Makale

TELEVİZYONDA DİNÎ HABER VE YORUMLAR (YAYINLARDA DİN BİLGİSİ, DİN EĞlTlMİ ve AYKIRILIKLAR)

TELEVİZYONDA DİNÎ HABER VE YORUMLAR

(YAYINLARDA DİN BİLGİSİ, DİN EĞlTlMİ ve AYKIRILIKLAR)

Dr. Cengiz ÖZDİKER*

"Din", sözlük anlamı itibarıyla; "inanılıp çok bağlanılan düşünce, inanç, ülkü veya insanların anlayamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını, gizemsel nitelikteki güçlerle açıklamaya yönelmeleri olgusu ve bu nitelikteki tasarımların kurallar, kurumlar, törenler ve simgeler biçimin­de örgütlenmesini sağlayan düzen’" olarak tanımlanmaktadır.

Milletlerin kültürlerinde en önemli unsurlardan birisi olan dinin temel ama­cı, insanlığın birleştirilmesi, ayırılmaması, bölünmemesi olduğundan; ba- sın/medyanm dinî konulara özenli yaklaşımındaki amaç ise, dinî haber ve yo­rumlarla din bilgisi ve eğitimine yönelik programların hoşgörü ortamına katkı sağlamak olmalıdır. Özellikle her yıl mukaddes Ramazan ayıyla birlikte dinî haber, yorum ve programlarda önemli miktarda artış olması doğal ve olumlu bir yayıncılık gerçeği olup, bu yöndeki yayınlar dinî inancı güçlü, din ku­rallarına bağlı vatandaşlar için yüksek değerler ifade etmektedirler.

Dinî haber, yorum, programların tüm zamanlarda yapılmaması, yazılı ba­sından geçme bir alışkanlıkla sanki bu yöndeki yayınların promosyon gibi ve­rilmesi, aynca, reklamlarda da yazılı basının ve bazı kuruluşların promosyon duyurularının yoğunlukla verilmesi de eleştiri konusu olabilmektedir.

Ramazan ayı boyunca înterstar televizyonunda. Pazartesi günleri gece yayın kuşağında yayınlanan, "Söz Hakkı" programında bu konuları işleyen, görüşü­ne başvurduğumuz Gazeteci-Programcı Orhan Uğuroğlu, dinî konulardaki yayınların izleyici kitlenin dikkatini çektiğini ve çok faydalı olduğunu belirte­rek; "Bir televizyon programcısının görevi sadece idari-hukuki-sosyal gelişme­leri halka anlatmak değildir. Dinî konularda da hatta doğru seçilmiş kişilerle ve doğru olarak bilgilendirmek gerekir. Yayıncı, din istismarcılarının gerçek yüzünü ortaya çıkarmalıdır" dedi. Uğuroğlu, "kimliği ve şöhreti ne olursa ol­sun, çeşitli televizyon programlarına saatlerce konuk edilen, kara çarşaflara bürünmüş kişilerin halkın karşısına bu vaziyette çıkarılmasına şiddetle karşı ol­duğunu" da bildirdi.

Türkiye’de özel yayıncılığın gelişimiyle birlikte, başarılı ve güzel program örneklerine paralel olarak, bazı radyo ve televizyon kanalları tarafından yayın­lanan haber-yorum ve programlarda, dinî duyguların istismarına yolaçabile- cek, dinî değerlere ve inanca saygılı olmayan unsurlarla dinle ilişiği olmayan (dindışı) unsurların yayınlarda yer aldığı görülmekte ve çağımızdaki tüm ay­dınlanma ortamına rağmen toplumun kutuplara bölünmesine yönelik yayınla­ra rastlanması rahatsızlık vermektedir.

Bu aşamada gazetelerin dînî haber ve yorumlan konusunu da hatırlatmak, bu yayınlar yanında dînî konulara yönelik promosyon uygulamalarının geçen yıllarda ulaştığı düzeyi kısaca özetlemek yararlı olacaktır. Türk basınında pro­mosyon, yazılı medya kuramlarının daha fazla okuyucu, görsel medyanın da daha fazla izleyici toplamak için kullandıkları yöntemlerden biri haline gelmiş­tir. Kitap ve dergilerden mutfak eşyası, araba, elektronik ev eşyası ve apartman dairesine kadar sayısız çeşitte hediyenin dağıtıldığı gazetelerde, Ramazan ayma denk gelen günlerde ise promosyonlar "Yüce Kitabımız Hz. Kur’an", "dinî kitapçıklar” ve Ramazan sofralarını konu alan "yemek kitapçıkları" ile sürdü­rülüyor. Ayrıca, her gün ilave olarak "Ramazan Gazetesi" verilen Ramazan ayında, "Vaaz kasetleri, Arabistan hurması, 99 derde deva "Lâ Havle" dualı altın kaplı kolye, vs." dahi verilmiştir. Türk Basınında promosyon savaşı o ha­le geldi ki, bir sağlık dergisi tek kupona "tüp bebek" vaat ederken, bir yerel ga­zete 99 kupona "mezar yeri" bir diğeri de "kefen" verdi. Önceleri verilen he­diyeleri saymak mümkün iken, verilemeyenleri saymak daha kolay hale gelmiş­ti.2

