Makale

Hutbelerimizin Dili

Hutbelerimizin Dili

Prof. Dr. Nesimi YAZICI
Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Öğr. Üyesi

Geçmişi bilmek günümüzü daha iyi değerlendirmemize, geleceğe daha dikkatli hazırlanmamıza imkân verir. Bunun için Tarih okuruz. Dinî hayatın geçmiş dönemlerini bilmek de böyledir. Bugün ülkemizin her köşesine dağılmış binlerce camide müslüman kardeşlerimiz ibadetlerini yerine getiriyor, dinlerini öğreniyorlar. Şüphesiz bu durum geçmişte de böyle idi. Fakat bu günkü gibi olmayan bazı uygulamalar da vardı. Nitekim Cumhuriyet nesillerinin dikkatlerinden kaçan bir uygulama olarak hutbeler konusunu örnek vermemiz mümkündür.
Bilindiği gibi cuma namazı farzdır. Bu farz ibadet, hutbe ve namazdan oluşur. Hutbeden maksat ise, cemaate nasihat etmek, dinî sahada onları bilgilendirmek, onları her türlü kötülüklerden uzaklaştıracak, iyiliğe yöneltecek nasihatları vermektir. Tabiatıyla hutbenin bu nasihat bölümünün cemaatin anladığı, konuştuğu dilden olması gerekecektir. Fransa da Türkçe hutbe okunamayacağı, okunursa hiç bir faide temin edilemeyeceği gibi, Arabistan’da da Fars ça hutbe okunamaz, okunmamalıdır. Fakat ülkemizde hutbeler uzun yıllar boyunca Arapça okunmuştur. Ecdadımız bu hutbeleri dinleyip anlamışlar mıdır? Şüphesiz farz olduğu için dinlemişler ve fakat çok az anlamışlardır. Bu noktada aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Yüzlerce yıl anlamadan hutbe dinlemeleri nasıl mümkün olmuştur? Kısmen ona da bir çare bulunmuş ve hiç değilse, bazı camilerde cuma vaazları namazdan önce yapılmasına karşılık, geçmişteki uygulamayı gösteren vakfiye kayıtlarında daima cuma namazından sonra va’zu nasihat edilmesinin vurgulanması acaba bu sebebe mi dayanmaktadır? Bu da ayrıca araştırılması gereken bir konu. (I. Ateş, Diyanet Dergisi, XXVII/4, 1921227)
Geçmişin sahifeleri arasında dolaşırken bu defa sizleri Nisan 1922’nin Kastamonu’suna götürmek ve yakın geçmişte kaybettiğimiz büyük tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı ile baş- başa bırakmak istiyorum. Bakalım yetmişbeş sene öncesinden bize hutbelerle ilgili hangi pencereyi açacak, neler göreceğiz? (İsmail Hakkı, Türkçe Hutbe Münasebetiyle, açık söz, 11/Nisan/1338/1922 . Metin çok gerekli bir kaç kelimenin yenileri ile değiştirilmesi haricinde aynen korunmuştur.)
“Türkeyi Büyük Millet Meclisi’nin üçüncü senesinin açılış oturumunda saygı değer reis Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin irad buyurdukları tarihî nutukta, hutbelerin Türkçe olmasındaki faydalar ve güzellikler izah buyurulmuş ve bu yolda ilk hutbe de Ankara’da (Hacı Bayram-ı Veli) Cami-i Şerifinde okunmuştur. Şimdiye kadar müteaddit makaleler, bir çok münakaşalarla hiç bir sonuca ulaşmayan bu mühim meselenin derhal uygun bir biçimde tatbike başlanması, doğrusu teşekküre değer hadisattandır.
Cuma ve bayram namazlarına giderek, hutbede okunan âyetler; ve Peygamberimizin hadislerinin güzelliklerine vakıf olamayıp sade dinlemekle yetinenlerimizin pek büyük bir çoğunluk oluşturdukları inkâr edilemeyecek bir gerçektir.
Halbuki hutbenin yüce maksadı bütün müslümanların toplu bir halde dinî, dünyevî faydalarını izah ve zamanın icabına göre ne suretle hareket edilmek lâzım geldiğini beyândan ibaret olduğuna göre, bu mühim maksadın önemi maalesef lâyıkıyla takdir edile- meyerek az sıyıdaki hutbelerin Arapça olarak tercüme edilmeden okunması, dinleyiciler üzerinde yüceliği nisbetinde bir tesir bırakmıyordu. Pek çok defalar işittiğim ve işittiğiniz gibi hutbenin tesirli olması demek hatibin sesinin güzel olması ve hutbeyi malumumuz olan ahenkte okuması demekti.
