Makale

ETKİLİ BİR DİN HİZMETİ AÇISINDAN HZ. PEYGAMBER’İN ÖRNEKLİĞİ

ETKİLİ BİR DİN HİZMETİ AÇISINDAN

HZ. PEYGAMBER’İN ÖRNEKLİĞİ

Doç. Dr. H. İbrahim ACAR
Atatürk Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

“Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır...”[1], “Ey Muhammed! ...Rabbine davet et, şüphesiz sen doğru yol üzerindesin...”[2], “Ey Peygamber! Biz seni şahid; müjdeci, uyarıcı, Allah’ın izniyle ona çağıran, nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir.”[3] mealindeki ayetler ve benzerlerinin[4] muhatabı olarak Allah’a davette bulunması ve bu davete devam etmesi istenen Hz. Muhammed, ahirete intikal edinceye kadar din hizmetinde bulunmuş ve insanları Al­lah’a davet etmiştir.

Diğer peygamberler gibi[5] insanlar, Allah’a davet için gönderilen Hz. Peygamber, vahyin kontrolünde cereyan eden tebliğ vazifesinde başarılar elde etmiş ve bu vazi­fesinde ümmetine örnek olmuştur.[6] Hz. Peygamberin şahsında görmüş olduğumuz ve tebliğindeki başarısına etki eden özellikleri şu şekilde sıralamak mümkündür.

1-BİLGİ SAHİBİ OLMAK

Davetçi, İslam’ı tebliğ edebilmek, neticede gayeye ulaşabilmek için her şeyden evvel tebliğ edeceği esasları, İslâm’ın emir ve prensiplerini, Kur’an ve Sünneti çok iyi bilmelidir. Çünkü bilgi sahibi olunmayan konularda insanlann aydınlatılması müm­kün değildir. Bununla birlikte uygun bir biçimde tebliğini sunabilmek için bütün va­sıflarıyla müspet ilimlere vakıf olmak, mahalli ve yabancı lisan öğrenmek, sözün ne­reden başlatılıp nerede bitirileceğini bilmek gereklidir. Ayrıca muhatabın sosyal ve fiziki çevresi ile kültürel yapısı hakkında malumat sahibi olmak gerekir.[7]

Allah Teâla, Hz. Peygamber’e öyle bir ilim vermiştir ki hiç kimse onun seviyesi­ne ulaşamaz. Nitekim; “(Allah) sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın sana olan nimeti ne büyüktür.”[8] mealindeki ayette de ifade edildiği gibi O’na ihsan ettiği benzersiz mükemmel ilim ve şahsiyet ile nimetini tamamlayıp ikmal etmiştir.

2- GÜZEL KONUŞMAK

Tebliğ ve irşad için iyi kullanılan bir dil, düzgün konuşma önemlidir. Bundan daha önemlisi görevin benimsenmesi ve samimiyetle yerine getirilmesidir. Sami­miyetten uzak ve gönülden kaynaklanmayan konuşmalar hitabet tekniği açısın­dan kusursuz bile olsalar dinleyicileri ya hiç etkilemez ya da sadece konuşma olarak dikkat çeker, fakat müsbet bir sonuç doğurmaz. Güzel konuşma bugün için bir sanattır. Ancak asıl önemli olan onun taşıdığı öz ve samimiyettir.[9] Bu te­mel tesbitin yanında kabul etmek gerekir ki, farklı muhataplara değişik vasıf ve uslupta söz söylemek de yine bizzat tebliğ ve irşad gereğidir. Her yerde ve her­kese karşı aynı üslûp kullanılmaz.

Hz. Peygamber, açıklamalarının güzelliği, konuşmasının fasihliği, kelamının netliği, (sözlerini tane tane söylerdi. Öyle ki kelimelerini saymak isteyen bir kim­se sayabilirdi)[10] uslûbunun tatlılığı, ikazlarının nezaketi, son derece müşfik olu­şu, kızgınlığında bile hikmetli davranışı, son derece dikkatli ve uyanık oluşu, ze­kasının yüksekliği insanlara aşırı ilgisi ve merhametiyle o gerçekten de bu dün­yada hayrı gösteren bir muallimdi.[11] Lüzumsuz konuşmaz, kötü söz söylemezdi. Onun meclisinde asla sesler yükselmez ve yüksek sesle konuşulmazdı.

Psikolojik olarak insanlar, çatık kaşlı, hiç gülümsemeyen, tebessüm etmekten çekinen eğitimcileri sevmez. Bu itibarla eğitimde zaman zaman yapılacak olan mizahın yeri büyüktür. Mizah bir telkin ve ders vasıtasıdır. Dinleyicilerin dinle­me arzusunu arttırır, bıkkınlığı giderir. Sevilerek dinlendiği için bu gibi anlatım­ların etkileri daha fazla olur. Hatırda da daha uzun müddet kalır.

Latife ve şaka, doğru ve edebe uygun olduğu takdirde insanlar arasında sami­miyetin ve yakınlaşmanın kurulmasına sebep olur. Bir eğitimci olarak zaman za­man şaka yapan Hz. Peygamber, heybetinden dolayı kendisiyle diyaloga girmek­ten çekinen kimselere konuşma imkanı vermiş, yumuşak huylulukta ve güler yüzlülükte ümmetine örnek olmuştur. O’nun nükteleri kırıcı olmamış, hiç kimse­yi hafife almamıştır. Bilakis zarif konuşması ve samimi tavırlarıyla her zaman güvenilen insan olmuştur.[12]

Hz. Peygamber’in mizahından birkaç örnek verecek olursak; kendisine gelen bir adam evinin eşyasını taşımak için zekat develerinden birinin verilmesini isteyince ona “Seni dişi devenin yavrusuna bindireceğim” dedi. Bunun üzerine adam “Ya Resûlüllah! Ben devenin yavrusunu ne yapacağım?” deyince Hz. Peygamber “Deve deveden başka bir şey doğurur mu?”[13] demiştir. Ayrıca tanıdığı bir pazarcı es­nafın elleriyle arkadan gözlerini kapatıp “bil bakalım ben kimim” diye sorması, “yaş­lı kadınlar da cennete girecek mi? Sorusuna “Hayır” demesi üzerine kadının ciddi sa­nıp üzülmesi karşısında “Evet girecekler, ama yaşlı değil genç olarak”[14] buyurması onun mizahları arasındadır.