Medyadaki promosyon politikasına ilişkin izleyici tutumunu araştıran Anar Araştırma A.Ş.’nin Medya Araştırmasına göre;3 izleyicinin sadece yüzde 21.4’ü medyanın hediye dağıtmasına olumlu bakmakta iken, promosyon ürünlerinin etkisiyle Türk Basın tarihinin en büyük tirajlarına ulaşıldığı 1995 yılında yapı­lan bir araştırmada, gazeteyi promosyon ürünü için alanların oranı gazetelere göre; Akşam % 70.7, Bugün % 50.8, Sabah % 34.5, Milliyet % 32.4, Günay­dın % 27.6, Hürriyet % 26.4, Zaman % 26. 1, Takvim % 24.9, Türkiye % 23.2, Yeni Yüzyıl % 19.7, Posta % 16.3 olarak belirlenmiştir,4

Vatandaşların dinî ve millî duygularını sömürmek ve onların sırtından cep­lerini doldurmak isteyenlerin, kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in ruhuna ters düştükleri ileri sürülmektedir. Dinî duyguları para ve menfaat karşılığı satan­lara ve kendilerini peygamber yerine koyarak din tüccarlığı yapanlara karşı Is- lâmiyetin gönderildiğini hatırlatan Diyanet İşleri Başkanlığı, "Ramazan ayının başlangıcından itibaren bazı kanalların yine rant uğruna kamuoyunun zihnini bulandıran programlar yaptıklarını" belirlemiş ve açıklamıştır.5 Diyanet işleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, "Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı ve 24 saat dinî yayın yapan bir ulusal televizyon kanalına ihtiyaç olduğunu "söylemiştir.6

"Ben peygamberim", "Ben Mesihim, Mehdiyim, Mürşidim" diyebilen ve halkın dinî duygularım sömürmeye yeltenen "din tüccarları’na karşı ciddi ön­lemler alınması yanında bu amacı taşıyanlara karşı toplumun tüm kesimleriy­le mücadele edilmesi, özellikle de bu şahsiyetlerin televizyon yayınlarında yer almaması gerekmektedir.

Nitekim Büyük önder Atatürk, dine önem verilmesi gerektiğini belirtmiş, Anayasamızda da hayat bulan, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak, bu konudaki ölçüyü belirleyen laiklik ilkesi sayesinde de gerçek manada din hür­riyetine saygıyı getirmiştir. Atatürk, 1 Kasım 1922 tarihinde, saltanat-ı milliye- nin tahakkukuna ilişkin olarak Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşma­da;7

"Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür... Allah kullarının gerekli olgunlu­ğa ulaşmasına kadar içlerinden seçtiği aracılarla dahi kullarıyla ilgilenmeyi tan­rılık gereklerinden saymıştır. Onlara Hazret-i Adem Aleyhisselamdan itibaren bilinen bilinmeyen ve sayısız denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve resul­ler gönderilmiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasıyla en son din ve uygarlık ger­çeklerini verdikten sonra artık insanoğlu ile aracılarla temasta bulunmaya lü­zum görmemiştir. İnsanlığın anlayış derecesi, aydılanma ve olgunlaşması, her kulun Tanrı’nın kendisine verdiği ilhamla doğrudan doğruya ilişki kurmak ye­teneğine ulaştığını kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki, Cenab-ı Peygamber, hatemü’l-enbiya (sonuncu peygamber) olmuştur ve kitabı, Kitab-ı ekmeldir (en üstün kitaptır). Son Peygamber olan Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem, 1394 sene evvel Rûmî Nisan içinde ve Arabî Rebîyülevvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi sabaha doğru tanyeri ağarırken doğdu. Yüzü nuranî, sö­zü ruhanî, olgunluk ve görüşte benzersiz, sözünde sadık ve yumuşak ve cömert­lik yönünden başkalarından üstün olan Muhammed Mustafa, evvela bu özel ve üstün nitelikleriyle kabilesi içinde Muhammedü’l- Emîn (güvenilir Muham­med) oldu. Fahr-ı Alem Efendimiz, sayısız tehlikeler içinde, sonsuz sıkıntılar ve güçlükler karşısında yirmi sene çalıştı ve İslam Dininin kuruluşu yolunda pey­gamberlik görevini yerine getirmeyi başardıktan sonra yüce Tanrı’ya kavuştu." demiştir.

Dinin önemine değinen Ulusal Önderimiz Atatürk 1930 yılında yapmış ol­duğu bir konuşmada da şöyle demiştir" "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki, din Allah ile kul ara­sındaki bağlılıktır. Mutaassıp İslamcıların din simsarcılığına müsaade edilme­melidir. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz."

