Makale

İftar Sofraları ve Fakirleri Doyurmak

İftar Sofraları ve Fakirleri Doyurmak
Prof. Dr. Ahmet Coşkun Erciyes Üniv. İlahiyat Fak. Emekli Öğretim Üyesi

Her gecesi kadir, her günü bayram günlerine benzeyen mübarek ramazan ayının bir özelliği de, neşeli iftar sofralarıdır. İftara yakın dakikalarda güneşin son kızıllıkları ufukta kaybolurken, sofranın etrafında toplanan ve ibadet huzurunu yaşayan müminlerin sevinci, çehrelerinde bir güneş gibi parlar. Bu sevinç başka zamanlarda, çok az insanın yemek yerken hissettiği duygudan, memnuniyetten büsbütün başka bir şeydir. Esasen bu sevinç bir hadis-i şerifte şöyle müjdelenmiştir: “Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri iftar ettiği, diğeri de Allah’a kavuştuğu vakittir.” (Buhari, Savm, 9; Müslim, Sıyam, 163, 165; Nesai, Sıyam, 42.)
Gerçekten, ramazanda iftar sofralarını süsleyen taze hurmalar, zeytinler, tatlılar, çeşitli lezzetteki yemekler, meyveler; tatları, kokuları ve görünüşleri ile bir başka güzellik arz eder. Bu sofralara davet edilen uzak-yakın, zengin-fakir misafirler ile beraber bulunmanın tadına ise doyum olmaz. İftar sofralarının bereketi ve zevki mutlaka misafirlerle paylaşılmak istenir. İftar sofralarımızda akraba ve dostlarımıza yer ayırmak kadar, tanıdık tanımadık fakirleri de bulundurmak İslam’ın bize bir emridir. Biz, misafir ile yenen yemeğin bereketleneceğine, bizlere huzur vereceğine inanan bir dinin/medeniyetin mensuplarıyız.
Aç olanı doyurmak, her zaman çok sevaplı ve huzur verici bir harekettir. Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet olunduğuna göre, birisi kendisinin katı kalpli, gönül huzurundan mahrum yaşamaktan muzdarip olduğunu Peygamberimiz (s.a.s.)’e söylemişti. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ona, “Kalbinin yumuşamasını istiyorsan, açı doyur ve yetimlerin başını okşa.” (Ahmet b. Hanbel, Müsned, 2/263, 383, 387.) buyurdular.
Bir başka hadislerinde ise Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Kim aç bir Müslümanı Allah için doyurursa, Allah ona cennet meyvelerinden yedirir.” (Ebu Davud, Zekât, 41; Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 18.) buyurmuşlardır.
İhtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermek, onları doyurmak cehennem azabına karşı kalkan olarak gösterilmiştir. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Bir hurma vermek suretiyle de olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz.” (Buhari, Zekât, 10; Müslim, Zekât, 66-67; Nesai, 63.) buyurmuşlardır.
Müddessir suresinde açları doyurmamak; namazı terk etmekle, hatta ahireti inkâr etmekle aynı teraziye konmuş ve cehenneme giriş sebebi olarak gösterilmiştir. Bu ayetler mealen şöyledir: “Suçlulardan sorarlar: ‘Sizi şu can yakıcı azaba ne sürükledi?’ Onlar da derler ki: Biz, namaz kılanlardan değildik, fakiri de doyurmazdık. Boş işlere dalanlarla birlikte dalardık, ceza gününü de yalanlardık. Sonunda bu hâlde iken, ölüm bize geldi çattı.” (Müddessir, 74/40-47.)
Hakka suresinin 25-34., Fecir suresinin 17-20., Beled suresinin 11-16 ve Maun suresinin 1-3. ve 7. ayetleri de aynı mana ve maksadı taşımaktadır. Ayrıca bütün bu ayetlerde müminlerin fakirleri doyurmaları, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermesi, aynı zamanda da başkalarını buna teşvik etmesi, hatta bu hususta yarışması ısrarla emredilmiştir. Bir diğer önemli husus da bu ayetlerin; okuma, tefekkür, temizlik, ferdî ve sosyal güvenliği sağlayıcı esaslar olarak tespit olunmasıdır.
Bu yüzden ilk Müslümanlar okuma, öğrenme ve temizlikteki hassasiyetlerini, açları doyurmada da kusursuz olarak göstermeye başladılar. Bu kimselerden bazıları, misafirsiz yemek yemiyor, tek başına sofraya oturmuyordu. Nur suresinin 61. ayetinde bu hususa işaret olunmuştur.
Diğer taraftan da muhtaçlara yedirmek, imanın bir gereği olarak gösterilmiştir. Bir Müslüman, çevresiyle ilgilenen, başkalarına faydalı olma neşesiyle yaşayan insandır. Kur’an-ı Kerim’de salihlerin, cennete namzet olan kulların özellikleri anlatılırken şöyle buyrulur: “Onlar fakire, yetime ve esire O’nun sevgisi için yemek yedirirler ve şöyle derler: ‘Biz, size Allah rızası için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz.” (Dehr, 76/8-9.) Rum suresinin 38. ayetinde ise, “Akrabaya, fakire, yolda kalmışa hakkını ver. Allah’ın hoşnutluğunu dileyenler için bu daha hayırlıdır.” buyrulmaktadır.
Hadis mecmualarında ve İslam ahlakı ile ilgili kitaplarda, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in, diğer peygamberlerin, ashab-ı kiram efendilerimizin ve İslam büyüklerinin davetleri ve misafir ağırlamalarına dair yaşanmış pek çok misaller bulmaktayız. Ziyafet, mevcudumuzun en iyisini, evimizde nadiren yiyebildiğimizi misafire yedirmek, bu yolla onu en iyi şekilde ağırlamaktır. Fakat bu konuda bir yapmacığa, bir zorlamaya düşmek de hoş görülmemiştir. Unutmamalıyız ki neyimiz varsa, herhangi bir tekellüfe düşmeden, onu ortaya koyabilirsek, gönül hoşluğu ile yapacağımız ikramlar bereketli ve devamlı olur.
Netice olarak diyebiliriz ki, sıralamaya çalıştığımız bu ayetler ve hadislerin ışığında, iftarda fakirleri doyurmanın ve ziyafet vermenin önemi ortaya çıkmaktadır. Şu var ki, kimi zaman günümüzün şartları ve içinde bulunduğumuz muhit, yemekli misafir davet etmemize imkân vermeyebilir. Ancak bu takdirde de, Müslüman ecdadımızın hayır ve hizmet anlayışlarına uygun olarak, aşevleri ve her türlü hayır kurumları aracılığıyla ihtiyaç sahiplerinin imdadına koşmalı, bu hususta gerekli her türlü çaba ve gayreti göstermeliyiz.