Makale

YOKSULLUKLA MÜCADELEDE İSLÂM'IN ORTAYA KOYDUĞU BAZI İLKELER

YOKSULLUKLA MÜCADELEDE İSLÂM’IN ORTAYA KOYDUĞU BAZI İLKELER

Doç. Dr. Şuayip ÖZDEMİR
İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi

Geçimini sağlamakta zorluk çeken ve yardıma muhtaç kimselere yoksul denmektedir. İnsanın yaşamını devam ettirebilmesi için yeme, içme, barınma vb. zorunlu ihtiyaçlarının karşılanması gerekmektedir. Yoksulluk sonucu bu zorunlu ihtiyaçların karşılanamayışı, mutlu ve huzurlu bir yaşamın önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır.
Son yıllarda yaşanan iktisadi bunalımlar ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan işsizlik, yoksulluğu artırıcı etkenlerden biri olmuştur. Yoksulluk önemli bir toplumsal problem haline gelmiş bulunmaktadır.
Türk İş’in verilerine göre 4 kişilik bir ailenin Şubat 2002 tarihi itibariyle gıda harcaması toplamı 308.700.000, yine 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı ise 938.298.000 dur.
Yoksulluktan en çok etkilenenlerin başında çocuklar gelmektedir. Artık aileler yoksulluk nedeniyle çocuklarının eğitimini yarıda kesmekte, düşük ücret karşılığında bile olsa işe vermektedirler. Bunun yanında köprü altlarında yatan, çöplüklerden gıda maddeleri toplayan, ailesinin geçimini sağlayamadığı için bunalıma giren ve beslenme yetersizliğinden ölen insanların sayısında her geçen gün artış yaşanmaktadır.
Ortaya çıkan bu olumsuz tablonun düzeltilmesine yönelik çözüm arayışlarına gidilmesi bir zorunluluk arz etmektedir. Bu konuda pek çok çözüm önerileri sunulabilir. Biz özellikle İslâm’ın yoksulluğu ortadan kaldırıcı ilkelerini tespite çalışacağız.
İslâm’da fakirlik ve yoksullukla mücadele önemli bir yer tutmaktadır. Dinin temel kaynakları olan Kur’an ve hadislerde, yoksul, düşkün ve fakirlere yardım edilmesi ile ilgili pek çok teşvik edici ifade yer almaktadır. Diğer insanlara karşı duyarlı olabilmek ve kazancını yoksullarla paylaşmak, İslâm’ın esaslarındandır. İslâm, bireylere paylaşım ruhu kazandırmayı, böylece birbirinden haberdar olan, sosyal duyarlılığı gelişmiş ve yardımlaşmanın had safhaya ulaştığı bir toplum oluşturmayı amaçlamıştır.
İşte araştırmamızda, İslâm’ın bu amaca ulaşmak için nasıl bir yöntem izlediğini, yoksullukla mücadelede etmek ve yoksulluğu ortadan kaldırmak için ne gibi önlemler aldığını ve bu bağlamda zekat ve sadakanın bu mücadeledeki rolünü ortaya koymaya çalışacağız. Ayrıca bireylere yardımlaşma duygusunun kazandırılmasında din görevlilerini ne gibi sorumluluklar beklediği üzerinde duracağız.
1- İslâm’ın Sosyal Dayanışmaya Verdiği Önem
İnsan sosyal bir varlıktır. Bu özelliğinden dolayı toplum içinde yaşamaktadır. Toplumda bulunan her bireyin diğer insanlara karşı yerine getirmesi gereken birtakım görev ve sorunluluklara bulunmaktadır. Bunlardan biri de, fakir ve yoksul kimselerin yardımına koşmak, maddi sıkıntılarını gidermek ve onlara toplum içerisinde bir yer hazırlamaktır. Fakir ve yoksul kimselerin sıkıntılarına ortak olmak ve onların ihtiyaçlarını karşılamak ise, sosyal dayanışma ruhunun bireylere kazandırılmasıyla mümkündür.
Sosyal dayanışma, toplumdaki her ferdin, kendi üzerinde topluma karşı yerine getirilmesi gerekli olan birtakım görev ve sorumlulukların bulunduğunu hissetmesi ve imkanları nispetinde toplum yararına sağlamış olduğu maddi ve manevi katkılarıdır.
Sosyal dayanışma bilincine sahip olan insanlar, nemelazımcılıktan kaçınır, fakiri gözetir, yetimi barındırır, güçsüze ve yolda kalmışa yardım ederler. Böylece toplumda zayıf ve güçsüzlerin ihtiyaçlarının giderildiği bir ortam sağlanır. Zenginle fakir arasındaki uçurumlar ortadan kalkar. Karşılıklı sevgi ve saygı bağları kuvvetlenir.
