Makale

Türkçe Mealler İle Namaz kılınabilirmi?

DR. ORHAN KUNTMAN

Türkçe Mealler İle Namaz Kılınabilir mi?

Son günlerde -bazı çevreler tarafından- bu çok önemli ve nazik konunun gündeme getirilerek tartışıldığını müşahede ediyoruz.
Arapça bilmeyen gençlerimizin Kur’an’ı okuyup anlama istekleri elbette çok güzel bir davranıştır ki, onların bu isteklerini karşılayacak -meal ve tefsir- olarak yüzlerce kitap ellerinde bulunmaktadır!.. Fakat onların bu samimi davranışlarını istismar ederek, onları Türkçe mealler ile namaz kılmaya sevk etmek asla doğru değildir!..
Çünkü o zaman, öğrenip bilgi edinme işi ile Rabbimize dua ve niyazı birbirine karıştırmış oluruz ki, bu işlerin ayni anda yapılması mümkün değildir!..
Bu konuyu 2 Bölüm’de inceleyerek açıklığa kavuşturmaya çalışacağız:

Bölüm 1

Kur an-ı Kerim (Bütün Özellikleriyle) Türkçe ’ye Çevrilebilir mi?

Bu açıdan araştırma yaptığımız zaman hiçbir meal sahibinin, "Benim eserim Kur’an çevirisidir" demeye cesaret edemediğini müşahede ediyoruz! Nitekim kitabına "Tanrı Buyruğu’ adını veren Ömer Rıza Doğrul bile bu aczini şöyle dile getirmekte ve:
"Şarkta da, garpta da yüzlerce mütercim bu işi başarmağa uğraşmışlar, fakat hepsi de acizlerini itiraf etmişlerdir.. Nitekim İngiliz müsteşriki Mamoduk Pitcthall eserine yazdığı mukaddimede der ki: "Kur’an tercüme edilemez. En eski İslam âlimleri bu kanaatte idiler. Ben de bu kanaatteyim. Onun için Kur’an ’/ tercümeye muvaffak olduğumu iddia etmiyorum. Yalnız Kur’an’ın manalarını nakle çalıştım. Buna muvaffak olduysam kendimi bahtiyar sayarım! Fakat bu eser, bu tercüme hiçbir vakit asıl Kur’an’ın yerini tutamaz ve hiç bir vakit bu maksadı istihdaf etmemiştir."
Bu aciz mütercim de ayni kanaat ve fikirdedir. Biz de Kur’an ’/ tercümeye muvaffak olduğumuzu iddia etmiyoruz. Biz de ancak Kur’an’ın manalarını nakil ve izaha çalıştık. Bu vadide muvaffak olmak, hatta muvaffak olmak yolunda birkaç adım atmak bizim için en büyük bahtiyarlıktır" (1) Demektedir.
Bu açıklamalardan meal sahiplerinin tümünün Kur’an’ın -hatasız- olarak başka bir dile çevrilmesinin imkansız olduğu kanaatine vardıklarını, ancak -Arapça bilemeyen- toplumla- rına, Allah Tealan’ın son İslam’a davetini ulaştırmak için çaba gösterdiklerini anlıyoruz!
Nitekim, Elmalılı Hamdi Yazır "Hak Dini Kur’an Dili’ adlı eserini kaleme alış sebeblerini şöyle dile getirmektedir:
“İlahi! Hamdirıi sözüme sertac ettim, zikrini kalbime mi’rac ettim, Kitabını kendime minhac ettim. Ben yoktum var ettin, varlığından beni haberdar ettin, aşkınla gönlümü bikarar ettin. inayetine sığındım, kapına geldim. Hidayetine sığındım lutfuna geldim. Kulluk edemedim, affına geldim.. Şaşırtma beni doğruyu söylet!..
Gördüm ki; gecesi gündüzü ardar- da -dönüşüm ahengiyle- akıp giden şu fani hayatta ebedi kalmak için biçare insanlığın elinde hiçbir tutunak yok!.. Gördüm ki, O’nun yer ile gök arasında geçmişten geleceğe doğru kaynaşan, coşan, coşup coşup çarpışan dalgaları arasında, her an kendine çağırıp duran ebedi hayatın davet çağrısının sesi çınlıyor-, her an Hak 7e- ala ‘Bana gel’ diye çağırıyor.. İnsan ise bu çağrıya kulak tıkıyor, duymak istemiyor., fakat çırpına çırpına sonunda teslim olmaktan başka ne yapıyor?..
Buna karşı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Diyanet İşleri Başkanlığına bir vazife yüklenmişti. Bunun üzerine bir teveccüh eseri olarak benden bir tefsir ve terceme yazmam istendi. Bunu reddetmek bana yaraşmazdı. Çünkü ‘Onu insanlara açıklayacaksınız!’ -Nahl 44- Ayetinin anlamı gereğince bu bir vazife idi. Kalemim kırılmış, mürekkebim tükenmiş iken Allah’ın yardımına sığınarak, rahmete ve günahlarımın affına vesile olmasını ümit ederek tefsir’e, sonra da mefhum tarzında bir meal yazmaya başladım. Allah Teala, kısa zamanda rızasına uygun olarak hayırlısı ile sona erdirmeyi ve katında beğenilmeyi nasib eylesin, Amin!" (2)
