Makale

İNSAN HAKLARI ve İSLÂM

BAŞYAZI

İNSAN HAKLARI ve İSLÂM

Mehmet Nuri YILMAZ
Diyanet İşleri Başkanı

İnsanın sahip olduğu temel ve devredilmez hakların neler olduğu tarih boyunca tartışıla gelmiştir.
Devlet adamları, filozoflar ve hukukçular serdettikleri değerli fikirlerle bu önemli konunun olgunlaşmasına katkıda bulunmuşlardır.
Elbette konu düşünüldüğünün ötesinde bir kıymeti haizdir. Bu sebepledir ki, sadece tartışılmakla kalmamış, yayınlanan deklerasyon ve hukuki metinlerde de kayıt altına alınmıştır.
Batıda önem itibariyle ilk bilinen ve klasik onsekizinci yüzyıl deklerasyonlarının öncülüğünü yapan 15 Haziran 1215 tarihli Magna Karta dekorasyonundan 10 Aralık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine kadar bu yönde atılmış önemli adımlar sözkonusudur. Bu tarihten sonra da insan haklarına yönelik çalışmalar millî ya da milletlerarası seviyede devam etmiştir.
Sözkonusu deklerasyonlar ki, başlıcaları İngiliz Haklar Belgesi (1668), Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi (1776), Fransız Beyannamesi (1791) ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi(1948)- insanların Tanrı tarafından yaratılmış varlıklar olarak eşit oldukları ve vazgeçilemez haklara sahip bulundukları temasını vurgulamışlardır.
Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, yirmibirinci yüzyıla az bir sürenin kaldığı günümüz dünyasında bile pek çok bölgede insanlar hala bu temel haklarından mahrum edilmekte; ırkı, dili, dini ve düşüncesinden ötürü zulümlere ve hatta kıyımlara maruz bırakılabilmektedirler. Bu temel hakların başında gelen hürriyet ve eşitlik; artık tarihin derinliklerine gömülmesi gereken bir takım ortaçağ artığı husumetlerle, ya da ideolojik düşüncelerle, insanlara ve hatta toplumlara çok görülebilmektedir.
Daha üzücü ve acıklı olanı ise bütün bu istismarların, hür dünyanın ve yukarıda belirtilen deklerasyonlara öncülük eden devletlerin gözleri önünde cereyan etmesi, buna rağmen gerekli tepkinin verilmemesidir. İyi niyetle oluşturulmuş gibi görünen kuruluşların takındığı çaresizlik ve acziyet tavrı ve zaman zaman uyguladıkları çifte standart bunların güvenilirliklerinin ve hatta meşruiyetlerinin de sorgulanmasına yol açmaktadır.
Her ne kadar Batılılar insan hakları konusunda öncülüğün kendilerine ait olduğunu iddia etseler de, gerçekte onların ilk teşebbüslerinden altı yüzyıl önce gönderilen İslam, insanın sahip olması gereken bugünkü temel hak ve hürriyetlerin hepsini garanti altına almıştır.
Islâm’da insan haklarından bahsedildiği zaman Allah tarafından garanti edilen haklar anlaşılır. Bu anlayış, hiç bir fert ya da kuruluşun Tanrı tarafından verilmiş olan hakkı geri alma yetkisine sahip olamayacağı neticesini de hasıl eder.
Birleşmiş Milletlerin ya da diğer milletlerarası kuruluşların tüzükleri, yönetmelikleri ya da deklerasyonları, Allah tarafından dokunulmaz kılınan haklarla asla mukayese edilemez. Zira onların herhangi bir zorlayıcılığı bulunmazken İslam’ın belirlediği haklar İslam inancının bir parçasını teşkil etmektedir. Dolayısıyla bütün Müslümanlar bu hakları kabul etmeyi ve uygulamaya koymayı bir sorumluluk olarak görürler. Zira Kur’an’ın belirlediği bir hususun inkarı küfrü, ihmali ise zulmü doğuracaktır.
İslam insana bu hakları tanırken onun, bu ya da şu ülkenin mensubu bulunduğuna, inançlı ya da inançsız olduğuna veya ormanda ya da çölde yaşadığına bakmaz. Ona bütün bu haklar sırf insan olduğu için verilmiştir.
Hürriyet, eşitlik, yaşama hakkı, yargılanma hakkı, ırz, namus ve özel hayatın masuniyeti, şeref ve haysiyetin korunması, İslam’ın bindörtyüz sene önce garanti altına aldığı haklardan bazılarıdır. Bu haklar, günümüz Batı dünyasında olduğu gibi kağıt üzerinde kalmamış, uygulamaya da konularak her din ve ırktan insanın yararına sunulmuştur.
Yüce dinimizin dün olduğu gibi bugün de insanlık için kurtuluş vesilesi olduğunun bilinmesi gerekir. Ne mutlu bunu idrak edebilenlere.