3- MUHATABA GÖRE HAREKET ETMEK

Hz. Peygamber’in önem verdiği en mühim metodlarından biri muhataba göre ha­rekettir. Kendisi insanlann akıllarının derecesine, içtimâî seviyelerine, muhatabın içinde bulunduğu zamanın şartlarına göre hareket eder, ashabının da bu şekilde dav­ranmalarını isterdi.[15]

Hz. Peygamber, insanlara akıllarının alabilecekleri ölçüde hitap ederdi. Çünkü dinleyenlerin aklının ermediği konuşmalar yanlış anlamalara sebep olur. Bu konuda söylediği “Cahillere hikmetten bahsetmeyiniz.”[16]; “Bir kavme akıllarının kavraya­mayacağı bir söz söylemen doğru olmaz. Eğer böyle yaparsan onlardan bir kısmı için mutlaka fitne olur.”[17]; “İnsanlara akıl seviyelerine göre konuşmakla emrolundum.” “İnsanlara derecelerine göre muamele ediniz”[18] şeklindeki sözler oldukça dikkat çekicidir.

İnsanlara anlayacakları şekilde konuşmak Hz. Peygamber’in eğitiminin en önem­li ilkelerindendir. Eğer bu prensibe riayet edilmezse Allah ve Resûlü’nün sözlerini anlamak güç olur. Kültürlü bir insanı cahil gibi kabul ederek konuşmak, zeka sevi­yesi düşük bir kimseye zeki bir insana hitap eder gibi söz söylemek, inanan birisine inkar durumunda olan birisine anlatır gibi anlatmak yahut aksini yapmak hiç bir za­man müsbet sonuçlar doğurmaz.

Farklı kabiliyetlerde yaratılan insanlann ihtiyaç ve ilgileri zaman içinde değişik­lik arzedebilir. Bu sebeple bir meselenin anlatımında her bir durum için söylenecek sözlerde farklı olabilir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber aynı yaş ve bilgi seviyesinde olan belirli bir gruba tebliğde bulunmuyordu. Genç ihtiyar, kadın ve erkek, inanan ve inanmayan kısaca her guruptan insan onu dinliyordu. İşte bu sebepten dolayı kendi­sine sorulan aynı manadaki sorulara iyi anlaşılması için farklı cevaplar vermiştir. Ni­tekim, “Amellerin hangisi daha faziletlidir?” sorusuna “Az da olsa devamlı olan­dır.”[19] “Allah için sevmek, Allah için buğzetmek (sevmemek)tir.”[20] “Oruca devam et. Çünkü onun dengi yoktur.”[21] “Allah’a ve Resûlüne imandır.” Sonra? “Allah yo­lunda cihaddır”. Sonra? “Hacc-ı Mebrurdur.”[22] “Yemek yedirirsin, tanıdığın ve ta­nımadığın kimselere selâm verirsin.”[23] “Zikrullahtır.”[24] “Vakit girdiğinde hemen namaz kılmandır.”[25] şeklinde verilen farklı cevaplar dikkat çekicidir. Aynı tip soru­lara verilen bu cevapların farklı oluşu muhatapların ferdi farklılığından kaynaklan­maktadır. Çünkü her bir muhatabın ihtiyaç duyduğu şeyler farklı olabileceği gibi za­manın farklılığından ötürü faziletli veya muteber olan şeyler de farklılık arzedebilir.

Hz. Peygamber, insanlara içtimaî seviyelerine, muhataplann ahvaline göre dav­ranırdı. Nitekim Hz. Aişe’nin anlattığına göre Resulullah yatağında dizleri açık vazi­yette yatmakta iken Hz. Ebu Bekir (içeri girmek için) izin istedi. Resûlüllah o halde iken Ona izin verdi ve konuştu. Sonra Hz. Ömer izin istedi. Yine aynı halde Ona da izin verdi ve konuştu. Sonra Hz. Osman izin istedi. Resûlüllah hemen oturdu ve el­bisesini düzeltti. Hz. Osman girdi Onunla da konuştu. O çıktığı zaman Hz. Aişe şunları söyledi: Ebu Bekir girdi ona güleryüz gösterdin ve aldırış etmedin. Sonra Ömer girdi ona da güleryüz gösterdin aldırış etmedin. Sonra Osman girdi hemen oturdun ve elbiseni düzelttin. Bunun üzerine Resûlüllah “kendisinden melekler utanan bir zattan ben utanmayayım mı?”[26] buyurdular. Hz. Peygamber bu sözleri ile Hz. Osman’ın kendisinden meleklerin bile teeddüb edecekleri kadar edebe riayet eden haya sahibi birisi olduğunu, ona karşı titiz davranmanın tabii olduğunu, aksi takdirde çok haya sahibi olan Hz. Osman’ın maruzatını arzetmeden geri döneceğinden endişe et­tiğini ifade etmektedir.

Yine annesinin talebi üzerine Hz. Enes’in çok mala nail olması için dua eden Hz. Peygamber Sa’lebe İbn Hatib’in benzer talebine “Şükrünü eda ettiğin az mal, takat getiremeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır.”[27] şeklinde cevap vermiştir.

Ayrıca adaletle hükmedip dürüstlükle iş yapacak emir ve hakimler hakkında, “Adaletle iş yapanlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde Rahman’ın sağında bulunacaklar.”[28] diyen Hz. Peygamber, memurlukla ilgili bir konuda yakın arkadaşlarından Ebû Zer Gifarî’ye, “Ebû Zer, ben seni gerçekten zayıf görüyorum. Ben se­nin için kendime sevdiğim şeyi severim. Sakın iki kişi üzerine hakim olma ve sakın yetim malına veli olma!”[29] demiştir. Bütün bu örnekler Hz. Peygamber’in muhatap­lann akıllarının derecesini, içtimai seviyelerini ve muhataplann ahvalini nazar-ı dik­kate aldığını göstermektedir.[30]

4- YUMUŞAK HUYLU VE ALÇAK GÖNÜLLÜ OLMAK

Tebliğin faydalı olabilmesi ve olumlu neticenin elde edilebilmesi için riayet edil­mesi gereken önemli şartlardan biri de “Ey Muhammedi Rabbinin yoluna hikmet­le, güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde tartış, doğrusu Rabbin kendi yo­lundan sapanları daha iyi bilir. O doğru yolda olanları da en iyi bilir.”[31] mealin­deki ayette ifade edildiği gibi tebliğin tatlı dil ve yumuşak bir uslupla yapılmasıdır. Çünkü tatlı dille, dinleyicilerin gönlünü okşayarak ikna edici sözlerle yapılan tebliğ kişiyi amacına ulaştınr. “Firavun’a gidin doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin belki öğüt dinler ve korkar”[32] mealindeki ayette de işaret edildiği gibi, Hakka çağrıda tatlı ve yumuşak sözün yeri çok önemlidir. Usulüne uygun olmayan sözler, tebliğ esnasında yapılacak şiddet gösterileri, sert konuşmalar ve tehditler ise kuru gürültüden ibaret kalacağı gibi fayda yerine zarar getirir. Hiç bir şekilde iyi so­nuç vermez. Nitekim Kur’an’da Hz. Peygamber’den katı ve sert olmaması istenmek­tedir. Zaten tabiatı gereği yumuşak huylu, tatlı dilli ve güler yüzlü olan Hz. Peygamber için bu yönlendirmeler ilahi birer metod olmuştur.