Boş hurafe ve yorumların dine ne büyük zarar verdiğine de değinen Ata­türk: "Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi, fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak bir çok ya­bancı unsur-tefsirler (yorumlar), hurafeler (boş inançlar)- binayı daha fazla hır­palamış. Bu gün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır..."9

Atatürk, yine bu konuda, 16 Mart 1923 tarihinde Adana Türk Ocağında, Esnaf ve Sanatkarlara hitaben yapmış olduğu bir konuşmada;10

"Muhterem sanatkarlar, aziz arkadaşlar, bizi yanlış yola sevkeden habisler, bilirsiniz ki, alelekser din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı hep şe­riat sözleri ile aidata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsü­nüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar, hep din kisvesi altın­daki küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar. Halbuki, elhamdülillah, hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim, dinin icabatını öğrenmek için şundan bundan derse, akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin esaslarım anlatmaya kafidirler. Buna rağmen hafta tatili dine mugay­irdir gibi, hayırlı ve akla, dine muvafık meseleler hakkında, sizi ifal ve idlâle ça­lışan habislere iltifat etmeyin. Milletimizin içinde hakiki ciddi ulema vardır.

Milletimiz bu gibi ulemasıyla müftehirdir. Onlar milletin emniyetine ve ümme­tin itimadına mazhardırlar. Bu gibi ulemaya gidin, bu efendi bize öyle diyor, ne diyorsunuz deyiniz. Fakat suret-i umumiye de buna da ihtiyaç yoktur. Bil­hassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir mi’yar vardır. Bu mi’yarla hangi şe­yin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ak­la, halkın menfaatine uygundur, biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, tslâmın menfaatine muvafıksa kimse­ye sormayın, o şey dînîdir. Eğer bizim dînimiz aklın, mantığın tetâbuk ettiği bir din olmasaydı, ekmel olmazdı, âhir din olmazdı." demiştir.

Ayrıca 7 Şubat 1923 tarihinde Atatürk’ün Zağanos Paşa Camiinde halka okumuş olduğu hutbeye de yer vermek gerekir. Bu hutbede, Ulusal önderimiz: " Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın esenliği üzerinize olsun. Peygamber Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafindan insanlara dini gerçekleri duyur­maya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası hepimizce de bilinmektedir ki yüce Kur’ân’daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara canlılık ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir, en olgun dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve ger­çeğe uymamış olsaydı bununla öteki İlâhi tabiât kanunları arasında çelişki ol­ması gerekirdi Çünkü bütün evren kanunlarını (alemin maddi ve manevi ilke­lerini) yapan Tanrıdır." demekle dine vermiş olduğu önemi de belirtmiştir."

Kutsal Kitabımız ve dinî öğretilerin kaynağı Kur’ân-ı Kerim, Allah’ın insan­ları karanlıktan aydınlığa çıkartmak için, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e in­dirdiği İlâhi bir kitap olup, 14 asırdan beri yüz binlerce alim tarafından anla­şılması ve gönüllere yerleştirilmesi için İncelenmektedir. Kur’ân-ı Kerim, Arap­ça aslından Türkçeye meal olarak, ulusal önderimiz Atatürk’ün talebiyle, TBMM’nin Diyanet işleri Başkanlığını, bu kurumun da önce istiklal Marşı şa­irimiz Mehmet Akif Ersoy’u daha sonra da elmahlı M. Hamdi Yazır’ı görev­lendirmesi ile çevrilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Kur’ân mealini yazan ve çalışmasını ilim sahiplerinin takdirle karşıladığı değerli yazarın meali takdi­minde kullandığı ifadeler cumhuriyet döneminden günümüze ışık tutmaktadır. Yazır’a göre:

"...Allah’ı bilmeyen dünyaya sarılır, dünyayı bilmeyen kuruntuya sarılır. Kuruntuya sarılan dünyaya darılır. Yiğidi görmeyen ismine bayılır. Güzeli (Sevgiliyi) görmeyen resmine bayılır. Önünü görmeyen sonunda ayılır. Kanunu tanımayan kanun karşısında ayılır. Kitabı tanımayan hesap da uyanır. Kur’ân’ı anlamayan da tercümesine dolanır. Bundan dolayı memleketimizde Kur’ân-ı Kerim tercümesi ismi altında neşredilen şöyle böyle bazı yayınlar görüldü. Öy­le ki, bu tercümeler arasında Kur’ân’dan değil de yabancı dillere yapılmış ter­cümelerden tercüme edilenler de bulundu. Gerçi bunu yapanların maksatları­nın ne olduğunu Allah bilir. Şu kadar var ki, dış görünüşe göre en büyük itici sebep, Kur’an’ı anlama ihtiyacı bahane edilerek bazı kitapçıların ticaret sevda­sına düşmüş olmaları görülüyor. Bu da bilerek veya bilmeyerek ’Hem kendile­rini helak etmek, hem de dinlerini karıştırıp içinden çıkılmaz bir hale sokmak için’ (En’âm, 6/137) ayetinin ifade ettiği vadiye girmek oluyordu..."

