Makale

Kavramların Dünyası

Mehmet Erdoğan

Kavramların Dünyası

Dilin linguistik olarak tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. Her dilde zaman zaman inişler, çıkışlar; zaman zaman kopmalar, kırılmalar ve durağanlıklar yaşanır. ibn Haldun’un devleti canlı bir organizmaya benzeterek yaptığı doğar, gelişir, geriler ve ölür nitelemesi dil için de geçerlidir. Bir dil ölmekle insanlığın tarihinden silinmez belki. Başka dillerin içine girer ve orada kelimeler bazında hayatını sürdürmeye çalışır. Bir medeniyet bütün unsurlarıyla birlikte hâkim olduğu zaman, o medeniyetin yaslanmış olduğu dil de hâkim olmuş olur. Bir millet tarihinin en sönük dönemini yaşıyorsa elbette medeniyeti ve buna bağlı olarak dili de sönük olacaktır. Bu durumda dilin herhangi bir değeri olmuş olsa bile bu, arkeolojik bir değerden öteye geçmeyecektir. Yani dolaşımda olan, aktif ve etkin bir dil olmayacaktır. Kendisiyle fikir üretilmeyen, ilim yapılmayan ve sanat ortaya konulmayan bir dil doğal gücünü hiçbir zaman gösteremez. Olsa olsa yörüngesine gireceği hâkim medeniyetin diline eklektik bir unsur olarak varlığını sürdürmeye çalışır.
Bir dille ne zaman fikir üretilemez, ilim ve sanat ortaya konulamaz? O dil, ya kendi iç dinamikleri açısından böyle bir ihtiyacı karşılayamaz durumdadır ya da mensubu olduğu millet tarafından üvey evlât muamelesine duçar kalmıştır. Bunun dışında her dil, onu kullanan insanların gücü oranında bütün sosyal ve kültürel etkinlikler için temelde yeterlidir. Çünkü dil insana bağlıdır, insanın gelişimi dilin gelişimini etkiler. Bir faaliyetin ortaya konulup konulmaması için dilin bizzat kendisi tek başına bir mazeret teşkil etmez.
Tanzimatla birlikte yaşamış olduğumuz toplumsal değişimlerin yönü hep batıya ve batı medeniyetine dönük olmuştur. Bu sebeple Tanzimat birçok olayın başlangıcıdır. Cumhuriyete giden yol açılmış, hukuk anlayışımız dünyevî bir nosyon kazanmıştır. Aile düzenimizden günlük hayatımıza, hükümet şeklimizden tedrisatımıza kadar birçok şey yeniden yapılanmıştır. Tabiî dil de bütün bu olan bitenlerden kendi payına düşen nasibi alacaktı. Bize göre dildeki değişim sinyalleri (ya da çözülme emareleri) Tanzimattan önceye dayanır. Yani toplumsal çözülme belki önce dilde başlamıştır. Şuara tezkirelerinin, seyahatnamelerin ve hatta divanların satır aralarında bunu görmek mümkündür.
Batıyla ilk dil alış verişimiz taklitle başladı. Gördüğümüz şeylerin bizde bir karşılığının olup olmadığını düşünemedik. Sonra bir karşılığa rastladığımızda ise bizde olanı terk ettik. Batıdan aldıklarımız bize daha cazip göründü. Oysa dildeki tekâmül kendi tabiî mantığının akışına bırakılmış olsaydı yeni güzellikle gelecek, eski de ömrünü tamamlamış olduğu için sessizce gidecekti! insanlık tarihinin dil tecrübeleri bunu göstermektedir. Dil hiçbir zaman statik değildir; devinim hâlinde olan her dil aynı zamanda tekamül hâlinde demektir. Haricî dayatmalarla bir dilin doğa! bünyesi tahrip edildiği zaman o dil, bir daha kolay kolay kendini toparlama imkânı bulamaz. Buna Anadolu coğrafyasında kaybolan diller tanıktır. Hititler, Frigler, Lidyalı- lar, Urartular önce Perslerin istilâsına uğramış, ardından da Romalılar tarafından tarihten silinmişlerdir. Bugün Anadolu coğrafyasında adı geçen medeniyetlerin sadece kalıntılarına rastlamak mümkündür. Dil ve kültür hayatları ise tamamen kaybolup gitmiştir.
