Makale

KUR’ÂN’DA VAHİY KAVRAMI

KUR’ÂN’DA VAHİY KAVRAMI

Yrd. Doç. Dr. Nurettin TURGAY*

A - Kelime ve Kavram Olarak Vahiy

Arapça bir kelime olan vahiy, "veha - yehi" fiilinden türemiş bir isim olup, lügatte gizli konuşmak, işaret etmek, emretmek, ilham etmek, göstermek, giz­lice ve aynı zamanda süratli bir şekilde telkinde bulunmak, fısıldamak, yazı ile bildirmek, esinlenmesini sağlamak, insanın içine doğmak ve benzeri manalara gelmektedir.1 Vahyi, "bildirim" diye tanımlamamız da mümkündür. Çünkü bu kelime, vahiy ile ilgili diğer bütün tanımları kapsamaktadır. Zira bildirim, ki­mi zaman sözle, kimi zaman yazıyla, kimi zaman işaretle, kimi zaman da ilham yolu ile gerçekleşir.2

Vahiy kelimesinin, kökü itibariyle Arapça’ya yine diğer Sami dillerinden geçmiş olduğu da rivayet edilmektedir.3

Vahyin, yukarıda verdiğimiz sözlük anlamlan ile birlikte ıstılahi anlamı için de değişik tanımlar yapılmıştır. Zerkani, vahyi şöyle tarif etmiştir: "Allah Te- ala’nın kullarına bildirmek istediği hidayet ve buyruklarını, onların arasından seçtiği peygamberlerine, insanların alışık olmadığı gizli ve süratli bir yolla bil­dirmesi demektir."4

Suyuti’ye göre ise vahiy, "Allah’ın peygamberlerinden birine vahiy ettiği, onu kalbine iyice yerleştirdiği, peygamberlerin onu okuyup yazdığı Allah kela­mı"5 dır.

Tahanevi vahyi, "Herhangi bir peygambere indirilmiş olan Allah kelamı"6 olarak tarif etmiştir.

Hatibi ise vahyi, "Allah’ın nebilerinden herhangi birNebi’ye, Resullerinden bir resule mana veya kelamdan dilediği şeyi Allah’ın bildirdiği şekliyle Nebi’de ve Resul’de kati, yakîni ilim ifade edecek bir yolla bildirmesi"7 diye tarif etmiş­tir.

Seyyid Şerif el-Cüreani’ye göre ise vahiy, "Bir manayı her hangi bir varlığa gizli ve süratli bir biçimde iletmek"8 tir.

Çağdaş alimler de, vahyin terim anlamı üzerinde durmuş ve onu çeşitli şe­killerde tanımlamışlardır. Muhammed Abduh’a göre vahiy, "Vasıtalı veya va­sıtasız olarak Allah katından olduğuna kesinlikle inanmak (yakin) suretiyle, ki­şinin nefsinde bulduğu irfan"9 dır.

Vahiy ile ilgili diğer bir tanım da şöyledir: "Allah’ın haberleri hususunda doğru, hükümleri konusunda amil sözlerini, vahiy yollarından biriyle, insanlar­dan seçtiğine iletmesidir. Vahyin Allah kelamı oluşuna ve imkanına en büyük delil, kendisine, insan sözü hiç karışmamış olması ve saf şekliyle mü’minlerin ellerinde bulunmasıdır. Bu vahiy de Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ayet ayet sure sure, tedrici olarak gelmiş; nüzulü yirmi üç yılda tamamlanmış olan Kur’ân’dır.10

Vahiy, "Allah’ın kullarından seçilmiş olan bir Nebi’nin, onunla amel et­mekle birlikte, gönderildiği kavme tebliğ etmekle mükellef tutulduğu semavi ri­saleler"11 olarak da tanımlanmıştır.

Izutsu da vahyi, "Allah’ın iradesinin söz şeklindeki ifadesi"12 olarak tanım­lamıştır.

M. Zeki Duman ise, vahiy için şu tanımı yapmıştır: "Vahiy, Allah’ın beşer ile iletişim kurması; özellikle insanlar arasında özenle seçilmiş, ruhi donanımla yüceltilmiş, vahye muhatap olabilecek seviyeye yükseltilmiş peygamberlere is­tek ve mesajlarını iletmesi / konuşması demektir."13

Bir diğer tanıma göre de vahiy, "Allah’ın nebi ve resullerine irade ettiği bil­gileri kelam, söz ve mana olarak bildirmesidir."14

M. Zeki Duman’ın yaptığı tanım daha kapsamlı olup yeni unsurlar taşı­maktadır.

B - İslâm Öncesinde Vahiy ve Mukayese

Muhtemelen vahiy ilk olarak insanlara dolaylı ya da dolaysız, hayal veya rüyalar yoluyla indiriliyordu. İnsanlık tarihinde ilk kanun olarak kabul edilen Hammurabi kanunlarının da vahiy mahsulü olduğu ve bu kanunların bir kıs­mının tasviri, bir kısmın da şifahi ifadelerden meydana geldiği rivayet edilir. Tarihçilerin kaydettiğine göre, İbrahim (a.s.), M.Ö. 2000-1400 yılları arasın­daki bir dönemde yaşamıştır ve muhtemelen kendisine gelen vahyi kaydedip okuyan, okuma-yazmayı bilen biriydi. Hem İbrahim (a.s.) hem de Hammura­bi kendilerine gelen vahyi hürmetle dikkate almışlardır. Bu gibi rivayetler, çe­şitli kaynaklarda yer almaktadır.15

Vahiy inancı, tarih boyunca çeşitli dinlerde kendini göstermiş, ancak farklı şekillerde yorumlanmıştır.16

Eski Ahide göre vahiy. Tanrı’nın tecellisi (değişik şekillerde Peygamberleri ile konuşması) rüya ve melek vasıtası ve benzeri şekillerde gerçekleşmektedir.17

Yahudilerin dini inançlarına göre Allah kendi zatını insanlara bildirmedik­çe, insanların kendi güçleri ile onu bilmeleri imkansızdır. Bundan dolayı Allah, vahiy yoluyla kendini insanlara bildirmektedir.18

Mukaddes kitaplarda bildirildiğine göre, herhangi bir peygamberin veya ilahi vahyin doğruluğu (sıhhati), normal olayların üstünde olan bir işaret (mu­cizenin ortaya çıkması ile ispat edilir. Dolayısıyla hem Kur’an’da hem de diğer kitaplarda bu hususta, örnek olabilecek misaller mevcuttur.19

Islâm dini üzerinde çeşitli çalışmaları olan Batılı araştırmacı Watt, Islâm ile Hıristiyanlıktaki vahiy anlayışını mukayese ederek şöyle demiştir: "Müslüman- lar Kur’an’ın vahiy edildiğine inanırlar. Yine onlara göre Kur’an, hir melek ta­rafından Hz. Muhammed’e aktarılmış olan bir Allah kelamıdır. O, Hz. Mu- hammed’in sözü veya onun bir ürünü değildir. Allah Kelamı olan Kur’an, ta­biat üstü yollarla Hz. Muhammed’e nazil olup onun çağdaşlarına hitap etmek­tedir. Hz. Muhammed, ilahi tebliği insanlara iletmek için seçilmiş bir elçiden ibarettir."