Dikkat edilirse, Büyük Türk Müfessir’i Elmalılı da, “çeviri” kelimesini kullanmamakta “mefhum tarzında bir meal yazmaya başladım" demektedir.. bunun sebebi; onun da, Kur’an’ın Türkçe’ye layıkı ile çevrilebileceğine inanmamasıdır!..
Nitekim önsözüne, -bu konuda ek açıklamalar yaparak- şöyle devam ediyor:
(Tercüme: Bir sözün manasını diğer bir dilde dengi bir ifade ile aynen olduğu gibi dile getirmektir. Tercümenin aslının manasına tamamen uygun olması için-, açıklıkta, delâlet ettiği manada asıldaki anlatım tarzına uygun olması gerekir. Yoksa tam bir tercüme değil, eksik bir anlatım olur. Oysa değişik diller arasında ortak noktalar olsa da, herbirini diğerinden ayıran bir çok özellikler de vardır. Onun için -dille ilgili bir özelliği olmayıp- yalnız akıl ve mantığa hitap eden kuru ve teknik eserlerin, tam anlamıyla tercüme edilmesi mümkün olduğu hususunda söylenecek bir söz yoksa da-, zevk ve hislere hitap eden ve dil açısından edebi değere sahip bulunan bediî eserlerin çevirilerinde başarılı olmak çok zordur ki, bunların benzerini yazmak, onları tercüme etmekten daha kolaydır.
Halbuki Kur’an’ın pek çok ilimler, bilgiler, hükümler ve hikmetlere has manalarından başka bir de nazmının bediî önemi de vardır ve ona “Kur’an" adının verilmesi de özellikle -kendine has- nazmından dolayıdır. Çünkü önce okunan bizzat mana değildir, manasını en güzel bir şekilde anlatan nazmıdır! Bunun içindir ki “Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik" - 12/2- buyurulmuştur. Şu Arapçadır, şu Türkçedir denildiği zaman lafızlar kasdedilir. Çünkü mananın belli bir dile ait olması şartı yoktur. Kuşkusuz Arapça olan da nazımdır. İşte bu Arapça nazmı başka bir dilde benzerini yapmak mümkün olsaydı, Kur’an tercüme edilebilmiş olurdu. Yalnız o tercüme Arapça olmayacağı için Kur’an olmaz da Kur’an’ın tercümesi olurdu!..
Ne kadar yüksek olursa olsun, edebi şahsiyet kazanmış herhangi bir şahsın ifade ettiği üslubu, yazıla yazıla az çok taklid edilebilir ve benzeri yapılabilir. Fakat Kur’an’ın inmesi anından itibaren bütün Arap edebiyatçıları ve belagat ustaları Kur’an belagatını kendi dillerine örnek edinmiş ve bu sayede Arap dili ve edebiyatı açısından yükselmiş oldukları halde, Kur’an nazmını taklid etmeye ve benzerini yazmaya yanaşabilen bir kimse ortaya çıkmamıştır! 0 halde kendi dilinde bile taklidini yapmak ve benzerini yazmak mümkün olmamış olan Kur’an’ın nazım ve üslubunu diğer bir dilde taklid, benzerini ortaya koymak elbette mümkün olamaz. Mümkün olamayınca da, aynen tercüme edilemeyeceği gibi benzetmek suretiyle de hiç tercüme edilemez!
Şunu da unutmamak gerekir ki; Kur’an anlaşılmaz bir kitap değildir. Hatta, “Andolsun ki biz, bu Kur’an’ı düşünüp ibret alınsın diye kolaylaştırdık, hiç düşünen var mı?” -54/17- buyurulduğu üzere, manasını en kolay ve açık bir şekilde anlatan ve zor- lamasız, yapmacıksız su gibi akan, nur gibi parlayan apaçık bir kitaptır.
O, kendisini bütün insanlığa duyurmak ve anlatmak için inmiş ve duyurmuştur. Ancak onun manaları tam olarak anlaşılıp bitirilemez. Bir manası meydana çıkınca arkasından bir mana daha, arkasından bir mana daha vs. yüz gösterir. Nurunun parlaklığı içinde gizlilik ortaya çıkar. Mü’mine hitap ederken kafire bir korkutma fırlatır, kafiri korkuturken mü’mine bir müjde nüktesi uzatır. Halka hitap ederken ileri gelenleri düşündürür. Alime söylerken cahile dinletir. Cahile söylerken alime dokundurur. Geçmişten bahsederken geleceği gösterir. Bu günü tasvir ederken yarını anlatır ve bütün bunları, duruma, makama, yere, zamana ve konuya göre en uygun, en güzel kelimelerle anlatır!
Şimdi insaf ile düşünelim. Bu şartlar altında Kur’an’ı tercüme ettim veya ederim diyenler yalan söylemiş olmaz da ne olur?)