Yüce Kur’ân-ı Kerim, Lokman Suresi’nin 27. Âyetinde: "Eğer yeryüzünde- ki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklene- rek(mürekkep) olsa, yine de Allah’ın kelimeleri tükenmez. Şüphesiz Allah, üs­tün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." sözleriyle tanımlanmakta, din is­tismarı ile din istismarcıları hakkında sayılamayacak kadar âyetle insanlığa ışık tutmaktadır.12

Örneğin, "Dinde zorlama ve baskı yoktur. Şüphesiz doğruluk (rüşd) sapık­lıktan apaçık ayrılmıştır..."(2/256), "Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkın­lık etmeyin, Allah’a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin..."(4/171), "Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi, alay ve oyun konusu edinenleri ve kafirleri, dostlar (veliler) edinmeyin. Ve eğer inanıyorsa­nız, Allah’tan korkup-sakının. "(5/57), "Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah’a; si­ze indirilene ve kendilerine indirilene Allah’a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah’ın âyetlerine karşılık olarak az bir değeri satın al­mazlar. işte bunların Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (3/199), "Sözde, Allah’ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa on­lar yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuûrunda değiller." (2/9) mealindeki ayetler konuya büyük açıklık getirmekte ve insanoğlunu çok ciddi ve açık bir biçimde uyarmaktadırlar.

Kur’ân-ı Kerimde yeralan sayısız öğretiye rağmen, insanlık tarihinin hemen her döneminde eksik olmayan, ruhsal varlıkları kendilerinden menkul, kimse­lerin yer aldıklan haber şovların yarattığı olumsuz etki tartışma doğurmakta­dır. Kaldı ki, toplumumuzun büyük bir kesimi bu insanların, hemen her fırsat­ta kendi reklamlarını yapma heves ve gafleti içinde olduklarının pekala farkın­dadır.

Öte yandan, Ramazan ayında, içinde bulunulan günlerin mukaddesatına aykırı olarak müzik ve eğlence programlarında dansöz oynatılması, yarışma programları ile diğer programlarda "cinsellik" unsurunun yersiz ve gereksiz öl­çüde kullanılması yadırganmaktadır. Ramazan ayının örf, adet ve gerekleriyle bağdaşmayan bu tür yayınlann toplumsal değerler ve "vatandaşlık bilinci" ile örtüşmediği ortadadır.

Kaldı ki insanoğlunun yaradılışı ile aynı tarihe rastlayan, insanlık tarihi içinde önemli bir yer teşkil eden ve sahip olduğu sosyolojik ve psikolojik etki­ler göz önüne alındığında, din olgusunun toplumların en hassas olduğu konu­ların başında geldiği herkesçe bilinmektedir. Bu hassas konu çeşitli aşamalar­dan geçerek, hemen her mekanın baş köşesinde yer alan radyo ve televizyonlar vasıtasıyla insanoğluna daha yakın bir konum almıştır, işte bu realite içinde radyo ve televizyon kuruluşları, Ramazan ayında ağırlıklı olmak üzere çeşitli zamanlarda, içinde dinî motifler veya konulan barındıran çeşitli programları yayınlamakta, vatandaşların televizyon yayınlanna ilişkin görüşleri de önem kazanmaktadır.

Nitekim, RTÜK Kamuoyu ve Yayın Araştırmaları Dairesince, Türkiye gene­linde 7 coğrafi bölge ve 22 ilde 6.614 kişiye uygulanan ’Türkiye Televizyon Ya­yınları Kamuoyu Araştırması" başlıklı araştırmada katılımcılara yöneltilen: "Toplumun milli ve manevi değerlerine aykırı yayın yapılıyor mu?" sorusuna % 72 oranında ’evet ve kısmen’ cevabı alınmıştır. Yine aynı çalışmada "insan­ların ırk, cinsiyet, sosyal sınıf veya dinî inançları dolayısıyla kınanmaması ilke­sine aykırı yayın yapılıyor mu?" sorusuna ise % 65 oranında ’evet ve kısmen’ cevabı alınmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Milletinin varlığıyla bütünleşen gücünü ve hukukî bütünlüğünü anayasanın genel esaslar kısmında belirtilen ilkelerinden alır. Devletin bütünlüğü ise vatandaşlarının birlik ve beraberlik içinde dayanış­maları, ortak hak, sorumluluk ve değerlere saygı gösterilmesi ve uyulmasıyla mümkün olmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti laiktir. Anayasamızda ifadesini bulan devleti­mizin, "demokratik, laik sosyal bir hukuk devleti" niteliğiyle yazılı hukuku­muz, toplumsal kültürümüz ve geleneklerimiz ile güçlenen "hukukun üstünlü­ğü" anlayışı doğrultusunda vatandaşlarımızın din ve ibadet özgürlükleri ana­yasa ile güvence altına alınmıştır.

Anayasamızda "Din ve vicdan hürriyeti" başlığıyla düzenlenen 24. madde­de "Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir... Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorla­namaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz..." de­nilmektedir.

Anayasamız, aynı bakışla: "...Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve­ya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne surette otursa ol­sun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar ede­mez ve kötüye kullanamaz." ifadesiyle din ve vicdan hürriyetinin sınırlarını da belirlemiştir.