"Birçok Hıristiyan da, yüzyıllarca Incil’in sözlerini Tanrı kelamı olarak ka­bul etmiş ve Müslümanlarınkine benzer bir görüşe sahip olmuşlardır. Onlara göre, Kutsal kitaplardaki sözler, bu kitapların yazarlarına bir melek aracılığıy­la gelmiş değildir. Tanrı onlara o şekilde ilham vermiştir ki, onların yazdıkları onun sözlerinden ibaret olmuştur. Son yıllarda Hıristiyan düşünce hayatında görülen akımlardan birine göre, vahiy Tanrının bir faaliyetidir."20

Watt’m bu açıklamalarından anlaşıldığı gibi, Müslümanlarla Hıristiyanla­rın vahiy anlayışı arasında bazı farklar vardır. Her iki taraf vahyin varlığında anlaşmakla beraber, Müslümanlar onun bir melek vasıtası ile gönderilen Allah kelamı olduğunu kabul ederler. Hıristiyanların ise, böyle bir iddiaları yoktur; onlara göre vahiy bir ilhamdan ibarettir.

Islâm’dan önceki cahiliyye döneminin şiirinde de vahiy kelimesine yer veril­miştir. O dönemde vahiy ilham, harfler ve yazmak gibi anlamlarda kullanılı­yordu.21

Kur’ân’da geçen kavi (söz), nida, ilka, kelam, zikr, rahmet, furkan, beyyi- ne, ruh, inzal, tenzil, kitap ve benzeri bazı kavramların da vahiy ile yakın ilgi­leri vardır.22

Vahiy kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’ân’da 80 küsur yerde geçmektedir. Tefsir usulü kaynaklarında yaklaşık olarak Kur’ân’ın elli ismi zikredilir. Ancak bütün bu isimler arasında Kur’ân’a ıtlak edilen el-vahiy ismi, sayılan diğer bü­tün isimleri kuşatmaktadır. Zira vahiy, Kur’ân’ın anahtar terimidir.23

Yukarıda vahiy kelimesi için naklettiğimiz anlamların hemen hemen tümü Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde yer almaktadır. Kur’ân ayetlerinin bildirdiğine gö­re, vahiy negatif kutupta da meydana gelmekte ve Allah’ın bilgisi ve müsaade­si dahilinde cereyan etmektedir:

"Böylece biz, her peygambere insan ve cin şayanlarını düşman yaptık. (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler vahiy ederler (fısıldarlar). Rabb’in dileseydi, onu yapmazlardı. Artık onları yaptıkları şeylerle baş başa bı­rakır."24

Bu ayetteki vahiy, insi ve cinni şeytanların birbirlerine fısıldamaları demek­tir.25 Burada söz konusu olan şeytanların birbirleri ile fısıldaşmaları da başka bir ayette vahiy olarak haber verilmektedir:

"Şeytanlar dostlarına sizinle mücadele etmek için vahiy ederler (fısıldayarak telkinde bulunurlar)."26

Bu ayette bildirildiğine göre negatif çizgide bulunan şeytanlar yandaşlarına, pozitif çizgide bulunan Peygamber ve Mü’minlerle mücadele için, sürekli va­hiyde bulunurlar. Bu iki ayette zikredilen vahiy, şeytanların birbirleri ve yan­daşları ile fısıldaşmaları anlamındadır.

"Zekeriyya mihraptan kavminin huzuruna çıktı ve onlara sabah-akşam Al­lah’ı tespih etmelerini vahiy etti."27 ayetinde geçen vahiy kelimesi, ima ve işa­rette bulunmak demektir.28

C - Vahiy Çeşitleri ve Geliş Yollan

Bu ayetlerde söz konusu olan vahiy çeşidine "gayri ilahi vahiy", Allah’ın iradesine dayanan vahiy çeşitlerine de "ilahi vahiy" denir.29 ilahi vahiy, genel ve özel olmak üzere iki şekilde sınıflandırılabilir. Genel olan vahiy, Allah’ın ya­rattığı şeylere hareket tarzlarını bildirmesidir. Bu çeşit vahiy, varlıkların, yara­tılışın gaye ve düzenini algılamaları ve ona göre uyum sergilemeleridir. Bu, ya­rattıkların fıtrat zorunluluğudur. Kur’ân’da bu çeşit vahyin çeşitli örnekleri vardır:

"Yeryüzü o müthiş sarsıntı ile sarsıldığında, ağırlıklarını çıkarıp attığında ve insan: Ona ne oluyor? diye bağırdığında, o gün yeryüzü Rabb’inin vahiy et­tiği şekilde bütün haberlerini ortaya dökecektir."10

"Böylece onları iki günde (evrede) yedi gök yaptı ve her göğe de emrini vahyetti (görevlerini bildirdi.)"31

"Rabb’in, bal ansına şöyle vahiy etti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan kendine evler edin..."32

Bu ayetlerde sözü edilen vahiy, ilahi tavır ve tarzın ölçülerini göstermekte­dir. Vahiy diye takdim edilen bu ölçüler, dünya ile ahiret hayatını ve arz ile se- mavatı kapsamaktadır.

Özel vahiy ise, Allah’ın insanla konuşma şeklidir. Bunu, Allah’ın, mesajla­rını kullarına insanların alışık olmadığı bir tarzda gizli ve süratli bir şekilde di­rek veya seçtiği elçileri vasıtası ile bildirmesi diye tarif edebiliriz.33 Bu çeşit va­hiy, şu ayette özetlenmektedir:

"Hiç bir beşer (insan) Allah’la şu yolların dışında konuşamaz: Vahiy yahut perde arkasından yahut Allah’ın bir elçisini gönderip de kendi izni ile dilediği­ni bildirmesi şeklinde."34

Bu ayette genel olarak vahiy, açık bir şekilde Allah’ın insanla konuşması olarak gösterilmekte ve bu konuşmanın üç yolla gerçekleştiği haber verilmek­tedir. Birincisi, ilham ve iç aydınlanması şeklinde tecelli eden vahiydir.35 Allah, bu yolla manayı peygamberlerin kalbine bırakır. Başka ayetlerde de bu ^eşit vahye değinilmektedir. Mesela Allah’ın Isa’nın havarilerine36, meleklere3 ve Musa’nın annesine38 vahiy etmesi bu şekildedir, ilham anlamına gelen bu va­hiy, kalbin bildiği ve duyduğu hazdır.39

Yukarıdaki ayette anlatılan üç çeşit vahyin İkincisi, Allah’ın perde (hicap) arkasından konuşması şeklinde tecelli eden vahiydir. Bu ayette vahyin bu çeşi­dinden bahsedildiği gibi, başka ayetlerde de bu çeşit vahyin üzerinde durul­maktadır:

"Sonunda Musa süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tur tarafından bir ateş gördü. Ailesine: Siz (burada) bekleyin; ben bir ateş gördüm. Belki ondan size bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm, dedi. Oraya gelin­ce, o mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından ken­disine şöyle seslenildi: Ey Musa, bil ki ben, bütün alemlerin Rabb’i olan Al­lah’ım."40

Yukarıdaki ayette anlatılan perde arkasından konuşma ve bu ayette ifade edilen ağaçtan seslenme hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bu yorumların tamamı gerçeği açıklamaktan uzak görülmektedir. Ancak bu çeşit vahiy ile ko­nuşan ve duyan kişi, bu vahiy çeşidinin gerçeğini bilebilmektedir. Şu kadar var ki, bu ayetlerde haber verildiği gibi Allah’ın perde arkasından konuşması, bir çeşit vahiydir. Belki perde arkasından konuşma şeklindeki vahiy, fiziki mana­da tecelli eden bir olay değil, varlıkta dile gelen ilahi bir güzellik, hikmet ve dü­zenin insan tarafından yorumlanmasıdır.

Yukarıdaki ayette anlatılan vahiy çeşitlerinin üçüncüsü ise, elçi aracılığı ile konuşmadır. Yüçe Allah dilediği şeyleri Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gönderdi, o da kendisine gelen ilahi hükümleri insanlara tebliğ etti. Bu çeşit vahiy, vahyin en meşhur ve en yaygın olanıdır. Cebrail (a.s.) Hz. Muham­med (s.a.v.)’e vahyi getirince, bazen hakiki haliyle ve bazen de insan suretinde görünmüş; bazen de kendisi görünmemiş, sadece sesi duyulmuştur. Bu durum­da Hz. Muhammed (s.a.v.) sıkıntı duymuş, terlemiş, ağırlaşmış ve bir nevi ken­dinden geçmiştir.41 Hz. Muhammed (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmuştur: "Vahiy bana zaman zaman zil, çan ve çıngırak sesi gibi gelir. Beni en çok zor­layan şekil budur. Bu geliş şeklinde ses benden uzaklaştığında ben vahiy elçisi­nin söylemiş olduğunu ezberlemiş haldeyimdir. Zaman zaman da vahiy meleği bana bir insan suretinde görünür, konuşur ve konuştuğu hafızama nakşedi­lir."42

Resulullah (s.a.v.)’ın bu durumda sıkıntı duyduğuna dair başka rivayetler de vardır. Hz.Aişe, "Ben onu, en soğuk günde vahiy gelirken gördüm; alnından ter damlaları akıyordu" demiştir.43

Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın dizi, Zeyd b. Sabit’in dizi ile temas halinde iken, kendisine vahiy geliyor ve üzerine çöken ağırlıktan etkilenen Zeyd, "nerdeyse dizimin kırılacağını sanmıştım" ifadesini kullanıyor.44

Hz. Ömer’den gelen bir rivayette de, vahiy esnasında Resulullah (s.a.v.)’ın başının etrafında arı uğultusuna benzer sesler işitildiği söylenmiştir.45

inkarcılar Resulullah (s.a.v.)’ın, vahyin gelişi sırasında duyduğu bu sıkıntı­ları bahane ederek, kendisi için şair, mecnun, hasta ve benzeri menfi yorumlar­da bulunmuşlardır. Onların bu çeşit yorumları isabetli değildir. Çünkü onun duyduğu bu sıkıntı, vahyin, gelişi esnasında onun bütün benliğini kuşatmasının neticesi idi.46

Kur’ân’da Allah’ın insana vahyinden genel anlamda bahsedilirken, ...e, ...a anlamında kullanılan "ila" edatı, Hz. Muhammed (s.a.v)’e gelen vahiy ise, özel bir vahiy niteliğini taşıdığı için ...üzerine. ...üstüne anlamında olan "ala" edatı ile kullanılmaktadır:

"(Resulüm) Onu Ruhu’l-Emin (Cebrail) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine (kalbinin üzerine) indirmiştir.”47 Ala edatı, Arap di­linde kuşatma istila etme, kaplama gibi anlamlar için kullanılır.48 Buna göre Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gelen vahiy, sıradan bir iletişim değildir ve onun bü­tün benliğini kuşatıyordu.

Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vahiy alması, kendi istek ve iradesiyle meydana gelmemiştir. Peygamberlik kesbi değil, vehbidir. Yüce Allah mesajlarını, melek­lerin en üstünü olan Cebrail (a.s.) vasıtasıyla ona gönderdi.49 O, vahyi kabul et­mede irade sahibi değildi. Allah’ın gönderdiği hükümleri alıyor ve insanlara ol­duğu gibi aktarıyordu.50 Bu olay onun tefekkür ve düşüncesinin mahsulü olan bir şey değildir.51 Eğer vahiy bu şekilde Allah’tan olmasaydı, peygamberlerin kendi duygu ve düşüncelerine göre bir din kurmaları söz konusu olabilirdi. Vahyin Allah’tan olması, bunu önlemektedir. Buna göre peygamberler, kendi bilgi ve düşünceleri ile bir din ortaya koyamazlar. Onlar da, Yüce Allah tara­fından kendilerine vahiy edilen şeylere uymak mecburiyetindedirler. Kendileri­ne vahiy edilen şeyleri olduğu gibi insanlara okumaları ve öğretmeleri Allah’ın emridir. Allah tarafından kendilerine vahiy edilen bilgiler, hiç kimse tarafından değiştirilemez. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kendi kafasından bir ayeti hazırlayıp ortaya koyması teklif edilince, kendisinin bunu yapamayacağını, Allah’ın ken­disine vahiy ettiği şeylere tabi olduğunu ifade ettiği Kur’an’da haber verilmek­tedir:

"Onlara istedikleri bir ayeti getirmezsen, şöyle derler: Sen o ayeti hazırlayıp toplasaydm ya!..De ki: Ben ancak Rabb’im tarafından bana vahiy olunana uyarım."52 Kur’an’da, bu konuda bilgi veren daha pek çok ayet vardır.53

Yüce Allah tarafından peygamberlere gönderilen ve onların vasıtasıyla in­sanlara intikal eden bu vahiy olayı, bir eğitim meselesidir. Vahiyle ilgili ayetler­de, peygamberlerin hangi şartlarda nasıl davranacakları, çeşitli olaylar karşı­sında nasıl tavır takınacakları kendilerine öğretilmektedir. Böylece kendilerine eğitim usullerinin ve dayandığı temellerin neler olduğu haber verilmektedir.54 Örnek olarak bir ayetin anlamı üzerinde duralım:

"Musa, ben seni peygamberliğe seçtim. Şimdi vahiy olunacak şeyleri din­le."55

Bu ayette anlatılan dinleme olayı bir eğitim meselesidir. Bilhassa yazının kullanılmadığı dönemlerde eğitim ve öğretim faaliyetleri hemen hemen tama­mıyla dinlemeye dayanıyordu. Dolayısıyla bu ayette geçen vahiy, öğretmek an­lamına gelmektedir.56

