Makale

Mimari Şaheserlerimizden SULTAN AHMED CAMİİ

Mimari Şaheserlerimizden
SULTAN AHMED CAMİİ

Prof. Dr. Hakkı önkal

Beş Şehir’de Ahmet Hamdi Tanpınar, Sinan’dan sonra Türk mimarlığının meşalesi Sedefkâr Mehmet Ağa’nın ele aldığını söyler. Gerçekten de XVII. yüzyılın iki önemli eserinden biri olan Sultan Ahmed Camii bu ustanın ellerinde yükselirken Sinan’ın Şehzade Camii gözönünde tutulmuş ancak onun şeması çok ileriye götürülmüştür.
Sultan Ahmed Camii, merkezi kubbeye dört yarım kubbe eklenmesiyle elde edilmiş örtü şemasının en anıtsal örneğidir. Sinan’ın ilk önemli denemesi Şehzade Camii’ndeki pürüzler burada giderilmiş ve yapı dışta ritmik bir ehrâmî yükselişe, içte ise yekpâre bir bütünlüğe kavuşmuştur.
Bilindiği gibi caminin banisi Sultan I. Ahmed, genç bir yaşta, henüz 14 yaşında iken Osmanlı tahtına 14. hükümdar olarak oturmuş ve 14 yıl saltanat sürdükten sonra 1617 de vefat etmiştir. Çok dindar bir padişah olduğu bütün kaynaklarda ittifakla belirtilmiştir. XVII. yüzyılın başlarına gelindiğinde İstanbul’un belli başlı tepeleri, herbiri bir padişah ismi taşıyan cami ve külliye binaları ile tutulmuştu. Bununla birlikte Sultan Ahmed, büyük istimlak paraları ödemek ve birçok ünlü vezir ve paşa sarayını yıkmak pahasına Allahına ulu bir mabed inşa ettirmeyi samimi inancının bir vecibesi olarak telakki ediyordu. Bunun için yer olarak At Meydanı’nın hemen yanındaki mahal uygun görülmüştür.
Gerekli istimlâk ve yıkım tamamlandıktan sonra caminin temeli büyük bir merasimle atılmıştır. Evliya Çelebi’ye göre, caminin temel imamı Evliya Efendi, temel şeyhi Mahmut Efendi (Aziz Mahmud Hudayi), temel kadısı Karasünbül Ali Efendi, mutemedi Kalender Paşa, temel nâzırı Kemankeş Ali Paşa’dır. Eserin inşaasına 1609 yılında başlanmış ve yapı 1616 da tamamlanmıştır.
Cami, medrese, darü’l-Kurra, sıbyan mektebi, arasta, hamam, imaret, darü’ş-şifa ve türbeden oluşan külliyenin merkez yapısı olup bir dış avlu ile çevrelenmiştir. Eserin harimi yaklaşık 53.50x50 m. ölçülerinde kareye yakın bir dikdörtgen alan üzerinde kurulmuş ve yukarıda da işaret edildiği üzere dört büyük fil ayağına oturan merkezi kubbeye dört yarım kubbe eklenmek ve köşeler birer küçük kubbe ile kapatılmak suretiyle mekân örtülmüştür. Bu örtü şemasını Sinan, 60 yıl evvel Şehzâde Camii’nde denemiş ve bir daha bu şemaya dönmemiştir. Buna karşılık Sinan’ın talebeleri, önemli yapılarda, onun bu şemasını yeğlemişlerdir. Sultan Ahmed Camii nde, Sedefkâr Mehmed Ağa nın bu şemayı nihâî noktasına ulaştırarak toplu mekân elde etme çabalarını son merhaleye taşıdığına yukarıda temas etmiştik. Büyük kubbe altındaki kare mekândan yarım kubbelerle örtülü bölümlere ve payanda aralarındaki kısımlara geçiş, kademeli bir düzenlemeyle çok başarılı ve akıcı bir şekilde sağlanmıştır.
Evliya Çelebi nin "İmam" ve "Hatip" kapıları olarak tanımladığı yanlardaki tali kapılar dikkate alınmadığı takdirde harime üç kapı ile girilir. Bunlardan biri iç avludan geçilerek ulaşılan kuzeydeki cümle kapısıdır. Diğer ikisi doğu ve batıdaki yan kapılardır ki bunların önünde üçer kubbeli birer revak bulunmaktadır. Bu kapılarla ulaşılan harim, güney taraf hâriç üç yönde mahfillerle sarılmıştır. Buralara kuzeydeki payandalar içinde tertip edilmiş merdivenlerle ulaşılır. Güney doğu köşesinde yer alan hünkâr mahfili dıştaki kasırla irtibatlıdır. Müezzin mahfili ise güney-batı fil ayağının önünde fevkani olarak tertip edilmiştir.