Tebliğ ve davet metodlarında yegane örnek, Hz. Peygamber olmalıdır. Zira bun­ları en yüksek seviyeden ve başarılı bir şekilde Hz. Peygamber uygulamıştır.[33] O, da­ima güler yüzlü, yumuşak huylu, alçak gönüllü, mütevazi, merhametli, yanındakilerine nazik davranan bir insan olmuştur. Kendisi sert tabiatlı, katı yürekli değildi. Hiç bir zaman ağzından kötü söz çıkmaz, insanların kusurlarını araştırmaz, ayıplannı yü­züne vurmazdı. Biri kendisinden hoşlanmadığı bir şey soracak olursa sükut eder, ca­nının sıkıldığını belli etmez gönül kıracak bir şey söylemezdi.

Hz. Peygamber bir şey öğreteceği veya ikaz edeceği zaman önce karşısındakini yumuşatarak gönlünü kazanır sonra söyleyeceklerini söylerdi. Bir gün Kureyş kabi­lesinden bir genç Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek “Ya Resûlallah zina etmem için bana izin ver” dedi. İslâm terbiyesiyle bağdaştıramadıkları bu teklif karşısında Ashab-ı Kiram “sus...” diye bu genci azarlamak istediler. Hz. Peygamber bu esnada gayet sakindi. Delikanlıya; “Yanıma gel, otur” diye yer gösterdi. Sonra onunla soh­bet etmeye başladı. “Söyle bakayım. Bir başkasının senin annenle zina etmesini ister misin?” diye sordu. Delikanlı “Hayır! Anam babam sana feda olsun, Vallahi iste­mem” dedi. Bu sefer Hz. Peygamber “kızınızla, kız kardeşinizle, hala ve teyzenizle bir başkasının zina etmesini ister misiniz” diye sordu. Hepsine hayır cevabını aldı. Genç artık hatasını anlamıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Allah’ım bunun güna­hını affet, kalbini temizle ve iffetini koru” diye dua etti.[34] O günden sonra bu gencin böyle işlerle meşgul olmadığı rivayet edilmektedir. Bunda Resûl-i Ekrem’in duası­nın bereketi kadar makul sözlerinin tesiri de büyüktür.

Yine Mescid-i Nebeviye bevleden bedevinin durumu da böyle değil midir? Ce­maatin bir kısmı onu dövmek için harekete geçtiği zaman Hz. Peygamber araya girerek ortalığı yatıştırdıktan sonra bedeviyi yanına alıp şöyle demişti: “Bu mescitler ne bir bevl, ne de başka bir pislik için uygundur. Buralar Allah’ı anmak, namaz kıl­mak ve Kur’an okumak için yapılmıştır.”[35] Bir başka rivayete göre: “Adamı kendi haline bırakın. Abdest bozduğu yere büyük bir kova su dökün. Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz. Zorluk çıkarmak için değil.”[36] demiştir.

Hz. Peygamber hoşgörüsüyle insanlann kalplerini kazanır, nefret ettirmezdi. O etrafına hoşgörülü ve yumuşak davranan birisiydi. Bağırıp çağırmaz, kimseyi incit­mezdi. Ziyaretine gelenlere ikramda bulunur, gerektiğinde kendi elbisesini üzerine oturmaları için minder yapardı.

Sahabeyi hoşlanacakları en güzel isimleriyle çağırır ve onların sözünü kesmezdi. Herkese şefkat, merhamet ve acıma hisleriyle dolu olduğu ayetlerle tescil edilmiştir. Kendisine yapılan hataları, uygunsuz söz ve davranışları hatta sert ve saygısız hare­ketleri sabırla karşılayıp hoşgörüyle düzeltebilmiştir. Kendisi şu vecizesiyle insanlar arası güzel münasebetin altın kuralını koymuştur.[37] “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz”[38]

Kur’an’da: “Allah’ın rahmetinden dolayı ey Muhammed sen onlara karşı yu­muşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile...”[39] buyurulmaktadır. Hakikaten Hz. Peygamber yumuşak tabiatlı, güzel ahlâklı, halim ve müsamahakâr olmasaydı insan­lar muhakkak etrafından dağılıp giderlerdi.

Bu itibarla din hizmetinde bulunan kimselerin yumuşak, sakin ve tatlı bir uslüb ile konuşması gerekir. Sert ve kinci konuşmalar, nefret ve düşmanlığa sebep olur. Bu durum insanları muhalefet etmeye ve inatlaşmaya kadar götürür. İnsanlann fıtrat ve yaratılışlarındaki meyil budur. Kaba ve sert insandan hoşlanmamakta, ondan uzak durmakta ve söylediklerini kabule yanaşmamaktadırlar. Tabiatıyla böyle bir davetin sonucu da hayal kırıklığına neden olmaktadır.[40]

Mü’minler arasında sedid, münafıklara karşı beliğ, kafirlere karşı leylin sözlerin özellikle tavsiye edilmiş olması tebliğ ve irşad açısından üzerinde durulması gereken dikkat çekici bir husustur. Zaman ve zeminin değişmesiyle bu temel tesbitlerin deği­şebileceği yanlışına düşülmemelidir. Zira insanın özü hiç bir zaman değişmez.[41]

Hz. Peygamber’in önemli özelliklerinden biri de alçak gönüllü olmasıdır. Kendi­sini başkalarından üstün görmeyen, bir meclise geldiğinde ayağa kalkılmasından hoşlanmayan, toplum içinde başköşeye oturmayı sevmeyen[42] Hz Peygamber’i en çok kızdıran şey kibir ve gururdu. Çünkü bu kötü huylar insanlara iyi davranılmasım ve sevgiyi engellemektedir. Bu itibarla insanlan küçük görmeyi kibirlilik işareti olarak kabul etmiş ve hoş karşılamamıştır.[43] Diğer taraftan kalbinde zerre kadar kibir bulu­nan kimsenin cennete giremiyeceğini bildirmiştir.[44] Bu sözü duyan birisi “Ayakka­bılarımın ve elbiselerimin güzel olması hoşuma gidiyor...” diyerek bunun kibir olup olmadığını sorunca Hz. Peygamber şöyle bir açıklama yapar: “Allah güzelliği sever. Kibir, hakkı kabul etmemek ve insanları küçük görmektir.”[45]

Hz. Peygamber, herkesin kıyafet, eşya, ev, sokak, çevre temizliğine özen göster­mesini ister, gerek kıyafet, gerekse ev eşyasında sadeliğe önem verirdi. Çünkü O, gu­rurlanmayı sevmez, mağrur ve mütekebbir davranmayı yasaklardı. Aksine, tevazûun en güzel örneklerini verirdi. Alışverişini kendisi yapar, aksine ısrar olsa bile eşyası­nı bizzat taşımayı tercih ederdi. Çarşıda pazarda sokakta kısaca her yerde insanlara güler yüzle davranır, tatlı dille onların gönüllerini alırdı.