Bölüm 2

Kur’an-ı Kerim’in Namazda Türkçe Çevirisi Okunabilir mi?

Evet!.. Elimizde halen çok sayıda Türkçe Kur’an Meal’i ve Tesir’i vardır ve bunlar az çok Yüce Kitabımızın toplumumuza tanıtılması hususunda yararlı olmaktadır.. Fakat bu hususu ‘Namaz, Kur’an mealleri ile kılınabilir mi?” gibi çok önemli ve nazik konu ile karıştırmamak gerekir!.. Çünkü namaz dışında Rabbimizin Kelaminı anlamaya çalışmak için -hatalı da olsa- mealleri okumak yararlı olduğu halde, namaz esnasında Rabbimizin Arapça indirdiği Kelamını, -Onun Huzurunda, bir çok hata içeren- meallerinden okumak çok sakıncalıdır ki, böyle bir davranış ile, Allah Teala’nın ayetlerini tahrif etmiş oluruz!..

Araştırmamızı, bunun delillerini sunarak sürdürüyoruz:

1. Bazı meallerde “Allah’ lafzı, Türkçeye Tanrı" ibaresi şeklinde çevrilmiştir!.. Nitekim, İsmail Hakkı İzmirli (3) ",Meali-i Kur’an" (Kur’arı-ı Kerim ve Türkçe Anlamı) adlı kitabında Besmeleyi "Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla" ifade ettiği gibi, Ali Rıza Sağman da (4) ‘Lafzan ve Mealen Kur’an- ı Kerim Tercümesi’ isimli kitabında "Bağışlayan ve esirgeyen Tanrı adıyla" ibaresini kullanmıştır.
Daha eski mealler üzerinde araştırma yaptığımız zaman: Ahmed Salih İbni Abdullah’ın (5) ‘Zübed-iAsâ- ri-ı-Mevâhib ve’l Envâr" adlı kitabında “İbadete müstahak olan Tanrı’nın adıyla başlarım.."ibaresini kullandığını ve Ömer Rıza Doğrul’un da, kitabına “Tanrı Buyruğu” adını verdiği gibi, Besmele’yi de, “Esirgeyen, bağışlayan Tanrı adıyla başlarım" şeklinde ifade ettiğini müşahede ediyoruz!..
Oysa “Allah" lafzını “Tanrı" olarak ifade etmek asla doğru bir davranış değildir ve Kur’an’a ters düşer! Çünkü “Tanrı" kelimesi “ilah" beyanının karşılığıdır ve Yüce Kitabımızda bir çok ayette, “Allah" lafzı ile “İlah" kelimesi bir arada takdir buyurulmuştur ve şayet her ikisi “Tanrı" kelimesiyle ifade edilecek olursa anlamsız cümleler meydana gelmektedir. Bunlara örnek olarak şu beyanları gösterebiliriz:
Nitekim Besmele" deki “Allah" lafzını “Tanrı" kelimesiyle ifade eden Ömer Rıza Doğrul, En’am Suresinin 102. ayetinde yer alan ‘Zalikümullahi Rabbüküm, la ilahe illâ hû’ beyanını Türkçeye çevirirken zorlanmış ve beyanı "İşte sizin Tanrınız olan Allah bu. Ondan başka tapacak yoktur" şeklinde ifade etmiştir (6) Dikkat edilirse müellif, Ayet-i Kerime’deki ‘Allah’ lafzını korumak zorunda kalmış., fakat bu kez Rabbiniz’ beyanını “Tanrınız" şeklinde ifade etmiş ve “Lâ ilahe illâ hû’ beyanındaki “İlah" kelimesini de “tapacak" yapmak suretiyle ayet-i kerime’deki beyanları yekdiğerine karıştırmıştır!..