Bazı kişiler, vahiy için bazı olumsuz yorumlarda bulunarak, onun Hz. Mu­hammed (s.a.v.)’de görülen psikolojik bir rahatsızlık olduğunu ve İslâm’daki vahiy anlayışının ilme ters düştüğünü ileri sürmüşlerdir, ilmi gerçekler incelen­diği zaman, kendilerinin yenilgi içerisinde olduğu ve vahyin ilme ters düşmedi­ği görülmektedir. Son asırlarda hipnotizma denilen suni uyutmanın varlığı bü­tün ilim çevrelerince kabul edilmektedir. Bunun neticesinde insanın sadece bi­yolojik bedenden ibaret olmadığı, bunun yanında psikolojik yani ruh yönünün de olduğu inkar edilemez bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Ruh, bedenden ayrı müstakil bir varlıktır. Onun da kendine göre çeşitli halleri vardır. Uyku­nun da çeşitli psikolojik derecelerinin olması, buna açıkça işaret etmektedir. Bu gibi hususlar maddi ilim ve deneylerle ortaya konamadığı halde, inkar edileme­mekte ve varlığı kabul edilmektedir. Buna göre vahiy, ruh ile alakalı olan bir olaydır ve ilmi yönden varlığı kabul edilmektedir.57

Bir de, Cebrail’in bir insan suretine girip Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gelmesini ve onunla konuşmasını uydurulmuş hikaye olarak yorumlayanlar vardır.58 Bu görüş, Kur’an ve sünnete ters düşmektedir. "Davacıların kıssasından habe­rin oldu mu? (Davut’un ibadet ettiği) mabedin duvarlarına tırmanan (iki kişi­nin kıssasından). Davut onları yanında görünce, telaşlanıp korktu; bunun üzerine ona, korkma, biz (sadece) iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkına teca­vüz etti. Şimdi aramızda adaletle karar ver, doğrudan ayrılma ve (ikimize) dü­rüstlük yolunu göster, dediler."59 mealindeki ayetlerde söz konusu olan iki ki­şi, insan suretine giren iki melektir/0

Cibril hadisi diye bilinen ve çeşitli kaynaklarda yer alan meşhur bir hadise göre, Cebrail (a.s.) bir insan suretinde Hz. Muhammed (s.a.v.)’in huzuruna va­rarak, iman, İslâm, ihsan, kıyametin ne zaman kopacağı ve kıyamet alametle­rinin neler olduğu ile ilgili çeşitli sorular sormuş; Resulullah (s.a.v.) onun soru­larına teker teker cevap verdikten sonra, oradan ayrılıp gitmiş; ardından Resu­lullah (s.a.v.) soruları soran bu kişinin Cebrail (a.s.) olduğunu haber vermiş­tir.61 Başka bir hadiste de, bu konuda şöyle buyurulmaktadır: "Bazen bana vahyi getiren, genç bir adam olarak gelir."“

Bununla beraber Kur’ân, Allah tarafından Hz. Muhammed (s.a.v.)’e vahiy yoluyla hem mana hem de lafız olarak gönderildi. Lafızlarının Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından söylendiği iddia edilemez. Böyle bir düşünce, vahyin ruhuna ve konu ile ilgili olan ayetlere ters düşmektedir. Her şeyden önce Kur’ân, Kur’ân’da "kelamullah" olarak anılmaktadır. Kelam ise, yalnız manadan de­ğil, hem lafız ve hem manadan oluşmaktadır. M. Sait Şimşek, bu konuyu şöy­le açıklamaktadır:

"Kur’ân’ın kelamullah olarak nitelendirilmesi, onun manasıyla birlikte la­fızlarının Allah’a ait olduğunu gösterir.

Kelam sözcüğüyle lafız dışında yalnız başına mana kastedilmez. Anlamı ol­mayan sözlere gürültü denir, kelam değil. O halde kelam, anlam ifade eden la­fızdır. Mutezile’nin ortaya çıkmasından sonra Kur’ân’ın mahluk olup olmadı­ğı meselesi İslâm aleminde sonu gelmeyen tartışmalara neden olmuştu. Mute­zile Kur’ân’ın mahluk yani yaratılmış olduğunu söylüyor, Ehl-i Sünnet ise ya­ratılmadığını söylüyordu. Hatta bu yüzden mutezilîlerin yönetim üzerinde et­kili oldukları dönemde görüşlerinden dolayı Ahmed b. Hanbel ve benzeri Ehl-

i Sünnet alimlerine işkence yapılmıştı. Konuyla ilgili tartışma uzun sürdü. Ni­hayet bir ara formül bulundu ve kelam’ın nefsi ve nutki olmak üzere ikiye ay­rıldığı, talaffuz edilmezden önceki hali olan nefsi kelamın yaratılmış olmadığı, lafızlara dökülmesi anlamında olan nutki kelamın yaratılmış olduğu ileri sürü­lerek bu tartışmaya son verilmek istendi. Kelamın mana için kullanılışı bu ne­denle ileri sürüldü. Bu ayırımın tutarlı olup olmadığı ve lafızlara dökülmemiş olan manaya kelam-ı nefsi denilip denilmeyeceği meselesi bir tarafa, kelam söz­cüğü mutlak olarak zikredildiğinde, lafızlara dökülen anlamındadır. Mananın kelam diye isimlendirilmesinin hiçbir dayanağı yoktur. Hangi Arapça sözlüğe bakarsanız bakınız kelama, mana karşılığım veren bir sözlük bulamazsınız. Kur’ân’ın hiçbir ayetinde bu kelime ile mana kastedilmiş değildir. Kelamullah terkibini içeren şu ayet, size bu konuda ışık tutmaktadır:

“Eğer müşriklerden biri güvence dileyip yanınıza gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah’ın kelamını işitsin.”63

işitilmeye medar olan, yalnız başına mana değil lafızdır. Elbette Allah’ın ke­lamı, içi boş lağv anlamında lafızlar değil, anlamı olan lafızlardır. Eğer kelam ile sadece mana kastedilmiş olsaydı, "Allah’ın kelamını işitsin" denilmez, "Allah’ın kelamını öğrensin veya bilsin vs." denilirdi ve o zaman ancak sadece mananın kastedilmiş olabileceği belki söylenebilirdi."64

Bazı ayetlerde Kur’ân’ın Arapça olarak indirildiği haber verilmektedir. Kur’ân’ın Arapça olarak indirilmesi, onun hem mana ve hem de lafız olarak Allah tarafından indirildiğini göstermektedir. Çünkü yalnız mana, Arapça ola­rak indirilmez. Ancak mana, lafızla beraber Arapça olarak indirilebilir. Kur’ân’ın Allah tarafından Arapça olarak indirildiğini haber veren bazı ayetle­rin meali şöyledir:

"Biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik ve onda tehditleri türlü biçim­lere çevirip açıkladık ki korunsunlar."65

"Biz sana böyle Arapça bir Kur’ân vahiy ettik ki kentlerin anası (Mekke)’yi ve çevresinde bulunanları uyarasın."66

"Ondan önce de önder ve rahmet olarak Musa’nın kitabı vardır. Bu da (şirk ile), kendilerine yazık edenleri uyarmak, güzel davrananları müjdelemek için, Arap diliyle indirilmiş: (kendinden önceki kitabı) doğrulayan bir kitaptır."67

Görüldüğü gibi bütün bu ayetlerde, Kur’ân’ın Allah tarafından Hz. Mu­hammed (s.a.v.)’e vahiy yoluyla Arapça olarak indirildiği anlatılmaktadır. Yal­nız mananın Arapça olarak indirilmesi mümkün olmadığına göre, Kur’ân’ın hem mana ve hem de lafız olarak Allah tarafından gönderildiği anlaşılmakta­dır.

