Makale

İslâm Fetûhâtı Devrinde ERZURUM’A ULAŞAN SAHÂBÎLER

İslâm Fetûhâtı Devrinde
ERZURUM’A ULAŞAN SAHÂBÎLER


Doç. Dr. Hüseyin Algül



Bilindiği gibi Hz. Muhammed (s.a.s.), sağlığında, gelecekte müslümanların muvaffakiyet ve muzafferiyetleri ile ilgili müjdeler vermiştir. Bunların büyük bir kısmı Rum (Bizans) beldelerinin fethi hakkındadır. Bu konuda birkaç hadîs naklederek meseleyi aydınlatmaya çalışalım:
Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercümesi’nin sekizinci cildinde yer alan bir hadîs-i şerif meâlen şöyledir:
Ashabdan Enes b. Mâlik (r.a) demiştir ki: Rasûlüllâh, teyzem Ümmü Haram’ın ziyaretine gelirdi de o, kendisine yemek ikram ederdi. O sırada Ümmü Haram (r. anhâ), Ubâde b. Sâmit’in nikâhında idi. Yine bir gün Rasûlüllâh ziyarete geldi. Teyzem yemek ikram etti ve Rasûlüllâh’ın başını tarayıp temizledi. Müteakiben
Rasûlüllâh (s.a.s.) bir müddet uyudu. Sonra gülümseyerek uyandı. Ümmü Haram (r. anha) demiştir ki:
- Yâ Rasfllellâh! Seni güldüren nedir? diye sordum.
O:
- Rüyamda bana ümmetimden bir kısmı şu mavi deniz üstünde padişahların tahtlarına kuruldukları gibi- kemâli ihtişamla gemilere binerek, Allah yolunda deniz harbine gittikleri hal-de gösterlldiler de ona gülüyorum, buyurdu. Ben:
- Yâ Rasûlellâh! Benim, o deniz gazilerinden olmaklı-ğım için Allah’a dua buyur-sanız, diye rica ettim. Rasûlüllâh da dua buyurdu. Sonra başım yastığa koyarak bir müddet daha uyudu ve bir süre sonra gülümseyerek uyandı. Yine ben:
- Yâ Rasûlellâh! Neye gülüyorsunuz? diye sordum. Rasûlüllâh:
- Bu defa da ümmetimden bir kısmının padişahların tahtlarına kuruldukları gibi- kara nakliyeleri üstünde, debdebeli bir mevklb halinde gazaya gittikleri gösterildi, buyurdu. Ben:
- Yâ Rasûlellâh! Bunlar arasında da bir gâzî olarak bulunmaklığıma dua buyursanız, dedim.
Rasûlüllâh:
- Hayır, birincilerden (deniz gazllerinden)sln, diye karşıladı.
Burada, İstanbul’un Müslümanlar tarafından fethedileceğini müjdeleyen hadîs-i şerifi hatırlayalım:
Ahmed b. Hanbel’in "Müs-ned"inde, Münâvînin "Fey-zü’l-Kadir"inde naklettiği ve İmam Süyûtînin "Sahihtir" dediği bir hadis-i şerifte Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: istanbul muhakkak fetholunacakbr. Bunu gerçekleştirecek ordunun kumandam ne mutlu kumandan ve askeri ne mutlu askerdir."
Hiç şüphesiz büyük fetihlerde, islâm askerlerini cesaretlerinden, onları birlik ve sebat duygusu içinde zafere götüren sebepler arasında manevî unsurlar önemli bir yer tutmaktadır.
Nitekim 28/643-649 yıllarında Hz. Osman’ın halifeliği ve Muâviye’nin Şam valiliği devrinde gönüllülerden oluşan İslâm ordusu, İslâm Tarihi’nin teşkilâtlı ilk deniz seferini gerçekleştirerek, Doğu ve Güney Akdeniz limanlarından hareket eden gemilerle Kıbrıs’ı kuşattılar, Lar-naka tarafından adaya çıkartma yaptılar ve üstünlük sağlıyarak Rumları vergiye bağladılar. Bu seferde As-hâb-ı Kiram’dan Ebû Zer-i Gı-fârî, Ebu’d-Derda, Şeddad b. Evs Hazretleriyle Ubâde_ b. Sâmit (r.a.) ve zevcesi Ümmü Haram Bint-i Milhan (r. anhâ) da bulunuyordu. Burası da müjdelenmiş bir belde idi ve ilk deniz gazasına iştirak edecek gâzîler arasında bulunacağı kendisine müjdelenen Hala Sultan-Ümmü Haram Bint-i Milhan (r.anhâ), Larnaka civarında, tuzla denilen yerde, bindiği katırdan düşerek şehîden vefat etmiştir, hâlen kabri oradadır. Bunun hemen peşinden 31(651) yılında, Anadolu’nun güneybatı sahillerinde (Şimdiki Antalya vilayetinde Phoenix-Finike sahillerinde), İslâm donanması ile Bizans donanması arasında vukubulan Gazvetüssava-rî (Direkler Gazası) dikkatleri çekmektedir. Sözkonusu deniz muharebesinde Müslümanların, Bizans donanmasını imha ettiği görülmek-tedir. Bu muharebe, İstanbul ile ilgili araştırmalarıyla tanınan ismail Hâmi Danişmend gibi tarihçilerce ilk İstanbul seferi olarak yorumlanmaktadır.
Bu seferlerin bir uzantısı olarak 31(651) yılında Habib b. Mesleme kumandasında İslâm ordusunun Anadolu’nun doğusuna girdiğini görüyoruz. Sözkonusu İslâm ordusu, İslâm devletinin hâkimiyetini kabul ettirerek bölgedeki Ermeni reislerini cizyeye bağlamıştır. Bu es-nada Bizans’a karşı yürütülen seferleri "Ürdün, Şam (Dimeşk), Hıms, Filistin-Kudüs" genel valisi Muâviye b. Ebî Süfyan ile Küfe vâlîsi Said b.el-As, Halifenin emriyle sevk ve idare ediyorlardı. Böylece 31(651) yılında günümüzden yaklaşık 1338 sene önce İslâm orduları Erzurum ve civarında hâkimiyet tesis etmiş oluyorlardı.
Erzurum bölgesine ikinci olarak bir ordu ile sefere geldiğini tespit ettiğimiz ve sahâbî olması kuvvetle muhtemel olan zat, Selman b. Rebia el-Bahiltdir. Bu zatın bölgeye intikali, özetle şöyle olmuştur:
Habib b. Mesleme (r.a.), Rum ve Ermenilerin silâhlı bir harekete hazırlandığını hissedince Halîfe’den yardım istemiş, o da Muâviye ile Küfe valisi Said b.el-As’a talimat vermişti. Muâviye, 2000, Küfe vâlîsi ise, Selman b. Rebia el-Bahilî kumandasında 6000 mücâhid göndermişti. Neticede Rum ordusu bir kere daha bozguna uğratıldı ve bölgede İsâm hâkimi-yeti kuvvetlendirildi. Mücâ-hidlerden bir kısmı Erzurum’da iskân edildi, yerleşenlere iktâlar verildi. (Bkz. M.Halil YlNANÇ, Erzurum Tarihi)
Selman bin Rebia, Hz. Ömer ve Osman zamanında Doğu Anadolu, Azerbaycan, Belencer, Arran taraflarında çok gaza etmiş ve Belen-cer’de şehid düşmüştür. Bu zâtın kardeşi Abdurrahman b.Rebîa el-Bâhilînin de, adı geçen yerlerde ve Bâbü’l-Ebvâb (derbend) taraflarında gazaları vardır.
Küfe ve Medâin’de kadılıkları da olan bu zât -Buharî, Ukaylî ve Ebû Hatim er-Razîye göre- Ashab-ı Kiram’dandır. İbn Sad, el-İclî ve İbn Hıbban ise, Tâbiun’un ileri gelenlerinden olduğunu söyler. Keza, İbn Hıbban, Selman b. Rebîa Hazretleri hakkında "Salih bir zât olup, her yıl hacca gittiğini" söyler. Müslim’de ondan nakledilen hadis vardır, (el-isâbe, 111, 139)

