Makale

Camiler

Camiler

Yusuf YANC
Düzce Endüstri Meslek Lisesi Müdürü

Üç beş köye mümkün olduğu kadar eşit mesafede. Aynı zamanda kervan menzili aralıkta, olabildiğince mütevazi. Bölgesine göre, kerpiç, taş veya sırf ahşap. Büyük çoğunluğu yok olmuş. Bir kısmı ise; yakın ve uzak, geçmişimizin, ısrarlı şahitleri olarak ayakta duruyor. Bir çok insan, bazılarının manevi bekçileri olduğuna dair, dilden dile dolaşan, menkıbelerini anlatıyor,
Bahçesinde banisini kucaklayan cuma camileri, namazgahlar.
Toplu İbadetin, sevabına nail olmak İsteyen müminlerin, toplandığı, cem olduğu, omuz omuza saf tuttuğu, camilerimiz.
Yemyeşil veya boz yamaçlarda, ovalarda. Bir annenin yavrularını etrafında toplaması gibi, köy evlerini etrafında toplayan, minaresini bir şehadet parmağı gibi, semaya kaldırıp, “Bu evler mümin evleri" diye, şahitlik yapmaya hazır, temiz, sade huzur veren köy camileri.
Üç beş, belki onbeş camili, kasaba ve küçük şehirlerde, bir başka İtina ve malzeme İle yapılmış, daha bakımlı, tertipli, düzenli, bahçesi tanzimli, şehrin en ehil imam ve müezzininin görev yaptığı, merkez camileri. Son yolculuğun, son durağı olduğu gibi, mutlu bir yuvanın kurulmasında, kıyılan nikâh He, ilk durağı olan camilerimiz.
Büyük şehirlerde, pay-î taht- lık yapmış şehirlerimizde, bir başka olan, zamanının en mahir mimarlarının yaptığı, tezhip ve hat sanatı, üstatlarının bezediği, şaheser camilerimiz. Artık minare ve şerefiye sayıları farklı. Teamül haline gelen bir mimari protokol icabı dört minareli selatîn camilerinden; Vezir, Beylerbeyi, Paşa, Valide Suttan ve Şehzade camilerine, oradan mahalle camilerine uzanan yol. Camilerin küçük kardeşleri mescitler. Bir çoklarının, günümüz insanının, idrakini zorlayan hikâyeleri.
Mimar Sinan, Sedefkâr Mehmet Ağa, Hattat Ahmet Karahisarî, İsimli-isimsiz, bilinen- bilinmeyen, ancak, sanatının ehli olan insanların yaptığı, ata yadigârı camilerimiz.
Süleyman Çelebi Mevlidinin doğumuna, Itrî bestesi tekbirlerin icrasına, müminlerin, beş vakit see- i de-i rahmana varmalarına, gönüllerin yıkandığı vaaz ve irşatlara, teravihlere, mübarek gün ve gecelere, Cuma günü cem olan müminlere, Kadir gecelerinin ihyalarına, manevi hazzını tarifden aciz kaldığımız bayram sabahlarına, şahit olan, mekan olan camilerimiz.
Selçuklu ve Beylikler döneminde, daha ziyade dikdörtgen konumlu, ahşap çatılı zengin, tavan tezyinatlı. Zirveye ulaşılan taş ve ahşap işçiliği.
Osmanlıda; kubbe ile haşır neşir olma. Selimiye’de zirveye ulaşma. Kubbe çap ve yüksekliği ile, ana gövdeye ilmi ve estetik oranda minare. Yaşlı ve sakatları düşünecek kadar kibar mimarların, ustaların olabildiğince merdivenden kaçışları. Bakım ve giderlerinin vakfiyelerle desteklenmesi, zamanla vakfiyelerin düşündürücü talanı.
Selimiye’de zirveye ulaşan, Maraş’ta Sütçü Imam’ın camisinde Kurtuluş’a çakmak olan, Kastamonu Nasrullah Camii’nde, Mehmet Akif ile İstiklâl Savaşı’na manevi hazırlık yapmasına vesile olan, gönüllerimizi, sebiller gibi yıkayan, pir-î pâk eden, vatan toprağının, ata coğrafyasının, ebedi ve ezeli mührü olan camilerimiz.
Cumhuriyet neslinin, ecdadına ben de varım, deme telâşını haklı olarak sergilediği, sergilemekte biraz da geç kaldığı, ama rüştünü isbat ettiği.

“Sonra, Sonra” dedi, kendi kendine genç adam. Mimberdeki vaizi dinlerken düşünmüştü bunları.
Güneş yükselmeye başlamıştı. Sağ yanında on-oniki yaşındaki çocuğa baktı. O temiz ve saf yüzüne, pencerenin vitrayından yansıyan renkli ışıklar, bir başka sevimlilik vermişti. Başını okşamak istedi. Diğer yanındaki ak sakallı, gün görmüş nûranî yüzlü dedeyi gördü. Dizindeki eline uzanıp öpmek istedi, vazgeçti. Başını çevirdi, gözlerini yere dikti. Halının desenlerine baktı, baktı...
Doğduğu yerdeki caminin, yenisi için yıkılışını, yapılışını düşündü. Çok büyük olmuştu yenisi. Tek düze halı döşenmişti. Eski caminin, halı ve kilimlerini düşünmek bile istemiyordu. İhtimal vermek istemiyordu, ihmaline ve talanına. Sorumlu hissedecekti kendi kendini.
Yeni cami, açılışı hariç hiç dolmamıştı. Isınamamıştı, oransız minaresine, duvarlardaki zoraki süslere. Taklidin bile taklidi olamamıştı.
Ormancı idi kendisi. Toprakların erozyonu gibi, mimarinin erozyonunu hissediyordu mabetlerimizde. Seyrek de olsa güzel örneklere ragmen. Camilerdeki ak sakallı dedelerin azalışına üzülüyor, taydaşı gençlerin, çoğalışına seviniyor ve ümitleniyordu.
Gökte top seslerini duydu bir bir.
Süleymaniye’de bayram sabahında olduğunu hatırladı ve tarifsiz bir sevinç kapladı her tarafını.
Yıllardan beri arzuluyordu, bu ulu mabette, bu ulu sabahı.
Ne güzeldi bayram sabahları, ♦