Makale

KUR'ÂN-I KERİM'E GÖRE ÂHİRET İNANCI

KUR’ÂN-I KERİM’E GÖRE ÂHİRET İNANCI

Doç. Dr. H. Mehmet SOYSALDI*

GİRİŞ:

Bilindiği gibi dinimizin imân esaslarından birisi de âhiret gününe inanmak­tır. Yaratılan her şeyin bir ömrü olduğu gibi, bu dünyanın da bir ömrü vardır. Yüce Rabbimiz dilediği kadar onun varlığını sürdürecektir. Bu âlem ve üzerin­deki bütün varlıklar belirli bir zaman için yaratılmıştır. Bir gün gelecek ne bu âlemden ve ne de üzerindeki yaratılmışlardan bir eser kalacak, kâinattaki bu mükemmel nizam bozulacaktır. Daha sonra âhiret denilen âlem başlayacaktır.

Âhiret inancı, hak dinlerin hepsinde de mevcut olan ve bütün peygamberler tarafından teyid edilmiş bir esastır. Bu inanç, Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın varlı­ğının ve birliğinin bir tamamlayıcısı olarak yer almıştır. Dolayısıyla biz bu araştırmamızda âhiret gerçeğini ve âhiretle ilgili meseleleri ele alıp, Kur’ân-ı Kerim ışığında açıklamaya çalışacağız.

A- Lügavî Yönden Âhiret Kavramı:

Âhiret, Arapça bir kelime olup, "EHR" kökünden gelmektedir. "Son, son­ra gelen, sonraki" anlamlarında, sıfat olan "âhir" kelimesinin müennesidir.

Kur’ân-ı Kerim’de "âhiret günü", "âhiret yurdu" gibi isimlerle isimlendiri­len âhiret; kıyametle birlikte başlayan yeni hayata verilen genel bir isimdir. Bu dünya hayatından sonra başlayacak olan yepyeni bir hayattır ki, mü’minler bu­na kesinlikle imân ederler. Nitekim Yüce Allah bu hususta;

"Onlar, sana indirilenlere, senden önce indirilenlere ve âhiret gününe imân ederler." buyurmaktadır.’

Bu dünyaya "neş’e-i ûlâ" (ilk yaratma), âhirete ise, "neş’e-i sâni-ye" (ikinci yaratma) denir.2

B- Kur’ân’da Âhiret Kavramı:

Daha önce de zikrettiğimiz gibi lügatte "son, sonra gelen, sonraki” anlam­larına gelen "âhiret" kelimesi, Kur’ân terminolojisinde bazen "âhiret yurdu" anlamında "ed-Dâru’l-Âhira" şeklinde geçer. İşte "âhiret” kelimesi, Kur’ân’da hem âhiret yurdu için hem de âhiret hayatı için kullanılır. Yani, gerek insanın ölüm ötesine sarkan varoluşunun zaman ve mekanı, gerekse ölüm ötesine ait inancı ifade için "âhiret" kelimesi kullanılmıştır.3

Kur’ân-ı Kerim’de "âhiret" kelimesinin lügavî mânâda kullanıldığı âyetler vardır. Meselâ;

"O, ilktir (kendinden önce hiçbir varlık yoktur), son­dur (kendisinden sonra bir varlık yoktur)"4 ; "Son da, ilk de (âhiret de, dünya da) Allah’ındır."5

Bu iki âyette de kelime, tam olarak lügavî anlamda "evvel" kelimesinin zıddı olarak kullanılmıştır. Ancak kelimenin, yine Kur’ân kavram bütünlüğü içeri­sinde lügavî anlamına hemen hemen tamamı ile zıt bir anlam kazanmış olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz. Buna göre, âhiret kavramı, Kur’ân öğretisin­de; "insanın ölümünden sonraki ebedî, sonu olmayan, gelecekteki hayatını" ifade etmektedir. Âhiret kişinin ölümü ile, başka bir deyişle dünyadaki hayatı­nın sona ermesiyle başlayan yeni, ancak bu defa sonsuz bir hayat dönemidir. Teknik anlamda ise, "dünyadaki davranışların ceza ve mükâfaatmın görüldü­ğü, zaman ve mekanı" ifade etmek için Kur’ân’da "ed-Dâru’l-Âhira" ibaresi veya kısaca "el-Âhirâ" kelimesi kullanılmaktadır/ Bu mefhum, dünya hayatı­nın "el-Hayatü’d-Dünya" bu anlamda mukabili olan gelecekteki hayata işaret etmektedir..

Konunun doktrinel tarafı ise, Kur’ân’da çoğunlukla "el-Yevmü’l-Âhir" ibâ- resi ile ifade edilmektedir. Başka bir deyişle, âyetlerde bu ibâre, daha çok imân söz konusu olduğu zaman kullanılmaktadır, işaret ettiğimiz bu âyetlerin konu­su, "Allah" ve "âhiret"e inanılıp inanılmamasıdır.

Kur’ân’da âhiret ve âhiretle ilgili zikredilen hususlar genellikle gayba ait olan konulardır. Bu hususları akıl, deney veya pozitif bilimlerle açıklamak mümkün değildir. Âhirete imân hakkındaki temel bilgi, vahye dayanmaktadır. Kur’ân ve hadislerin bu husustaki işaret ettiklerinin tamamına imân etmek zo­rundayız. Aksi halde şu âyet-i kerimede belirtildiği gibi âhireti veya onun temel unsurlarından birini inkâr etmek sahibini küfre götürür:

"... kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarnı, peygamberlerini ve kıyamet günü­nü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır."7

Kur’ân-ı Kerim âhireti-gelecekteki ebedî hayatı- anlatırken başka kelimeler de kullanmıştır. Bunlar, "el-Yevm", "es-Sâ’a”, "el-Hâkkatü", "el-Kâriatü" ve "el-Vâkıatü" gibi kelimelerdir. Şimdi bu kelimelerin âyetlerde nasıl kullanıldı­ğını Örneklerle görelim:

a) "Yevm" Kelimesinin Kullanılması: O gün her nefis, yaptığı her hayrı hazır bulacaktır; işlediği her kötülüğü de... "s "Ey inananlar! ne alışverişin, ne dost­

luğun ve ne de iltimasın olmadığı gün gelmezden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah için) harcayın. Kâfirler zâlimlerin tâ kendileridir"9

"O gün yer başka yere, gökler de (başka göklere) değiştirilir. Hepsi, tek ve kahredici Allah’ın huzurunda durur."10