Mihrap ve minber Osmanlı mermer işçiliğinin müstesna eserleridir. Bunlardaki mükemmellik sadece nisbetlerin olgunluğunda değil aynı zamanda kompozisyonun dengeli, işçiliğin kusursuz oluşunda da aranmalıdır. Bilindiği gibi, batılılar bu camiye Mavi Cami anlamında "Blue Mosque" demektedirler. Bu cami, emsallerinin hiçbirinin olmadığı kadar aydınlık ve ferahtır. Üç sıra halinde duvarlarda, eksedralarda, yarım, merkezi ve köşe kubbelerin kasnaklarında açılmış sayısız pencereden ışık alan caminin, duvarlarını kaplayan çini ve kalemişi süslemelerindeki hâkim renk olan mavi, camiye bu ismin verilmesinde neden olmuştur. Sofalar hizasında duvarları kaplayan çiniler, renk, kompozisyon ve kalite bakımından döneminin en üstün ürünleri olup bir kısmı XVI. yüzyıla aittir. Burada hem aynı desenli karo kaplamaya yer verilmiş hem de değişik kompozisyonlu panolar yanyana sıralanmıştır. Özellikle sonuncularda gördüğümüz enginar, erik, karanfil, lale, nar çiçekleri, menekşe, sümbül ve yaseminlerde, üzüm salkımları, asma dallar ve yapraklarda, beyaz, lâcivert, firuze, kahverengi, mercan kırmızısı, mor, siyah ve yeşil ile bunların tonları kullanılmıştır. Çini kaplamadan itibaren devreye kalem işleri girer. Duvar satıhları, kemer yüzleri ve kubbe içleri yazının refakatiyle kalemişleriyle zengince süslenmiştir. Bunlarda da çiçek ve yaprak motifleri kompozisyonların ana elemanıdır. Dönemine ait yazıların Hattat Kasım Gubari’ye ait olduğu kabul edilir.
Mermer ve kalem işlerine, çini kaplamalara ve yazılara sedef kakmalı kapı ve pencere kanatlarını, altın zincirlerle asılı zümrüt kandilleri, şamdan ve buhurdanları, rahleler üzerindeki mücelled Kur’an ve yazmaları eklersek Evliya Çelebi’nin hayranlıkla tavsif ettiği yapının dahili ihtişamını belki kavrayabiliriz. Evliya Çelebi mihrabın sol tarafındaki pencere yakınında bulunan ve ilahi bir kudretle vücut bulduğuna inanılan taş parçasının da görülmesi gerektiğini hatırlatır.
Harimin kuzeyindeki kareye yakın dikdörtgen (54.20x51.50 m.) şekilli avlu, mermer döşemesi, kubbeli revakları ve altıgen şadırvanıyla klasik avlu şemasını tekrarlar. Harim gibi yüksek bir platform üzerinde kurulmuş avluya, merdivenle çıkılan üç kapı ile girilir. Kuzeydeki kapı, duvarları taşan yüksekliği ve dekoratif kubbesiyle diğerlerinden ayrılır. Bu kapıların madeni kapakları, kündekâri tekniğiyle yapılmış intibaını uyandıracak şekilde tablalara ayrılmış ve geometrik ağlarla doldurulmuştur. Evliya Çelebi, babası Derviş Mehmed Zillî tarafından yapılan bu kapakların Estergon’daki Kızılelma Kilisesi nden getirildiği söylentilerine hayıflanır: "Pirinç maadin tahtalar üzerine hurda nakş-ı bukalemun kalemkâri zerker nakışları ile içine gümüş halka, gümüş kilit ve menteşeler ile müzeyyen bir bâb-ı bî-nazirdir. Bazı kimseler bu kapı Estergon’daki Kızılelma Kilisesi’nden gelmiştir derler, amma galattır. Ol kapı hatırı için Nemse küffarı Es- tergon’u sene 1013 tarihinde alıp mezkur kapıyı yerinden çıkararak halen Beç kapısı içre Istefani deyrine bab-ı Meryem ittihaz etmişlerdir. Amma bu, Sultan Ahmed Han Camii’nin mezkur harem kapısı, merhum ve mağfurunleh pederimiz Derviş Mehmed Zıllî ser-zerkeran iken işna olunup merhumun ismi balasındaki iki kıt’a kitabeler içre tahrir olunan hatlarda künyesiyle mesturdur".
Avlunun etrafı, mermer sütunlara basan sivri kemerli ve kubbeli revaklarla dört yandan çevrelenmiştir. Avlunun ortasında altı kenarlı bir şadırvan mevcuttur. Bu şadırvan, Süleymaniye Camii avlusundaki gibi, abdest almak için değil, fıskiyeli bir havuz mahiyetinde olup şadırvan geleneğini sürdüren bir elemandır. Sütunların arası madeni şebekelerle kapatılmış; üstü ise içte kubbe dışta piramidal bir çatı ile örtülmüştür.