Oysa müellefin, Besmele’deki “Allah" lafzını “Tanrı" şeklinde ifade ettiği gibi, bu ayette de aynı kuralı uygulaması gerekmez miydi? Bunun gibi, Fatihada ki, Rabbil’alemiyn’ beyanını "Alemlerin Rabbidir" şeklinde ifade ettiğine göre, bu ayette de "Tanrınız’ yerine “Rabbiniz" beyanını kullanması gerekmez miydi? Yine bunun gibi müellifin, “Lâ ilâhe illâ hû’ ilahi beyanını ifade ederken çelişkili davrandığını müşahede ediyoruz! Nitekim bu ayette bu ilahi beyanı Ondan -O’ndan şeklinde yazılması gerekirdi., bunu mürettip hatası olarak kabul edemiyoruz.. çünkü "Tanrı Buyruğunun her yerinde bu hata işlenmiştir- başka tapacak yoktur" şeklinde ifade ettiği halde Bakara suresinin 163. ayetinde yer alan Ve ilâhüküm ilâhün vâhid, la ilahe illâ hû’ ilahi beyanını “Sizin mabudunuz, O yegane Tanrıdır ki Ondan başka tanrı yoktur’ şeklinde Türkçeye çevrilmiştir! (7)
Evet "Allah" lafzını, İlah’ manasına gelen "Tanrı" kelimesiyle ifade etmek asla doğru bir davranış değildir!.. Çünkü, Kur’an’da ‘İlah’ kelimesi -aşağıda belirttiğimiz gibi-bir çok isim hallerinde takdir buyurulmuştur.
2/133 "llâhike-Senin İlahın" 2/163 İlâhüküm-Sizin ilahlarınız”
25/43 “ere’eyte menittehaze ila- hehü hevah Hevesini ilah edinen kimseyi gördün mü?”
5/116 “llâheyni min dûnillah-M- lah’ı bırakarak iki ilah”
6/19 ’âliheten-\\ah\ar" 7/127 "âli- hetek-ilahlarm”
21/36 “â///7etü/cüm-ilahlarınız” 11/53 "â///je£/na-ilahlarımız"
11/101 "âlihetühüm-ilahları”
Oysa "Allah’ lafzı için-, “Senin Allah’ın”.. "Sizin Allah’ınız".. “Allah’ı bırakarak iki Allah”.. "Allah’lar”.. “Senin Allah’ların.. “Allah’larınız”.. "Allah’larımız” ve "Allah’ları beyanlarını kullanmak söz konusu olamaz!"
2. Bazı meallerde "Elhamdülillah" beyanının çevirilerinin, bu beyanın manasını tam olarak yansıtmadığını müşahede ediyoruz!..
Nitekim. İsmail Hakkı Baltacıoğlu(8), bu beyanı, Fatiha çevirisinde "Övülmek yalnız Allah’a yaraşır", Prof. Dr. Sadi Irmak,(9) "Şükür alemlerin Rabbi olan Allah’a" ve Yeni İstanbul Gazetesi 1969 yayınlarında da (10) "Şükür alemlerin Rabbi olan Allah’a" manasını vermiştir.. Oysa ne övülmek ne de şükür kelimesi, "Elhamdü" deki derin manayı belirtememektedir!.. Nitekim Elmalılı Merhum bu konuda şu açıklamalarda bulunmaktadır:
("Hamd’ saygı ifade eden bir övgü sözüdür! Türkçe’de bir övme vardır ki o, senâ ile eş anlamlıdır-, Hamd ise övme ile şükür’den farklıdır. Çünkü övme canlı olmayana ve hayvana da yapılır, mesela güzel bir inci ve güzel bir at da övülebilir. Bunun gibi bir insana da teşekkür edilebilir. Fakat Allah’tan başkasına hamd edilmez!.. Hamd Allah’a mahsustur!.. Çünkü övme-, boş bir ümidin itmesi ile kuru bir yalandan, soyut bir dalkavukluktan ibaret kalabilirken Hamd, delile dayanan haklı bir ümidin sevinciyle veya minnettarlık gibi, gerçekleşmiş bir ni’metin mutluluk sevinci ile yapılır..)