Bu konuyu te’kid eden diğer bazı ayetlerin meali şöyledir:

"(Ey Mühammed), Vahyi tekrarlamak için (acele acele) dilini kıpırdatma, onu (senin kalbinde) toplamak ve okutmak bize düşer. Sana Kür’ân’ı okudu­ğumuz ¿aman, onüiı okunuşunu takip et. Sönra onu açıklamak bize düşer."68

Bu ayetlerde de Kur’ân’m hem mana hem de lafız olarak Allah tarafından vahiy edildiği anlatılmaktadır. Her şeyden önce bu ayetlerde Kur’ân’ın Hz. Mühammed (s.a.v.)’e okunduğu açıkça ifade edilmektedir.- Mana okunmaz, âncak lafız, ve kelimeler okunur. Ona okutma ifâdesi de aynı anlamı ortaya koymaktadır. Vahyi tekrarlamak için dilini kipırdatma tabiri de, vahyin keli­melerden oluştuğunu anlatmaktadır. Çünkü mana ve mefhumu ezberlemek için, dili kıpırdatmak gerekmez. Ancak, gönderilen kelimeleri ezberlemek için dili kıpırdatmak gerekir. Buna göre bu ayetlerde, üç ayrı noktada vahyin Allah tarafından Hz. Mühammed (s.a<v.-)’e sadece mana ölârak değil, aynı zamanda lafız olarak gönderildiği anlaşılmaktadır.

Vahyin dili İlahidir. Yüce Allah her millete peygamber göndermiş Ve gön­derdiği peygamberi de kendilerinden seçmiştir. Her peygamber# Âllah tarafın­dan kendisine gönderilen vahyi konuştuğu dili ile aliriış ve çevresindeki insan­lara anladıkları bir dil ile anlatmıştır. Yukarıda ayetlerle anlatıldığı gibi, Hz. Mühammed (s.a.v.)’e vahiy,- konuştuğu dil olan Arapça olarak gönderildi.- An­cak Kur’âri’fn hükmü, sadece Araplara mahsus değil, bütün insanlara yönelik­tir.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, vahyin kaynağı olan Allah ile muhatabı olan Hz. Mühammed (s.a.v.)’in arasındaki önemli vasıtalardan biri, dildir. Yü­ce Allah vahyi, ses ve söze dönüştürmek için Cebrail (a.s.)’i görevlendirrriiştir. Kur’ân’dan, Cebrail (a.s.)’in nuraiıi değil, yaratılışı tam ve mükemmel olan ru­hani bir varlık olduğunu öğrenmekteyiz.69 Allah onu Kur’ân’da "Cibril"70, "Ruh"71, "Rııhu’l-Kudüs"72, "er-Ruhu’l-Emin"73, "Şedidu’l-Kuva"74, "zi Kuv­ve"73 ve benzeri isim ve sıfatlarla isimlendirmektedir.

Ibn Haldun da Kur’ân’ın hem lafız hem de mana olarak vahiy edildiğini şöyle açıklamaktadır: "Kur’ân eşsiz bir yer işgal eder ve bütün ilahi kitaplar arasında tektir. Çünkü Kur’ân ilahi vahyin esas şeklidir. Halbuki Hz. Musa ve Isa, Tevrat ve Incil’i mana olarak aldılar ve normal durümlarına döndükten sonra aldıkları o manaları kendi sözleriyle anlattılar. Çünkü Eski Ahd’in bü­yük bir kısmı profesyonel yazarların eseridir. Onun için Kur’ân müstesna, gök­sel kitapların hiç biri-taklit ediÎmezlik-vasfına sahip değildir."76

Ayrıca, Yüce Allah Kur’an’ı Hz. Muhammed (s.a.v.)’e vahiy yolu ile gön­derdiği gibi, ona ilim ve hikmeti de verdi. Yani onun sünneti de vahiy çerçeve­sinin dahilinde bulunmaktadır. O, hevasından, nefsani arzu ve isteklerine göre konuşmaz. Onun bu özelliği, Kur’an’da şöyle haber verilmektedir:

"Sizin bu arkadaşınız ne sapmış, ne de aldatılmış ve ne de kendi arzu ve he­veslerine göre konuşmaktadır. Bu (size ilettiği), kendisine indirilen (İlahi) va­hiyden başka bir şey değildir."77

"Rabb’imiz, onlara kendi içlerinden bir elçi gönder. Onlara ayetlerini oku­sun, kitabı ve hikmeti öğretsin. Onları temizlesin. Şüphesiz sen aziz ve hakim­sin.”78

imam Şafii, burada söz konusu olan kitabın Kur’ân ve hikmetin de sünnet olduğunu söylemiştir.79

Sünnetin önemine işaret eden başka ayetler de vardır. Aslında, sünnetin de vahiy olduğuna dair deliller, daha çok hadislerden getirilmektedir. Bu konu ile ilgili olan bazı hadisler şöyledir:

"Bana Kur’ân ve bir de onun misli verildi."80

Bir Yahudi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in huzuruna vararak ona bazı sorular sordu. Resulullah (s.a.v.) onun sorularına cevap verdikten sonra oradan ayrı­lıp gitti. Ondan sonra Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Gerçekten şu adam soracağını sordu. Aslında ben onun sordukları hakkında bir şey bilmiyordum. Ama Allah onları bana bildirdi."81

"Cibril, komşu hakları ve ilişkileri konusunda bana o kadar tavsiyede bu­lundu ki, neredeyse komşunun komşuya varis olacağını zannettim."82

Bu hadislerde, bizzat Resulüllah (s.a.v.) tarafından, Kur’ân’ın dışında bazı bilgilerin Allah tarafından kendisine verildiği açıklanmaktadır.

Bazı alimler ise, Kur’ân’dan başka vahyin bulunmadığını, Resulullah (s.a.v.)’ın söz ve davranışlarının vahiy olmadığını söylemişlerdir. Ibn Hibban, Ibn Hazm, çağdaş alimlerden Muhammed Hamidullah, Mııhammed Taki Us- mani, Fazlu’r-Rahman ve başkaları, Resulüllah (s.a.v.)’ın sünnetinin vahyin kapsamı dahilinde olduğunu savunmuşlardır.83 Bu görüşü savunanlara göre, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelen vahiy, iki çeşit olarak tanımlanmaktadır. Birin­cisi, vahyi metluvdur. Bu da ibadetlerde okunan vahiydir ki, o da Kur’ân’dır.