Dilimizin tahribinde bir başka etken, onu kullanan aydınların, ilim adamı ve sanatkârların, uzun yıllar yaratıcı bir bakış açısı yerine batıda olup biteni tercüme etmekle yetinip meslekî faaliyetlerini böylelikle icra ettiklerini sanmalarıdır. Herhangi bir konu üzerinde kendi dilimizle değil de başka dillerle düşünmeye başladığımız zaman bizim dilimiz atıl hâle gelir. Çünkü bir dil, ancak kullanılmakla ve tefekkür dünyasında dolaşımda olmakla gelişebilir. Bu sebeple kısırlaşan aydın, ulema ve sanatkâr bizde olduğu gibi gün gelir, "Türkçe’yle felsefe, ilim ve sanat yapılamaz." demeye başlar. Tabiî bu durum işin hastalık safhasıdır!
Diğer taraftan medya denilen beynelmilel dejenerasyon aygıtı en büyük tahribi dil alanında yapmıştır. Tefekküre, fehme, hissiyata ve muhayyileye taalluk eden bütün hadiseler "görsel" algı düzeyine indirgenmiştir. Ve akıp giden bir düzeyde durup düşünmeye, tutunup bakmaya imkân kalmamıştır. Yapılmak istenen de buydu belki! Milletler, kendi temel dinamikleriyle kimliklerini ortaya koymaya başladıklarında önce sürü olmadıklarını anlayacaklardır. Bu da tabiî medyayı çıkar aracı görenlerin, milletler arası iletişim ve tüketim emperyalizminin işine gelmeyecektir.
Şimdi dilimizde kaybolmaya yüztutan kavramlar üzerinde durabiliriz. Dilimizin medeniyet bağlarındaki sarsılmalar en çok kavramların dünyasında kendini göstermiştir. Kavramlar bir dilin en aktif ve temel olgularıdır. Bir dilin kavramları bozulursa o dilin alt yapısı kayar. Köksüz ve güdük kalır. Dili besleyen kaynaklar önce kavramlar dünyasında kendini gösterir. Kavramları sağlam kaynaklara dayanmayan bir dil rüzgârın önündeki yaprak gibidir. Esen her rüzgâra göre yönü değişir.
Bir dilin iletişim mantığının tezahür ettiği en sahici alan kavramlar dünyasıdır. Çünkü kavramlar "tanımlama" niteliğine maliktir. Oysa dilin diğer alanları dolaylı anlatım imkânlarını aşabilecek durumda değildir. Kavramlar, insanlar arası iletişimde ağırlıklı bir güce sahiptir. Günümüzde çokça şikâyetçi olduğumuz kavram kargaşası olayı bu durumun bir yansımasıdır.
Bugün kullandığımız dilin kavramlarının içi boşaltılmıştır. (Böyle bir sorunun diğer dünya dilleri için de geçerli olduğunu sanmıyorum. Çünkü milletler arası bir dil yaratılmak isteniyor; bu sebeple millî kültürler ve millî diller tehdit altındadır.) Kültürel dinamiklerle: kavramlar arası ilişkiler koparılmıştır. Kavramlar olmaksızın kurulmaya çalışılan ilişkiler sağırlar diyaloğuna benzetilebilir. Dolaşım dışı bırakılan ya da içi boşaltılan kavramlarımız sebebiyle kültür dünyamız yok olmaya mahkûm edilmiştir. Kuşaklar arası dil anlaşmazlıkları büyük boyutlara ulaşmıştır. Şimdi, kavramları güçlü olmayan bir dille tefekkür, ilim ve sanat nasıl yapılabilir? Dilde gelişmeyen bir millet kültür ve medeniyet alanında hangi hamleyi yapabilir? Kültür politikası sağlam temellere dayanmayan bir millet de nasıl kalkınabilir? Görüldüğü gibi kavram deyip geçmeyelim! İşin ucu nerelere dayanıyor? Bu yüzden bu meselelerin sırrı kavramların o esrarengiz dünyasında gizlidir.
İçinde bulunduğumuz ahval ve şeraiti kavrama, sonra da kendimizi ortaya koyma ve istikbale açılma gibi bir niyetimiz kalmışsa eğer; dilimize, dilimizin kelime ve kavramlarına acilen sahip çıkmamız gerekmektedir. Çünkü dilimiz namusumuzdur, onu tahkir etmekle kendimizi hakir bir duruma düşürmüş oluruz.