‘Elhamdülillah’ ilahi beyanı - Hamd, Allah’a muhsustur ve Allah’a hamdolsun olmak üzere- iki manaya gelmektedir ki, birincisi tasdik; diğeri ise dua manasınadır. Bu ilahi beyan Kur’an-ı Kerim’e 23 adet takdir buyurulmuş olup, Meal Sahipleri bu beyana -yerine göre ikisinden birini tercih ederek- mana vermişler ve Fatiha’da yer alan beyana da ekserisi, ‘Hamd, Allah’a mahsustur’ manasını tercih etmişlerdir!.. Bunun sebebi Kudsi Hadis’in manası uyarınca “Elhamdülillâhi Rabbil’alemiyn, Errahmânirrahiym ve Mâlikiyevmiddin’ beyanlarını, Cenab-ı Hakk’ın kendisine tahsis buyurması, ‘tyyâke na’büdü veiyyâke nesteıyn’ beyanının Rabbi ile kulu arasında yapılan bir andlaş- ma olması ve kulunun esas dua ile niyazının ‘Ihdinassıratalmüstakıym.. ’ beyanı ile başlamasıdır.
Bu açıdan inceleme yaptığımız zaman bazı meal sahihlerinin ‘Allah’a hamdolsun’ manasını tercih ettiklerini müşahede ediyoruz: Hacı Murat, Kur’an-ı Kerim Tercüme ve Tefsiri, Tan Neşriyat Servisi, İstanbul 1955.
(11) "Bütün alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun"... Osman Nebioğlu, Türkçe Kur’an-ı Kerim, İstanbul 1957.
(12) "Alemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun"... Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerim ve Yüce MeâH, Ankara 1980. (13) "Alemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun."
3. Bir çok meal sahibi, Fatiha’da yer alan ‘Errahman’ ile ‘Errahiym’ İsm-i Şeriflerini aynen aldığı halde-, bazı meal sahibinin bu ism-i Şerifleri Türkçeye çevirmeye çalıştığını, fakat aralarında görüş birliğine varamadıklarını müşahede ediyoruz!..
Nitekim "Errahmanirrahiym" ilahi beyanına, İsmail Hakkı İzmirli, (14) "Esirgeyendir, Bağışlayandır"-, İsmail Hakkı Baltacıoğlu (15) “Acıyıcıdır; Esirgeyicidir", Prof. Dr. Hüseyin Atay (16) "Merhametli olan, Merhamet eden-, Prof. Dr. Sadi Irmak (17) "Acıması ve Rahmeti çok" ve Abdullah Atıf Tüzü- ner de (18) "Acıyan, kayırandır" manasını vermişlerdir.
Oysa bu çeviriler bu iki İsm-i Şerifin gerçek manalarını yansıtama- maktadır. Nitekim Elmalılı Merhum bu konuda şu açıklamalarda bulunmaktadır:
(‘Rahman, Rahiym’ bu beyanların ikisi de rahmet kökünden gelmekle beraber, aralarında çok önemli fark vardır, şöyle ki: Allah Teala’nın Rahman oluşu ezele, Rahiym oluşu ise ahirete göredir. Bundan dolayı yaratıklar, Allah Teala’nın Rahman olmasıyle başlangıçtaki rahmetinden, Rahiym olmasıyla da sonuçta meydana gelecek merhametinden doğan ni’metler içinde büyürler ve ondan yararlanırlar.
Herşeyin ilk yaratılışında almış olduğu yaratılışa ait yetenekler ve bağışlar Allah Teala’nın Rahman oluşundan kaynaklanır. Bundan dolayı, içinde rahmet izi bulunmayan hiçbir varlık düşünülemez!. Taşından ağacına, bitkilerinden hayvanlarına, hayvanlarından insanlarına, itaat edeninden isyan edenine, mü’mininden kafirine, meleklerinden şeytanına kadar alemlerin tümü Rahman’ın rahmetine gark olmuştur!..
Bu kadarla kalsa idi, insan elbette-, -kendisine hür irade verilmemiş olacağından- diğer yaratıklar gibi olurdu, sorumlu tutulmazdı ki, o zaman ilim ve irade ile, çalışma ye çabalama ile ilerleme imkanı ortadan kalkardı.. İşte bu hikmet gereği Allah Teala, Ra- hiym olarak da vasıflanmıştır.
