Makale

hutbe - AĞAÇ VE ORMAN SEVGİSİ

Hutbe

AĞAÇ VE ORMAN SEVGİSİ
Diyanet

وَاَنْزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَٓاءً ثَجَّاجاًۙ لِنُخْرِجَ بِه۪ حَباًّ وَنَبَاتاًۙ وَجَنَّاتٍ اَلْفَافاًۜ

Değerli Müminleri
Dünyamız insanı, hayvanı, agaç ve ormanı ile güzeldir. İnsansız, hayvansız, ağaçsız ve ormansız bir dünya düşünülemez. Orman ve yeşili olmayan bir dünya Cehennemden farksızdır. Halbuki dünyayı ağaçlandırıp. yeşilendirerek Cennet gibi yapmak insanın elindedir.
Her insan, bilhassa her Müslüman elinden geldiğince bu dünyayı güzelleştirmen, ağaç dikip, toprağı yeşillendirmelidir.
Ağaç ve orman vatanın süsü. canlıların nefesi, huzur ve sağlığın yegane garantisidir.
Ağaç dikmek Yüce Dinimizde ibadet sayılmıştır. Aslında dinimizde insanların faydalanması için yapılan her iş ibadettir. Dikilen her ağaçtan, ekilen her mahsulden kurt, kuş. insan bütün canlılar faydalanır. Kimisinin meyvesinden, kimisinin gölgesinden bazılarının gövdesinden, odunundan ve kerestesinden istifade edilir.
Ormanlar ve yeşillikler sağlıklı nefes almamızı sağlarlar. Bölgenin iklimini düzenler, insanı ve diğer canlıları dinlendirirler. Günümüzde, bazı hastalıkların tedavisi için havası temiz, ormanlık ve yeşili bol yerler tavsiye edilmektedir. Bol su temiz hava bereketli ürün orman ve ağacın nimetlerindendir.
Değerli Müslümanlar!
Bereketli mahsul elde etmek, düzenli yağmura; düzenli yağmur da bitki örtüsü ve ormanın mevcudiyetine bağlıdır.
Yüce Rabbımız, bir Ayeti Kerime’de bu hususa söyle işaret etmektedir:
"Taneler, bitkiler, ağaçları sarmaş dolaş bahçeler yetiştirmek için, yoğunlaşmış bulutlardan bol yağmur yağdırdık".
Aziz Cemaat!
Ağaçların bol, ormanların çok olduğu, yeşillik yerler için "Cennet gibi" deriz. Bunun sebebi, Kuranı Kerim’de otuzdan fazla yerde, "içinden ırmaklar akan Cennetler" diye bahsedilmesidir. Öyle anlaşılıyor ki Cennet, suyu bol olan, ağaçları üstüste, bol yeşiikli mekanlar için isim olmuştur.
Fidan dikip ağaç yetiştirerek, dünyayı Cennet gibi yapmak elimizdedir. Hangi yaşta olursak olalım, imkan bulur bulmaz ağaç dikmeliyiz Mevcut agaçlan gözümüz gibi korumalıyız. "Benim yaşım, geçti, bu ağaçtan istifade etmem mümkün değil dememeliyiz. Bizler faydalanmasak bile bizden sonrakiler, hatta kurt kuş bütün canlılar faydalanır, diye düşünmeliyiz.
Ektiğimiz, diktiğimiz ve yaptığımız şeylerden başkaları faydalandığı sürece bizim defterimize sevap ve ecir yazılacağını, bir Hadisi Şeriflerinde Peygamber Efendimiz şu şekilde açıklamaktadır:
"Hiç bir Müslüman yoktur ki, o, ağaç diksin, yahut ekin eksin ve mahsülünden insan, kuş, kurt yesin de kendisi faydalanmasın! Elbette o müslüman da diktiğiyle, ektiğiyle sevap kazanır". (2)
Osmanlı hükümdarlarından biri kıyafet değiştirip İstanbul surları civarında dolaşırken, bir ihtiyarın bahçesinde, büyük bir gayrette çalıştığını görür. O dönemde, İstanbul surlarının çevresi bağ ve bahçelerle çevrilmiştir ihtiyara:
"Baba kendini bu kadar niçin yoruyorsun? Artık senin dinlenme zamanındır" der. İhtiyar ise
"Efendi bu bağı bana mamur halde teslim ettiler. Ben de aldığım gibi, belki daha iyi olarak bırakmalıyım ki, insandan sayılmış olayım" diye cevap verir. Hükümdar, ihtiyarın bu cevabından son derece memnun olmuştur. (3)
Değerli Müslümanlar
Her insan mümkün mertebe tabiatı korumalı, onu güzelleştirmek için gayret sarfetmelidir. İnsan olmann gereği budur.
Bir Hadisi şerifte: "Kıyamel kopacağı zaman bile elinizde bir fidan bulunursa, onu hemen dikin" buyurulmaktadır.
O halde bize düşen görev, doğumumuzdan ölümümüze kadar hayatımızın her safhasıda vazgeçemediğimiz ağaç ve ormanları korumak, yenilerini yetiştirmektir. Dünyada huzur, bereket, sağlık ve sıhhat içinde yaşamanın şartı budur.
Agaçları gelişi güzel kesmeyelim. Arazi açmak için, güzelim ormanları yok etmeyelim. Cennet gibi vatanımızı kurak bozkır şekline sokmayalım. Temiz hava almak sağlığımızı korumak toprağımızın bereketini artırmak istiyorsak, mevcut yeşillikleri koruyalım: yenilerini yetiştirelim. Zira ormanlar. Allah’ın bize bahşettiği çok önemli nimetlerdir.
***
(1) Nebe’ Suresi. Ayet: 14-16
(2) Sahih-i Buhari Tere. C. 7, S. 120 H.No; 1044
(3) Sebilürreşad Mecm. C. 15. S. 449 (Ahmet Nazmi’nin, "Ağaç Dikmenin Dini Fevaidi adlı makalesinden)