"O gün, inkar edip peygambere başkaldırmış olanlar, yerle bir olmayı ne kadar isterler..."11

"O gün, kim azaptan alıkonursa, şüphesiz o kimse rahmete erişmiştir. îşte apaçık başarı budur."12

“İşte o gün, gerçek mülk, Rahman’ındır, (bütün hükümranlık yalnız O’na aittir) ve o (gün), kâfirler için çetin bir gündür."13

Yevm kelimesi, Kur’ân’da bazen de çeşitli kelimelere izafet edilerek kullanı­lır:

oûîJi V " Kıyamet gününe and ederim"14

O gün, hesap günüdür:

"... Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unuttuklarından dolayı on­lara çetin azap vardır"15

"Bu bir hatırlatmadır. Muttakîler için güzel bir gelecek vardır: Kapıları kendilerine açılmış adn cennetleri. Orada (koltuklara) yaslanarak bir çok mey­ve ve içki isterler. Yanlarında da bakışlarını yalnız (kocalarına) diken (kendile­riyle) yaşıt dilberler vardır. İşte hesap günü için size söz verilen budur."16

O gün feth günüdür:

"De ki: "Fetih günü (gelince, şimdi) inkâr edenlere (o zaman) inanmaları fayda vermez ve kendilerine mühlet de verilmez."17

O gün Cem’ (toplantı) günüdür:

"Biz sana böyle Arapça bir Kur’ân vahyettik ki, kentlerin anası (Mekke)’yi ve çevresinde bulunanları uyarasın; (vuku’unda) asla şüphe bulunmayan top­lanma gününe karşı uyarasın. (O gün), bir bölük cennette, bir bölük ateşte­dir."18

O gün, Din (ceza) günüdür: pilli f ¿Ull " Din gününün sahibidir."19

"O, sadece korkunç bir sesten ibarettir. Hemen onlar (dirilmiş olarak) ba- kıyorlardır. Vah bize bu din (ceza) günüdür derler."20

O gün, huruç (kabirlerden ölülerin çıkış) günüdür:

"O gün (İnsanlar) o çağrıyı gerçek olarak duyarlar, işte bu (dirilip) çıkış gü­nüdür."2

O gün, Telâk (buluşma, karşılaşma) günüdür:

"Dereceleri yükselten; arş’ın sahibi (Allah), emrinden olan ruhu, kulların­dan dilediğine indirir ki buluşma, karşılaşma gününe karşı (insanları) uyar­sın."22

O gün, Tenâd (Çağrışma) günüdür:

"Ey kavmim, sizin için o çağrışma gününden korkuyorum."23 O gün, Azife (kıyamet) günüdür:

"Onları Azife günü ile uyar. Zira (o gün), yürekler (korkudan âdeta yerin­den sökülüp) gırtlaklara dayanmıştır; (kederlerini) yutkunur dururlar. Zâlim­lerin ne bir dostu, ne de sözü tutulan bir şefaatçileri vardır"24

O gün, teğâbün (davranıştaki kusurların ortaya konduğu) gündür:

"Sizi cem (toplanma) gününde bir araya getirdiği gün, işte o gün teğâbün günüdür. "2S

O gün, hasret (pişmanlık, yakınma) günüdür:

"Onları hasret gününe karşı uyar ki, o zaman kendileri (her şeyden) haber­siz bir halde inanmamakta ısrar ederlerken iş bitirilmiş olur"26

Yukarıda zikrettiğimiz âyet-i kerimelerde görüldüğü gibi, sözlükte "gün" anlamına gelen "el-yevm" kelimesi, Kur’ân konteksi içerisinde farklı bir anlam kazanmıştır.27

Gerçekten de bu siyâk-sibâk içinde, "yevm" kelimesi dünya hayatının so­nunda vuku’ bulacak olayların zamanım ifade etmektedir. Kur’ân’da gelecek hayata ait bu zaman birimi önemine binaen altı çizilerek anlatılmaktadır. Çün­kü Kur’ân’da sözü edilen zaman, insan varlığı için bir dönüm noktası olarak görülmektedir. O günde mutlak olarak karar verme yetkisi Allah’a ait olacak­tır. öyle ise insan bu vaktin önemini çok iyi kavramalı ve ona göre şimdiden hazırlık yapmalıdır..

b) "es-Sâ’a" Kelimesinin Kullanılışı:

Kur’ân-ı Kerim’de âhireti ifade eden başka bir kelime de “es Sâ’a” kelime­sidir. Bu kelimenin özelliği birçok âyette de ifade edildiği gibi, bünyesinde ani­lik fikri taşımasıdır. Dolayısıyla Kur’ân’m da ifade ettiği gibi kıyâmet anîden kopacaktır. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi bu anın gerçekleşeceği zamanı Al­lah’tan başka hiç kimse bilemez:

"insanlar sana (kıyamet) saat(in)den soruyorlar. De ki: O’nun bilgisi Al­lah’ın yanındadır. Ne bilirsin belki ö saat yakın olur."28

c) "el-Hâkkâtü" Kelimesinin Kullanılması:

"Gerçekleşen (el-Hâkkâtü) nedir o gerçekleşen? Gerçekleşenin ne olduğunu nerden bileceksin?"25

d) "el-Kâriatü" Kelimesinin Kullanılması

"(Başlara) çarpan, (yürekleri hoplatan) hâdise; Nedir o çarpan hâdise? O çarpan hâdisenin ne olduğunu, sen nereden bileceksin?”30

e) "el-Vâkıatü” Kelimesinin Kullanılması:

"Olacak vâkıa olduğu zaman, onun oluşunu yalanlayacak kimse çıkmaz. O alçaltıcı, yükselticidir."’1