İkincisi ise, Resulullah (s.a.v.)’ın sünneti olan vahyi gayri metluvdur.84

Kanaatime göre, ikinci görüş daha sağlıklıdır. Çünkü yukarıda geçen ayet ve hadislerin mefhumundan bu mana anlaşılmaktadır. Onun, yeme, içme, gi­yinme, uyuma, şaka yapma ve benzeri bazı davranış ve hareketleri ve bu gibi konularla ilgili söyledikleri vahyin dışında olabilir. Onun dışında dini ve ahlâki sünnetinin vahyin kapsamı dahilinde olduğu kanaatındayım.

Vahiy, felsefe ile aynı olmadığı halde, onunla sıkı bir beraberliği vardır. Yu­karıda anlattığımız gibi, vahyin menşei ilahidir. Peygamber dahil hiç bir insa­nın vahye katkıda bulunması, ona müdahalesi ve etkileşimi söz konusu değil­dir. Dolayısıyla vahiy, tamamıyla ilahi olan saf bilgiyi temsil eder. Vahyi geti­ren melek de, onu alıp insanlara tebliğ eden peygamber de, bu konuda sadece birer aracıdırlar. Bu bakımdan vahiy, felsefeden hep ayrıdır. Ancak vahiy, in­sanlık tarihi boyunca felsefe üzerinde de etkili olmuş, ona müdahale etmiş, yön vermiş, hatta felsefenin ortaya çıkışında ve gelişmesinde etkili rol oynamıştır.

Bilindiği gibi her peygamber iddiasında doğru olduğunu muhataplarına ka­bul ettirmek için çeşitli mucizeleri ortaya koymuştur. Peygamberlerin mucize­lerinin çoğu vahye dayanır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in en mükemmel ve yega­ne mucizesi, hiç şüphesiz Kur’ân’ı Kerim’dir ve Kur’ân da vahiy mahsulüdür. Vahyin varlığı ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in şahsında tecellisi ilahi bir mucize­dir.

SONUÇ

Kelime olarak gizli konuşmak, ilham etmek, telkinde bulunmak, fısıldamak ve benzeri anlamlara gelen vahiy, dini bir terim olarak Allah’ın, insanlar ara­sından seçtiği peygamberlere, Cebrail (a.s.) vasıtası ile emir ve yasaklarını ilet­mesi demektir.

Vahiy anlayışı, insanlıkla beraber başlamış ve günümüze kadar değişik inanç sahipleri tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır.

Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde dile getirildiğine göre, Allah’ın iradesine daya­nan vahiy çeşidine "ilahi vahiy", bunun dışındaki vahiy çeşitlerine de "gayri ilahi vahiy" denir, "ilahi vahiy" de, Allah’ın kainatta yarattığı varlıklara hare­ket tarzlarını bildirmesi diye tanımlayabileceğimiz "genel vahiy" ve Allah’ın in­sanlarla konuşması şeklinde meydana gelen "özel vahiy" diye iki kısma ayrılır.

Kur’ân’da bildirildiğine göre özel vahiy, ya ilham (iç aydınlanması) ya per­de arkasından veya elçi vasıtası ile gerçekleşir. Allah’ın insanlarla konuşması diye yorumladığımız bu vahyin çeşitlerini, kelimelerle tam olarak tasvir etmek mümkün değildir. Zira bunların gerçek keyfiyetini, ancak bu çeşit vahiylerle bizzat muhatap olup yaşayanlar bilir. Allah, bu tür özel vahyi, ancak peygam­berlerine nasip etmiştir.

Vahyin Allah tarafından peygamberlere iletilmesi, tek taraflıdır. Peygam­berlerin bunda iradeleri yoktur. Allah, seçtiği her peygambere, vahyi kendi dili ile, lafız ve mana olarak göndermektedir. Dolayısıyla Kur’ân’m dili Arapça- dır. Kur’ân’m Arapça olarak indirildiği, birçok ayette haber verilmektedir. Ay­rıca çeşitli ayetlerden, Kur’ân’m hem lafız ve hem mana olarak Allah tarafın­dan gönderildiği anlaşılmaktadır.

Kur’ân’m vahiy mahsulü olduğunda şüphe yoktur. Resulullah (s.a.v.)’m sünnetinin de vahyin kontrolü ve kapsamı dahilinde olduğu kanaatındayım.

Vahyin gönderilmesindeki gaye, insanların maddi ve manevi yönden eğiti­mi, iyiliğin yaygınlaşması, kötülüğün önlenmesi, bunun neticesinde dünya ve ahiret hayatının huzur ve saadetinin sağlanmasıdır.

* Dicle Üniversitesi, ilahiyat Fakültesi.

1 Ebu Bekir Muhammed b. Hüseyin b. Dureyd, Kitabu Cemherti’l-Lüğa, Bağdat, 1926, 11,198; Muhammed b, Ahmed el-Ezheri, Tehzibu’l-Lüğa, Kahire 1969, V. 296; el-Hüseyin b. Muhammed er-Rağıb el - Isfaha- ni, el-Mufredat, İstanbul 1986, s. 809 vd; Heyet, Mu’cemu Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, Tahran tsz, II, 793 vd.

2 Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, trc. Mehmet Emin Maşalı, Ankara 2001, s, 54.

3 Wensinck A. J. “Vahiy” md. (M.E.B.) Islâm Ansiklopedisi, İstanbul 1988, XIII, 142.

4 Muhammed Abdulazim ez - Zerkani, Menahlu’l - irfan fi Ulumi’l - Kur’ân, Beyrut 1996, 1, 63.

5 Celaluddİn es - Suyuti, el -Îtkan fi Uiumi’i - Kur’ân, Kahire 1952, I, 59.

6 Muhammed b. Ali et-Tahanevi, Keşşafu İstilahati’l-Funun, İstanbul 1984, II, 1523.

7 Muhammed b. Ahmed el-Hatibi ve M. Avd, Dirasatün fi’l-Akideti’l-îslâmi, Amman 1990, s. 178.

8 Seyyid Şerif el-Cürcani, et-Ta’rifat, Kahire 1357, s. 40.

9 Muhammed Abduh, Risaletu’t-Teuhid, Kahire 1960, s. 106.

10 Ebu Bekir Cabir el-Cezairi. Akidetu’l-Mu’min, Kahire 1985, s. 204.

11 Salim Mükrim Abdulal, el-Fikru’l-Islâmi Beyne’l - Vahyi ve’l-Akl, Amman 1992, s. 18.

12 Toshikiko Izutsu, Kur’ân’da Allah ve insan, trc. Süleyman Ateş, Ankara 1975, s. 128.

13 M. Zeki Duman, Vahiy Gerçeği, Ankara 1997, s. 79.

14 Şerafettin Gölcük ve Süleyman Toprak, Kelam, Konya 1988, s. 288.

