Makale

KUR’AN SÜNNET İLİŞKİSİ

KUR’AN SÜNNET İLİŞKİSİ

Doç. Dr. H. Mehmet SOYSALDI
Fırat Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dekan V.

GİRİŞ

Yüce Rabbimiz, insanoğlunu yaratılmışların en seçkini kılmış ve yaratılan her şe­yi onun emrine vermiştir. Allah Teala, evrenin merkez varlığı olarak kabul ettiği in­sanın, gerek ferdî yücelişini gerekse diğer varlıklarla olan münasebetlerini açıklayan kitaplar göndermiştir. İnsanın dünya ve ahirette mutluluğa kavuşması için, Allah’ın bu kitaplardaki emir ve yasaklarını iyi okuması, anlaması ve hayatında uygulaması gerekmektedir.

İnsan, gaflet, gurur ve kibir gibi yine kendi yaratılışında mevcut olan sebeplerden dolayı her zaman hakkı kavrayacak, kabullenecek bir durumda olmayabilir. Hatta ço­ğu zaman Rabbinin kendisine olan sonsuz nimetlerini bir çırpıda inkar da edebilir. Bazen bu inkar ve cehalet insanı öyle boyutlara götürür ki, en mükerrem bir varlık olarak yaratılan insan, esfel-i sâfilin konumuna düşebilir, işte bunun içindir ki, bu du­rumda insanı uyaracak ve ona doğru yolu gösterecek davetçiler gelmiştir.

İnsan, her ne kadar mükerrem bir varlık ise de, İlâhî hitaba (Yüce Yaratıcıyla ko­nuşmaya) direkt muhatap olacak bir yapıya sahip değildir. Allah Teala, zaman zaman kendi dinini insanlara öğretecek elçiler göndermiştir.

Allah’ın insanlara gönderdiği ilk peygamber Hz. Adem, son peygamber ise Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Kur’an, bütün peygamberleri aynı misyonu yüklenmek üze­re gönderilmiş, birbirini doğrulayan Allah elçileri olarak tanımlamaktadır. Bütün peygamberler, Allah katında tek ve makbul din olan İslâm dinini (tevhid inancını) tebliğ için gelmişlerdir.

Biz bu araştırmamızda Hz. Peygamber’in sünnetinin, Kur’an karşısındaki duru­munu yani Kur’an Sünnet ilişkisini açıklamaya çalışacağız. Dolayısıyla önce Kur’an ve Sünnetin tanımını yapacak sonra sırayla; Kur’an’ın Hz.Peygamber’e yüklediği görevleri açıklayacak ve Sünnet olmadan Kur’an anlaşılabilir mi? gibi sorulara ce­vap verecek, daha sonra da Sünnetin dindeki yeri ve önemini belirtmeye çalışacağız.

1- Kur’an Nedir?

Kur’an, okumak anlamına gelen “karae” fiilinden türetilmiş mastar olup, ism-i mef’ûlün mastarla isimlendirilebileceği kaidesince el-makru’ (okunmuş) anlamında Hz. Peygamber’e indirilen mûciz kelâmın adıdır. Hz. Mûsa (a.s)’ya indirilen kitaba Tevrat”, Hz. İsa (a.s)’ya indirilen kitaba “İncil” adı verildiği gibi, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)’e indirilen kitaba da “Kur’an” özel isim olmuştur.[1]

Terim olarak ise, Kur’an’m İslâm âlimleri tarafından farklı tarifleri yapılmıştır. Ancak âlimlerin üzerinde durdukları en kapsamlı tanım şudur: Kur’an-ı Kerim, Yü­ce Allah tarafından Cebrail (a.s) vasıtasıyla Hz. Muhammed (s.a.v)’e vahyedilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen ve Fatiha ile başlayıp Nâs suresiyle son bulan mûciz kelâmdır.[2]