Kur’ân-ı Kerim’in âhiret konusunu işlerken kullandığı üslûpta dikkatleri çe­kici bir yön bulunmaktadır. Söz konusu âhiret olaylarının anlatımı sırasında diğer anlatımlardan farklı bir ifade ve anlatım biçimi kullandığı hemen hissedi­lebilmektedir. Çoğunlukla ilk dönemde gelen vahiylere ait olan bu üslûba ait ifadeler kısa fakat anlam bakımından yüklü ve gerilimlidir. K-ur’ân, muhatabı etkileyebilmek, onun dikkatini çekebilmek için yalın ifadeler yerine sanatlı bir üslûbu seçer. Vahiy bu üslûpla muhatapta vicdânî tepkiler uyarır, onun iç ha­yatında bir hareketlenme meydana getirir.32 işte Kur’ân ’da âhiretle ilgili man­zaralar da bu üslûp ile ele alınmıştır. Haberden inşâya, tavsiften konuşmaya geçilir ve muhatap kendini sanki olayların cereyan ettiği sahne içinde bulur. Kur’ân bu dünyada muhataba va’d ettiği âhiret âlemini anlatmıştır. Kur’ân di­linde bu âlem, sanki bizzat muhatabın gördüğü bir resim, adeta bir canlı, bir şahıs haline gelmiştir. Böylece bu âyetleri okurken, muhatap kâh son derece he­yecanlanır, kâh tüyleri ürperir, kâh korkuyla dolar, kâh huzur ve güven duyar, kâh ateşin yalımları ile sarılır, kâh cennetin latif rüzgarlarını hisseder. Böylece va’d edilen günün gelmesinden önce, onu bu dünyada tanır.33 Kur’ân’da âhiret için böyle sözünü ettiğimiz türden sanatlı bir üslûbun kullanılmasının başka bir sebebi de; dünya âleminde iken farklı, henüz bilmediği bir âlemi muhataba an­latma zarureti olabilir. Bilindiği gibi, âhiret gerek fizîkî, gerek sosyal ilişkileri alt üst ederek gelir ve insanın yaşayacağı yeni ortama kendi düzenini getirir. Bu yeni âlem dünya hayatından farklı olarak, zaman, mekan gibi boyutları de­ğiştirerek gelecektir.

Dünya ötesi ya da olağan üstü şartlarda meydana gelecek olayların, olağan bir ortamda, dünyada yaşayan muhataplara anlatılıyor olması, her zamankin­den farklı bir anlatım tarzını gerekli kılabilir. Yine bunun başka bir tezahürü de üslûpta teşbih sanatının sıklıkla kullanılmasıdır. Âhiretteki nimetler dünya nimetlerine benzetilir. Ibn Kuteybe’ye göre âhiret nimetleri dünyadakinden çok farklı olsa da muhatabın bildiği nimetlere benzetilerek anlatılmalıdır.34 Ibn Ab- bas ise âlemler arasındaki farka ilişkin olarak şunu söyler: "Dünyada sadece cennette olan şeylerin isimleri vardır."35

Kur’ân’ın âhiret olaylarını tasvir ederken dikkati çeken diğer bir husus da gelecekteki meydana gelecek olayları mâzî (dili geçmiş) bir üslupla anlatması­dır. Kur’ân’ın bu üslubu kullanmadaki amacı; muhataba, âhiretle ilgili gelecek­teki meydana gelecek olayların gerçekleşmesinin kesinliğini ifade etmektir.

C-Kur’ân da Ahiret Ahvâli:

Bu âlemin ve varlıkların yok olması (kıyâmet), insanların yeniden dirilmesi (ba’s), sorgulama, amellerin hesaba çekilmesi, haşr, şefaat, mîzân, cennet, ce­hennem gibi hususlar âhiret âleminin meselelerindendir. Şimdi Kur’ân ışığında bu hususları açıklayacağız.

a) Kıyâmet:

Ahiret âlemi İsrafil’in "sûr" denilen ve mahiyeti bizce bilinmeyen bir şeyi üfledikten sonra meydana gelecek çok şiddetli bir gürültü ile başlayacağı bildi­rilmektedir. "Nefha-i Ulâ" da denilen bu olayla birlikte göklerde ve yerde bu­lunan tüm canlılar ölecek, bu suretle dünyanın durumu değişecek, göklerin dü­zeni bozulacak, yer yerinden oynayacak her şey alt üst olacak, bu merhaleden sonra bambaşka bir âlem vücuda gelecektir. Ebedî hayatın başlangıç noktasını teşkil eden uhrevî âlemin meydana gelişindeki bu fevkalade olayı, kıyâmet hâ­disesini, Kur’ân-ı Kerim Tekvir suresinde:

"Güneş büzüldüğü..., yıldızlar kararıp döküldüğü..., dağlar yürütüldüğü..., on aylık gebe develer başı boş bırakıldığı..., vahşî hayvanlar bir araya toplan­dığı..., denizler kaynatıldığı..., nefisler çiftleşdrildiği..., (ruhlar bedenlerle yahut amelleriyle birleştiği), diri diri toprağa gömülen kızın hangi günahla öldürüldü­ğünün sorulduğu..., (amel) defterleri açılıp yayıldığı..., gök sıyrılıp açıldığı..., cehennem alevlendirildiği..., cennet yaklaştırıldığı zaman.."36 diyerek en çarpı­cı bir şekilde tasvir ettikten sonra şu ikaz ve hatırlatmalarda bulunmaktadır.

"Allah ki, O’ndan başka tanrı yoktur. Sizi, vukuunda asla şüphe olmayan kıyâmet gününde bir araya toplayacaktır..."37

"Sûr’a üflenir, göklerde ve yerde olanlar ölür. Ancak Allah’ın dilediği ka­lır.."38

Melekler de dâhil olmak üzere39, "her şey helak olacaktır, ancak O’nun zâtı bakî kalacaktır. Hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz."40

"Sonra tekrar Sûr’a üflenir, birden onlar kalkarlar, bakarlar (bekleşirler)."41

Bu kalkma ve bekleşme, âhiret hayatının başlangıç noktasıdır. Bundan sonra meydana gelen olaylara, uygulanan işlemlere âhiret ahvâlî denilmektedir. İkinci "nefha" ile başlayıp sonsuz olarak devam edecek olan zaman içerisinde haşir, mizan, şefaat, sırat ve nihâyet, cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin ise cehenneme gidişleri gerçekleşecektir.

Birinci sûr ile ikinci sûr arasında geçen ve bizce bilinmeyen zamana da “berzah” âlemi denilmektedir.42

b) Ba’s (Yeniden Diriliş):

Ebedî hayat olan âhiret hayatını yaşamak için insanın, öldükten sonra diril­mesi gerekir. Kur’ân-ı Kerim’de bu husus hakkında vârid olan âyetlere göre tekrar dirilme muhakkak olacaktır.