Demokrasi Islâm Dininin özü ile uyumlu en yakın yönetim biçimidir. Dev­let yönetimlerinde monarşinin fazileti "sadakat", diktatör-despot yönetiminin: "korku", aristokrasinin: "şeref", bürokratik diktatörlüğün: "verimlilik", de­mokrasinin fazileti ise "hoşgörü" dür. "Dinde zorlama olmadığı" Kur’ân’ın 2/256 ayetinde açıklanmış, böylece düşünce ve inançların ancak ikna yoluyla kabul ettirilebileceğinin herkesçe bilinmesi istenmiştir. Karşı fikirlerin de hoş­görü ile karşılanmadığı yerde, fikir özgürlüğünün olduğu savunulamaz. Bilim ve özgürlükle zorbalık birarada olamaz, özgürlüğe saygı, hoşgörüdür.

Türk Hukuku anayasal hükümlere paralel olarak, yayın yoluyla gerçekleş­tirilen din istismarına geçit vermemektedir. Yüce dinimizi hırs ve menfaate alet ederek, milli birlik ve beraberliğimizi bozmaya çalışmak, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkmdaki Kanunda belirtilen "yayın il­kelerine" aykırıdır. Bilindiği gibi 3984 sayılı Kanunun 4. maddesinde, radyo ve televizyon kuruluşlarının yayınlarında uymakla yükümlü oldukları yayın ilke­leri ayrıntılı olarak belirtilir. Buna göre:

- Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık ve bağımsızlığına, devletin ülkesi ve mil­letiyle bölünmez bütünlüğüne,

- Anayasanın, Genel Esaslar kısmında yer alan ilkelere, demokratik kural­lara ve kişi haklarına,

- İnsanların ırk, cinsiyet, sosyal sınıf veya dinî inançları dolayısıyla hiçbir şe­kilde kınanmaması ilkesine,

- Toplumu şiddet, terör ve etnik ayrımcılığa sevkeden ve toplumda nefret duyguları oluşturacak yayınlara imkan verilmemesi ilkesine aykırı yayın yapı­lamaz.

RTÜK Kanununa (3984 sayılı yasa) dayanılarak çıkarılan ve 28 Mayıs 1995’te yürürlüğe giren Radyo ve Televizyon Yayınları Yayın Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmeliğin Genel Yayın İlkelerine ilişkin bölümünde, yayın yo­luyla din istisman yapılamayacağı açıkça belirtilir.

2 Mayıs 1995 tarihinde yürürlüğe giren, eğitim, kültür ve müzik; program­lan hakkmdaki yönetmeliğin 7. maddesinde ise, dinî yayınlarda uyulması ge­rekli esaslar belirtilmiştir. Buna göre:

"Anayasada kaynağını bulan din ve vicdan özgürlüğüne uygun olarak top­lumdaki birleştirici özelliğinin vurgulandığı, insan özüne ve kardeşliğine değer veren dinî programlar yapılabilir.

Dinî yayınlar sırasında, kişi, kuruluş ve kitleleri inançları dolayısıyla kına- yıcı, tahrik edici, toplumsal tepki ve olaylara sebebiyet verici yayınlar yapıla­maz. Bu yayınlar sırasında alaycı ve aşağılayıcı bir üslup kullanılamaz.

Dinî yayınlarda siyasî akımlara çağrışım yapılamayacağı gibi, dinî duygula­rı rencide edici veya din istismarına imkan tamyıcı yaklaşımda kesinlikle bulu­nulamaz. "

Ayrıca "Reklam Yayın Ilkeleri”ni belirleyen ilgili Yönetmeliğin ’Genel İlke­ler’ başlıklı 5. maddesinin (e) bendine göre; "...Türk ve yabancı devlet büyük­leri, dînî kişiler ve dinî konular reklam malzemesi yapılamaz." denilmekle ko­nunun önemi bir kez daha vurgulanmıştır. Yine dinî yayınlara ilişkin olarak, konuyu daha detaylı izah edebilmek açısından; sözü edilen Yönetmeliğin "Rek­lamların Yerleştirilmesi" başlıklı 18. maddesinin (d) bendinin 3. fıkrasında; "Dînî tören yayınları... program yayını süresince reklamla kesilemez" hükmü­ne yer verilmiştir.