Bütün emir ve yasaklarında insanın yararını gözeten ve insanın mutluluğunu amaçlayan İslâm, sosyal dayanışmayı sağlayıcı ve sosyal duyarlılığı geliştirici prensipler otaya koyan bir dindir.
İslâm’ın özünü oluşturan tevhit inancı, en mükemmel ve ideal bir sosyal kaynaşma ve dayanışmayı sağlayıcı bir prensip olma özelliği taşımaktadır.
İslâm sosyal dayanışmayı sağlamak amacıyla yardımlaşmayı teşvik etmiştir. Öncelikle zengin müslümanlara zekat farz kılınmıştır. Bunun yanında müslümanlar hayır yapmaya ve sadaka vermeye yönlendirilmiştir. "Veren el alan elden üstündür (hayırlıdır)" buyurularak, başkaları için harcamada bulunan kimselerden övgüyle söz edilmiştir.
İslâm fakirin gözetilmesini, yetimin barındırılmasını, yolda kalmışlara, yoksul ve düşkünlere yardım edilmesini müslümanlara bir görev olarak yüklemiştir. Hatta "bir müslümanın kendisi için istediğini başka bir müslüman için de istemesi" imanın tamamlayıcı unsuru olarak görülmüş ve "komşusu açken tok yatanların gerçek mü’min olamayacakları" ifade edilmiştir.
Kur’an’da müslümanlar hayır yapmaya, fakir ve yoksul kimselere yardımda bulunmaya teşvik edilmektedir:
"Onlar, Rablerinin rızasını dileyerek sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak harcarlar ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte dünya yurdumun güzel sonucu olanlarındır."
"Allah’ın kitabını okuyan, namazı kılanlar, gizli ve aşikar olarak kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar asla zarar etmeyecek bir ticaret umarlar." "İmarı eden kullarımla şöyle de: Namazı dosdoğru kılın. Alış-veriş dostluğun fayda vermeyeceğini gün gelmeden, size verdiğimiz rızıkların bir kısmını, gizli ve açık olarak hayır yollarında harcayın."
"Gerçek iyilik, yüzünüzü doğuya ve batıya çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmak, Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcamak, namaz kılmak, zekat vermektir."
"Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler."
"Sadaka veren erkeklere ve kadınlara, Allah’a güzel bir ödünç verenlere, kat kat karşılık verilir; ayrıca onlara cömertçe verilecek bir ödül vardır.
Âyetlerde görüldüğü gibi, dini inançla ihtiyaç sahiplerine yardım etme birbirinin tamamlayıcı unsuru olarak sunulmaktadır. Dini inancın güçlülüğü, yardımlaşmayı teşvik edici bir işlev görmektedir. İnsanlar ahiret ödülü ile yardımlaşmaya motive edilmektedir. Ahiret inancı ile yardımlaşma arasında ilişki kurulmaktadır. İhtiyaç sahiplerine yardımda bulunan kimselerin diğergamlık yönüne dikkat çekilmektedir.
Buna göre zengin müslümanların zekat ve sadakalarını fakir, yoksul, yetim, kimsesiz ve darda bulunanlara vermeleri, sosyo-ekonomik farklardan ileri gelen bölünmeleri ortadan kaldırarak toplumsal dayanışma ve kaynaşmanın gerçekleştirilmesinin canlı tablosunu oluşturur.
İslâm sosyal dayanışma duygusunu bireylere kazandırmakla, güçlü ve duyarlı bir toplum oluşturmayı amaçlamıştır. Böyle bir toplumda, insanlar birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Birbirlerinin sıkıntılarından anında haberdar olurlar. Fakir, kimsesiz, işsiz ve güçsüzler dışlanıp bir kenara itilmezler.
Hadislerde sosyal duyarlılığı gelişmiş ve aralarında dayanışmayı sağlamış mü’minler şöyle tasvir edilmektedir:
"Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir."
"Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar."
Dinin verdiği bu mesaj etrafında bütünleşme ve bunun sağladığı "biz" şuuru, o toplumda yaşayan bireyleri başkalarına karşı son derece duyarlı ve hassas hale getirir."
Dini duyarlılığı gelişen insanlar, fakir ve yoksul kimseleri düşünür, onlara yardımda bulunurlar. Böylece dini duyarlılık, toplumsal dayanışma ve bütünleşmeyi sağlayıcı, bireyleri fakir ve yoksulların ihtiyaçlarını karşılamaya yönlendirici bir görev üstlenir.
İslâm’da muhtaç durumda olan kimseleri gözetme, fakir ve yoksul kimselerin ihtiyaçlarını karşılama bağlamında özellikle zekat ve sadakanın ön plana çıkarıldığını görmekteyiz. Önce zekat üzerinde duralım.