İsrafil’in ikinci defa sûra üflemesi ile kabirlerinde bulunan ve bazı nedenler­le kabre konulamayan43 tüm insanlar ile şâir canlılar, bir tohumun yeşermesi, bir tomurcuğun filizlenmesi" gibi44 dirilecek ve bulundukları yerlerden kalka­caklardır. Bunda asla şüphe edilmez. Çünkü âhirete iman, öldükten sonra di­rilmeyi kabul, etmekle tamamlanır. "Ba’sü ba’de’l-mevt”in hak olduğunu, yok­tan var edildiğini bilen her aklı başında kişi kabul eder. Zîrâ yoktan var eden Allah için, ölmüş olanı diriltmenin zor olmayacağını bilir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de bu konuda tereddütü olanlar, hatta Übey b. Halef gibi bir kemik par­çası elinde olduğu halde Peygamberimize gelip, "bu çürümüş kemikleri kim di­riltecek?" diyenler için bir çok delil bulunmaktadır, işte onlardan bir kaçı:

"İnsan, bizim kendisine nasıl bir nutfe (sperm)den yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi? Kendi yaratılışını unutarak bize bir mesel verdi: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. De ki: "Onları ilk defa ya­ratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir. O size ağaçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratamaz mı? El­bette yaratır. O, çok bilen yaratıcıdır. O’nun işi, bir şeyi(n olmasını) istedi mi ona, sadece "ol" demektir, hemen oluverir.” Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görme­diler mi? Evet O, her şeye kadirdir."45

"Görmediler mi Allah nasıl yaratmayı başlatıyor, sonra onu iade ediyor (dönüp yeniden yaratıyor). Bu, Allah’a göre kolaydır. De ki: Yeryüzünde ge­zin, bakın yaratmağa nasıl başladı, sonra Allah, son yaratmayı da yapacaktır. Çünkü Allah, her şeyi yapabilendir."46 "İnsan neden yaratıldığına bir baksın. Atılan bir sudan yaratıldı. Bel ile kaburga kemikleri arasından çıkan (bir su­dan). O (Allah), onu tekrar döndür(üp yarat)mağa kadirdir."47

"İnsan başı boş bırakılacağını mı sanır? Kendisi dökülen meniden bir nutfe değil miydi? Sonra kan pıhtısı oldu da (Rabbi onu) yarattı, ona şekil verdi. On­dan iki çifti, erkeği ve dişiyi var etti. Şimdi bunları yapan Allah’ın, ölüleri di­riltmeye gücü yetmez mi?."48

Kur’ân-ı Kerim bu beliğ ve ibret dolu ifâdeler içerisinde akıl sahibi olanlar­la münâkaşasını sürdürmekte ve âhiretin varlığını, öldükten sonra dirilmenin mutlaka olacağını ispatlamaktadır. Fakat bu apaçık delillere rağmen onu ka­bullenmeyenlerin bulunduğunu, bulunabileceğini de belirterek onları ölü, sa­ğır, kör olarak nitelemekte ve şöyle demektedir: "(Ey Habibim!), sen, ölülere işittiremezsin, arkalarını dönmüş kaçarlarken sağırlara da çağrıyı duyuramaz- sın. Ve sen körleri düştükleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüre- mezsin. Sen ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin ve onlar derhal Müs- lü-man olurlar."45

c) Haşir:

Haşir, ölülerin tekrar dirilip mahşere çıkarılması, sevk edilmesi demektir, insanların mahkeme edilmeleri için toplanacakları yere de mahşer denir. "İn­sanlar o gün âlemlerin Rabbı olan Allah’ın huzuruna çıkar"50 ve uçsuz bucak­sız bir meydanda toplanırlar. Ama herkes kendi derdiyle meşgüldür, birbirine bakamazlar. Zîrâ "O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar. O gün herkes kendi derdine düşer. O gün bazı yüzler ay­dınlıktır, gülmekte, sevinmektedir. Ve bazı yüzler ise (o gün) tozlanmış ve on­ları karanlıklar bürümüştür. İşte onlar kâfirler ve fâcirlerdir."51

Kur’ân-ı Kerim’de haşir günü, şu şekilde tasvir edilmiştir: "Sûr’a üfürülür; işte bu, geleceği va’dedilen gündür. (O gün) herkes, beraberinde sürücü ve şâhid (iki melek) bulunduğu halde, (mahşere) gelmiştir.52

"O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün (bütün mahlûkatın) hazır bulunduğu bir gündür."” "Mahşer vaktinde sizi toplayaca­ğı gün, işte o aldatma günüdür... " u

Mahşer meydanında herkes bir araya getirilip toplanacak ve yaptıklarının hesabı sorulacaktır. O gün kötülerin aldandiğı, iyilerin de haklı olduğu ortaya çıkacaktır. Bu zikrettiğim âyetteki ’"yevmü’t-teğâbün" ifâdesine "kâr-zarar gü- jıü" anlamı da verilmiştir.

O gün Allahu Teâlâ bütün mahlûkata, "bugün mülk kimindir?" diye hitap edecektir. Yüce Allah’ın bu sorusuna hiçbir varlık cevap veremeyecek ve Allah kendi cevap vererek, "mülk* Kahhar olan Allah’ındır" buyuracaktır. Bu husus­ta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O gün, onlar (kabirlerinden dışarı) çıkar­lar. Onların hal ve amellerinden hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. (Allah şöyle buyurur): "bugün mülk kimindir?" (hiç kimse buna cevap veremez ve yine Al­lah): "Mülk Kahhar olan Allah’ındır" buyurur.55

d) Hesap ve Mizan:

Haşir meydanındaki uzun bekleyişten sonra İlâhî adaletin tecelligâhı olan ve adına "mîzan" denilen büyük mahkeme, (mahkeme-i kübrâ) kurulacaktır. "Kirâmen Kâtibîn" tarafından yazılmış bulunan her kula ait amel defteri, o gün açık"ve anlaşılır bir kitaphalinde ortaya getirilecektir. "Her nefis yaptığı her hayrı ve yaptığı her kötülüğü (o kitapta) hazır bulur".56 "O gün asla zulüm yoktur."57 "Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür ve zerre kadar şer işlerse onu görür."58 "Her insanın günahı boynuna vurulacak ve ... kitabını oku, bu­gün kendi nefsin, kendine hesapçı olarak yeter."59 denilecek, arkasından da ba­zılarının ki sağdan, bazılarının ki ise soldan olmak üzere herkesin kitabı ken­disine verilecektir. "Kitabı sağından verilenler, "Alın, kitabımı okuyun, doğru­su ben hesapla karşılaşacağımı sezmiştim zaten" der. "Artık o, meyveleri sark­mış yüksek bir bahçede memnuniyet verici bir hayat (ortam) içindedir... Kita­bı sol tarafından verilen ise "keşke kitabım verilmeseydi, keşke hesabımın ne olduğunu" bilmeseydim, keşke (ölüm işimi) bitirmiş olsaydı. Malım beni kur­tarmadı, gücüm, saltanatım benden yok olup gitti der"60 ve son pişmanlığın fayda vermediğini anlamış olarak cehenneme sevkedilir.