15 İsmail Raci el-Faruki-Luİs Lamia el-Faruki, İslâm Kültür Atlası, trc. Mustafa Okan Kibaroğiu-Zerrin Kiba* roğlu, İstanbul 1999, s. 1 12 vd.

16 Abdulgaffar Aslan, Kur’ân’da Vahiy, Ankara 2000, s. 28 vd.

17 Aslan, Vahiy, s. 11 vd.

18 Etienne Gilson, Tanrı ve Felsefe, trc. Mehmet S. Aydm, İzmir 1986, s. 35.

19 W. M. Watt, Modern Dünyada İslâm Vahyi, trc. Mehmet S. Aydın, Ankara 1982. s. 89.

20 Watt, İslâm Vahyi, s. 23 vd.

21 Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed Ibn Manzur, Lisanu’UArab, Beyrut tsz. XV, 397; Muhammed Murta- za ez-Zcbidi, Tacu’l-Arus, Mısır 1306. X, 385; Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 150; Subhi es-Salih, Kur’ân İlimleri, trc. M. Said Şimşek, Konya tsz, s. 21.

22 Bu kavramlarla ilgili geniş bilgi için bkz. Aslan, Kur’ân’da Vahiy, s. 49 vd.

23 Bedruddin Muhammed b. Abdillah ez-Zerkeşi, el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’ân, Beyrut 1972,1, 273 vd; es- Su- yuti, el-ltkan, I, 50.

24 el-En’am 6/112.

25 Ebu Zekeriyya el-Ferra, Meani’l-Kur’ân, thk. Ahmed Yusuf Necati ve Muhammed Ali en-Neccar, Basım ye­ri ve yılı yok, I, 351; Abbdullah b. Ömer b. Muhammed Nasiruddin el-Beydavi, Envaru’t-Tenzil ve Esra- ru’t-Te’vil, Mısır 1955,1, 147.

26 el-Enam 6/121.

27 Meryem 19/11.

28 Carullah Mahmud b. Ömer ez-Zemahşeri, el-Keşşaf an Hakaikul-Tenzil, thk. Muhammed Mürsi Amr, Ka* hire 1977, IV, 4; Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, İstanbul 1999, II, 608 vd.

29 İsmail Cerrahoglu, Tefsir Usulü, Ankara 1985, s. 37.

30 ez-Zilzal 99/1-5.

31 Fussilet 41/12.

32 en-Nahi 16/68.

33 cz-Zerkani, Menahil, I. 46.

34 eş - Şûra 42/51.

35 el-Isfahani, el-Müfredat, s. 810; Esed, Kur’ân Mesajı, III, 994.

36 el-Maide 3/12.

37 el-Enfal 8/12.

38 cl-Kasas 28/7.

39 Subhi es-Salih, Kur’an ilimleri, s. 23.

40 el-Kasas 28/29, 30.

41 ez-Zerkani, Menahil, I. 46 vd.

42 Buharı, Bedu’i-Vahyi, I.

43 Buhari, Bedu’l - Vahyi, 1, 3: Müslim, Fedail, 2333; Tirmizi, Menakib, 7.

44 İbnHanbel, V, 384.

45 Buhari, Bedu’l - Vahyi, 1.

46 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Duman, Vahiy, s. 67 vd.

47 eş-Şuara 26/193, 194, 195.

48 Muhammed el-Antaki, el-Minhac fi’l-Kavaidi ve’l - î’rab, İstanbul 1985, s. 259 vd.

49 Fazlu’r-Rahman, Ana Konularıyla Kur’ân, Ankara 1996, s 147 vd.

50 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 155 vd.

51 Said Ramazan el-Buti, Ahsenu’l-Hadis, Basım yeri ve yılı yok, s. 16 vd.

52 el-A’raf 7/203.

53 el-En’am 6/50; el-Kehf 18/27; el-Ahzab 33/2; Sebe 34/50; cş - Şura 42/51.

54 Taha 20/77, 114; el-Araf 7/117, 160; el-En’am 6/144, 145; Yunus 10/87; er-Ra’d 13/30; el-Mü’minûn 23/27.

55 Taha 20/13.

56 Bayraktar Bayraklı, Kur’ân-ı Kerim’de Öğretim Kavramı ve Vahiy, Diyanet Dergisi, Ankara 1991, XXVII, 169 vd.

57 Bu konuda geniş bilgi için bkz. ez.-Zerkani, Menahil, s. 47 vd.

58 Fazlu’r-Rahman, Ana Konularıyla Kur’ân, s. 171

59 Şad 38/21,22.

60 el-Maverdi, en-Nuketu, V.86; Muhammed b. Ahmed ei-Kurtubi, ei-Camiu li Ahkami’l~Kur’âny Beyrut 1988, XV,109; İsmail b. Kesir, Tefsirul-Kur’âni’l-Azİm, Beyrut 1969, IV, 31; El-Beydavİ, Envar, II, 163. Muham­med Esed, Kur’ân Mesajı, İstanbul 1999, III, 927.

61 Buhari, iman, 37; Tefsir, 31; Müslim, iman, 57; Ebu Davud, Sünne, 16; Tirmizi, iman, 4; Ibn Mace, Mukaddime, 9; Ibn Hanbel, I, 27, 51,53, 319; II, 107, 426; IV, 29, 164.

62 Nesai, İftitah, 37.

63 et-Tevbe, 9/6.

64 M.Sait Şimşek, Fatiha Suresi ve Türkçe Namaz, İstanbul 1998, s. 100 vd.

65 Taha 20/113.

66 eş-Şuara 42/7.

67 et-Tevbe 9/6. Ayrıca, er-Ra’d 13/37; ez-Zumer 39/28; Fussilet 41/3 ve ez-Zuhruf 43/3 ayetleri de, bu konu­da bilgi vermektedirler.

68 el-Kiyame 75/16-19.

69 el-Bakara 2/97; en-Ñahl 16/2; el-Mearic 70/4; en-Nebe’ 78/38; el-Kadr 97/4.

70 el-Bakara 2/98; et-Tahrim 66/4.

71 Meryem 19/17; el-Kadr 97/4.

72 ei-Bakara 2/87, 253; el-Maide 5/110; erï-Nahl 16/102.

73 es-Şuara 42/193.

74 en-Necm 53/5,6.

75 et-Tekvir 81/19,20.

76 Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 170 vd; Duman, Vahiy, s. 74.

77 en-Necm 53/2-4.

78 el-Bakara 2/İ29.

79 Muhammed b. Idris eş- Şafii, er-Risale> thk. Ahmed Şakir, s. 77 vd.

80 Müslim, Cennet, 64; Ebu Davud, Edeb, 48.

81 Müslim, Hayız, 34.

82 Buharı, Edep, 28; Müslim, Birr, 140; Ibn Mace, Edep, 4; Ibn Hibban, I, 365.

83 Mehmet Erdoğan, Akıl-Vahiy Açısından Sünnet, İstanbul 1995, s.76 vd; M. Hayri Kırbaşoğlu, Islâm Düşüncesinde Sünnet, Ankara 1993, s. 60 vd; Fazlurrahman, Hz. Muhammed (s.a.v.), İstanbul 1990, II, 543 vd.