Bu bakımdan-, başlangıçta çalışana, çalışmayana bakmadan varlık alemine göndermek ve o şekilde idare etmek Rahman oluşun bir rahmeti ise, daha sonra çalışana, çabalarının karşılığını ayrıca bağışlamak da Ra- hiym oluşun bir rahmetidir.
Demek ki, Allah Teala’nın Rahman oluşunun karşısında-, dünya ile ahiret, mümin ile kafir eşit iken Rahiym oluşunun karşısında bunlar açık bir farkla birbirinden ayrılıyorlar., yani, “Bir bölük cennette, bir bölük de ateştedir!" -Şura/7- hükmü tecelli ediyor.) (19)
Dikkat edilirse sunduğumuz bu deliller sadece Besmele ile Fatiha’öa yer alan ilahi beyanlara aittir ki, bu ilahi beyanlar namaz esnasında -her rekatta- okunmaktadır.
O zaman düşünmemiz gerekir; namazda, -içinde Allah, Rabb, Elhamdü, Errahmân ve Errahiym gibi ilahi beyanlar bulunan ve çevirileri yapılamayan- Fatiha suresinin Arapçası yerine meallerini okumak hiç doğru olur mu!.. Elbette olmaz.
Ayrıca bilmemiz gerekir ki, Rabbimiz Kindisini yüceltmek ve dua ile niyazda bulunmak için- huzuruna varıp secdeye kapanan biz aciz kulları - Kur’an’ın özü- Fatiha’yı bir münacaat, -hazır bir dilekçe- olarak İhsan buyurmuştur! Bize lütfedilen bu ni’meti; kendi ibarelerimizle bozmaya hakkımız var mıdır!.. Elbette yoktur.
“Arapça bilmiyoruz, o halde Rabbimize kendi dilimizle yalvaralım’’ bahanesi arkasına sığınmamızın da bizi, O’nun ayetlerini tahrif etme sorumluluğundan kurtaramayacağını bilmemiz gerekir ki, gerektiğinde -Geçici dünya menfaati için- sayfalarca tutan yabancı bir dildeki müsbet ilimlere ait terimleri kolayca ezberleyebiliyoruz!..
Fatiha’da ise sadece 7 satır vardır., ve Fatiha’daki beyanları kısa zamanda ezberlememiz elbette mümkündür!.. Bu beyanların manalarını ise, namaz dışında meal ve tefsirleri inceleyerek öğrenebiliriz ki bunda hiçbir sakınca yoktur!.. Bakara 286. ayet uyarınca kuşkusuz, *Allah, hiçkimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.’ve Müzzemmil suresinin son ayetinde yer alan "Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyunuz!" beyanı uyarınca da -daha fazlasını bilmeyen ve öğrenemeyen- kullarının namazlarında sadece Fatiha’yı veya bildikleri kadarını okumalarına müsaade eder. Nitekim bir Hadis-i Şerifte: "Sizden biriniz namaz kılmaya kalktığında, Allah’ın kendisine emrettiği gibi abdest alsın. Sonra tekbir getirsin; Kur’an’dan bildiği bir şey varsa okusun. Eğer Kur’an’dan bir ezberi yoksa, Allah’a hamdetsin ve O’nu yüceltsin!’ ve bir diğerinde de: "Ben size bir şey emrettiğimde, gücünüz yettiği kadarını yapın!" buyurulmuştur.
Bu uyarılara rağmen ’Türkçe İbadet”de direnenlerin bilmeleri gereken çok önemli bir husus da vardır ki, onların, okudukları meallerin -hayatta veya ahirete göçmüş olsun- sahiplerinin haklarını gözetmesi gerekir! Çünkü onların hiçbiri meallerini asla, namazda okunsun diye hazırlamamışladır. ♦