2- Yoksullukla Mücadelede Zekatın Rolü
Zekat, sözlükte bereket, nemâ, artma, çoğalma, temizlik, kurtuluş anlamlarına gelmektedir.
Istılahta ise, "ortalama refah düzeyinin üzerindeki yükümlülerin belirli şartları taşıyan mal varlıklarının muayyen bir miktarını, muayyen bir zaman sonra hak sahibi bulunan alt gelir sahiplerine ulaştırılmak üzere Allah rızası için vermeleri" anlamında kullanılmaktadır.
Zekat, mâli bir ibadettir. İslâm’ın beş esasından biridir. Zekat, akıl baliğ ve hür olup nisap miktarından fazla mala sahip olan her müslümana farzdır.
Zekat Kur’an’da 32 yerde geçmektedir. Geçtiği bütün âyetlerde genelde namazla birlikte yer almaktadır.
Kur’an’da zekat vermenin önemine ve zekat veren kimselerin özelliklerine işaret edilmektedir:
"Allah’a yardım edenlere Allah da yardım eder... Onları yeryüzüne yerleştirip güçlendirdiğimizde namazı kılarlar, zekatı veriler."
"Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah’ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür."
"Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar."
"Mallarından bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak bir sadaka olmak üzere al.”
Âyetlerden anlaşıldığına göre, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak ve âhirette ödül sahibi olmak düşüncesi, bireyleri mallarından zekât vermeye motive etmektedir. Zenginlerin malında fakir ve yoksul kimselerin hakkı bulunmaktadır. İhtiyaç sahiplerine yardımda bulunanlar, bu sayede Allah’ın rızasını kazanacak ve kurtuluşa erecek olan kimselerdir. Onların yegane yardımcısı Allah’tır ve yaptıkları hayırların karşılığı boşa çıkmayacaktır.
Kur’an’da ayrıca zekatın nerelere verilebileceği hususuna açıklık getirilmektedir.
"O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah’ın rızasını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir."
"Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcayacağınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir."
"Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, zekât toplayan memurlara, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, (Hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışanlara, yolda kalmışlara mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir."
Buna göre zekat almaya hak kazananlar şu kimselerden oluşmaktadır:
1- Fakirler, 2- Düşkünler, 3- Zekat toplamak için görevlendirilen kişiler,
4- Müellefe-i kulûp (Kalpleri İslâm’a ısındırılacaklar), 5- Kölelikten kurtulacaklar,
6- Borçlular, 7- Allah yolunda çalışanlar, 8- İhtiyacı olan yolcular.
Görüldüğü gibi zekâtın harcanacağı yerler, toplumun bütün zayıf ve aksayan noktalarını amaçlamaktadır.
Zekât, insandaki hasislik ve cimrilik gibi kötü huyları gidererek yerlerine cömertlik, iyilik, yardım ve hayırseverlik gibi güzel huyları ikame eder. İnsanı vermeye ve iyilik yapmaya alıştırır. İnsandaki merhamet duygusunu geliştirir. İnsanı inceltir ve yumuşatır.
Zengin ile fakir arasında diyalog başlatılarak, yerine getirilmesi hususunda zengine bir mükellefiyet, dini bir sorumluluk yüklenirken, fakirlik ve yoksulluk gibi toplumların en yaygın hastalıklarını tedavi etmek için İslâmiyet’in başvurduğu zekât müessesesi, aynı zamanda sosyal adalet ve sosyal dayanışmayı da sağlayan çok önemli bir ibadettir.
Buna göre zekâtın sosyal açıdan amacı, fakir, yoksul, yetim, sahipsiz ve darda kalmış olan kimselerin elinden tutmak, ihtiyaçlarını karşılamak ve onların toplumdaki durumlarını iyileştirmektir.
Zekat sayesinde ihtiyaçları karşılanan kişilerle maddi durumları iyi olanlar arasında bir kaynaşma meydana gelir. Zengin ile fakir arasındaki uçurumlar ortadan kalkar. Yoksul insanların sayısı günden güne azalır. Böylece toplumda sosyal düzen ve huzur sağlanır. Toplumsal dayanışmanın temelleri atılır.
Zekâtın yanı sıra, sadakanın yoksul kimselerin ihtiyaçlarını karşılamadaki rolüne şu şekilde değinebiliriz
3- Yoksullukla Mücadelede Sadakanın Rolü
Önce sadaka ile ilgili yapılan bazı tanımlara yer verelim:
Sadaka, insanın isteyerek kendi arzusu ile yaptığı ve verdiği harcamadır.
Sadaka, insanın malından Allah için muhtaç kimselere verilmek üzere çıkardığı vergidir.
Sadaka, zekât ve fitreden hariç olmak üzere eli geniş, durumu müsait olanların ihtiyaç sahiplerine, sıkışık durumda bulunanlara yaptıkları ayni ve nakdi yardım ve teberrudur.
