Makale

MALAZGİRT SAVAŞI ve İSLAM’IN ANADOLU’YA GİRMESİ

DOÇ. DR. FİKRET KARAMAN / Elazığ Müftüsü

MALAZGİRT SAVAŞI ve İSLAM’IN ANADOLU’YA GİRMESİ

Tarih boyunca, İslâm’ın tebliğ ve gelişmesine zemin hazırlayan bazı dönüm noktaları olmuştur. Hicret, Bedir muharebesi, Hudeybiye antlaşması, Türklerin topluca Müslüman olması, Malazgirt savaşı ve İstanbul’un fethi gibi tarihin akışını etkileyen olaylar sadece bunlardan bir kaç tanesidir. Biz bu yazımızda düşmanların Anadolu üzerindeki kötü emellerini kursaklarında bırakan ve İslâm’ın doğudan batıya kaymasını kolaylaştıran Malazgirt savaşı üzerinde duracağız, çünkü bu savaş, askeri yönden çeşitli yenilik, taktik, dehâ ve kahramanlık örnekleriyle yüklü olduğu gibi; manâ bakımından da “İslam’ı tebliğ ve Anadolu sınırlan içine yaymak” gibi yüce bir gaye ve hedefin başlangıcını teşkil etmektedir.
Ecdadımız, İslâm’ın doğuş yıllarından itibaren Müslümanlarla temas halinde olmuştur. Bunun en güzel örneği, Sahabe ve Tabiin başta olmak üzere bazı İslâm büyüklerinin fetih, hicret ve tebliğ amacıyla Anadolu topraklarına gelip yerleşmiş olmalarıdır. Nitekim ülkemizin değişik yerlerinde karşılaştığımız kabir ve türbeler, bunun en açık delilleridir. Bu hareketliliğin sonucu olarak atalarımız fazla gecikmeden İslâmiyet’le tanışmışlardır."’ Yaklaşık iki asır devam eden ferdi temas ve ihtida olayları sonunda, fıtratı olgunlaşan Türk Milleti kitle halinde İslâm’la kucaklaşmıştır. Prof. Dr. Osman TURAN bu olayı şöyle değerlendirmektedir: ’’Türklerin İslâm medeniyetine toptan girişleri; diğer din ve medeniyetlere inti- sablarından farklı olarak, doğurduğu büyük ve müsbet neticeler itibariyle, yalnız Türk ve İslâm tarihinin bir dönüm noktasını teşkil etmekle kalmaz, dünya tarihinin de en büyük hâdiselerinden biri sayılacak bir ehemmiyet taşır.”12’ Ahmet Cevdet Paşa ise bu toplu ihtida olayının, İslâm’ın tebliğ ve gelişmesine olan katkısına dikkat çekerek şöyle demektedir. "Türklerden iki yüz bin hargâh, İslâm ile müşerref oldular. Hargâh, deriden mamul çadır ve aba demek olduğundan, bir hargâh, bir hane halkı demek olur. Bu kadar halkın defaten Din-i İslâm’a dahil olmaları, âlem-i İslâmiyette vukuat-ı mühimmedendir.’"3’
Bu hazırlık safhasından sonra Bağdat’ta yapılan muhteşem bir törenle Abbasi Halifesi El Kaim Bi-Emrillah tarafından Tuğrul Bey 24 Ocak 1058 tarihinde Selçuk hükümdarı “Sultanü’l İslâm” olarak ilân edilmiştir. Tuğrul Bey, yumuşak tabiatlı, zeki, sabırlı, dindar ve azimli bir hükümdardı. İktidarı döneminde Fatımîlerin ve Şiilerin Sünnilik üzerindeki tahakkümünü kaldırarak icraatına başladı. Döneminde yaptığı diğer hizmet ve fetihlerle büyük itibar kazanmıştır. Ne yazık ki yakalandığı amansız hastalık sonunda 4 Eylül 1063 Cuma günü vefat etmiştir. Yerine yeğeni “Alp Arslan” Sultan oldu. Malazgirt savaşına kadar yaklaşık 8 yıl hükümdarlık yapan Alp Arslan, Azerbeycan, Kafkasya, Suriye ve Doğu Anadolu’ya yönelik fetihlerle otoritesini koruyor- du.141 Ancak bu olumlu gelişmelere karşı Roma İmparatoru “Romanos Dioje- nes" rahatsız olmuştu. O İslâm kültür ve medeniyetinin Anadolu’ya girmesini önlemek için caydırıcı tedbirler düşünüyordu. Kendisine ihtiyatlı olması tavsiye edilmiş ise de bu ikazdan ders almamıştır. Frank, Norman, Slav, Gürcü, Ermeni, Peçenek ve Uz’lardan meydana gelen ikiyüz bin kişilik bir ordu ile 13 Mart 1071 tarihinde İstanbul’dan Malazgirt’e doğru yola çıktı.15’ Orduda büyük harb aletleri özellikle 1200 