Bütün müslümanların işlerini toplantıyla halletmesi gerek ayet-i celile ve gerek hadîs-i nebeviyyenin emir buyurduğu şeylerden olduğu halde, burası nazar-ı dikkate alınmayarak, halk lisanıyla cemaat-i müslimî- ne zaman ve mekâna göre okunmayacak olan hutbenin yine halk üzerinde bir faide temin etmeyeceği, onların ahlak ve işlerine hiç bir tesir yapmayacağı açıktır.
Biz de şimdiye kadar dikkatlerimizi az çeken bu meselenin sosyal açıdan önemi o kadar büyüktür ki bu, cehalet içinde yuvarlanarak iyiyi kötüden ayırdetmekten aciz olan halkımızın üzerinde tesirli izler bırakarak onları ilerleme ve uyanıklık yoluna sevk eder.
Hayli müddetten beri terkedilmiş ve unutulmuş bulunan hutbe meselesini bizden öncekiler dikkatlerinden uzak tutmamışlar, başkent ve büyük şehirlerde bu vazife ile görevlendirilecek kişileri seçmişler ve imtihandan geçirmek suretiyle velevki mahdud olsun ahalînin irşadına hizmet etmişlerdir.
Evvelce İstanbul’da vilâyet ve sancak merkezlerinde Kürsü Şeyhlikleri ihdas edilmişti (El- yevm bazı mahallelerde bunlar vardır). Bu mevkie getirilecek zevât memleketin ilmen, ahlâken yüksek olan fazilet sahipleri arasından imtihan yapılarak tayin olunurlardı.
İstanbul’da Sultanahmed, Ayasofya, Süleymaniye, Fatih, Bayezid, Eyüb ve daha bazı Kürsü Şeyhlikleri vardı ki buraya irfan sahibi, fazilet ve kemaliyle tanınmış bulunan meşayih tayin kılınırdı. En büyük Kürsü Şeyhliği hatırımda kaldığına göre Sultanahmed Camii Kürsüsü idi. Kadrolardan biri boşaldığında kıdem itibariyle herkes bir yukarı cami şeyhliğine terfi eder ve silsilenin en nihayetinde açılan kürsü şeyhliğine de ehliyetini isbat etmiş meşâyihten diğer bir zat tayin kılınırdı.
Kürsü Şeyhlerinin vazifesi cuma günleri herhangi bir mevzua dair ve yalnız va’zu nasihatten ibaret olmayıp o gün camide hatip efendi hangi ayet ve hadis-i şerifi okuduysa onu herkesin anlayabileceği bir lisanla halka telkin ve izah da etmişti. Bu zevât hep ahalinin hüsn-i zannını kazanmış ileri gelen meşayihden bulundukları için, vaazları gayet müessir olur ve halkın çoğunluğu tarafından düstur-ı hareket ittihaz edilirdi.
Bilahere evelki gibi fazileti herkesçe kabul edilen şeyhlerin çokça yetişmesinden dolayı bu vazife, ulemâya verilmiş ve daha sonraları ise yalnız vaaz ile iktifa edilerek hutbe tercüme ve izahı büsbütün terk edilmiştir.
Öncekilerin çok zaman evvel takdir ile icra ettiği hutbe meselesinin ehemmiyetle gözönünde bulundurulmasına herkes taraftardır. Bazı görenekten ayrılmak istemeyen ve her nedense bu mühim işte de bir inat göstererek bu faideli işe engel olmak isteyen kötü niyetlilerin manevî sorumlulukları pek büyüktür. Bunların içinde insafı olanların halihazırda ki hutbelerin maksûd olan fa- ideyi hiç de temin etmediğini ve etmeyeceğini tasdik ve teslim edeceklerine de eminim.
Hutbeden maksat, din veya memleketin muhafaza ve yüceltilmesi ve bütün müslümanların Mes’ud olmaları her hususda dendiğine göre hatip efendinin okuduğu hutbeden bir şey anlamayan halkın istifadesi nerede kalıyor.
Pek esaslı temellere istinat eden din, İçtimaî ve İktisadî, 1 vatanî telkinâtıyla halkı tenvir ve irşad ancak hutbelerle kâ- bil olacağından hutbelerin okunmasından sonra Türkçeye tercüme edilmesinin yalnız hükümet merkezi olan Ankara’da kalmayarak yaygınlaştırılmasını Şer’iye Vekâlet-i celi- lesinin himmetlerinden beklerken bir uyanma eseri olarak atılmış olan bu faideli temelin her tarafta güzel, faideli kabul edileceğinden eminiz."
6 Nisan 1338/1922 Muallim İsmail Hakkı
İsmail Hakkı Bey’in bu çok yerinde isteğinin ne şekilde bir sona ulaştırıldığını da bundan sonraki yazımıza bırakalım. ♦