Sadaka zekattan farklı bir harcama türüdür. Zekatta bir zorunluluk söz konusudur. Nisap miktarı mala sahip olan müslümanlar, zekat vermekle mükelleftir. Yerine getirilmediğinde büyük günah, inkâr edildiğinde ise, İslâm’dan çıkmış sayılacak kadar önem arz eden bir ibadettir.
Sadaka, gönüllü olarak bağışta bulunup iyilik yapmak kategorisinde ele alınabilir.
Buna göre sadaka, genellikle Kur’an’da fakir ve düşkün kimselere gönüllü olarak, Allah rızası için yapılan yardımlar olarak yer almaktadır. Kur’an’da sadaka adı altında gönüllü bağışta bulunanlardan şu şekilde söz edilmektedir:
"Mallarından Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir."
"Onlar, kendi iştahları olduğu halde bile yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler. Biz sizi sırf Allah rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz derler."
"Allah’ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki cömertliği kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarf edenlerin durumu, bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki kat ürün vermiştir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisinti düşer (de yine ürün verir). Allah yaptıklarınızı görmektedir."
"Allah’a karşı gelmekten sakınanlar... Onların mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır."
Âyetlerden anlaşıldığına göre, zorunlu olmadıkları halde sırf Allah rızası ve cömertlik duygularını kuvvetlendirmek için ihtiyaç sahiplerine harcamada bulunanlar Allah tarafından mükafatlandırılacaktır. Bu kimseler sadece Allah’ın rızasını istemektedirler ve kullardan en ufak bir karşılık beklememektedirler. Fakirlere harcamada bulunduklarında malları azalmamakta, aksine kat kat artmaktadır.
Toplumda bazen fakir ve yoksulları küçümseyen, fakirlere sadaka verenleri kınayan kimselere rastlamak mümkündür. Hatta bazen, fakirler için "çalışsın para kazansın", "benimle birlikte mi para kazandı" diyenler dahi çıkmaktadır. Kur’an’da bu tür sözleri söyleyen, sadaka verenleri eleştiren ve fakiri gözetmeyenler kınanmaktadır:
"Sadakalar hususunda, mü’minlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkası bulunmayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya, Allah işte onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için elem verici azap vardır."
"(Ceza gününde) malını toplayıp, kimseye hakkını vermeden saklayanı çağıran... alevli bir ateş vardır... Namazı kılanlar... mallarında yoksula ve yoksuna hak tanıyanlar... böyle değildir.”
“Yoksulların yiyeceği ile ilgilenmezler.”
“Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.”
“Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar, yoksulu doyurmaya teşvik etmez.”
Zekât ve sadaka vermeye teşvik edici âyetlerde, muhtaç kimselere yardımda bulunanlarla bulunmayanların temel özellikleri vurgulanmaktadır. Dini duyarlılığı olanlar yardımda bulunurken, olmayanlar yardımda bulunmamaktadır. Dolayısıyla dini inanç, fakiri ve yoksulu gözetmenin, buna bağlı olarak ta toplumsal dayanışmanın temelini oluşturmaktadır.
Ayetlerin yanı sıra hadislerde de sadaka ile ilgili olarak teşvik edici ifadelere rastlamaktayız:
"Veren el, alan elden üstündür (hayırlıdır)."
"İnsan ölünce üç şey hariç artık ameli kesilmiş olur. O üç şey, ölenini hayırla anan ve duada bulunan bir çocuk, faydalı ilim ve (devamlı olarak hayırdan istifade edilen) sadaka-ı cariyedir."
Hadiste ifade edilen "sadaka-ı cariye", müslümanların üzerinde oldukça etki bırakmıştır. Bu etkinin sonucu olarak müslümanlar, vakıf müesseseleri ve muhtelif hayır kurumları tesis etmişlerdir.
İnsanlardan bazıları ellerinde bulunan malı, tükenebileceği endişesiyle hayır yoluna harcamaktan ve fakirlere tasadduk etmekten kaçınmaktadırlar. Oysa Yüce Allah Kur’an’da böyle bir düşünceye kapılmanın yanlışlığını ortaya koymakta, fakir ve yoksullara harcamada bulunanların mallarında bir eksilme olmayacağını ve aksine artışın yaşanacağını belirtmektedir.
"De ki: Rabbim, kullarından dilediğine verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır."
Sadakanın yoksullukla mücadeledeki rolü bağlamında sadaka-i fıtr’dan da söz edebiliriz. Sadaka-i fıtr, Ramazan ayının sonuna yetişen ve asli ihtiyaçlarının dışında en az nisap miktarı kadar bir mala sahip bulunan her müslümanın vermesi gereken bir sadakadır.