Bu arada çarptırıldıkları cezaya itirazda bulunanlar, bu cezayı hak edecek kötü bir fiilinin olmadığını ileri sürenler de olacaktır. Ancak onların bu itiraz­larına karşı kendi azaları (organları) aleyhlerine şahadette bulunacaktır: "Al­lah’ın düşmanları o gün toplanıp hep birlikte cehenneme sevkolunurlar. Oraya vardıklarında kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları hakkında onların aleyh­lerine şahitlik ederler. Derilerine "niçin aleyhimize şehâdet ettiniz?" (derileri), "her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu. Sizi de ilk defa O yarattı, yine O’na gönderiliyorsunuz derler."61 İşte o gün insanların,ağızları mühürlenir, fa­kat elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına şahitlik eder.62 "Kendi dilleri, elle­ri ve ayakları, yapmış olduklarına şahitlik ettikleri gün, onlar büyük azaba uğ­rayacaklardır." 63

"Biz kıyamet günü için adaletle tartan teraziler koyacağız. Artık hiç kimse­ye hiç bir suretle zulmedilmeyecektir. Yapılan iş, bir hardal tanesi ağırlığında da olsa, onu tartıya koyacağız. Amellerin hesabını yapmak için biz yeterliyiz."64 "Kıyâmet gününde amellerin tartılması haktır. Kimin iyilikleri kötülüklerinden ağır gelirse işte onlar kurtulanlardır. Kimin de tartıları hafif gelirse işte onlar da, âyetlerimize yaptıkları haksızlık sebebiyle, kendilerine yazık edenlerdir."65 “Mizanda iyilikleri hafif gelenler, kendilerine yazık edenlerdir. Onlar ce­hennemde kalanlardır"66

Çok süratli olarak görülecek bu yargılamada o gün, hiç kimseye asla zulüm yapılmayacaktır.67

Kıyâmet gününde hak sahipleri arasında hesaplaşma da olacaktır. Bu husus Hz. Peygamberin hadisleri ile sabittir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyur­maktadır "Kimin Müslüman kardeşinde zulümle alınmış bir hakkı varsa, dînar ve dirhemin (paranın) bulunmayacağı kıyâmet gününden önce onunla helallaş- sın. Helallaşmadan ölür ise iyi bir ameli varsa, zulmettiği kadar alınıp hak sa­hibine verilir. Eğer yeterince iyiliği yok ise bu defa hak sahibinin günahı alınır ve hak yiyen zâlime yükletilir."68

Bu duruma düşen kişiyi Hz. Peygamber (s.a.v) gerçek müflis (iflâs eden) ola­rak nitelemekte ve şöyle demektedir: "Müflis kimdir bilir misiniz? Şüphesiz gerçek müflis, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna namaz, oruç ve sadaka gi­bi iyi amellerle geldiği halde... hak sahiplerine hasenatı, iyilikleri dağıtılan kim­sedir. Eğer bu kişinin iyilikleri tükenir de hak sahiplerinin hakkını karşıla­yamazsa (bu defa) onların hataları alınıp, hak yiyen zâlimin üzerine yükletilir; sonra da cehenneme atılır. İste asıl müflis budur."69

Aliyyü’l-Kârî, "Fıkhü’l-Ekber" şerhinde şöyle diyor: "Bu, insanların hakla­rını alma konusunda gelen rivayettir. Hayvanların birbirlerinden hak alması konusunda gelen rivayette ise, boynuzsuz koyunun boynuzludan hak alacağı beyân edilmiştir. Sonra Allah Teâlâ ona "toprak ol" diyecek ve oda hemen top­rak olacaktır, işte o zaman imansız kişi "keşke bende toprak olsaydım" diye­cek"70 ve böylece durumunun vehâmeti karşısında hayvana imrenecektir. Bu konuya yüce Allah Nebe’ suresinde şöyle değinmektedir "Cebrâil ve melekle­rin dizi dizi durdukları gün, Rahman olan Allah’ın izni olmadan kimse konu­şamayacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir, işte gerçek gün bu gündür. Dileyen kimse, Rabbine götürecek bir yol benimser. Sizi, yakın gele­cekteki bir azapla uyardık. O gün kişi elleriyle sunduğunu görür ve inkarcı da "keşke toprak olsaydım" der.71

e) Sırat:

Ahiret konusunun sonunu oluşturacak olan cennet ve cehennem bahsine geçmeden önce ele alınması gereken konulardan biri de "sırat"tır. Sırat, Kitap ve Sünnet ile sabittir. Akâid âlimleri, Meryem Suresinin 71. âyetini sırat için delil olarak kullanmaktadırlar. Ayette şöyle denilmektedir: " “içinizden hiç biri istisna edilmeksizin, hepiniz oraya varacaktır. Bu Rabbinin katından kesinleşmiş bir hükümdür."

Hz. Peygamber (s.a.v)’de sırat hakkında şu haberi vermektedir: "Cehennem üstünde bir uçtan bir uca sırat köprüsü kurulur. Ümmetiyle bu sırattan ilk ge­çen ben olacağım. O gün peygamberlerden başkası konuşmayacaktır. O gün peygamberlerin söyledikleri; "Allahım selâmet ver, Allahım selâmet ver" ola­caktır... insanlar amelleri sayesinde oradan geçerler. Bir kısma ameli ile kurtu­lacak, bir kısmı da cehennemdeki hurma dikenine benzer dikenlere takıldıktan sonra kurtulacaktır.”72

Sırat köprüsünden geçerken mü’min olduğu halde günahlarının ağırlığı yü­zünden cehenneme yuvarlananlar olacaktır. Bu kişiler, dünyada iken Allah’ın emir ve yasaklarına göre yaşayışını, fiil ve hareketlerini düzenlemeyenler imti­handa yeterli notu alamayanlardır, işte bunlar tembelliklerinin cezasını çekmek üzere cehennemde kalacak, ceza süreleri bitince de cennete gönderileceklerdir. Çünkü imân sahibi olan herkes, sonunda cennete nail olacaklardır.7’’ Ancak Al­lah’ı ve Resulü olan Hz. Muhammed’i tanımayanın ebediyyen kalacağı yer ke­sinlikle cehennem olacaktın Allah’ın âyetlerini, kesin emir ve yasaklarını inkâr eden kimsenin, bir çok iyiliklerin sahibi olsa dahi, cennete giremeyeceğini Ce- nab-ı Allah Kur’ân-ı Kerim’de bildirmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Bunlar o kimselerdir ki, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr etmişlerdi de iyi­lik olarak yaptıkları bütün amelleri boşa çıkmıştı. Artık onlar için kıyamet gü­nü hiç bir terazi tutmaz, amellerine itibar etmeyiz."74

f) Şefaat:

Kıyâmet günü Allah’ın dilediği kimselerin cehennem azabından kurtarılma­ları için şefaat müessesesi kurulacaktır. Başta Peygamberimiz (s.a.v) olmak üze­re Allah’ın izin verdiği ehl-i şefaat, kurtulması mukadder olanlara şefaat ede­ceklerdir.