Hz. Peygamber, insanların kendisine seviyece en uzak ve en yakın olanlarıyla, dostlarıyla, düşmanlarıyla, aile fertleriyle, yabancı devlet sefirleriyle gösterişten uzak bir şekilde görüşür ve konuşurdu.

Kendisi için ayağa kalkanlara: “Acemlerin bir kısmının diğerine tazim ederek ayağa kalktığı gibi bana ayağa kalkmayın”[46] demişti. O, ashabı ile karışık bir şekil­de oturduğundan meclislerine bir yabancı geldiğinde kimin Allah Resûlü olduğunu farkedemez ve sorma ihtiyacını duyardı. Bütün bu davranışlar O’nun sade bir hayat sürdüğünü ve tevazuunu gösterir.

Bir hadisinde de: “Beni Hıristiyanların Hz. İsa’yı övdüğü gibi övmeyin. Ben ku­lum, benim hakkımda Allah’ın kulu ve Resûlü deyin”[47] buyurmuştur.

Peygamberimiz, tevazu sahibi bir kişiliğe sahipti. Hiç kimseye karşı kibirli dav­ranmazdı. Mekke’nin fethi gününde Kabe putlardan temizlenirken Safa tepesine çı­karak yüksekçe bir yere oturdu. Yeni müslüman olanlar oraya gelip kendisine bağ­lılıklarını ve İslâm’ı seçtiklerini bildirdiler. Hz. Ebû Bekir henüz müslüman olmayan yaşlı babasının elinden tutarak onu Hz. Peygamber’in huzuruna getirdi. Herkese kar­şı saygı gösteren büyük Peygamber: “İhtiyarı niçin buralara kadar zahmete koştun? Onu kendi haline bıraksaydın, biz onun ayağına giderdik” dedi. Sonra onu önünde oturttu. Elini göğsü üzerine koyarak kendisine İslâm’ı telkin etti. O, halka böyle mu­amele ederdi. Bu din böyle yayıldı.[48]

Hz. Peygamber, çarşılarda dolaşır, toprağa oturur, ashabı ve beraber oturduğu kimselerle şakalaşır, onların içinden sadece sukutu ve hayasıyla ayırt edilebilirdi. Kendisi gerçekten tevazuyla yücelmiş, alçakgönüllülüğü ile aziz olmuştu. Mütevazi bir insandı. Krallar ve devlet başkanlanndan çok farklı bir şekilde yaşantısını sürdür­dü. Bir defasında köylünün biri Resûlüllah’ın huzuruna girmiş derdini anlatacaktı. Ancak kendisinde öyle bir korku ve endişe meydana gelmişti ki, heyecandan ne söy­leyeceğini unutmuş, korkusundan titremeye başlamıştı. Köylünün bu halini gören Hz. Peygamber, ona şöyle dedi: “Ey Allah’ın kulu, neden böye ürperiyor, endişe duyuyorsun? Şüphesiz bir kral değilim, kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.”[49] Son cümle köylüyü rahatlatır. Zira kuru ekmek yiyerek yaşamak halkın içinden biri, belki de en mütevazi olmanın ifadesidir. Köylü sükunete erince derdini anlatır ve de­vasını bularak çıkıp gider.

Bütün bunlarla birlikte ifade etmek gerekir ki, O’nun tevazuu müslümanlara kar­şı idi. Tevazudan anlamayan kimselere ve kafirlere karşı gereken sertliği göstermiş­ti. Nitekim bir hadisinde: “Ümmetimden alçak gönüllü olanları gördüğünüz zaman sizde onlara tevazu gösterin. Fakat kibirlileri gördüğünüz zaman sizde onlara karşı kibredin. Zira kibirliye karşı kibretmeniz onları hakir ve küçük düşürecektir.”[50] bu­yurmuştur.

5- ŞEFKAT VE MERHAMET SAHİBİ OLMAK

“Şefkat ve merhamet, katı kalpliliği yumuşatan, kin ve düşmanlığı eriten, nefre­tin yerine muhabbeti ikame eden, insanlan birbirine yaklaştıran ve bağlayan bir duygudur.”[51] Bu itibarla tebliğ görevini icra eden kimse insanlara karşı şefkat ve merha­metli olmalıdır. Nitekim İslâm’a davet de şefkatin bir tezahürüdür. Çünkü kendisinin sahip olduğu değerlere başkalarının da malik olmalannı arzu eder.

Hz. Peygamber daima bu vasıfla muttasıf olmuş, rahmet kendisini ihata etmiş, iyilik ve merhametin önderi olmuştur. Nitekim Kur’an’da: “Ey İnananlar! And ol­sun ki içinizden size sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, in­sanlara şefkatli ve merhametli bir Peygamber gelmiştir”[52] buyurulmaktadır. Yü­ce Allah bu ayette kendisine ait olan “Rauf” (çok şefkatli) ve “Rahim” (çok merha­metli) isimlerini Hz. Peygamber’e de vermiş ve iki güzel ismini onda birleştirmiştir. Buna göre yüce Allah, kullarına nasıl şefkatli merhametli ise o da ümmetine o denli şefkat ve merhametli olmuştur.[53] Enbiya Sûresi 107. âyette de: “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” buyurulmaktadır.

Hz. Peygamber’in merhameti daha çok zayıf kimselere olmuştur. Bu vesile ile O’nun fakirleri daha çok düşündüğünü, hayatının fakirlerle geçtiğini görmekteyiz. Hz. Peygamber çocuklara, cahillere ve zayıflara da merhamet ederdi. Kendisi bir de­fasında şöyle demiştir. “Namaza başlamıştım. Uzun sürelerden okuyarak namazı uzatmak istiyordum. Bu sırada bir çocuğun ağlamasını işittim. Buna üzülecek olan annenin muhtemelen duyacağı üzüntüyü kendimde hissettiğimden dolayı namazı ça­buk bitirdim.”[54]

Şefkat hissinden mahrum olan katı kalpli kimselerin tebliğ esnasında söyleyecek­leri hususlar ne kadar doğru olursa olsun başarıya ulaşamaz. Bilakis hitabettiği insan­lar kendisinden uzaklaşırlar. Çünkü insanların fıtrat ve yaratılışlarındaki meyil budur. Kaba ve sert insandan hoşlanmamakta, ondan uzak durmakta ve söylediklerini kabul etmemektedirler. Zira söylenenlerin kabul görmesi için muhatabın kalben ona ısınması, yakınlık duyması, ruhen ona yönelmesi icabeder. Bu konuda Kur’an’da yer alan şu ifadeler önem arzetmektedir: “Allah’ın rahmetinden dolayı, ey Muhammed sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile..”[55]