Fakir, yetim, yoksul ve kimsesizlerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak verilen böyle bir yardım, yoksulluğun ortadan kaldırılması açısından değerlendirilebilir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, yardımlaşmanın sâiki manevidir. Yardımda bulunan kimseleri, dini duyarlılıkları bu davranışa sevk eder. İlâhi otoritenin hoşnutluğu ve âhiret ödülü, zekât ve sadaka türü yardımlaşmayı ve dayanışmayı yönlendirir. Mal ve zenginlik, mal sahipleri ile yoksullar arasında kalın bir duvar, aşılmaz bir set oluşturmaz, aksine yoksulla zengin arasında yakınlık sağlayıcı, sevgi ve saygı bağlarını kuvvetlendirici, sosyal uçurumları ortadan kaldırıcı bir işlev görür.
4- Bireyleri Yardımlaşmaya Yönlendirmede Din Görevlilerinin Rolü
Açlık, fakirlik ve yoksulluk sonucu insanlar arasında ortaya çıkan sosyal uçurumlar toplumsal dayanışmanın önündeki en büyük engellerden birini oluşturmaktadır. Bu durum milli bütünlüğümüzü zedeleyici bir olumsuzluğa sahiptir. Oysa dinde yoksullukla mücadele önemli bir yer tutmaktadır. Dinde yoksullukla mücadeleye yönelik olarak yer alan hususların halka açık bir şekilde anlatılması son derece önemlidir. Halkımızın fakir ve yoksul kimselerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönlendirilmesiyle bu mücadelede başarı sağlanabilir.
Ülkemizde din işlerinin yürütülmesi ve dinin halka anlatılması ile görevli kuruluş Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Bu husus Anayasa’nın 136. maddesinde şu şekilde ifade edilmektedir:
"Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir."
Anayasada ifadesini bulan özel kanun, Diyanet İşleri Başkanlığını şu tür görevleri yerine getirmekle sorumlu tutmaktadır:
"Diyanet İşleri Başkanlığı İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda cemiyeti aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek ile görevlendirilmiştir."
Anayasa da ifade edildiği üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi milletimizin dayanışma ve bütünleşmesini sağlamaktır. Bugün ülkemizde yaklaşık 65.000.000 câmide görev yapan din görevlilerini toplumsal dayanışmayı olumsuz yönde etkileyen yoksullukla mücadelede büyük sorumluluklar beklemektedir. Din görevlileri üstlendikleri vazife gereği devamlı halkla iç içe olan ve halka rehberlik eden kimselerdir. Din görevlileri sadece bir takım dini görevleri yerine getirmekle yetinmemelidir. Bunun yanında halkla bütünleşerek ve kaynaşarak, fakir, yoksul ve yardıma muhtaç kimseleri tespit etmek ve ihtiyaçlarını karşılamak konusunda etkin bir rol oynamalıdırlar.
Nitekim Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu yardımları dağıtılırken muhtarlarla birlikte din görevlilerinin de bilgisine başvurulması, onların muhtaç kimselerin belirlenmesindeki rolünü göstermektedir.
Câmiler aracılığıyla halkla doğrudan iletişim kurabilen ve onları iyi ve güzel olana yönlendirici bir misyona sahip olan din görevlilerini, halkın yardımlaşma duygularının canlı tutulması ve zenginlerin fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönlendirilmesinde büyük sorumluluklar beklemektedir. Din görevlileri Cuma hutbelerinde ve verdikleri vaazlarda yardımlaşma üzerinde yoğunlaşabilirler. Zengin kimseleri fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönlendirebilirler. Ayrıca, televizyon kanallarında yapılan dini sohbetlerde, yardımlaşmanın sosyal hayatımızdaki önemi yoğun bir şekilde işlenebilir.
Âyet ve hadislerde, insanları ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunmaya teşvik edici, yönlendirici ve motive edici pek çok ifade yer almaktadır. Hayır yoluna harcamada bulunanların malında eksilme olmayacağı, Allah’ın yanında kat kat karşılık, cömertçe verilecek bir ödül, kurtuluşa erme, hayır yapanların amelinin devam edeceği, veren elin alan elden üstün olduğu, harcamada bulunmanın Allah’a karşı gelmekten sakınmanın bir özelliği olduğu gibi ifadeler, fakir ve yoksulların ihtiyaçlarını karşılamaya motive edici ifadelerdir.
İçleri çektiği halde yoksula yedirme, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden çekinme, kullardan bir şey beklemeyip sadece Allah’ın rızasını gözetme fakir ve yoksul kimselere yardımda bulunanların özellikleriyle ilgili olarak yer alan ifadelerdir.