Bütün peygamberler, azabı kaldırmak veyahut dereceyi yükseltmek için in­sanlara şefaat edeceklerdir. Ehl-i Sünnete göre âhirette şefaat etmek yalnız pey­gamberlere mahsus değildir. Alimler, şehidler, sâlihler ve Allah’ın velî kulları da kıyamet günü şefaat edeceklerdir.

Kıyamet günü şefaatçıların şefaat etmeleri için Allah’tan şefaat izninin çık­ması gerekir. Yüce Allah’ın izni olmadıkça kimse kimseye şefaat edemez. Hat­ta peygamberler dahi şefaat edemezler.

Kıyâmet günü Allahu Teâlâ, hem şefaat etmek için şefaat edecek olanlara izin verir, hem de kimler hakkında yapılan şefaatin kabul olunacağını bildirir. Şefaat edecek olan ancak bundan sonra şefaat edebilecektir. Bundan önce kim­se kimseye asla şefaat edemez. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de bu hususta şöy­le buyurmaktadır:

Mi »ju tfiJi Ij ¿y " ...O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şe­faat edebilir?..."75

Vji o <> VI UUiJi ¿üs V ¿Ujj "o gün Rahman’ın izin verip sö­

zünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez."76

"...Onlar, (Allah’ın) razı olduğundan başkasına şefaat edemezler ve O’nun korkusundan titrerler"77

Kıyamet günü kendilerine şefaat izni verilenler ancak mü’minlere şefaat edeceklerdir. İmansız olarak ölenlere hiçbir şefaatçi şefaat edemez.78 Çünkü on­ların cehennem azabından kurtulmaları mümkün değildir. Ahirete imansız ola­rak göçenler cehennemde ebedî kalacaklardır.

g) Cennet-Cehennem:

Cehennem, âhirette kâfirlerin ve dünyada günah işleyip, âhirette de şefaat edenlerin şefaatına nâil olamayan Müslümanların azap görecekleri yerdir.

Orada kâfirler ebedî olarak kalıp azap görecekler, Müslümanlar ise günah­ları kadar azap görüp cehennemden çıkarlar ve cennete girerler.

Âhirette iki yer bulunduğunu, bunların cennet ile cehennem olduğunu ve cennete mü’minlerin gireceğini, cehenneme ise kâfirlerin gireceğini, her ikisin­de bulunanların yerlerinde sonsuz olarak kalacaklarım, hem Kur’ân-ı Ke- rim’deki âyetler, hem de bunlar hakkında vârid olan hadis-i şerifler açıktan açı­ğa beyân etmektedir.

Biz burada bu âyetlerden bazılarını zikretmek istiyoruz:

"Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden sakının. O, kâfirler için hazırlanmıştır."79"Şüphesiz suçlular cehennem azabında devamlı kalacaklar, azapları hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde kurtuluştan ümit kesmişlerdir. Biz onlara zulmetmedik; fakat onlar kendileri zâlim idiler. (Cehennemin mu- hâfızlarına): "Ey mâlik, Rabbin bizim işimizi bitirsin, (bizi yok etsin, böyle ya­şamaktansa ölmek daha iyidir)" diye bağırdılar. (Mâlik): "Siz kalacaksınız (hiçbir suretle buradan kurtuluş yok)" dedi."80 "O kâfirler, bölük bölük cehen­neme sürülmüşlerdir. Oraya geldikleri zaman, kapıları açılmış, cehennemin bekçileri onlara şöyle demiştir: "Kendi aranızdan, Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve sizi bu gününüzle karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler gelmedi mi?" "Evet geldi", demişlerdir, "ama kâfirlere azab sözü hak oldu." "O halde içinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin, Kibirlenenlerin yeri ne kötüymüş!" demişlerdir."81

"Cehennem o (şeytana uya)nların hepsinin buluşma yeridir. Onun yedi ka­pısı vardır. Her kapıya, onlardan bir bölüm ayrılmıştır."82

Cehennem bu âyette buyurulduğu gibi yedi tabakadır. Her tabakanın azabı birbirine uymaz. Her birinin azabı diğerinden daha şiddetlidir. Herkesin, küf­rüne, günahına göre kendisine azap edilir.

Bu cehennemliklere mukabil, dünyada iken iman eden ve imanlarının icâbı sâlih amellerde bulunanların, âhirette ebedî olarak refah ve saadet içinde yaşa­yacakları yer cennettir. Cennete girenler, dünyada nefis mücadelesi sonucu yaptıkları işlerin mükâfaatlarım almış olurlar. Nitekim Yüce Allah, cennet ve cennetteki nimetler hakkında şöyle buyurmaktadır.

" O öyle cennettir ki, biz onu kullarımızdan gerçekten muttaki olan kişilere vâris kılacağız."83 "İşte bu, sizin yapageldiğiniz iyi amelleriniz sayesinde miras­çı kılındığınız cennettir."84 "Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği, gökle yerin genişliği gibi olup Allah’a ve elçilerine inananlar için hazırlanmış bulunan bir cennete koşun. İşte bu, Allah’ın dilediğine vereceği lütuftur. Allah büyük lütuf sahibidir."85

Kur’ân-ı Kerim’de cennet, cehennemi ve orada bulunanların durumlarını anlatan daha çok âyetler vardır. Biz burada bu kadarıyla yetinerek, âhiret inan­cının insan hayatına etkisinden bahsetmek istiyoruz.

