Makale

İmanın İnsana Kazandırdıkları

İmanın İnsana Kazandırdıkları

Himmet METİN
Kiraz Müftüsü

Allah’a İman; huzur, sükûn ve rahatın kaynağıdır. Eksik varlık olan insan mutlak kemal sahibi olan Allah’a inanıp, O’na dayandığı ve güvendiği zaman güç kazanır. Şu alemde kendini yalnız hissetmez, kendini yaratan, besleyen, kollayan ve gözeten bir sahibi bulunduğuna inanmakla rahat ve ferahlık bulur. Sağlam ve güçlü bir dayanağı bulunduğu için intihar etmeyi hayalinden dahi geçirmez ve bu inanç sayesinde kendine olan güveni artar.
Sıkışık ve dar durumlarda kalanların, O yüce güce dua edip teselli bulmaları kadar faydalı hiç bir şey yoktur. Dertliler devayı, hastalar şifayı borçlular ödeme gücünü, acizler korunma vesilelerini, . çaresizler çareyi, yoksullar refahı hep ondan ister. Gönüllerin neşe, ruhların sevinç, zihinlerin güç kaynağı Allah inancıdır. Hu- lûsi kalple Allah’a bağlanıp ona dua ve niyazda bulunanlar, O’nun rahmetine bel bağlayanlar, başları dik, alınları açık kendilerinden emin ve ümitle dolu olarak yaşarlar ve başkalarına da emniyet telkin ederler.
İbadet yani Allah’a ubudiyet ve kulluk, insanın ondan başkasına kul ve köle olmasına engel olur. Fatiha suresindeki "ibadet ve kulluğumuz sadece Sanadır”, ibaresi “Senden başka hiç bir kimseye tapmayız. Kul ve köle olmayız.” manasına gelir. Allah inancı, insanın insan karşısında eğilmesine ve küçülmesine engel olur.
Şu husus da çok iyi bilinmektedir ki, iyi ahlâkın, güzel huyların, doğruluğun, dürüstlüğün, hak ve hukuka saygılı olmanın, başkalarının yardımına koşmanın kaynağı da Allah inancıdır.
Mü’min ruhunu ve kalbini dünya ve ahirette faydalı olan her çeşit bilgi ile süsleyerek yalan, riya, gıybet ve cahillikten kendisini korur. Allah’a inanan bir kimse, O’nu sevdiği gibi O’nun yarattıklarını da sever. İnsanların eşit olarak yaratıldığını kabul ettiği için kendisini başkalarından üstün görerek kibirlenmez. Başkalarından aşağı olarak yaratıldığını da düşünmez. Bu itibarla kimseye dalkavukluk yapmaz.
Allah’a inanan bir kimse, yaratana ve yaratılmışlara karşı olan vazifelerini eksiksiz olarak hakkıyla yapar. Allah’a hakkıyla inanan bir insan başkalarının hayatını, namusunu, malını, şeref ve haysiyetini kendisininki kadar korur.
Kısaca, sağlam bir Allah inancı, insanın dünya ve ahirette mutlu ve huzurlu olmasının ilk ve temel şartıdır.

FATİHA SURESİNDEKİ İLÂHİ MESAJ

Kur’an-ı Kerimi elimize aldığımızda karşımıza çıkan ilk sure. Fatiha Suresidir. Namazlarımızda günde kırk defa okuduğumuz ve dualarımızda eksik etmediğimiz yine Fatiha Suresidir. Bu sure, insanlığın varoluş gayesini, Kur’an ve İslam’ın hedefini en özlü ve en veciz bir şekilde ifade etmektedir. İnsanlar tarafından yazılmış eserlerin gayesini ve metodunu belirtmek üzere nasıl bir önsözleri varsa, Fatiha Suresi de bu ilahi kitabın hedefini gösteren bir "Önsöz” mahiyetindedir.
Kur’an’ın gayesini kısaca şöyle belirtebiliriz: İnsan oğlunu, dünya ve ahiret saadetine hazırlamak ve bu saadete götürecek yolları göstermek, her İki alemin saadetinden insanı mahrum bırakacak yollardan sakındırmaktır.
Fatiha Suresi, bütün Kur’an’ın ruhu olan tevhit akidesini insanın Rabbi ile arasında tanzim edip takip edeceği yolu gösterir. Burada insan Yaratanını tanır, yaratılmış olduğunu, yani bir kul olduğunu idrak ederek, hayırlı işler işlemeye yönelir.
İnsanın yoktan yaratılmış olduğunu idrak edip Yaratıcısını yegane mâ- bud bilmesi, yalnız ona ibadet etmesi v e kendisi için g e - r e k I olan h e rş e y i O’ndan beklemesi, Kur’an’ın tevhidden sonraki ikinci esasını teşkil eder. İnsan, ancak Rabbine ibadet etmek ve her hususta ona güvenip dayanmakla iki alemin saadetine ulaşabilir.
Fatiha’nın başında her türlü hamd ve senânın Allah’a ait olduğu ifâde edilir. Bu sebeple, Allah’a hamdüsenanın bütün azalanımız ile olması gerekir. Böyle bir hamd, kulun kulluk vazifesini tayin eder. Böyle bir hareket, O’nun rahmetinin genişliğine ve nimetlerinin sonsuzluğuna karşı bir şükran ifâdesidir.
Allah, Rahman, Rahîmdir. O’nun ihsanı dünyada inananlara da inanmayanlara da yaygındır. Ahirette ise, yalnız inananlara mahsustur. Bu bakımdan, bu varlık âlemine çıkan her şey onun rahmetinin içindedir. Ancak iyilerin mükâfat; kötülerin ise ceza görmesi, Rahîm sıfatının eseridir. Demek ki Rahim adının muhtevasında.
Allah’ın adâleti, mükâfatı ve cezası da vardır. Bundan dolayı, "Rahman" bütün mahlukatı rahmetiyle yaratıp besleyen, “Rahîm” ise, ahirette mü’minlere iûtfu ile cenneti nasib, kâfirlere de adaletiyle azab edendir, diye açıklanabilir.
Yüce Allah’ın sonsuz nimetlerine karşı kulluk ifadesinin tezahürü olan ibadetin asıl gayesi, O’nun rızasını talebtir. Bundan dolayı O’na hiçbir şeyi ortak yapamayız. Kul mevkiinde olanları, O’nun derecesine yükseltemeyiz.
Kısacası, Fatiha Suresi’nin ilk ayetlerinde yaratan kendini en güzel vasıfları ile tanıtır. Sonra kul, kul olduğunu idrak ederek, yaratanını tanır ve kulluğa yönelmeye çalışır. Esasen, İslam’ın gayesi, Allah ile insan arasındaki münasebeti tanzim etmek ve Yaratanın rızasını talep edecek şekilde insanı kulluğa yöneltmekten başka birşey değildir. Bu kısa sûre, samimi bir şekilde, anlaşılmaya çalışır ve onunla amel edilirse, insan her iki alemin saâdetine erişir. İşte insanlığın kurtuluş reçetesi budur.
Ne mutlu Fatlha-yı Şerif’i samimi bir şekilde okuyan, ve anlamaya çalışanlara. ♦