kişi tarafından idare edilen ve dönemin en büyük silahı olan bir mancınık da vardı. Kararları kesindi. Alp Arslan’ı ve ordusunu yok edip İran’a girecekti. Diojenes’in bu mağrur tavrını ve hayalini öğrenen Alp Arslan süratli bir şekilde elli bin kişilik bir ordu hazırladı. İslâm’ın ruhunu yüceltmek ve onu yaymak uğruna gazi veya şehit olmak gibi heyecan dolu gayelerle ordusuna disiplin ve moral verip savaşa hükümdar olarak değil bir muharip şeklinde katılacağını belirtti. Ok, yay, kılıç ve gürz gibi yakın vuruşma silahlarını kuşandı.’6’ Alp Arslan savaş başlamadan önce bir kez daha sulh teklifinde bulundu. Bu teklifi karşı tarafa götüren Türk heyeti olumlu cevap alamadığı gibi Diojenes’in diplomasi nezaketine uymayan şu kaba ve tehdit dolu sözleriyle karşılaştı: “Sultanınıza söyleyin. Kendisiyle sulp müzakerelerini Rey’de yapacağım. Ordumu İsfahan’da kışlayacağım, hayvanlarımı da Hemedan’da sulayacağım." Zeki ve hazır cevaplı olan Türk heyetinin temsilcisi Sav Tiğin şu espiriyle hükümdara cevap verdi: “Atlarınızın Hemedan’da kışlayacaklarından eminim. Fakat sizin nerede kışlayacağınızı bilemiyorum.’7
Artık savaş kaçınılmazdı. Halife bütün İslâm dünyasına, 26 Ağustos 1071 Cuma günü hutbelerde okunmak üzere şu duayı tavsiye etmiştir: “Allah’ım! İslâm’ın sancaklarını yükselt ve hayatlarını sana kulluk için esirgemeyen mücahitlerini yalnız bırakma. Alp Ars- lan’ı düşmanlarına muzaffer kıl ve askerlerini meleklerince teyid eyle. O senin rızanı kazanmak için varını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor. Sen onu koru ve düşmanlarını da kahret!...’"8
Sultan Alp Arslan, İmamı Muham- med bin Abdulmelik’e harp hakkındaki kanaatim sormuş ve ondan şu ümit dolu cevabı almıştır. “Sultan’ım, sen İslamiyet uğrunda cihad yapıyorsun. Bütün Müslümanların minberlerde dua ettiği Cuma günü savaşa giriş. Ben, Allah’ın zaferi senin adına yazdığına inanıyorum.”9
Alp Arslan 26 Ağustos günü, Cuma namazını kıldıktan sonra ordusunu topladı. Herkesin önünde atından inip secdeye kapanarak Allah’a şöyle yalvardı: “Yarabbi! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Allah’ım! Niyyetim halistir. Bana yardım et..”"10 Duadan sonrada komutanları vasıtasıyla askerlerine şu mesajı yayınladı: “Burada Allah’tan başka Sultan yoktur. Emir ve kader tamamiy- le O’nun elindedir. Ben, Sultanlığımı değil, şehadetimi düşünüyorum. Benimle birlikte savaşmakta veya savaşmayıp uzaklaşmakta serbestsiniz. Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. Melikşah’ı yerime tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Savaşı kazanırsak, önümüzde çok hayırlı günler olacaktır.’’11
Nihayet tarihin en büyük savaşlarından biri olan Malazgirt Muharebesi aynı gün öğleden sonra başladı. Alp Arslan iman, dua, irade ve azmin dışındaki maddi güç ve planları da hazırlamayı ihmal etmemiştir. Ordusunu bir hilal şeklinde açarak önemli kuvvetleri yanlara vermişti. Düşman zayıf bulduğu merkeze yüklenip ilerlerken kıskacın içine çekildiğini bilmiyordu. Akşam saatlerinde Alp Arslan sağ ve sol kanatlara taarruz emrini vermiş, bir anda tekbir sesleriyle hücuma geçen ordu Bizanslıları çember içine alarak mağlup etmiştir. Hükümdarlarının da içinde bulunduğu esirler guruplar halinde teslim alınmaya başlandı. Böylece Sultan Alp Arslan’ın savaş öncesinde aldığı maddi ve manevi tedbirler sonucu iki- yüz bin kişilik haçlı ordusunu etkisiz hale getirmiştir. Artık Anadolu İslâm kültür ve medeniyetiyle