Ayrıca mallarını hayır işlerine harcayanların durumu, bir âyette bir tepede kurulmuş ve iki kat ürün veren güzel bir bahçeye , diğer bir âyette ise her başağında yüz dane olmak üzere yedi başak veren daneye benzetilmektedir. Böylece hayır hasenatta bulunanların malının azalmayacağı, aksine kat kat artacağı vurgulanmaktadır.
Bunun yanında israf yasaklanmakta , cimrilik hoş görülmemekte ve cömert olma teşvik edilmektedir.
Bütün bu ifadeler, insanları yoksul kimselerin ihtiyaçlarını gidermeye yönlendirmede son derece etkili olabilirler. Bu ifadelerde toplumsal bir yararın hedeflendiği ortaya çıkmaktadır. Burada insanın dinden elde edeceği duyarlılıkla yönlendirilmesi söz konusudur. Böylece son derece duyarlı, başkalarını düşünen, fakir ve yoksulların ihtiyacını karşılayan bir insan modeli oluşturulmaya çalışılmıştır. İşte bu insan modeli, ihtiyaç sahiplerine, yardımda bulunmanın amaç ve gayesini kavratıcı mükemmel bir eğitim sonucunda en iyi şekilde ortaya çıkarılabilir. Bu sayede toplumda fakir ve zengin arasındaki uçurumlar ortadan kaldırılarak, en üst düzeyde bir toplumsal kaynaşma ve bütünleşme sağlanabilir.
Okunan hutbeler ve verilen vaazlarda yoksullara yardımı teşvik edici âyet ve hadislere yer verilmesi, cemaatin yardımlaşma duygularını kuvvetlendirebilir. Böylece insanları ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunmaya teşvik edici telkinler, onlarda muhtaç kimselere yardımda bulunma duygusunun gelişmesine son derece olumlu katkılar sağlayabilir.
Din görevlileri halkla sürekli iç içe oldukları için halkı en iyi şekilde tanıma imkanına sahiptirler. Görev yaptıkları yerlerde ihtiyaç sahiplerini belirleyip onlara yardımda bulunmanın yollarını aramalıdırlar. Çünkü toplumda bazı kimseler fakirliklerinin bilinmesini istemedikleri için kendilerini gizlerler. Nitekim Kur’an’da bu özelliğe sahip yoksul kimselerin bulunup ihtiyaçlarının karşılanması tavsiye edilmektedir:
"Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış, yeryüzünde dolaşmayan ve utangaçlıklarından dolayı da bilmeyenlerin zengin sandıkları yoksullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın, onlar yüzsüzlük ederek insanlardan bir şey istemezler. İyilik olarak yaptığınız her harcamayı Allah şüphesiz bilir."
SONUÇ
İslâm, sosyal dayanışma ve yardımlaşmaya son derece önem veren ve sosyal adaleti sağlamayı amaçlayan bir dindir. İslâm’da fakirlik ve yoksullukla mücadele sosyal adaleti sağlama açısından önemli bir yer tutmaktadır. İslâm malın belli ellerde toplanmasına karşı çıkmakta ve toplumda dengeli bir şekilde dağılmasını istemektedir.
Fakir ve yoksullara yapılan harcamalarda öne çıkan iki kavram zekat ve sadakadır. Farz olan zekatın yanı sıra, Kur’an’da sadaka vermeye ve gönüllü harcamada bulunmaya yönelik olarak çok sayıda teşvik ifadesi yer almaktadır. Zekat ve sadaka maddi bir fedakarlıktır. Bunun yanında fakir ve yoksulların ihtiyaçlarını karşılamaya ve bu sayede onları sevindirmeye yönelik harcama türü olarak ifade edebileceğimiz sâdaka-i fıtr’da önemli bir yardımlaşma aracıdır. Ayrıca İslâm israfı yasaklamakta, cimriliği hoş görmemekte ve cömertliği teşvik etmektedir.
Yoksullukla mücadelede dinin öngördüğü paylaşımı teşvik edici unsurlardan yararlanılabilir. Bu konuda din görevlilerini önemli sorumluluklar beklemektedir. Din görevlileri yaptıkları vaazlarda ve verdikleri hutbelerde yardımlaşma üzerinde yoğunlaşmalı, halkın yardımlaşma duygularının canlı tutulması ve fakir insanların belirlenip onlara yardım elinin uzatılmasında etkin görevler üstlenmelidirler.
Kur’an insanları sosyal duyarlılığa davet etmektedir. Paylaşım ahlâkı, Kur’an’ın hedeflediği insan profılinin en başta gelen özelliklerinden biridir. Paylaşım ahlâkı gelişen insanlar, yoksula, düşküne ve yolda kalmışa yardım eder, yetimi barındırır. Fakir ve yoksul kimselerin ihtiyaçlarını karşılar. Fakir kimselerin ihtiyaçlarının karşılanması ve onlara toplumda hayat hakkı tanınması, toplumsal dayanışmayı sağlayıcı ve sosyal sınıflar arasındaki farkları azaltıcı bir rol oynar. Bu sayede zenginle fakir kaynaşır. İnsanlar arasında dayanışma duyguları güç kazanır. Sevgi ve saygı bağları kuvvetlenir. Bu durum milli bütünlüğümüz açısından son derece önemlidir.