Şefkat ve merhamet, kalpleri yumuştan, kin ve düşmanlığı eriten, nefretin yerine muhabbeti ikame eden, insanları birbirine yakınlaştıran bir duygudur. İnsanlara şef­kat ve merhamet duymak, öylece davranmak Kur’an0[56] ve Sünnetin emrettiği bir hu­sustur.[57]

Allah Resulü büyük küçük, yaşlı genç bütün insanlara şefkat ve merhamet dolu­dur. Bir defasında Hz. Peygamber’in sohbetini dikkatlice dinleyen ashabın arasından yaşlı bir kimse onunla görüşmek için Resûlüllah’a yaklaşmaya gayret ediyordu. Resûlüllah’ın sohbetini bölen bu yaşlıya yol açmada biraz ağır davranan sahabenin bu tavnna muttali olan Hz. Peygamber: “Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize saygı gös­termeyen bizden değildir.”[58] diyerek derhal onlan ikaz etmiştir.

O, çok merhametli idi. Uhud’da tepesine kılıçlar yağarken bile “Ya Rabbi, bu in­sanları affet, çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar”[59] diye dua ediyordu.[60] Yine Hz. Peygamber kendisinden düşmanlara beddua, lanet, kin ve düşmanlığı talep eden­lere, kendisinin bunlar için değil rahmet ve merhamet Peygamberi olarak gönderildi­ğini söylemesi dikkate değerdir.[61]

Bu sebeple tebliğle görevli olanlar din ve inançları, millet ve gruplan, meşrep ve meyilleri ne olursa olsun herkese rahmet ve şefkatle muamele eden, insanlığın hep haynnı isteyen bir ruha sahip olmalı, muhatabına karşı muhabbet ve merhamet bes­lemelidir.[62]

Şefkat ve merhamet sahibi bir davetçi tenkit, kabul etmeme ve yüz çevirme gibi nedenler yüzünden davetinden vazgeçip ümitsizliğe düşmemeli, bıkkınlık gösterme­melidir. Çünkü davetinden yüz çevirenlerin tavırlannın bilgisizlik ve cehaletleri se­bebiyle olduğunu idrak etmelidir.

Bu itibarla dünyada amaçlara ulaşmak, arzulanan şeyleri gerçekleştirmek, çevre­nin memnuniyet ve rızasını elde etmek, kezai ahirette sevap ve ecir kazanmak için yu­muşaklıkla muamele etmek, arkadaşlarla iyi geçinmek ve mutedil davranmak gere­kir. Sert ve hırçın davranmakla, güçlük çıkarmakla müsbet sonuçlara ulaşılamaz. Hz. Peygamber’in şu sözü dikkat çekicidir. “Allah şüphesiz refiktir. (Yani kullarına lütuf edip kolaylık ihsan eder. Güçleri dışında kalan görevleri yüklemez) kullarının (da) yumuşaklıkla muamele etmesini sever ve sert davranmakla vermediği muvaffakiyet ve sevabı) yumuşaklıkla davranma ile (kuluna) verir.[63]

Onun için insanları dine davet edenler Allah’dan korkmalı, müşfik ve merhamet­li değillerse mu’tedil hareket etmeye gayret etmeli, bayağı sözleriyle insanlan İs­lâm’dan uzaklaştırmamalı ve nefret ettirmemelidir. Şayet davetçiler şefkat ve merha­met sahibi olamıyorlarsa, İslâm ahlâkını kendilerine maledemiyorlarsa davet ve teb­liği terk etmeleri, kendilerini ıslahla meşgul olmaları hem kendileri, hem de İslâm da­vet ve tebliği için daha hayırlı olacaktır.[64]

6- İNSAN İLİŞKİLERİNE ÖNEM VERMEK

İnsan ilişkileri açısından Hz. Peygamber’in kendi yaşantısı ve diğer insanlara yap­tığı tavsiyeler dikkatle incelendiğinde kendisinin her zaman olumlu davranışlarıyla örnek olduğu ve insanın hem kendi iç dünyasındaki duygu ve isteklerini hem de ken­disi ile diğer insanlar arasındaki menfaat ilişkilerini çatışmaya dönüşmeden ve hak­sızlığa kapı açmadan çözmeye yönelik tedbirleri tavsiye ettiği görülür.[65]

Bilindiği gibi İslam dini ile ilgili yapılan açıklamalarda ağırlıklı olarak namaz, oruç, hac ve zekat gibi temel ibadetlere öncelik ve ağırlık verilir. Halbuki Hz. Peygamber’in hayatı incelendiğinde onun insanlar arası ilişkilere de çok geniş boyutlar­da yer verdiği ve bu konuda çok hassas davrandığı rahatlıkla görülebilir.

Nitekim bir gün sahabe ile birlikte oturan Hz. Peygamber “sizce müflis kimdir?” diye sordu. Yanında bulunan sahabe “Bize göre müflis bir dirhem parası ve eşyası kalmamış bütün mal varlığını kaybetmiş kimsedir” diye cevap verdiler. Bunun üze­rine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Benim ümmetimden müflis kimse kıyamet günü namaz, oruç ve zekat gibi ibadetlerle gelen ama aynı zamanda birine kötü söylemiş, birine iftira etmiş, diğerinin malını yemiş bir başkasının kanını dökmüş, başka biri­ni dövmüş olarak Allah’ın huzuruna gelip yaptığı ibadetlerinin sevabı kötülük ettiği bu insanlara dağıtılan, hak sahibi insanların alacakları bitmeden de sevapları biten onların günahları alınıp üzerine yüklenilen (ve böylece başkalarının günahı sebebiy­le de) cehenneme atılan kimsedir.[66]

Hz. Peygamber, dil terbiyesine dikkat çekmiş ve yalan, dedikodu, koğuculuk, gıy­bet, iftira ve fitneyi şiddetle yasaklamıştır. Kimsenin gıyabında kötü düşünmez, kim­se hakkında önyargılı konuşulmasını arzu etmezdi, incitmemek onun prensibiydi. Başkalarıyla uğraşmayı zerafete aykırı bulurdu. Herkese başkalarıyla uğraşmaktan vazgeçip kendi kusuruyla meşgul olmasını tavsiye eder, hiç bir kimse hakkında kendisine kötü bir şey ulaştırılmasına razı olmazdı. Çünkü O, insanlar arasına kalbi arın­mış olarak çıkmak isterdi. Kötülüğü delilleriyle sabit olmadıkça herkes onun gözün­de iyi insandı, insanlara önyargısız ve hüsnüzanla bakardı.[67]