Bununla beraber, incelememize paralel olarak, televizyonların ana haber bültenleri, haber programlan ve magazin programlarında, kehanet sahibi, "medyum" veya "falcı" olarak tanıtılan kişiler konuk edilmekte, bu kişilerin, katıldıklan programlarda, telefonla bağlantı kurulan izleyicilere sorular sorul­makta, sorunlarım öğrendikleri kişiler hakkında, kağıtlara anlamsız şekiller çi­zerek, suya bakarak sözde fal baktıkları ve birtakım kehanetlerde bulunduk­ları, bazılarının da şifa dağıttıkları görülmektedir. Kaldı ki, bu tür programla­ra çıkanların yayıncı kuruluşa maddi ödemede bulundukları iddiaları da bu­lunmaktadır. Bu husus, inkılap Kanunları kapsamında bulunan 677 sayılı Tek­ke ve Zaviyelerle Türbelerin Şeddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve ilgasına Dair Kanunun 1. maddesinin 2. paragrafına göre:”... falcılık,., gayıptan haber vermek,... bu unvan ve sıfadara ait hizmet ifa... memnudur." Bu tür yayınların 3984 RTÜK Kanununun 4. maddesinin, "Yayınların, adalet ve tarafsızlığa, yasalara saygılı olması esasına" ilişkin (ı) bendine de aykırılık teşkil ettiği gibi, reklamlara ilişkin yayın ilkelerini belirleyen Yönetmeliğe de aykırıdır.

ilgili Yönetmeliğin 5/c maddesinde de; "Reklamlar, genel ahlâk kurallanna, milli örf ve adetlere, geleneklere ve manevi değerlere aykm ifadeler ya da gö­rüntüler ihtiva edemez; şiddet, pornografi, korku, batıl inanç ve benzeri gibi toplumda tedirginlik yaratacak unsurları içeremez, merhamet duygusunu istis­mar edemez." denilmektedir. Aynı Yönetmeliğin ’Reklamı Yasaklanan Ürün ve Hizmetler’ başlıklı 13. maddesinin (d) bendinde ’Falcı, medyum, astrolog ve benzerlerinin verdikleri hizmetler’e ilişkin reklamlar açıkça yasak edilmiştir.

Televizyonda bu gibi kimselerin, gerçekten ve bilimsellikten uzak konuşma­ları kamuoyunu yanlış bilgilendirilmelerine, izleyicilerin kaderciliğe ve çelişkili duygulara yöneltilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu tür programların, 3984 sayılı kanuna dayanılarak çıkarılan Radyo ve Televizyon Yayınları Yayın Esas ve Usulleri Hakkmdaki Yönetmeliğin: "...televizyonlarda, halkın ruh sağlığını bozacak, sebepsiz korkular ve çelişkili duygular yaratacak, insanları kadercili­ğe yöneltecek şekilde yayın yapılamayacağına" ilişkin 9. maddesine de aykırı­lık oluşturmaktadır.

3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkmdaki Ka­nunun yayın ilkelerine ilişkin 4. maddesinin (h) bendine göre; "Yaymlar, Türk milli eğitiminin genel amaçlarına, temel ilkelerine ve milli kültürün geliştirilme­si ilkesine" uygun olmalıdır. Radyo ve televizyon kuruluşlan, RTÜK kanunu ge­reği, "Milli kültürün geliştirilmesi ilkesine" uygun yayın yapmakla ve haftalık yayın süresinin en az yüzde 5’ini eğitim, yüzde 5’ini de kültür programlarına ayırmakla, RTÜK’de radyo ve televizyon yayınlarında yasaların öngördüğü öl­çüde eğitim ve kültür programlarının yayınlanmasını sağlamakla yükümlüdür­ler. Televizyon yayınlarının hızla büyüyen ve gelişen Türkiye’mizin çok değer­li varlığı olan çoculdarın ve gençlerin fiziksel, zihinsel, ruhsal ve ahlâkî gelişi­mini olumsuz yönde etkileyebilecek yayın yapılmaması esasına uygun olmak suretiyle yapılması konusundaki hassasiyet doğal olarak yayıncılardan bekle­mektedir.

Ayrıca yayınlar konusunda Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin belirlemiş ol­duğu ilkelere bakıldığında gazetecilerin hangi ilkelere riayet ederek görevlerini yerine getireceklerini belirleyen bu metnin 3. maddesine göre; gazeteci, "Başta barış, demokrasi ve insan haklan olmak üzere insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan, tüm ulusların, tüm halkların ve tüm bireylerin haklarını ve saygmlğını tanır. İnsanlar, topluluklar ve uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Bir ulusun, bir topluluğun ve bireylerin kültürel değerlerini ve inançlarını (veya inançsızlığını) doğrudan saldırı konusu yapamaz. Şiddeti haklı gösteren, özendiren, kışkırtan yayın yapamaz." denilmektedir.

"Gazetecinin Davranış Kuralları" başlığı altında yayınlanan ve bu sektörde çalışanların uyacakları etik değerleri belirleyen metnin 7. maddesinde de: "Açıkça kamu yararı olmadıkça ve olayla doğrudan ilgisi, bağlantısı bulunma­dıkça, bir insanın davranışı veya işlediği suç; onun ırkına, milliyetine, dinine, cinsiyetine, cinsel eğilimine, hastalığına veya fiziksel, zihinsel özürlü olup olma­masınla dayandınlmamalidır. Kişinin bu özel durumu, alay, hakaret, önyargı konusu yapılmamalıdır." denilmekle, anayasamızda kaynağını bulan din ve vicdan özgürlüğüne saygılı kalınması hususu titizlikle vurgulanmıştır.