Toplumsal dayanışmanın sağlanmasının önünde bir engel oluşturan yoksullukla mücadelede ancak başkalarına karşı duyarlı bir kişiliğe sahip olmakla başarı sağlanabilir. Bu duyarlılık, bireylere küçük yaştan itibaren düzenli olarak verilecek bir eğitimle mükemmel bir şekilde kazandırılabilir.

BİBLİYOGRAFYA
Abdulbâki, M. Fuâd, Mucemü’l-Müfehres li Elfizi’l-Kur’âni’l-Kerim, Mektebetü’1-İslâmiyye, İstanbul, 1982.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992.
Bilgin, Beyza, "Yetim ve Kimsesiz Çocuklarla İlgili Tesis Kurmanın ve Yaşatmanın Önemi", Diyanet İlmi Dergi, C. 33, Sayı:3, Ankara, 1997.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukukı İslâmiyye ve Istılahat’ı Fıkhıyye Kamusu, Bilmen Yayınevi, İstanbul, trs.
Buhari, Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail, Camiu’s-Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1993.
Diyanet İşleri Başkanlığı İstatistikleri 1999, Ankara, 2000.
Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun, 22 Haziran 1965 tarih ve 633 sayılı, Madde:l.
Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as es-Sicistani, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1993.
Ebu Zehra, Muhammed, İslâm’da Sosyal Dayanışma, Yağmur Yayınları, İstanbul, 1976.
Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İstanbul, 1998.
Ezherli, İsmail, Zekat, Ankara, 1971.
Fîruzebadi, Tertibu’1-Kamûsi’1-Muhît, Mısır, trs.
Günay, Ünver, "Din ve Sosyal Farklılaşma", Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:5, Erzurum, 1982.
İbn Manzur, Lisanu’1 Arap, Beyrut, trs.
İmam Malik, el-Muvatta, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1993. İsfehani, Ragıb, el-Müfredat fi Garibi’1-Kur’an, Beyrut, 1992.
Müslim, Ebu’1-Huseyn Müslim b. Haccac el-Kuşeyri, Camiu’s-Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1993 .
Nesai, Ebu Abdirrahman, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981.
Olgun, Tahiru’1-Mevlevi, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, İstanbul, 1963.
Parladır, Selahattin, "Toplum Yapısında Bütünlük Sağlanması Bakımından Kültürel ve Dini Değerlerin Önemi", Din Öğretimi Dergisi, Sayı: 12-13, Ankara, 1987.
Suyuti, Abdurrahman b. Ebî Bekr, Camiu’s-Sağîr, Thk. Abdullah Muhammed ed-Dervîş, Dımeşk, 1996.
Şeker, Mehmet, İslâm’da Sosyal Dayanışma Müesseseleri, D.İ.B.Yayınları, Ankara, 1997.
Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Sevre, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul,1993.
Türk-İş Gıda Harcaması Raporu, Mart, 2002.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 1982, Kurtiş Matbaası, İstanbul, 1990.
Uludağ, Süleyman, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1995.
Weır, T. H., "Sadaka" maddesi, İslâm Ansiklopedisi, C.10, M. E. Basımevi, İstanbul, 1979.
Yavuz, Yunus Vehbi, İslâm’da Zekat Müessesesi, Feyiz Yayınları, İstanbul, 1972.
Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, C. 4, Eser Kitapevi, İstanbul, trs.

--------------------
Türk-İş Gıda Harcaması Raporu, Mart 2002.
Muhammed Ebu Zehra, İslâm’da Sosyal Dayanışma, Yağmur Yayınları, İstanbul, 1976. s. 27.
Mehmet Şeker, İslâm’da Sosyal Dayanışma Müesseseleri, D.İ.B. Yayınları, Ankara 1997, s. 53.
Ünver Günay, “Din ve Sosyal Farklılaşma”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 5, Erzurum, 1982. s. 79.
Buhari, Zekat, 18, Müslim, Zekat, 94, 97, Ebu Davud, Zekat, 1648, Tirmizi, Zuhd, 32, Nesai, Zekat, 50, 52, Muvatta, Sadaka 8.
Buhari, İman, 7. Müslim, İman, 17.
Suyuti, Camiu’sSağir, II, 228.
Ra’d, 13/22.
Fâtır, 35/29.
İbrahim, 14/31.
Bakara, 2/217.
İnsan, 76/8.
Hadid, 57/18
Günay, a.g. makale, s. 80.