Hz. Peygamber davranışlarında, sevgi ve hoşnutsuzluğunda ifrat ve tefritten ka­çınır, aşırılığı hoş görmezdi. Onun: “Sevdiğiniz kimseye karşı duyduğunuz sevgide aşırılığa kaçmayın, belki de bir gün o kimse düşmanınız oluverir, düşman olduğunuz kimseye gösterdiğiniz düşmanlıkta da aşırı gitmeyin, belki de o kimse dostunuz olu­verir.”[68] şeklindeki sözleri bu konuda önemli bir ilke niteliğindedir.[69]

Hz. Peygamber, insana büyük değer verirdi. Yolda biriyle karşılaştığı zaman ilk defa ona selâm verir, elini uzatarak musafaha eder ve karşısındakine dua ederdi. Be­raber oturduğu herkesle yeteri kadar ilgilenir, onlarla konuşur, hal hatır sorar ve ilti­fat ederdi. Öyle olurdu ki, her biri Hz. Peygamber’in en çok sevdiği insanın kendisi olduğunu zannederdi.[70] Hz. Peygamber, vermiş olduğu bir sözünü yerine getirmemezlik veya birisine verdiği bir vaadi tutmamazlık yapmazdı. Verdiği sözden dön­meyi büyük günahlardan sayar, vaadini yerine getirmemeyi kötü ahlâk olarak kabul ederdi. Şartları zor ve ağır olsa da sözünü ve vaadini yerine getirmek için son dere­ce gayretli davranırdı.[71]

7- ÖRNEK YAŞAYIŞ VE AHLAK SAHİBİ OLMAK

“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. ...”[72] âyetinin muhatabı olarak ilâhi emirleri insanlara anlatıp öğretmeye memur olan Hz. Peygamber’in öğretim metodlarının en mühim ve önde gelenlerinden birisi yaşamı, iyi hali ve yüce ahlâkıdır. Kendisini ka­nunlar üstü görmeyen Hz. Peygamber, emrettiği şeyleri ilk önce kendisi yapar, ardın­dan insanlar bunu örnek alırdı. Hz. Peygamber bu bağlamda büyük bir ahlâka sahip­ti. O’nun ahlâkı Kur’an idi. Allah O’nu kullarına en güzel örnek yapmıştı.[73] O, Kur’an’a muvafık hareket eder, ona uygun konuşurdu.[74]

Hiç şüphe yok ki, anlatarak yapılan tebliğe göre bizzat uygulayarak yapılan teb­liğin insanlara etkisi daha fazladır. Davetçi konumunda olan bir kimsenin kendisinin yapmadığı şeyleri başkasından istemesi doğru değildir.[75] Hz. Muhammed 23 senelik peygamberlik döneminde İslâm’ı tebliğ etmiş, insanları eğitmiş ve aynı zamanda teb­liğ ettiklerini uygulamıştır. Hz. Peygamber’in inanmadığı veya yapamadığı bir işin yapılmasını emrettiğine ve kendi kendisiyle çeliştiğine dair bir delil bulunmamakta­dır. Hz. Peygamber’in yaşantısı, tebliğ metodlarının en müessirlerinden biri olmuştur.

İslâm’ı tebliğ etmek durumunda olanlar, yapılması emredilen ve terkedilmesi is­tenen prensiplere büyük bir titizlikle riayet etmeli, şüpheli şeylerden kaçınmalıdır.

Her türlü iyi ahlâka sahip, her türlü çirkin davranışlardan uzak mütevazi bir pey­gamber olan Hz. Muhammed bütün bu hususlarıyla uyulmaya layık bir örnektir. Söz­lerinin yanında yaşayışı ile de insanlan da’vet etmiş ve onlar üzerinde etkili olmuş­tur.[76] Nitekim Kur’an’da: “Ey İnananlar! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük öfkeye sebep olur.”[77] bu­yurularak insanların yapmadığı bir işi emretmesinin doğru olmadığı vurgulanmakta­dır.

Hz. Peygamber, kendi örnek yaşantısıyla, insanın Allah’a olan iman ve ibadet boyutundaki bağlılığını dünya hayatını da ihmal etmeden sürdürebileceğini en mükem­mel bir şekilde göstermiş ve kendisine inananlara buna dikkat etmeleri gerektiğini de öğütlemiştir.

Cenâb-ı Allah’ın rızasına uygun bir terbiye gören Hz. Peygamber güzel ahlak sa­hibiydi. O, en mükemmel insandı, en güzel ahlâk üzereydi kısaca ahlâkî güzellikleri kendisinde bulunduran bir peygamberdi. Bununla ilgili olarak Kur’an’da: “Şüphesiz sen büyük bir ahlâka sahipsindir.”[78] buyurulduğu gibi kendisi de: “Ben ancak gü­zel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”[79] demiştir. Gerçekten O’nun örnek hayatı İslâm’daki yüksek ahlakın bir yansıması ve müşahhas bir modeli olmuştur. Şüphesiz övülmeye şayan en iyi hasletler ve meziyetler O’na verilmiştir. Kimseye nasip olma­yan en yüksek ahlâk onda toplanmıştır.

İnsanın ahlâkı, edeb ve terbiyesi oturup kalkmasıyla, cemiyet içindeki hareketle­ri, bilhassa meclislerdeki davranışlarıyla ölçülür. Hz. Peygamber edeb ve terbiyenin timsali idi. O, her zaman çevresindekilere karşı edepli davranmış, davranışlarıyla on­ları etkilemiştir. İlk zamanlarda O, meclislerde kendisine hususi bir yer ayırtmamıştı. Bir topluluğun arasına geldiğinde baş köşeye geçmek için kimseye sıkıntı vermez, topluluğun son kısmına ve boş bulduğu bir yere otururdu.

Resûlüllah kendisine bir şey söylemek isteyeni her zaman dinlemiş muhatabına değer vermiştir. “Bir adam bir şey söylemek gayesiyle Resülüllah’ın kulağına ağzını verir de bir şey söylerse adam başını uzaklaştırmadan Resulullah başını uzaklaştırmazdı..”[80]

Hz. Peygamber, karşılaştığı veya çağrıldığında muhatabına bütün bedeni ile dö­ner sadece başı ile dönmekle iktifa etmezdi. Çağrıldığı zaman kim olursa olsun çağı­ran kimseye “buyur” diye cevap verirdi.