Nitekim RTÜK tarafından kurulan ALO RTÜK "178" özel telefon hattına ulaşan bulgular bütünleşik olarak değerlendirildiğinde 10 Ocak 1998 tarihin­den itibaren faaliyet gösteren bu hattı, iki yıl içerisinde 39.973 vatandaş ara­mış ve genel toplam 74.720 Şikayet/beğeni/talep bildirmiştir. ALO RTÜK Özel Telefon Hattına yayın kuruluşları (radyo ve televizyonlar) hakkında ulaşan şi­kayetlerden; "Dini duyguların sömürülmesi" konusunda 1998 yılında 198 adet, 1999 yılında 139 şikayet iletilmiştir. Aynı hatta "Dini inançlar do­layısıyla kınanma” konusunda, 1998 yılında 200 adet, 1999 yılında 270 adet şikayet ulaşmıştır. "Toplumun manevi değerlerine aykırılık" konusunda ise, 1998 yılında 471, 1999 yılında 1333 adet şikayet iletilmiştir. Özetle görülüyor ki bu tür hassas konularda, bu özel telefon hattına 3.000’e yakın rakamda şi­kayet ulaşmıştır. Bu sayı dahi konunun ne kadar hassas olduğunu ve ne tür program olursa olsun her yapımda titizlikle işlenmesi gerektiğinin bir başka ifadesidir.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Sayın S. Nuri KAYIŞ ko­nuyla ilgili olarak 24 Kasım 2000 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyo­nunda yapmış olduğu konuşmada; "Yayında olan 1.295 radyo ile 260 televiz­yonu daha sıkı kontrol altında tutabilmek, yıkıcı, bölücü ve irticai yayınlara karşı gerekli mücadeleyi eksiksiz yürütebilmek için ihalelerin bir an önce yapıl­masını zorunlu görüyoruz. Yakında bu konuda bir ihale takvimi açıklayacağız. RTÜK yıl içinde toplam 11. 430 gün yayın durdurma cezası vermiştir. Bunun 8.321 günü bölücü nitelikte yaym yapan kuruluşlara uygulanmış olup, irticai nitelikte yaym yapan kurutuşların ise 2.362 gün kapatıldığını belirtmiştir.

Genel olarak, olmaması gereken değil (olması gerekenler olumlu bir bakış açısıyla ele alınmalıdır. Ancak önceki dönemlerden akıllarda kalmış bulunan, yayıncılar, ilgililer ve televizyon eleştirmenlerinin "dinî haber, yorum ve pro­gramlarla” ilgili televizyon yayınlarına ilişkin değerlendirmesi gereken husus­lar şöyle özetlenebilir.

- Dinî konuların tartışılmasında ölçü; bilimsellik, akılcılık ve toplumsal du­yarlılık sınırı kesinlikle aşılmamalıdır. Haber ve yorumlarda kullanılan termi­noloji özenle oluşturulmalı, haber değeri tartışmalı ve nadiren görülen bir ola­yı, toplumun genel davranışlarına uyarlamamalı, tüm inananları üzecek veya rencide edecek şekilde verilmemelidir. Örneğin, terörist örgütleri anarken isla- mi terör örgütü", satanist gençlerle ilgili haberlerde "satanistler Hristiyandır" sözlerinin kullanılması eleştirilmiştir.

- Geçen yıl, yıkıcı-bölücü ve irticai terörizm kaynaklı haberler, anahaberler ve haber programlarında çok yoğunlaşmış bir tür "seyirli vahşet" boyutuna ulaşmıştır. İçişleri Bakanlığınca bazı basın mensuplarına gösterilen ve kamu düzeni açısından hassasiyet göstermeleri istenilen "Hizbulvahşet" görüntüleri yayıncılarca gereksiz canlandırmalarla sunulmuş ve haberlerde aşırı bir şekilde işlenmiştir.

- Yayıncılar ait oldukları toplumun genel yapısı, örgüsü, anlayış ve kabul­lerine uygun ve toplum beklentileriyle paralel dinî haber, yorum ve progamları gerektiği ölçüde vermeli ve dinî programlarda bilimselliği esas almalı, konu ve katılımcılar düzeyinde ciddiyet sağlamalıdırlar. Dinî konular, sansasyonel bir biçimde ele alınmamalı, bilgisiz ve duygusal insanların kışkırtılmamasına özen gösterilmelidir.

- RTÜK Mevzuatında tematik kanallarla ilgili gerekli düzenleme olmamak­la birlikte, haber kanalları yanında "devamlı müzik yayını yapan kanallara" hoşgörüyle bakılmıştır. Bu anlayışla, Diyanet işleri Başkanlığının televizyon ya­yını yapmayı planlaması ve bazı özel kanalların büyük ölçüde dinî yayın ağır­lıklı kanal veya programlara yönelmesi, diğer konularda olduğu gibi dinî ha­ber, yorum ve programa ilişkin mevzuatın istek ve beklentilere göre düzenlen­mesini gerektirmektedir.