Buhari, Edeb, 36, Müslim, Birr, 17.
Buhari, Edeb, 27, Müslim Birr, 17, Ahmet b. Hanbel, Müsned, IV, 268.
Selahattin Parladır, “Toplum Yapısında Bütünlük Sağlanması Bakımından kültürel ve Dini Değerlerin Önemi”, Din Öğretimi Dergisi, Sayı: 12-13, Ankara, 1987. s. 30.
İsfehani, elMüfredat fi Garibi’lKur’an, s. 312-313, İbn Manzur, Lisanu’l-Arap, C.14, s. 358, Fîruzebadi, Tertibu’l Kamûsi’lMuhît, C. 2. Mısır, trs. s. 461.
Bkz. Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İstanbul, 1998, s. 492, Yunus Vehbi Yavuz, İslâm’da Zekat Müessesesi, Feyiz Yayınları, İstanbul, 1972, s. 29, Süleyman Uludağ, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1995, s. 91.
Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuki İslâmiyye ve Istılahat’ı Fıkhıyye Kamusu, C.4. Bilmen Yayınevi, İstanbul, trs. s. 109, Yavuz, a.g.e., s. 29, İsmail Ezherli, Zekat, Ankara, 1971, s. 13-14, Tarihu’lMevlevi Olgun, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, İstanbul, 1963, s. 135.
M. Fuâd Abdulbâki, Mecemü’lMüfehres li Elfâzi’lKur’ani’lKerim, Mektebetü’lİslâ-miyye, İstanbul, 1982, s. 331-332.
Hac, 22/38-39.
Bakara, 2/110.
Nûr, 24/37.
Tevbe, 9/103.
Rum, 30/38.
Bakara, 2/215.
Tevbe, 9/60.
Bkz. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C. 4, Eser Kitapevi, İstanbul, trs. s. 2572-2582. Yavuz a.g.e., s. 29.
Zehra, İslâm’da Sosyal Dayanışma, s. 174.
Uludağ, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, s. 92.
Şeker, İslâm’da Sosyal Dayanışma Müesseseleri, s. 116.
T.H.Weır, “Sadaka” maddesi, İslâm Ansiklopedisi, C.10. M.E. Basımevi, İstanbul, 1979. s. 22.
Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C. 4., s. 2572.
Uludağ, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, s. 92.
Bilmen, Hukuki İslâmiyye ve Istılahat’ı Fıkhıyye Kamusu, C. 4., s. 110-112, Yavuz a.g.e., s. 30, Yazır, a.g.e., C. 4. s. 2572.
Beyza Bilgin, “Yetim ve Kimsesiz Çocuklarla İlgili Tesis Kurmanın ve Yaşatmanın Önemi”, Diyanet İlmi Dergi, C. 33, Sayı: 3, Ankara, 1997, s. 8.
Bakara, 2/261.
İnsan, 76/8-9.
Bakara 2/265.
Zâriyât, 51/15-19.
Tevbe, 9/79.
Mearic, 70/18-27.
Kalem, 68/25.
Fecr, 89/17-20.
Mâûn, 107/1-3.
Buhari, Zekat, 18, Müslim, Zekat, 94, 97, Tirmizi, Zühd, 32, Muvatta, Sadaka, 8, Ebu Davud, Zekat, 1648, Nesai, Zekat, 50, 52.
Ebu Davud, Vasaya, 2880, Nesai, Vasaya, 8. Müslim, Vasıyye, 2.
Sebe, 34/39.
Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 112.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982, Madde: 136, Kurtiş Matbaası, İstanbul 1990, s. 104.
22 Haziran 1965 tarih ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kurtuluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun, Madde: 1.
Bkz. Diyanet İşleri Başkanlığı İstatistikleri 1999, Ankara, 2000, s. 7.
Bkz. Bakara, 2/110, Hadid, 57/18, Rum, 30/38, Sebe, 34/39, Buhari, Zekat, 18, Müslim, Zekat, 94, 97, Vasıyye, 2, Tirmizi, Zühd, 32, Muvatta, Sadaka, 8, Ebu Davud, Zekat, 1648, Vasaya, 2880, Nesai, Zekat 50, 52, Vasaya, 8.
Bkz. Bakara 2/217, Nur, 24/37, İnsan, 76/8.
Bkz. Bakara, 2/265.
Bkz. Bakara, 2/261.
Bkz. Araf, 7/31, İrâ, 17/26, 29, Tâhâ, 20/81.
Bkz. Âli İmran, 3/180, Nisa, 4/37, İsra, 17/29, 100, Hadid, 57/24, Tegabun, 64/16, Buhari, Zekat, 4, Edep, 61, Müslim, Zekat, 34, 37, 97, Birr, 56.
Tirmizi, Birr, 40, Zühd, 32.
Bakara 2/273.