D-Ahiret İnancının İnsan Hayatına Etkisi:

Yaşadığımız bu dünyada, her zaman Allah’ın ve Peygamberlerin emirlerine uyulmadığından, haklı ile haksız doğru ile yanlış birbirine kanşabilmektedir. Bu dünyadaki yapılan bazı iyilikler karşılıksız kalabildiği gibi, bazı suçlar da cezasız kalabilmektedir. Bu durumda aklıselim sahibi bir insan, haklı ile haksı­zın, doğru ile bâtılın ayırt edildiği, iyiliğe karşı mükâfat, kötülüğe karşı ceza­nın verildiği bir günün varlığını zarûrî bulmaktadır. İnsan, kendine zulmedenin bir gün cezasını bulacağına inanmazsa bu dünyanın acılarına dayanabilir mi? Çektiği acıların bir gün dineceğini, mutlu bir hayata kavuşacağını bilmese, ha­yat mücadelesinde başarılı olabilir mi? Böyle bir inanç olmazsa, insan boş ye­re yaşamış, boş yere çalışıp, didinmiş olmaz mıydı? Herkesin bu dünyada yap­tığı da yanına kâr kalmış olurdu.

Nitekim Yüce Allah; "Yoksa sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülme- yeceğinizi mi sandınız P"86 sözüyle insanın bir hiç uğruna veya boşu boşuna ya­ratılmadığım açıklamaktadır.

Şüphesiz, âhiret inancı, insanlar için en büyük mutluluk kaynağıdır. Bu mutluluk sadece âhirette değil, insanın dünyada da huzur kaynağı olur.

Âhiret âlemine inanmayan kimse için ölüm kesin bir sondur. Onun anlayışı­na göre hayat, dünyadaki 50-60 senelik kısa bir ömürden ibarettir. Halbuki aklıselim sahibi insan mutluluğu, bugün var yarın yok olmakta değil, ebedî ola­rak yaşamakta görür. Bu bakımdan âhiret inancı olmayan kimse, bu dünyada ne kadar rahat içerisinde yaşarsa yaşasın, bir gün ölüp yok olma korkusundan bir türlü kurtulamaz. Bu korku onu devamlı rahatsız eder. Bazen intiharın, on­lar için bir kurtuluş olduğu zannına kapılırlar. Âhiret inancı olan kimse, âhiret hayatında, bu dünyada işlediği işlerin karşılığım göreceğine inanır. Bu sebep­ten, işlerini Allah’ın emirleri çerçevesinde yapar. Daima O’nun rızasını kazan­maya çalışır. Ne hemcinslerine ne de yaratılmışlara fenalık yapar. Bu dünyada başına gelen felaketlere sabreder. Böylece âhirete inanan ve orada mutluluğa ermeye çalışan kişinin bu inancı, dünya hayatına da tesir ederek, onun dünya­da da iyi ve meşrû’ yollarda yürüyen bir insan olmasını temin eder. Âhirete ina­nan kimse bir taraftan Allah için ibâdet ve taatını yerine getirirken, bir taraf­tan da Rabbinin rızasını kazanmak için, O’nun gösterdiği yolda aşk ve şevkle çalışarak hem kendine ve hem de insanlara daha faydalı olur.

Âhiret inancı, en iyi bir otokontrol sistemi (kendi kendini denetleme) olarak kabul edilebilir. Bu inanca sahip olan kimse kanun ve polis korkusundan uzak olan yerlerde dahi kötü söz ve davranışlarda bulunmaz. Dâima insanlara yar­dım ve hayra koşmayı prensip edinir. Çünkü kendisinin bir başıboşluk içinde olmadığım, kontrol edildiğini bilmektedir. Bu inanca sâhip olan kimse, bu dün­yada zulüm ve haksızlıklar karşısında kalabilir. Böyle bir durumda, mücadele gücünü kaybetmeden çalışmasına devam eder, sabretmesini bilir. Yine şuna emindir ki, ebedî ve sonsuz hayatta mutlaka hakkını alacaktır. Kısaca bu inanç, kişiye moral ve irâde gücü verir. Böyle bir inanç, insanı her türlü israf­tan alıkoyar. Çünkü o kimse, hesap gününde, kendisine verilen bütün nimet­lerin hesabım vermenin güçlüğünü idrak ederek, ömrünü, sıhhatini, zamanım, gençliğini iyi bir şekilde değerlendirmeye çalışır. Âhirete inanan kimse ölüm gerçeğini düşünmekten ve hatırlamaktan da korkmaz. Aksine ölümü sık sık ha­tırlamak suretiyle bencil duygularım ve ihtiraslarını dizginler.

SONUÇ:

Kur’ân-ı Kerim’in âhiret konusunu işlerken kullandığı üslûpta dikkatleri çe­kici bir yön bulunmaktadır. Söz konusu âhiret olaylarının anlatımı sırasında diğer anlatımlardan farklı bir ifade ve anlatım biçimi kullandığı hemen göze çarpmaktadır. Çoğunlukla ilk dönemde (Mekke Dönemi) gelen vahiylere ait olan bu üslûba ait ifadeler, kısa fakat anlam bakımından yüklü ve gerilimlidir. Kur’ân, muhatabım etkileyebilmek, onun dikkatini bu önemli konuya çekebil­mek için yalın ifadeler yerine sanatlı bir üslûp kullanmaktadır.

Bu âlemin ve varlıkların yok olması (kıyâmet), insanların yeniden dirilmesi (ba’s), sorgulama, amellerden hesaba çekilme, haşr, şefaat, mîzan, cennet ve ce­hennem gibi hususlar âhiret âleminin meselelerindendir. Kur’ân, bu hususlar üzerinde özenle durarak, geniş açıklamalar yapmaktadır.

Âhiret inancı hak dinlerin hepsinde de mevcut olan ve bütün peygamberler tarafından teyid edilmiş bir imân esasıdır. Bu inanç Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın varlığının ve birliğinin bir tamamlayıcısı olarak yer almıştır.

Âhiret inancı insanlar için en büyük mutluluk kaynağıdır. Bu inanç, insanın sadece âhirette değil, dünyada da huzur kaynağı olur. Âhiret inancı olan kim­se, âhiret hayatında, bu dünyada yaptığı işlerin karşılığını göreceğine inanır. Bu sebepten işlerini Allah’ın emirleri çerçevesinde yapar. Dâima ve her yaptığı iş­te Allah’ın rızasını kazanmayı düşünür. Bu da insanın hem dünyada hem de âhirette saadete ermesine vesile olur.

*Fırat Üniversitesi, ilahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı öğretim Üyesi.

1 Bakara, 2/4.

2 Râğıb el-lsfehânî, Ebu’l-Kasım Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât fi Garibi’l-Kur’ân, Mısır, 1970, s.13, 14.

