur.
26 Ağustos, ilelebet üzerinde yaşayacağımız yurt ülküsü, İlây-ı Kelimetullah uğrundaki bir milletin zevkli çilesi, kahramanlık tarihinin öyküsü, uğrunda seve seve can verilen Cennet yurdumuzun süsü ve bağımsızlığımızın ölçüsüdür.
O, attığını vuran, tuttuğunu koparan bir bilek, esareti, tembelliği ve korkuyu lügatından silen bir yürektir.
O, "Ya istiklal, ya ölüm" parolasıyla cepheden cepheye koşan bir vatandaş, "O rüku olmasa dünyada eğilmez başlar" mısrasında ifadesini bulan onurlu bir baş ve bu Cennet vatan için verilen kutsal bir savaştır.
O, ne doğuda Çin Şeddinin, ne kuzeyde buzulların, ne güneydeki çöllerin, ne de batıdaki kuvvetli orduların hızını kesemediği coşkulu bir sel, kılıcı ve kalemiyle kahramanlığını tarihe altın harflerle yazan mutlu bir eldir.
O, maziyi âtiye bağlayan kuvvetli bir bağ, uygarlık yolunda başkalarının hayâlinin dahi ulaşamayacağı görkemli bir dağ ve Türk toplumunun önüne aydınlık ufuklar açan bir çağdır.
Bu düşünce ve duygular çerçevesinde, asırlarca dünya medeniyetine rehberlik etmiş olma misyonumuzu, çocuklarımıza ve gençlerimize kavratarak, bu bayraktarlığın devamı hususunda motive edilmelidirler.
Tarihte kazandığımız güzide zaferlerimizin, 21. yüzyılda siyasî, askeri, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yeni yeni zaferler doğurması; ancak milli birlik ve bütünlük içinde çalışarak, çağdaş uygarlığa yön verme misyonumuza tekrar kavuşmakla mümkün olacaktır.
***