DİNİMİZDE EĞİTİMİN VE ÖĞRETİMİN ÖNEMİ
Diyanet
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ اِقْرَأْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُۙ اَلَّذ۪ي عَلَّمَ بِالْقَلَمِۙ عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْۜ

Muhterem Müminler,
Yeni bir eğitim ve öğretim dönemine girmiş bulunuyoruz. Bu sebeple bugün dinimizde eğitimin ve öğretimin öneminden bahsedeceğiz.
Bir adı da terbiye olan eğitim; insan için önemli bir faaliyettir. Allahüteala, peygamberleri bunun için göndermiş, kitaplar da bunun için indirilmiştir.
Sevgili Peygamberimiz "Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı" buyurmuştur.
Yüce Rabbimiz de, Peygamberimiz (S.A.S.) e hitapla "Sen gerçekten yüksek bir ahlak üzere bulunuyorsun" buyurmuştur.
Eğitimin hedefi insana kendisine lazım olan bilgiyi vermek, ona hayatta lazım olacak beceriyi kazandırmak, onu yüksek manevi değerlere sahip kılmak, kötü alışkanlıklardan ve davranışlardan korumak, iyi alışkanlıklar ve davranışlar kazandırmaktır. Bu eğitim, ailede, okulda, işbaşında, askerde, çevrede, her yerde olabilir. Okullar, insanların eğitim ve öğretimi için en elverişli kurumlardır. Yaşa göre gerekli bilgiler topluca orada kazanılır. Emsal akran arkadaşlığı oralarda kurulur. Büyük küçük sevgisi yanında, kurallara ve karşılıklı haklara saygı oralarda alışkanlık haline getirilir.
Resulullah (S.A.S.), beşikten mezara kadar ilim tahsil etmeyi öğütlemiş, ilim Çinde de olsa alınız buyurmuştur. Müslümanlık insanları tarağın dişi gibi eşit sayar Kuranı Kerimde: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" buyurulmak suretiyle, ilim ve bilgi sahiplerinin, bilgisizlerden üstün olduğu hatırlatılmıştır.
Bu derece önemli olan ilim, ilme götüren eğitim ve öğretimin dinimizdeki önemi de çok büyüktür. Yüce Rabbimiz:
"Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı kan pıhtısından yarattı. Oku. Rabbin, nihayetsiz kerem sahibidir. O kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediğini o öğretti" buyurmuştur.
Dinimiz bize sadece dini ilimleri değil, müsbet ilimleri öğrenmemizi de emretmiş, insanın diğer yaratıklara olan üstünlüğü, onun sahip kılındığı ilme bağlamıştır.
Milletler geleceklerini, yetiştirdikleri nesilleri eğitim ve öğretimine gereken önemi vererek ve onları en güzel şekilde eğiterek garanti altına alabilirler. Bunun için eğitim ve öğretime gereken önemi vermek, eğitim ve öğretimin yapıldığı okullara gereken değeri vermek, eğitim ve öğretimi yaptıracak öğretmene de gereken değeri vermek, görevimizdir. Gelecek nesillere hem dini değerlerimizi öğretmek ayırca modern ilimlerde, çağın bile ilerisine geçmelerine yardımcı olmak hepimiz için bir görevdir.
Bugün dünyamızın bütün milletleri nesillerini kendi iman ve ahlak telakkilerine göre yetiştirmekte ve milli kültürlerini vermektedirler.
Biz de ülkemiz insanlarının eğitim ve öğretiminde, milli, dini ve ahlaki değerlerin benimsetilmesinde üzerimize düşen görevleri yerine getirerek geleceğe umutla bakabilmeliyiz.
Çalışmak bizden, Hidayet elbette ki Allah’tandır.