8- SABIR VE AZİM SAHİBİ OLMAK

İslâm’a davet vazifesini icra, sabır ve azim isteyen meşakkatli ve çileli bir yoldur. “Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar.”[81] mealindeki ayetten de anlaşıldığına göre Hz. Peygamber’e kadar bütün peygamberler yalanlanmışlar ve ezi­yet çekmişlerdir. Hz. Peygamber de hakaretlere maruz kalmış, alaya alınmış, taşa tu­tulmuştur. Kısaca, tarihi seyri içerisinde İslâm’a karşı düşmanca tavır alanların bu çerçevede inananlara ve da’vetçilerine hakaretlerde bulundukları, onları yalanladık­ları ve iftiralara maruz bıraktıkları bir gerçektir. Bu itibarla sabır, Hz. Peygamber ve diğer peygamberler misalinde olduğu gibi din hizmeti açısından çok önemlidir.

Haddi zatında sabır denilince sadece eziyet ve hakaretlere sabır anlaşılmamalıdır. “Taata devamda sabır, masiyetten sakınmada sabır, zıt düşüncedekilerin her türlü hi­le ve tuzaklarına sabır, zorluklara karşı sabır, batılın yayılmasına sabır, hakka yardım edenlerin azlığına sabır, eziyetli yolların uzunluğuna sabır, nefsin istekleri, tama ve heveslerine, za’fına, noksanlığına, aceleciliğine, çabucak usanmasına sabır, sabır, sa­bır. Bütün bunlardan sonra neticeye ulaşılınca nefsi tevazu ve şükür dairesinde tuta­bilmede sabır... Öyleyse sabır, İslâmî bir cemiyetin ikamesi ve idamesi için nefsin­den ve toplumdan gelen zorluklara göğüs germektir. Bu uğurda karşılaşılan güçlük­lerden yılmadan, reddedilmiş olmaktan dolayı bıkıp usanmadan azim içerisinde gay­ret göstermektir.”[82]

9- AFFEDİCİ VE MÜSAMAHAKÂR OLMAK

Hz. Peygamber aile hayatında, sosyal hayatta, insani münasebetlerde müsamaha­kâr davranırdı, insanların yanlışlıklarını onların kişiliklerini zedelemeden ve psiko­lojik bir sıkıntı meydana getirmeden umûmî ifadelerle düzeltirdi. Cezalandırmayı de­ğil ıslahı hedef alırdı. Öç almak gibi bir huyu yoktu. O, sadece Allah’a karşı hürmet­sizlik ve dini değerlere saldırı yapıldığı zamanlarda kızardı.

Hz. Peygamber’in hoşgörüsü tarihe büyük bir İslâm cemaatini ve medeniyetini kazandırmıştır.

Hz. Peygamber o kadar müsamahakâr idi ki, Hanımı Hz. Aişe’ye iftira atanlan, amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi’yi bağışlamış, Hayber’de kendisini zehirle­mek isteyen Yahudi bir kadını, Bedir Savaşı’nın akabinde kendisini öldürmeye ge­len Kureyş elçisini affetmiştir. İslâm’ın dolayısıyla Hz. Peygamber’in diğer din mensuplarına karşı göstermiş olduğu büyük müsamaha sebebiyle bir çok insan dinlerini bırakıp müslüman olmuşlardır.

10- KOLAYLIK GÖSTERMEK

İnsan, yaratılış gereği zor olan şeylerden, altından kalkamayacağı hükümlerden, yaşanması imkânsız görülen ilkelerden kaçar ve onu kabul etmez. Bu itibarla hidayet reh­beri olan Kur’an, “Allah sizin için kolaylık ister güçlük istemez.”[83]; “Allah kimse­ye gücünün üstünde bir şey teklif etmez.”[84] mealindeki ayetlerde de görüldüğü üze­re kolaylıktan bahsetmektedir. Hz. Peygamber’de tavsiyelerini bu çerçevede yapmış­tır.[85]

Kur’an’ı anlatma vazifesini icra edenler Kur’an’ın bu mükemmel prensiplerini in­sanlara iyi anlatarak dinin herkesin kolaylıkla yaşayabileceği bir sistem olduğunu izah etmelidirler.

Hz. Aişe, Hz. Peygamber’in önemli iki özelliğini şu ifadelerle anlatır. “Allah elçisi iki durumdan birini seçmek gerektiği zaman eğer günah değilse mutlaka kolay olanı se­çerdi. Bu durum günahsa O, günahtan herkesten daha çok uzak dururdu. Bir de Allah elçisi kendisiyle ilgili bir kötülükten dolayı asla intikam peşinde olmamıştır. Fakat Al­lah’ın bir kanunu ihlâl edilince mutlaka bunun cezasını verirdi.”[86]

Gönlü hep kolaylıktan, insanları sıkıntılardan kurtarmaktan yana olan ve “din kolaylıktır”[87] diyen Hz. Peygamber, “Nerede kolaylık varsa orada güzellik vardır. Kolaylığın bulunmadığı her şey çirkindir”[88] buyurmuştur. Bir diğer hadisinde de: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz”[89] buyurmuştur.

SONUÇ

Allah Tealâ, nizamını yaymak ve öğretmek vazifesi için Peygamberlerin en üstünü olan Hz. Muhammed’i seçmiştir.

Hz. Muhammed, Allah’ın dinini insanlara tebliğ etmek için seçilmiş görünüşü, gönül dünyası, tavrı, konuşması ve bütün halleri ile gerçek bir muallim idi. O’nun kâmil şahsi­yeti İslâm’ı öğrenenler için, O’nun gibi olmaları ve yolunu takip etmeleri için bir metoddur.

Muallim kişiliğin kemâle ermesi için sahip olunması gereken sıfatlardan olan akıl, fa­zilet, ilim, hikmet, ileri görüşlülük, etraflıca muhakeme edebilmek, liyâkat, canlılık, gü­zel konuşma, yüksek zeka, temiz giyinme, güzel görünüm, güzel konuşma ve güzel ida­re gibi özellikler Hz. Peygamber’de mükemmel biçimde bulunmaktaydı. O, eşsiz şahsi­yetiyle bir muallim idi. Din hizmetini ifa edenler Hz. Peygamberi kendilerine en güzel ömek olarak kabul etmelidirler. Kusurlarını düzeltmek, hatalarını ıslah etmek hususunda başka ömek aramamalıdırlar.



[1] en-Nahl, 16/125.

[2] el-Hacc, 22/67.

[3] el-Ahzab, 33/45.

[4] er-Ra’d, 13/36.

[5] el-A’raf, 7/59; 73, 85, el-Hûd, 11/50; en-Nahl, 16/ 36.

[6] Âl-i İmran, 3/ 104, 110; et-Tevbe, 9/71.

[7] Önkal, Ahmet, Resûlüllah’ın İslâm’a Davet Metodu, Konya, 1994, s. 318.

[8] en-Nisa, 4/113.

[9] Çakan, İsmail, L. Hakkı Tavsiye Metod ve Vasıtaları, İstanbul, 1992, s. 41.

[10] Tirmizî, Ebû İsa, eş-Şemailü’n-Nebeviyye, Hımış, 1968, s. 140.