Bu Yüce Kitabı, Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed (s.a.s.) ise şöyle tanımlamakta­dır: “Allah’ın Kitabı olan Kur’an’da sizden öncekilerin kıssaları, sizden sonrakilerin haberleri, kendi aranızda olanların hükümleri vardır. O, doğruyu eğriden ayıran ki­taptır. O, hiçbir zaman anlamsız konuşmaz. O, Allah ’ın sağlam ipidir. O, zikr-i ha­kimdir. O, dosdoğru yoldur. Kötü arzular asla O ’nu hedefinden saptıramaz. Diller O’nu karıştırıp bozamaz. Alimler O’na doyamaz. Müttakîler O’ndan usanmaz. O, tekrar tekrar okunmakla eskimez. O, cinlerin işitir işitmez: “Biz acayip bir Kur’an işittik ki, doğruya iletir. Derhal ona inandık.”[3] dedikleri kitaptır. O’nun ölçülerine göre konuşan doğruyu söyler. O’na göre davranan sevap kazanır. O’nunla hükme­den âdil olur. O’na çağıran doğru yola çağırmış olur.”[4]

Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v)’in bu güzel tarifinden sonra şunu kesin olarak bilmeliyiz ki, Kur’an-ı Kerim, yüce İslâm dininin mukaddes kitabıdır. Bu kitap, Cenab-ı Hakkın yüce katından insanlığa uzanan sağlam bir iptir ki,[5] ona sarılan daima aziz olur ve gözlerin görmediği, akılların tasavvur edemediği nimetler­le mükafatlandırılır.[6] Kur’an, kendisine tâbi olanlara dünya ve ahiret saadetinin yol­larını gösterir. Bu konuda genel kaideler ve küllî prensipler koyar. Kim onu terk eder de hidayeti başka yolda ararsa, hem dünyada hem de ahirette hüsrana uğrayanlardan olur. Nitekim Kur’an, ikinci suresi olan Bakara suresinde indiriliş gayesini şu şekil­de belirtmektedir:

“Elif. Lâm. Mim. O kitap (Kur’an); Onda asla şüphe yoktur. O, muttakîler[7] için yol göstericidir.[8] Kur’an muttakîlere hidâyet kaynağı olarak indirilmiştir.

Yine Yüce Allah, Sâd sûresinde Kur’an’ı indiriş gayesini şu şekilde bizlere açıklamaktadır:

“(Ey Muhammed!) Sana bu mübârek Kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olan­lar öğüt alsınlar diye indirdik.”[9]

Bu âyetten de anlaşıldığı gibi, Yüce Allah, Kur’an’ı düşünerek okumamız, anla­mamız ve ondan öğüt alarak hayatımızı ona göre tanzim etmemiz için indirmiştir.

2- Sünnet:

Arapça bir kelime olan sünnet; yol, birinin devamlı gittiği yol, âdet, gidişat, ha­yat tarzı gibi anlamlara gelir. Terim anlamıyla “sünnet” deyince, Peygamberimiz (s.a.v)’in söz, fiil ve takrirleri anlaşılır.[10] Takrir, Arapça’da onay demektir. Peygam­berimiz (s.a.s.) bilgisi dahilinde yapılan bir davranışa veya söylenen bir söze, karşı çıkmamışsa, bu O’nun, o davranış veya sözü onayladığı, en azından mubah saydığı anlamına gelir. Çünkü insanları Allah’ın rızasına ters olan her şeyden uzaklaştırmak için görevli olan bir peygamberin, üstelik kendisinin her davranışının ashabınca ta­kip ve taklit edildiğini bile bile, Allah’ın nzasına ve dinine muhalif bir davranış kar­şısında susması düşünülemez.