Eserin, dıştaki kademeli yükselişi, altı minaresi, harimin avluyla bütünleşmesi ve yan revakları ile arzettiği ihtişam içteki zerefat ve tezyini zenginlikle hem-ahenktir.
Caminin altı minaresinden dördü harimin dört köşesindeki, son ikisi ise avlunun kuzey-doğu ve kuzeybatı köşesinde yükselir. Harimin köşelerindekiler üçer avlunun iki köşesindekiler ikişer şerefeli olup toplam onaltı şerefeye sahiptirler. Bu şerefe sayısının Sultan Ahmed’in Osmanlı tahtına oturuş sırası ile alâkasının bulunduğu ileri sürülmüşse de bunları bağdaştırmak mümkün olamamaktadır. Bilindiği üzere Sultan Ahmed tahta 14. hükümdar olarak oturmuştur. Ancak Evliya Çelebi, bunun, sultanların bina ettikleri camilerin onaltıncısı olmasıyla bir alakasının bulunduğunu ileri sürer. Ve mübarek gecelerde oniki bin kandil yakılınca bu minarelerin herbirinin nurdan birer servi gibi parıldadığını bildirir.
Şehzade Camii’nde Sinan, camilerde yan cephelerin monotonluğu ve payanda çıkıntılarının gizlenmesi problemini önemli ölçüde çözmüş ve büyük bir atılımı gerçekleştirmişti. Yine Sinan Süleymaniye ve Selimiye camilerinde kendini de aşarak yan cephelerde tek veya iki katlı revak ve şadırvan uygulamasıyla bu cephelerde yapıya büyük bir hareketlilik getirmişti. Sultan Ahmed Camii’nde Mehmet Ağa, bu hareketliliği harimin yan cephelerinden ayrı olarak avlunun yan cephelerine de taşımıştır. Ve abdest musluklarını çift katlı olarak tanzim ettiği bu revakın alt katında sıralamıştır. Sadece ortada kapı revakı ile bölünen ve yanlarda bütün bir cephe boyunca uzanan bu revaklar başlıbaşına bir ritm unsurudur. Harim tarafında 1-1-2-1-1, avlu tarafında ise 1-2-1 düzeniyle sıralanan genişlikleri ve yükseklikleri farklı sivri kemerli bu revaklar kesretten vahdete yükselişin simgesi- dirler. Harim bölümünde revakların üstünde yan aynalardan itibaren ek- sedra, yarım kubbe ve merkezi kubbenin basamak basamak yükselişine payandaların kademeleri refaket eder ve onlar da ağırlık kuleleriyle ritmi tamamlarlar.
Avlu tarafında ise revak saçaklarının üzerinde sivri kemerli yüksek alçı pencerelerin sıralanmasıyla yetinilmiştir.
Sultan Ahmed Camiinde karşımıza çıkan bir başka yenilik, camiye hünkâr kasrının ilâvesidir. Daha evvel cami dahilinde, padişahın namaz kılması için yapılan hünkâr mahfiline, ilk defa bu camide, namaz öncesi ve sonrasında padişahın istirahat etmesi maksadıyla bir köşk ilâve edilmiştir. Sonraları benimsenerek pek çok sultan camiinde uygulanan bu köşk, cami içinde hünkâr mahfiline kolayca geçilebilecek köşelerde veya caminin ön cephesinde inşa edilmiştir. Sultan Ahmed Camii’nde güney-doğu köşesinde yükselen su kasrı sonraları çok zarar görmüştür.
Sultan Ahmed Camii, büyüklükle yücelişin, zerafetle ihtişamın, imanla samimiyetin bütünleşip kaynaştığı ulu bir mabeddir. Onun mahviyetkâr ve dindar banisi, caminin tamamlanmasından kısa bir süre sonra, külliye binaları tamamlanmadan vefat ederek caminin dış avlusunun kuzey-doğu köşesinde yaptırılan türbede yatmaktadır.
Türbenin kapısı üzerindeki kitabe, Sultanın dünya plânındaki kudretinin yanısıra ezeli takdire gönüllü teslimiyetini dile getirir.
Hiisrev-i cennet-mekân hâkân-ı firdevs-i
âşiyân
Dâver-i Cemşid ferdrây-ı hurşid i’tilâ
Yani Sultan Ahmed ol şâlı-ı Süleyman
kadrkim
Şahlar olurlar idi dergehine çehresâ
Gördü kim bu âlem-i fânî değil cây-i
karar
Can atıp lirdevse kıldı azm-i iklim-i bekâ
Şâhbâz ruh-ı pâki arşa pervâz eyledi
Oldu cism-i pâkine bu merkad-i câ
dilgüşâ
Hâbgâhın adn kıl ya Râb o şâh-ı âdilin
Cennet-i a’lada iûtlunia müyesser kıl
likâ
Türbe-i ulyasının itmamına tarihdir
Türbe-i Sultan Ahmed evc-i illiyin ola.
1028