KİBİR
Diyanet
كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ


Muhterem Müslümanları
Allah’ın sevmediği sosyal hastalıklarımızdan biri de kibirdir, büyüklenmedir.
Yüce Allah kutsal Kitabımız Kuranı Kerim’de şöyle buyurmaktadır.
"Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler". (Mümin 35)
"O, büyüklük taslayanları sevmez".
"Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yedirmeyenler, alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir."
Allah’ın Rusûlü. Son peygamber, bütün insanlığın önderi Hz. Muhammed (s.a.s.) de kibirle, büyüklenme ile ilgili olarak çok veciz ve özlü hadislerini bizlere birer ikaz ışığı şeklinde miras bırakmışlardır. O şöyle buyurur;
"Kalbinde hardal danesi kadar kibir bulunan cennete giremez. Kalbinde hardal danesi kadar imanı olan cehenneme girmez".
O, bir başka mübarek sözlerinde şu açıklamayı yapmıştır.
"Üç şeyden uzak olduğu halde ölen cennete girer. Bunlar kibir, borç ve azgınlıktır
Kibir konusunda Hz. Ebu Bekir’in altın değerinde bir sözünü nakletmek istiyorum:
"Müslümanlardan hiç kimse hiç kimseyi tahkir etmesin, hakaret etmesin. Zira hakir görülen insanlar, Allah katında büyük olurlar".
Sahabeden Vehb şöyle diyor yer "Allah Adn Cenneti’ni yaratığı vakit ona baktı ve "sen mütekebbirlere, büyüklenenlere haramsın, onlar sana giremezler" buyurdu.
Sosyal hayatımızda örneklerine ner gün rastladığımız, bazen bizim de bilmeyerek iştirak ettiğimiz kibir denilen kötü huyluluk özellikle giyinişte,yürüyüşte, iş yerimizdeki yakın mesai arkadaşlarımızla olan münasebetlerimizde mevki ve makam sahiplerinin davranışlarında kendini gösteriyor.
Allan, bütün dertlerimizin devasının bulunduğu Kitabı Kuran’da şöyle buyurmaktadır.
"İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseyi asla sevmez".
Kibir, tedavi edilmesi gereken ferdi ve nicti mai yapıyı yıkıcı, yıpratıcı, gelişmeyi önleyici bir anlaki hastalıktır.
Kibrin en kötüsü Allah’a karşı yapılandır, inanmayı ve ibadet etmeyi reddedenler kibir hastalığına dücar olmuşlardır.
Bir kısım insanlar Peygamber’e Karşı kibir gös terirler. Bunlar kendileri, gibi bir insana uymayı reddederler. Sünnetleri hafife alırlar. Halbuki sünnet olmaksızın ne din anlaşılır ne Kuran.
Allah’a ve Rasülüne karşı kibirlenmenin ilaç Allah’a ve Rasûlüne iman ve onların buyruklarını benimseyip kabullenmek ve uygulamaya koymaktır.
Bir de çevremizdeki insanlara karşı büyüklenme vardır. Bunun sebebi insanın kendinde gördüğü üstün hasletleri diğerlerinde görmemesidir. İnsanarı kibre sürükleyen varlıkların basında ilim, asalet güzelik, kuvvet, zenginlik mevki ve makam gelmektedir Müslüman bunların cazibesine ktapılarak kendini kaybetmemelidir.
Her hastalığın bir çaresi, her derdin devası vardır. Kibrin çaresi de kamil bir iman, samimi içten ibadet, bütün insanlara karşı engin müsamaha tevazu ve özellikle tek büyüğün her zaman ve her yerde Allah olduğu inancıdır.


