Makale

ZAMANI DURDURABİLİRMİSİNİZ?

ZAMAN...
ALLAH’IN, ÜZERİNE YEMİN ETTİĞİ...
BİZE YERİLEN BİR BÜYÜK
NİMET

Bayram ALTAN

ZAMANI DURDURABİLİRMİSİNİZ?

ZAMAN bir sel gibi akıp gidiyor. Her gecen gün ömür takvimimizden bir yaprak kendiliğinden düşüveriyor. Bazen yıllar sonra geleceğini tahmin ettiğimiz işlerin, birden bire karşımıza dikilivermeleri, bizi bir hayli heyecanlandırıyor. Bu ani gelişin etkisiyle bir köşeye çekiliyor ve başımızı iki elimizin arasına alarak derin derin düşünüyoruz:
"Zaman ne çabuk geçiyor? Daha dün denecek, yakın zamana kadar babamız elimizden tutarak bizi çocuk bahçelerine, parklara, kırlara götürürdü. Yeni kıyafetler, okul kitaptan, hedi-yeler alır, bizi sevindirirdi. Daha dün denecek yakın bir zamana kadar okul kıyafetlerimizi giydikten sonra beslenmemizi ve çantamızı elimize alıp şarkılar söyleyerek giderdik okulumuza, kırlara çıkar, körebe oynar, papatya toplardık"
Geçen, geride kalan günler adeta bir sinema filmi gibi geçer gözlerimizin ö-nünden. Bütün bunları düşündükten ve şimdiki durumumuza da bir göz attıktan sonra, "zaman ne çabuk geçi-yor! "demekten alamayız kendimizi.

HER GELECEK YAKINDIR!
Çok uzaklarda zannettiğimiz günler, karanlıkları yırtarak zaman tünelini yıldırım hızıyla geçip bize doğru geliyor...
Çoğu insan, "zaman" adı verilen bu nimetin kıymetini idrak edemediği için geçen günlerine "ah" ederek üzülüp durur. Giden zaman geri gelir mi hiç? İmkânsızı
Güneşin batışıyla kaybolan o gün, artık bir daha geri dönmeyecek şekilde bize ve bütün dünyaya veda ediyor, ömür takvimimizden bir yaprak kopararak geçip gidiyor...
Akşam karanlığı çökerken -batıda dağlan aşıp ufukları kızıla boyayarak batan güneşe "dur!" diyebilir misiniz?... Deseniz bile sesinizi duyurabilir, onu durdurabilir misiniz?
O.ilâhi emre boyun eğmiş, kendisine verilen görevi yerine getirmekle meşgul, Semazenler gibi sağdan sola doğru dönüyor ve bir menzile doğru hızla akıp gidiyor...
Yalnız güneş mi, hayır! Görebildiğimiz ve göremediğimiz bütün varlıklar, yaratılış gayelerine uygun olarak hareket ediyorlar.
Yeryüzünde ve gökyüzünde bulunan bütün yaratıklara bir göz attığımız zaman, hemen hepsinin yeryüzünün halifesi olan "lNSAN"a hizmet ettiğini görürüz.
- İbni Rüşd’ün bu konudaki sözleri gerçekten de kayda değer:
"Bu dünyada bulunan varlıklann karakter ve tabiatım araştırınca onların sanki insan için, insanın varlığını devam ettirmek için yaratılmış olduğunu görürüz. Bu alaka, gaye ve dengenin gelişigüzel, rastgele bir tesadüf neticesinde olması mümkün değildir. Belki bu denge ve uyum, insana verilen kıymet ve Önemi her şeyin ona hizmet ve faydalı olma gayesini hedef alarak müstakil, irade ve kudret sahibi bir varlık tarafından yaratılmış olduğunu gösterir. Gece ve gündüz, ay ve güneş, mevsimler, göklerin yaratılışı, yağmurun yağması, denizler ve karalar, ovalar, ağaçlar, otlar, hayvanlar, toprak, su, hava, ateş hülasa her şey insanın yaşamasına, rahat ve saadetine hizmet için yaratılmıştır. Bu, şüphe götürmez bir gerçektir."
Bir damlacık suyla şekillenen, kendisine takdir edilen zamana kadar yaşamak üzere dokuz ay sonra dünyaya gözlerini açan insan, her geçen gün gelişiyor, büyüyor, konuşmasını, yürü-mesini, koşmasını öğreniyor... derken annesinden babasından, çevresinden bir takım bilgiler alıyor... Gözleri, her gördüğü şeyin üzerine bir filim kamerası gibi dönüyor. Kulaktan, duyduğu sesleri kaydediyor. Sonra da gördüğü, zihnine kaydettiği o şeyleri aynen uygulamaya çalışıyor ve hemen ardından gençlik dönemi başlıyor.
Gençlik dönemi hakkında şimdiye kadar çok şey söylenmiştir. Gençtik, taşkınlık ve şaşkınlık dönemidir. Bu dönemde her genç kendini frenleyemez. Hem düşüş, hem de yükseliş vardır. Hiç şüphesiz zaman, bu günleri de bir anda alıp götürüyor insanoğlunun elinden.
Nihayet o simsiyah olan saçlar, yavaş yavaş bir pamuk yığını haline dönüşüyor. O çeviklik atılganlık, dinamizm yerini tembelliğe, uyuşukluğa, zayıflığa, yorgunluk ve durgunluğa terk ediyor...
İşte o zaman "hayatın bahan" diye adlandırdığımız gençlik çağı, kapılarını kapamaya başlıyor. Ve insanı büyük bir hızla ihtiyarlık alanına itiveriyor. Artık insan, ahiret âlemine bir geçiş yeri olan kabre doğru adım adım yaklaşıyor...
Sanki kara toprak bu dönemde büyük bir kuvvetle kendine doğru çekiyor insanı.
Bir zamanlar cıvıl cıvıl olan. her şeyi tozpembe gören, damarında dolaşan kanın kaynamasını duyan insan; artık zamanını doldurmuş, dünya hayatından nasibini almış ve yakınlarına, tanıdıklarına, gördüklerine veda ederek ebedî bir âleme göçüyor...
Hiç düşündünüz mü insanın niçin böyle doğup büyüdüğünü, betti bir zaman yaşadıktan sonra dünyasını değiştirdiğini}
Dünya hayatında sayısız nimetler içinde âdeta yüzen insan, bazen nimetlerin çokluğunun sarhoşluğuna kapılmak suretiyle bu sorunun cevabını düşünemez olur. Hele o insan, gençliğin vermiş olduğu bir taşkınlık ve şaşkınlık içindeyse kolay kolay aklına gelmez olur bu soru.
Şüphesiz "zaman"da da. zamanın kullanılmasında da sayısız hikmetler var.

“Akşam karanlığı
çökerken, batıda dağları aşıp ufukları
kızıla boyayarak batan güneşe "dur!" diyebilir misinizi... Deseniz bile sesinizi
duyurabilir, onu durdurabilir misiniz?”