SONUÇ
Gerek Habib b. Mesleme, gerekse Selman b.Rebîa Hazretleri ile Erzurum ve civarına gelen İslâm orduları arasında isimleri tespit olunamamakla beraber çok sayıda sahabinin bulunduğu kuvvetle muhtemeldir. Onların bu seferlerdeki en büyük gayesi, tıpkı Kuzey Afrika, Endülüs ve Akdeniz’de olduğu gibi Hz. Peygamber’in müjdelediği büyük fetihlere erişebilmek, müjdeli ve dua-lı askerler arasına katılabilmektir. Dolayısıyla şu anda, üzerinde bulunduğumuz topraklar, sahabe ve tâbiûn’dan çok sayıda zevatın ayaklarının değdiği yerler-dir. Muhtemelen Erzurum’da türbesi bulunan Abdurrahman Gazi de bu zatlardan biridir.
Gerek Emevîler, gerekse Abbasiler devrinde Erzurum, Azerbeycan, Cibal ve Rey civarı ahalisinin gaza merkezi olan bir uç şehir durumundaydı. Gazî ve mücâhidler buraya gelerek Erzurum Kalesine toplanırlar, sonra da zamanı gelince Bizans seferine çıkarlardı. Diğer taraftan Erzurum ticarî açıdan da mühim bir şehir sayılırdı. Hemen hemen 307 yıl önce Emevî, sonra da Abbasîlerin hakimiyetinde kalan bu şehir, gerek ticarî, gerekse stratejik önemi sebe-biyle daima Bizans’ın ve Ermenilerin hücumuna maruz kalmıştır. Dolayısıyla sık sık tahribat ile, idarede kısa dönemli el değiştirmelere tesadüf edilmiştir. Bununla beraber hemen hemen 338 (949)lara kadar müslüman-lar hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir. Belki burada şunu da söyleyebiliriz: Erzurum’un fethi, Müslümanlardaki "İstanbul fethi ideali"nin köşe taşlarından biridir. Nitekim Kıbrıs’ın fethi de öyle olmuş ve kısa zamanda İslâm orduları deniz yolu ile Kostantiniye’ye ulaşmışlardır.
İşte Erzurum, İstanbul fethi öncesinde, sahabe devrinden başlamak üzere mübarek gazâ ve seferlere kaynaklık etmiş ve Müslüman Türk döneminde de bu hususiyetini korumuş, önemli bir İslam beldesidir. Bu belde M.949’larda tekrar Bizans’a geçtikten yaklaşık yüz yıl sonra 1049’larda Selçuklular devrinde Müslüman Türklere geçmiş ve asırlarca süren gaza hamlelerinde kaynaklık etmiş, nihayet İstanbul’un fethi Fâtih Sultan Mehmed’e nasip olmuştur. Ancak bu fethin tâ 31(651) yılında Erzurum’a gelen Habîb b. Mesleme ve Selman b. Rebîa Hazretlerinden başlamak üzere sekiz yüz yıl süren ortak bir mücâdelenin ürünü olduğu unutulmamalıdır.