başbaşa bırakılmıştır. Bundan böyle doğudan batıya akınlar ve fetihler gelişmeye başlayacaktı. Romanos Diojenes’in esir sıfa- tiyle Sultan Alp Arslan’a arzı ve orada gördüğü muamele ise dünya tarihinde eşine az rastlanan ders ve ibretlerle doludur. Zira Diojenes esirler arasında huzura getirildiğinde öldürülmesini beklerken Sultan Alp Arslan’ın şu sözlerine muhatap olmuştun İmparator! Müteessir olmayınız, insanların maceraları böyledir. Size esir değil, bir hükümdar muamelesi yapacağım.” Daha sonra özel bir çadır kurdurttu-, hizmetliler verdi ve kendisine eş değer bir misafir şeklinde ağırladı. Böylece esir olarak bulunan düşmanına karşı, merhamet, itidal ve insanlık duygularının en güzel örneğini göstermiştir.
Malazgirt zaferi dünya tarihinde, doğurduğu çok yaygın ve devamlı neticeleri itibariyle Müslümanların güven, itibar, heyecan, birlik ve cihad duygularının kuvvetlenmesine sebep olmuştur. Hatta bazıları bu zaferi Hz. Ömer zamanında Bizanslılara ve Sasanilere karşı kazanılan Yermuk ve Kadisiye gibi büyük zaferlerle kıyaslamışlardır. Bu nedenle devrin şairleri Alp Arslan’ı tebrik etmişler ve onu öven kasideler yazmışlardır.
Bu zaferden sonra doğudan batıya akınlar daha sür’atli oldu. Ulaşılan yerlerde ikametler başladı. Akıncılar Anadolu’yu benimsediler. Orada teşkilatlanıp yerli halkla kaynaşarak bir bütünlük sağladılar. Artık Anadolu İslam’ın kültür ve zenginlikleriyle kucaklaştı ve teşkilatlar kuruldu, millet ve devlet olmanın sevinci yaşandı. Bu kıtanın sınırlarını aşıp Balkan Yarımadasına adım atılmaya başlandı. Daha da önemlisi orta çağın kapanmasını ve yeni bir çağın açılmasını sağlayan ayrıca Doğu Roma imparatorluğunu tarihe karıştıran, İstanbul’un fethine de o yıllardan itibaren zemin hazırlandı.12
Yazımızı Malazgirt muharebesinin sonuçları ve İslâm’ın Anadolu’ya girişini değerlendiren Prof. Dr. İbrahim KAFESOGLU’ nun şu cümleleriyle tamamlamak istiyorum: Zamanında bütün İslâm dünyasında derin akisler uyandıran Malazgirt muharebesinin, neticeleri bakımından ehemmiyeti ölçüsüzdür. Anadolu onun hediyesidir. Tarih boyunca, Türkler tarafından kazanılan yüzlerce meydan muharebesinden bugün elde ne kaldığı düşünülürse, Malazgirt’in değeri iyice anlaşılacaktır. Malazgirt, aynı zamanda Türk milli bünyesinde köklü değişikliklere yol açmış-, zaferi takip eden yıllarda Anadolu’yu vatan edinen Türk boyları, İslâmî akideler ile birlikte, eski bozkır yaşayış ve telakkilerinden büsbütün farklı tefekkürü, edebiyatı ve dünya görüşü ile, toprağa bağlı taze bir cemiyet haline inkılâp etmiştir ki, bundan sonra, yerleşik medeniyet unsuru olarak cihan tarihinde çok verimli hamleler yapmak imkânını kazanmıştır.’’"13

(1) Mustafa MÜFTÜOĞLU, Yalan Söyleyen Tarih Utansın. Çile Yayınları (2. Baskı) 4, s. 7, İst. 1977.
(2) a.g.e„ c 4, s.7.
(3) a.g.e., c 4, s.8.
(4) a.g.e., c 4, s.7.
(5) a.g.e., c.4, s.8.
(6) Zaman Gazetesi (Hazırlayan Komisyon) Doğuş
tan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Çağ Yayınları, c.7, s. 120, v.d. İstanbul, 1992.
(7) Yılmaz ÖZTUNA, Büyük Türk Tarihi. Ötüken Yayı nevi, c.1, s.418, İstanbul, 1977.
(8) a.g.e„ c.1, s.418.
(9) Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, c.7, s. 124.
(10) a.g.e., c.7, s. 127.
(11) Mustafa MÜFTÜOĞLU, a.g.e., c.2, s.10.
(12) a.g.e„ c.2, s.10.
(13) Prof. Dr. Mehmet ŞEKER, Fetihlerle anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması, s.36, Diyanet işleri Bşk.lığı Yayınları, Ankara, 1991.