3 Bkz., Bakara, 2/4; Nisâ, 4/38.

4 Hadid, 57/3.

5 Necm, 53/25.

6 Bkz., Nahl, 16/30; Bakara, 2/94; A’raf, 7/169; İbrahim, 14/27.

7 Nisâ, 4/136

8 Al-i Imran, 3/30.

9 Bakara, 2/254.

10 İbrahim, M/48.

11 Nisâ, 4/42.

12 En’âm, 6/16.

13 Furkân, 25/26.

14 Kıyâme, 75/1

15 Sâd, 38/26.

16 Sâd 38/49,53.

17 Secde, 32/29.

18 Şûra, 42/7.

19 Fatiha, 1/3.

20 Sâffât, 37/19,20.

21 Kâf, 50/42.

22 Mü’min, 40/15.

23 Mü’min, 40/32.

24 Mü’min, 40/18.

25 Teğâbün, 64/9.

26 Meryem, 19/39.

27 Bkz., Râğıb el-lsfehânî, a.g.e, s. 247.

28 Abzâb, 33/63; Ayr. Bkz., Yusuf, 12/107; Lokman, 31/34; Zuhruf, 43/85.

29 Hakka, 69/1-3.

30 Kâria, 101/1-3.

31 Vâkıa, 56/1-3; Ayr. Bkz., Kehf, 18/21.

32 Kutub, Seyid, Kur’ân’da Kıyamet Sahneleri Cennet, Cehennem, Trc: Süleyman Ateş, Ankara, trs, s.13.

33 Kutub, a.g.e., s.49; Derveze îzzet, Kur’ân Cevap Veriyor, Tere: Abdullah Baykal, İst, 1988, s. 327 vd.

34 Ibn Kuteybe, ed-Dîneveri, Te’vîlu Miişkili’l-Kur’ân, Kahire 1973, s. 80.

35 Ibn Kuteybe, a.g.e., s. 80; Ayr. Bkz., Derveze, a.g.e., s. 321.

36 Tekvir, 81/1-13.

37 Nisa, 4/87.

38 Zümer, 39/68.

39 Bkz., et-Taberî, Hbû Cafer Muhammed b. Cerir, Cânıiu’I-Beyân atı Te’vi’li’l-Kur’ân, Mısır, 1954, XXIV, 19.

40 Kasas, 28/88.

41 Zümer, 39/68.

42 Mehmet Vehbi, Akâid-i Hayriyye Tercemesi, Ahmed Kâmil Mat. 1340, s. 128.

43 Kabirden murat, dünya ile âhiret arasında ölünün geçirdiği zaman ve mekan demek olduğundan, kabir ha­yatında toprağın altına defııolunmak şart değildir. Dolayısıyla ölü boğulsa da, yansa da hayvanlar tarafın­dan yense de yine kabirdeki azabı ve nimeti tadacaktır, hayar bulacak ve haşr olunacaktır. Bkz., Aiiyyü’l- Kârî, Ali b. Muhammed, Şerhu’l-Fıkhı’l-Ekber, Beyrut, 1984, s. 128.

44 Kâf, 50/9-11.

45 Ahkaf, 46/33.

46 Ankebut, 29/19-20.

47 Târik, 86/5-8.

48 Kıyâme, 75/36-40.

49 Nemi, 27/80, 81

50 Mutaffifîn, 83/9.

51 Abese, 80/34-42,

52 Kaf, 50/20, 21.

53 Hûd, 11/103.

54 Tcğâbün, 64/9.

55 Mü’nıin, 40/16.

56 Al-i lmrân, 3/30,

57 Gâfir, 40/17.

58 Zilzâl, 99/7-8.

59 lsrâ, 17/14.

60 Hâkka, 69/19-29.

61 Fussilet, 41/19-21.

62 Yâsiıı, 36/65.

63 Nur, 24/24.

64 Enbiyâ, 21/47.

65 Araf, 7/8-9.

66 Mü’minûn, 23/103.

67 Bkz., Gâfir, 40/17; Ra’d, 13/41.

68 Buhârî, K. Mezâlim. 10.

69 Müslim, K. Birr, 60.

70 Aliyyü’l-Kârî, a.g.e., s. 209.

71 Nebe’, 78/38-40.

72 Buhârî, K. Rikak, 52.

73 Bkz., Müslim, K. iman, 140.

74 Kehf, 18/105.

75 Bakara, 2/255.

76 Tâhâ, 20/109.

77 Enbiyâ, 21/28.

78 Bkz., üs kara, 2/48 “Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, kimsenin cezasını çekemez (borcunu ödemez); kimseden şefaat (aracılık, iltimas) da kabul edilmez; kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım ya­pılmaz”; Müddessir, 74/48 “Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez”).

79 Bakara, 2/24.

80 Zuhruf, 43/74-77.

81 Zümer, 39/71, 72.

82 Hicr, 15/43,44.

83 Meryem, 19/63.

84 Zuhruf, 43/72.

85 Hadid, 57/21.

86 Mü’mİnûn, 23/115.

KAYNAKLAR:

Aliyyül-Kârî, Ali b. Muhammed, (ö.1014/1606),

-Şerhu’l-Fıkhı’l-Ekber, Beyrut, 1984.

Ateş, Süleyman,

- Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, îst,1988.

- Kur’ân-ı Kerim ve Yüce Meali, Yeni Ufuklar Neşriyat, İst, trs. el-Buhârî, Muhammed b. İsmail, (ö. 256/879),

- el-Câmiu’s-Sahih (Sahihu Buhârî), Mısır, 1345.

Derveze, izzet,

- Kur’ân Cevap veriyor, Trc: Abdullah Baykal, İst, 1988. Ibn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dîneverî, (ö. 276/889),

- Te’vîlu Müşkili’l-Kur’ân, Kahire 1973.

Kutûb, Seyid, (ö. 1386/1966),

- Kur’ân’da Kıyâmet Sahneleri Cennet, Cehennem, Trc: Süleyman Ateş, An­kara, trs.

Mehmet Vehbi, (ö. 1368/1949),

- Akâid-i Hayriyye Tercemesi, Ahmed Kâmil Mat., 1340. Müslim, Ebu’l- Hüseyin Müslim b. el-Haccac el-Kuşeyrî, (ö. 261/874),

- es-Sahih, Tah: M. Fuad Abdulbakî, İst, 1981. Râğıb el-Isfehânî, Ebu’l- Kasım Hüseyin b. Muhammed, (ö. 502/1108),

- el-Müfredât fî Garibi’l-Kur’ân, Mısır, 1970.

et-Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerir, (ö. 310/922),

- Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’âri, Mısır, 1954.