84 es-Suyuti, el-Itkan, I, 59; Miftahu’l-Cenne fi’l-Ihticaei bi’s-Sünne, Kahire 1402, s. 43.

BİBLİYOGRAFYA

ABDUH, Muhammed (ö. 1323/1905),

Risaletu-Tevhid, Kahire 1960.

ABDULAL, Salim Mükrim,

el-Fikru’l-lslâmi Beyne’l-Vahyi ve’l-Akl, Amman 1992.

ANTÂKÎ, Muhammed,

el-Minhac fi’l-Kavaidi ve’l-Vrab, İstanbul 1985.

ASLAN, Abdulgaffar,

Kur’ân’da Vahiy, Ankara 2000.

BAYRAKLI, Bayraktar,

Kur’ân-ı Kerim’de Öğretim Kavramı ve Vahiy, Diyanet Dergisi, c. XXVII, Ankara 1991.

BEYDÂVÎ, Abdullah b. Ömer (ö. 685/1286),

Envâru’t-Tenzil ve Esrâru’t-Te’vil, Mısır 1955.

BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmail (ö. 256-870).

el-Câmiu’s-Sahih, Beyrut 1990.

BÛTÎ, Said Ramazan,

Ahsenu ’l-Hadis, Basım yeri ve yılı yok.

CERRAHOĞLU, İsmail,

Tefsir Usulü, Ankara 1985.

CEZÎRÎ, Ebu Bekir Cabir,

Akidetu’l-Mii’min, Kahire 1985.

CÜRCÂNÎ, Seyyid Şerif,

et-Ta’rifat, Kahire 1357.

DUMAN, M. Zeki,

Vahiy Gerçeği, Ankara 1997.

EBU DAVUD, Süleyman b. Eş’as,

Sünen, İstanbul 1981.

EBU ZEYD, Nasr Hamid,

ilahi Hitabın Tabiatı, trc. Mehmet Emin Maşalı, Ankara 2001.

ERDOĞAN, Mehmet,

Akıl-Vahiy Açısından Sünnet, İstanbul 1995.

ESED, Muhammed,

Kur’ân Mesajı, İstanbul 1999.

EZHERÎ, Muhammed b. Ahmed (ö. 370-981),

Tehzibu’l-Lüğa, Kahire 1969.

FAZLU’ R-RAHMAN,

Ana Konularıyla Kur’ân, Ankara 1996.

Hz. Muhammed (s.a.v.). İstanbul 1990.

FERRÂ Ebu Zekeriya (ö. 207-822).

Meâni’l-Kur’ân, thk. Ahmed Yusuf Necati ve Muhammed Ali en-Ne- car, Basım yeri ve yılı yok.

GİLSON, Etienne,

Tanrı ve Felsefe, tr. Mehmet S. Aydın, İzmir 1986.

GÖLCÜK, Şerafettin ve Süleyman Toprak,

Kelam, Konya 1988.

HATÎBÎ, Muhammed b. Ahmed ve M. Avd,

Dirasatün fi’l-Akideti’l-lslâmi, Amman 1990.

HEYET,

Mu’cemu Elfazı’l-Kur’ani’l-Kerim, Tahran tsz.

İBN DUREYD, Ebu Bekir Muhammed b. Hüseyin (ö. 321-933),

Kitabu Cemhereti’l-Luğa, Bağdat 1926.

İBN HANBEL, Ahmed b. Muhammed (ö. 241-855),

Müsned, Beyrut tsz.

İBN HlBBAN, Alauddin Ali b. Belban el-Farisi,

Sahihu îbn Hibban, Beyrut 1993.

İBN KESİR, İsmail (ö. 774/1372),

Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim, Beyrut 1969.

İBN MACE, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid (ö. 273-886).

Sünen, Kahire tsz.

İBN MANZÛR, Ebu’l-Fadıl Cemaluddin Muhammed (ö. 711-1311), Lisânü’l-Arap, Beyrut, tsz.

ISFAHÂNÎ, el-Hüseyin b. Muhammed er-Ragıp (ö. 502-1108), el-Müfredat, İstanbul 1986.

IZUTSU, Toshikiko,

Kur’ân’da Allah ve İnsan, trc. Süleyman Ateş, Ankara 1975.

KIRBAŞOĞLU, M. Hayri,

İslâm Düşüncesinde Sünnet, Ankara 1993.

KURTUBÎ, Muhammed b. Ahmed (ö. 671/1272),

el-Camiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 1988.

MÂVERDÎ, Ali b. Muhammed (ö. 450-1058),

en-Nuketu ve’l-Uyunu, Beyrut 1992,

MÜSLİM, Ebu Hüseyin b. Haccac el-Kuşeyri (ö. 261-874),

Sahihi Müslim, Beyrut 1954.

NESÂÎ, Ebu Abdurrahman b. Şuayb (ö. 303/915),

Sünenü’n-Nesâi, Mısır 1969.

RÂCÎ, İsmail el-Fârûkî-Luis Lamia el-Fârûki,

İslâm Kültür Atlası, trc, Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroelu, İstanbul 1999.

RÂZÎ, Fahruddin (ö.604-1209),

et-Tefsiru’l-Kebir ve Mefatihu’l-Ğayb, Beyrut 1990.

SÜBHl, es-Salih,

Kur’ân İlimleri, trc. M. Said Şimşek, Konya tsz.

SUYÛTÎ, Celaluddin (Ö.911-1505),

el-ltkan fi Ulumi’l-Kur’ân, Kahire 1952.

Miftahu’l-Cenne fi’l-lhticaci bi’s-Sünne, Kahire 1402.

ŞİMŞEK M. Sait,

Fatiha Süresi ve Türkçe Namaz, İstanbul 1998.

TAHANEVÎ, Muhammed b. Ali,

Keşşâfu İstılah ati’l-Fünûn, İstanbul 1981.

TlRMlZÎ, Ebu Isa Muhammed b. Isa (ö. 279-892).

Sünen, İstanbul 1992.

WATT, W. M.,

Modern Dünyada İslâm Vahyi, trc. Mehmet S. Aydın, Ankara 1982.

WENSINCK, A. J.,

Vahiy md. M.E.B. İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1967.

ZEBlDl, Muhammed Mürtaza (Ö.1205-1790),

Tâcü’l-Arus, Mısır 1306.

ZEMAHŞERÎ, Carullah Mahmud b. Ömer (ö. 538-1143).

el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzil, thk. Muhammed Mursi Amr, Kahire 1977.

ZERKÂNÎ, Muhammed Abdulazim,

Menâhilü’l-lrfan fi Ulûmi’l-Kur’ân, Beyrut 1996.

ZERKEŞÎ, Bedruddin Muhammed b. Ahdillah (ö. 794-1392), el-Bur hân fi Ulûmi’l-Kur’ân, Beyrut 1972.