(1) Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, Tercü me ve Tefsir (önsöz), İstanbul -1955
(2) Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (Mukaddime), Eser Neşriyat -1971
(3) İsmail Hakkı İzmirli, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Eren Yayınları - İstanbul
(4) Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, Kur’an Tarihi, S. 191, Diyanet işleri Yayınları, 1991
(5) Prof. Dr. Hamidullah, a.g.e. S.146
(6) Ömer Rıza Doğrul, a.g.e. S.244
(7) Ömer Rıza Doğrul, a.g.e. S.60
(8) Prof. Dr. Hamidullah, a.g.e. S.170
(9) Prof. Dr. Hamidullah, a.g.e. S.175
(10) Prof. Dr. Hamidullah, a.g.e. S.181
(11) Prof. Dr. Hamidullah, a.g.e. S. 167
(12) Prof. Dr. Hamidullah, a.g.e. S.170
(13) Prof. Dr. Hamidullah, a.g.e. S. 189
(14) İsmail Hakkı İzmirli, a.g.e. S.2
(15) Prof. Dr. Hamidullah, a.g.e. s.170
(16) Prof. Dr. Hamidullah, a.g.e. S.173
(17) Prof. Dr. Hamidullah, a.g.e. S.175
(18) Prof. Dr. Hamidullah, a.g.e. S. 182
(19) Muhammed Hamdi Yazır, a.g.e. S.51