- Gerçek hayatta varolan ve yaym yoluyla evlerimize kadar girerek "birey ve toplum sağlığımızı" olumsuz etkileyen aşırı şiddet içeren söz ve görüntüler, intiharlar, Ölüm ve öldürme aksiyonları izleyicilerde büyük üzüntüler doğur­makta, duygusal çöküntüye neden olabilmekte, geçmişte yaşanan yıkıcı-bölücü ve irticai terör olaylarının yeni yaşanıyor gibi sık tekrarlar ile verilmesi, insan­larda korkuya yol açmaktadır.

- Ülkemizde dinî görevleri yürütmekle ve halkır^aydınlanmasmı sağlamak­la görevli Diyanet işleri Başkanlığı yetkilileri ile ilahiyat Fakültelerinde görevli akademisyenler doğru ve gerçek yaklaşımları açıklamak, özendirmek ve ihtiyaç duyulan bilgileri vermekten kaçınmamalıdır. Bilerek veya bilmeyerek yanlışı doğru gibi sunma gafletine düşen, sözde din adamlarına gerçek anlamda aydın­lanma ihtiyacı içerisinde olan halkın kafasının karıştırılmaması için ekranlarda yer verilmemelidir

- Kaynağı ve amacı ne olursa olsun, gerçeklerden; uzak, amaçsız, dayanak­sız ve "hurafe" niteliğindeki olgulara kesinlikle yer verilmemeli, infial yarata­cak ölçüde (Türbelerde kesik baş, kesik kol gibi) özellikle çocukların etkilene­ceği sansasyonel haber şovlarda dikkatli olunmalıdır. Ayrıca, hurafe söylemi­nin arkasına sığınılarak halkın eksik bilgilendirilmesinden de kaçınılmalıdır.

Sonuç olarak

Hangi amaca yönelik olursa olsun, yayın yoluyla yazılı-görsel-işitsel) dînin, dînî duyguların veya dince kutsal sayılan değerlerin istismar edilmesi kabul edi­lemez bir gerçek ve yayıncılık olgusudur. Yayın kuruluşları, anayasa hükümle­rine ve kanun ile yönetmeliklerde öngörülen yayın ilkelerine uygun yayın yap­makla yükümlüdürler. RTÜK’ün, yayınlarında bu çerçevenin dışına çıkan ku­ruluşlar hakkında yasal yaptırımların etkin olarak uygulaması başta kamu ku­rum ve kuruluşları olmak üzere ilgili sivil toplum kuruluşları, bilim çevreleri ve vatandaşların yönlendirmeleriyle daha rasyonel sonuçların alınmasına katkı sağlayacaktır. Yayıncılığın en önemli olgusu ve hedefi ise yayıncıların, televiz­yon yayınlarında kamu yararını gözeterek özel yayıncılığın 10. yılında evrimi­ni tamamlaması, etkin özdenetimlerini gerçekleştirmesi yoluyla "kalite reytin- gi”ne yönelmesi; kaliteli yayınlarla, duyarlı yayıncılar, başarılı senaristler, cid­di yapımcılar ve gerçek oyuncularla "vatandaş duyarlılığı ve memnuniyetini" odak noktası almaları olacaktır.

* RTÜK Kamuoyu ve Yayın Araştırmaları Dairesi Başkanı, Ulusal Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Derne­ği Başkanı.

1- Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayını, Genişletilmiş 7. Baskı, s. 307.

2-Cengiz ÖZDlKER, "Basın İşletmelerinde Bir Satış Arttırma Çabası Olarak Promosyon ve Lotarya", (Yayın­lanmamış Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir: 1999), ve Cengiz Özdi- ker, "Basın isletmelerinde Pazarlama ve Reklamın Mamul özelliığinin incelenmesi", (Yayınlanmamış Yük­sek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara: 1987), s. 21.

3-ANAR A.Ş., "Medya Araştırması" Ankara: 1998.

4-Süleyman YAGlZ, "Medya-Tiraj-Promosyon ve Gazete-Halk Diyalogu", Yeni Türkiye, Yıl: 1996, Sayı: 11.

s". 408.

5- Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri YILMAZ’ın Ramazan Bayramı vesilesiyle yaptığı 25.12.2000 tarihli açıkla­ma (Yeni Şafak Gazetesi 26 Aralık 2000, s. 17)

6-Aksiyon Dergisi, 11 Kasım 2000.

7-Kemal ATATÜRK, Nutuk, İstanbul, 1961, III, s. 1241.

8-Ali, K. ATATÜRK’ün Hususiyetleri, Ankara, 1930. s. 16.

9-Asaf İLBAY Anlatıyor, Yakınlarından Hatıralar, s. 102-103.

10-Sadi BORAK, Atatürk ve Din, İstanbul, 1962.

11-1. Agah Çubukçu, Laiklik ve Din, 2. Baskı, Ankara, 1998, s. 8.

12-Kur’ân Fihristi, Cavit Yalçın, Vural Yayıncılık, Îstanbul-Temmuz 1996. "Ali Bulaç’ın hazırladığı Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı" mealinden istifade edilmiştir.