Kısaca söylemek gerekirse sünnet, Peygamber (s.a.v)’in hayat tarzı demektir. Ha­yat tarzı, kişinin hayat anlayışının dışa vurmuş şekli demektir. Şu halde Peygamber (s.a.v)’in sünnetinin temelinde, O’nun hayat anlayışı vardır, insanlar, tarih boyunca, “Ben kimim, nereden geldim, niçin geldim, nereye gidiyorum?” gibi sorulara cevap aramışlar ve bu sorulara verdikleri cevaplara göre hayata anlam vermişler, hayat ga­yelerini buna göre tespit etmişlerdir. İşte Cenab-ı Hakk, gönderdiği peygamberler va­sıtasıyla bu sorulann doğru cevabını insanlara bildirmiş ve ona göre hayat sürmele­rini istemiştir. Sünnet bir hayat tarzı ise -ki öyledir- bu hayat tarzını gerçek manasıy­la idrak etmek, onun arkasındaki hayat anlayışını bilmeye bağlıdır. Bu hayat anlayı­şını kavrayabilen kişi şuurlu bir şekilde Hz.Peygamber’in sünnetini yaşayabilir, işte sünnetin temelindeki bu hayat, bizim itikad, yani iman dediğimiz şeydir. Bu noktada sünnetin inanç ve zihniyet boyutu söz konusudur. Yani Peygamber (s.a.v)’in hayat gayesi ne ise hayata verdiği anlam nasılsa, O, nasıl bir imana sahipse, Müslüman da öyle bir imana sahip olmaya gayret etmelidir. O’nun değer yargılarını aynen benim­semelidir. Müslüman her şeyden önce Hz. Peygamber (s.a.v)’in iman dünyasını, gö­nül dünyasını, fikir dünyasını kavramaya ve O’nu örnek almaya çalışmalıdır. Müslü­man, Peygamber (s.a.v)’in tevhid anlayışını, nefis ve arzular dahil her türlü maddî ve manevî puta gönülde yer vermeyişini, Allah’a rağmen hiçbir otorite kabul etmeyişi­ni, kulluk şuurunu, Allah sevgisini ve korkusunu, kader ve tevekkül anlayışını, kâ­inatın her yerinde Allah’ın tecellilerini ibretle seyredişini, sebeb-müsebbib anlayışı­nı, ulûhiyyet anlayışını, değer yargılarını iyi tespit edip, sünneti yaşarken bunlan işin temeline koymak ve içine sindirmek zorundadır.

3- Hz. Peygamber’in Kur’an’ı Tebliğ ve Tefsir Görevi:

Kur’an-ı Kerim, insanların hidâyetini gaye edinen ilâhî bir kitaptır. Kur’an’ın bir­çok ayeti vardır ki, sadedir, kolay anlaşılır. Göklerin ve yerin yaratılmasına, hayvan­lar âlemine ve geçmiş kavimlerin olaylarını anlatmakla bunlara dikkat çekmekte ve bunlardan ibret almamızı istemektedir. Fakat bunun yanı sıra Kur’an’ın öyle ayetle­ri de vardır ki, bunları herkes anlayamaz. Anlamak için Kur’an ve Kur’an ilimlerin­de ihtisas sahibi olmak gerekir. Muhkem, müteşabih, mutlak, mukayyed, mücmel, mufassal, âmm ve hass lafızlar içeren ayetler gibi.

Kur’an-ı Kerim bir ansiklopedi kitabı değildir ki, her şeyi harfi harfine alsın, ko­nulan ince ince bütün teferruatıyla işlesin. O, sadece temel ilke ve prensipleri belir­ler. Pratik hayata yansıyacak bazı olaylann çözümünü de sünnete bırakır. İşte bu noktada sünnetin devreye girdiğini görmekteyiz. Kur’an’daki hakikatleri bize en iyi bir şekilde öğretecek şahıs da, kendisine kitap gelen Hz. Muhammed’dir. O, Kur’an tefsirinin aslı ve esasıdır. Zira Kur’an-ı Kerim, O’na indirilmiştir. Hiç şüphesiz ki Kur’an’ı insanlar içinde en iyi bilen ve en iyi anlayan da O’dur.

Hz. Peygamber (s.a.v.) tebliğ ve tebyinle mükelleftir. Tebliğ, peygamberliğin esaslarından biridir. Tebliğsiz peygamber olamaz. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim’de gerek Hz.Muhammed’e ve gerekse diğer peygamberlere ait tebliğ emirleri pek çok­tur. Biz, bunlardan bir kaç tanesini örnek olarak vermek istiyoruz.