ASKERLİK VE İSLAM
Diyanet

اِنْفِرُوا خِفَافاً وَثِقَالاً وَجَاهِدُوا بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
(Tevbe: 41)
Aziz ve Muhterem Müslümanlar!
İnsan cemiyetlerini ayakta tutan, bu cemiyet fertterinin rahat ve huzur içinde yaşamalarını temin eden yegane unsur, ASKER’dir. Bu millet, askeri gücü nisbetinde diğer miletler nezdinde söz sahibi olabilir. Askeri gücü nisbetinde diğer milletlerle işbirliği yapılabilir. Ve nihayet askeri gücü nisbetinde yaşama hakkına sahip olabilir. Tarihin derinliklerine inidigi zaman bu durumların aynen devanı ettiği görülmüş ve her devirde de görülmektedir. İşte bunun içindir ki. dinimiz İSLAM, kitabımız KURAN askerliğe büyük önem vermiştir. Gerçek askerleri methetmiş, askerlikten kaçanları, askerliğe önem vermeyenleri de yermiştir. Sadece bununla kalmayıp, düşmanla mücadele yapabilmek için daima hazırlıklı, daima güçlü bulunmamızı emretmiştir. Şöyle ki: bizleri daima uyanık olmaya, daima kuvveti bulunmaya sevkeden ilahi emir şudur:
"Siz de onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki; bununla (yani hazırlanma ile) Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınız (onların), ve bunlardan başka sizin bilmeyip de Allah’ın bildiği diğerlerini kork iflasınız. Allah yolunda ne harcarsanız (ecri) size eksiksiz ödenir ve siz asla haksızlığa uğratılmazsınız".
Ayeti Celitede geçen "Kuvvet" kelimesinden maksat; harb meydanında muhariblerin kullanacakları her türlü harb aletidir. Bu harb aletleri zamana, zemine, medeniyetin ve ilmin ilerlemesine göre değişmektedir. İşte gelişen bu silahların aynını ve daha üstününü yapmak, harp sanatını öğrenmek ve öğretmek dini bir vazifedir. Bunun içindir ki yüce Peygamberimiz o gününün harb sanatı hakkında Ashabına minberden şu cümleyi arka arkaya üç defa tekrar etmişlerdir
"Gözünüzü açın ki kuvvet atmaktır".
Muhterem Müslümanlar!
Bu kuvvet sayesinde vatan topraklarını düşmanın saldırısından korumak nasıl dini bir görev ise; nöbet tutmakta dini bir vazifedir. Peygamberimiz (S.A.S.) bu hususta mealen söyle buyurmuşlardır.
"Allah rızası için sınırda bir gece nöbet beklemek dünya ve dünyadakilerden hayırlıdır".
Rasülülah Efendimizin bu mübarek sözünün faziletine inanan bahtiyar müminler, askere giden torununa ve evlatlarına şöyle yalvarırlar:
Dinimizde nöbet tutmanın sevabı pek çoktur. Yavrum şu ihtiyar annen ve baban için de bir gün nöbet bekleyiver.
Görüldüğü gibi, dinimiz askerliğe oldukça değer vermektedir. Diğer taraftan icabettiği zamanlarda dinimizin ve vatanımızın muhafazası için mallarımızla, canlarımızla harbetmeyi de biz müslümanlara farz kılmıştır. Din için, vatan için cihad edenlere Cenneti, cihad meydanına gitmeyen, harb meydanından geri kaçanlara da akıbetlerinin kötü olacağı haberini vermiştir. Nitekim hutbemizin başında okuduğumuz Ayeti Celilede Cenabı Hak mealen şöyle buyurmaktadır.
"(Ey Müminler) Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak elblrllk (savaşa) çıkın, Allah yolunda, mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır".
Harb meydanına gitmeyenler ve harb meydanından kaçanlar için yine Cenabı Hak şu acı haberi veriyor;
"Ey iman edenler! Size ne oldu ki; Allah yolunda elbirlik gazaya çıkın denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz. Ahiretten (vazgeçin yalnız) dünya hayatına mı razı oldunuz. Fakat bu dünya hayatının faidesi ahiretln yanında pek azdır".
Diğer bir Ayeti Celilenin bu husustaki meali söyledi: "Şüphesiz ki Allah, Hak yolunda (muharebe ederek düşmanları) öldürmekte, kendileri de öldürülmekte olan müminlerin, canlarını ve mallarını kendilerine cennet (vermek) mukabilinde satın almıştır. (Onun) Tevratta, İncil’de Kuran’da (zikrolunan bu va’di) kendi üzerinde hak (ve kat’i) bir vaaddir. Allah kadar ahdine vefa eden kimdir? O halde (Ey Müminler) yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin. En büyük saadet budur".
İşte kadeşlerim, Müslümanlar ve İslam’la şereflenen necip milletime yediden yetmişe kadar bütün hepsi askerfge bu imanla sarılmıştır. Din ve vatan müdafaasına bu imanla bağlanmıştır. Bu imanın neticesi olarak da zaferden zafere koşmuştur. Bu mukaddes vazifeyi seve seve yapanlara ne mutlu.