[11] Ebû Gudde Abdulfettah, Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed ve Öğretim Metodları, trc, Enbiya Yıl­dırım, tsz, s. 28-29.

[12] Özbek, Abdullah, Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed, İstanbul, 1995, s. 61.

[13] Ebû Davûd, Edeb, 93.

[14] Geniş bilgi için bkz. Arif Köten, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Şaka ve Bazı Şakacı Sahabiler, Bursa, 1991, s. 1-44.

[15] Münâvî, Abdurrauf, Feyzu’l-Kadir, Beyrut, 1972, II, 215.

[16] Darimî, Mukaddime, 34.

[17] Müslim, Mukaddime, 3.

[18] Ebû Davûd, Edeb, 23.

[19] Buhârî, İman, 29; Müslim, Siyam, 34.

[20] Ebû Davûd, Sünnet, 2.

[21] Nesaî, Sıyam, 43.

[22] Buhârî, İman, 17; Hacc,4; Müslim, İman, 36; Nesaî, Zekat, 49.

[23] Buhârî, İman, 19.

[24] Muvatta, Kur’an, 24.

[25] Ahmed b. Hanbel, Müsned VI, 375, 440.

[26] Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 3.

[27] İbnu’l-Esir, Usdü’l-Gabe, Kahire, 1970, 1, 284.

[28] Müslim, İmare, 5.

[29] Müslim, İmare, 4; Şevkânî, Neylü’l-Evtar, Mısır, tsz, VIII, 297.

[30] Canan, İbrahim, “Resûlüllah’ta “Muhataba Göre” ve “Tedriç” Prensipleri”, Atatürk Üniversitesi ilahi­yat Fakültesi Dergisi, Erzurum, 1993, S.l 1, s. 50.

[31] en-Nahl, 16/125.

[32] Taha, 20/43-44.

[33] Çakan, a.g.e., s. 46.

[34] Ahmet b. Hanbel, V, 256-257.

[35] Müslim, Kitabu’t-Tahare, 100; İbnu’l- Cevzî, Ebu’l-Ferec, el-Vefa bi Ahvâli’l-Mustafa, Mısır, 1966, II, 432.

[36] Buhari, Vudû, 62; Müslim, Tahare; 98, 99.

[37] Sakallı, Talat, Hz. Peygamber ve Dini Hoşgörü, Diyanet İlmi Dergi, (Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Özel Sayısı), Ankara, 2000, s. 396.

[38] Buhârî, Edeb, 18.

[39] Al-i İmran, 3/159.

[40] Çakan, a.g.e., s. 46.

[41] Çakan, a.g.e., s. 46.

[42] Salman, Yücel, “Etkili Bir Din Hizmeti Açısından Hz. Peygamber’in Örnekliği” Hz. Peygamber’in Ör­nekliği İslam’ın Sosyal Dayanışma ve İsrafa Bakışı, Ankara, 2002, s. 22.

[43] Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 61.

[44] Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 61.

[45] Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 61.

[46] Ebû Davûd, Selâm, 24

[47] Şeybânî, İbnü’d-Deyba Tefsiru’l-Vusûl, ts, IV, 229.

[48] Berkî, A. Himmet- Keskioğlu, Osman, Hatemu’l-Enbiya ve Hz. Muhammed’in Hayatı, ts. s. 372, Nizamoğlu, Rıdvan, “Örnek Şahsiyeti ve Eseri ile Peygamberimiz (s.a.v.)”, Diyanet ilmi Dergi, (Peygam­berimiz Hz. Muhammed (s.a. v.) Özel Sayısı), Ankara, 2000, s. 125.

[49] İbn Mace, Et’ime, 30.

[50] Gazzâlî, Ebû Hamid Muhammed, İhyau Ulûmi’d-Din, Mısır, ts, III, 332.

[51] Önkal, a.g.e., s. 328.

[52] et-Tevbe, 9/128.

[53] Algül, Hüseyin, “Alemlere Rahmet Hazreti Muhammed” Diyanet ilmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Mu­hammed (s.a.v.) Özel Sayısı, Ankara, 2000, s. 483.

[54] Buhârî, Ezan, 163; Müslim, Salât, 37.

[55] Al-i İmran, 3/159.

[56] el-Bakara, 2/157, 178,218; Âl-i İmran, 3/8, 107, 157; en-Nisa, 4/96, 175; el-En’am, 147,154, 157; el- Isra, 24, 27, 82, 87.

[57] Buhari, Edeb, 17, 18; Müslim, Tevbe, 4; Ebâ Davûd, Edeb, 66; Tirmizi, Birr ve’s-Sıla, 16.

[58] Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 15.

[59] Kadı lyaz, eş-Şifa bi Ta’rifi Kukuki’l-Mustafa, Dımeşk, ts, 1, 222.

[60] Şibli, Mevlana, Asr-ı Saadet, (trc. Ömer Rıza Doğrul, GünümüzTürkçesine Uygulayan, Osman Zeki Molla Ömeroğlu) İstanbul, 1973, 1, 375.

[61] Müslim, Birr ve’s-Sıla, 87.

[62] Önkal, a.g.e., s. 330.

[63] Buhârî, İstiâbe, 4; İbn Mâce, Edeb, 9.

[64] Zeydan Abdulkerim, İslam’da Davet ve Tebliğ, Trc. Ruhi Özcan, İstanbul, 1979, s. 541.

[65] Karacabey, Salih, “Hz. Peygamber’in İnsan İlişkilerine Verdiği Önem”, Diyanet İlmi Dergi, Peygambe­rimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Özel Sayısı, Ankara, 2000, s. 95.

[66] Müslim, Birr ve’s-Sıla, 15.

[67] Algül, a.g.e., s. 490.

[68] Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 59.

[69] Salman, a.g.e., s. 25-26.

[70] Ebû Gudde, a.g.e., s. 39.

[71] Ebû Gudde, a.g.e., s. 39.

[72] el-Maide, 5/ 67.

[73] el-Ahzab, 33/21.

[74] Ebû Gudde, a.g.e., s. 74.

[75] el-Bakara, 2/ 44; es-Saff, 61/ 2-3.

[76] Önkal, a.g.e., s. 318.

[77] es-Saff, 61/2-3.

[78] el-Kalem, 68/ 4.

[79] Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 1.

[80] Ebû Davûd,Edeb, 6.

[81] el-En’am, 6/34.

[82] Önkal, a.g.e., s. 322.

[83] el-Bakara, 2/185.

[84] el-Bakara. 2/286

[85] Müslim, Siyam, 34.

[86] Buhârî, Edeb, 79.

[87] Buhârî, İman, 30.

[88] Müslim, Birr ve’s-Sıla, 23.

[89] Buhârî, İlim, 11; Müslim, Cihad, 5; Ebû Davûd, Edeb, 20.