“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah, kafirlere yol göstermez.”[11]

İşte bu âyet-i kerime tebliğin, peygamberlik vazifesinin esası ve peygamberin bu vazifeyi yapmakla mükellef olduğunu beyan etmektedir. Hz. Peygamber’in tebliğ edeceği şeyi, herkesten iyi bileceğinde şüphe yoktur. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim tefsiri denilince, ilk olarak akla Hz. Peygamber gelir. Kur’an-ı Kerim bize, diğer pey­gamberlerin de tebliğle mükellef olduklannı açıklamaktadır. Mesela, Hz.Hûd kavmine şöyle seslenmektedir:

“Size Rabbimin sözlerini bildiriyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”[12] Hz.Sâlih de kavminden yüz çevirerek, onlara şöyle hitap etmektedir:

“Sâlih de onlardan yüz çevirdi ve: Ey milletim! And olsun ki ben size, Rabbimin sözünü bildirmiş ve öğüt vermiştim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz, dedi.”[13]

Tebliğ görevi, Allah tarafından gönderilen ilâhî emirleri çevredeki insanlara ilet­mek ve duyurmak anlamında olduğu gibi, açıklanması gereken âyetleri onlara açık­lamak, gerekiyorsa tatbikatını bizzat uygulayarak göstermek anlamını da taşımakta­dır. Bu konuda da Yüce Allah:

“Sana zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, tâ ki düşünüp öğüt alsınlar”[14] buyurmaktadır.

Tefekkür ve tedebbür etmeksizin, Allah’ın kelamının bir kısmını anlamak veya vermek istediği ilâhî işaretleri tespit etmek mümkün olmayabilir. Bilhassa öğüt ve nasihat gayesiyle nakledilen kıssalan tefekkür etmeden gerekli hisseyi almak imka­nı olmayacağı için, bazı âyetleri tefsirle kalmayıp tefekkür edilmesine de Allah Teâlâ işaret etmiştir.

“İşitmedikleri halde, işittik diyenler gibi olmayınız. Çiinkü Allah katında, canlıla­rın en kötüsü, Hakk’a karşı sağır olanlar, dilsiz olanlar ve gerçeği anlamayanlardır. Eğer Allah, onlarda bir iyilik görseydi onlara işittirirdi. Onlara işittirmiş olsaydı, yi­ne de yüz çevirip uzaklaşırlardı.”[15]

Bu ayette Allah Teâla, okunan Kur’an’ı gerektiği şekilde anlamayanları, kendile­rine açıklandığı halde onların üzerinde düşünüp verilmek istenen öğütleri almayan­ları şiddetle ikaz etmektedir. Her insanın, mükellef olduğu ilâhî ahkâmı anlaması, kıssalardan gerekli öğütleri alması, bilhassa ilim ve irfan sahiplerinin ilmî işaret ve inkişaflara delâlet eden âyetlerden gerektiği şekilde istifade edip, gelişmeye önayak olması için, Kur’an-ı Kerim’in tefsir edilmesi mutlaka gereklidir ve bu iş her asırda yenilenmelidir.[16]

Arap dilinde indirilen Kur’an-ı Kerim’in ilk muhatapları, O’nu kendi kültür sevi­yeleri nispetinde anlayabilmişlerdir. Anlayamadıkları kısımları ise, bu hususta en sa­lahiyetli zat olan Hz. Peygambere soruyorlar, Hz. Peygamber de onların anlayacağı bir dil ve ifade ile sordukları âyetleri, onlara tefsir ediyor ve açıklıyordu.

Tabii ki, Allah Elçisi, bu açıklamaları, âyetlerin ifade ettiği durum ve sahabenin anlayış kapasitesine göre, bazen veciz ifadelerle özlü ve kısa olarak, bazen de geniş ve detaylı bir şekilde yapıyordu. Böylece Rasulullah (s.a.v), Kur’an’ı hem tebliğ, hem de sahabenin ihtiyacı ölçüsünde ve onların anlayacağı bir tarzda tefsir ediyordu. Dolayısıyla Kur’an hem okunuyor, hem de yaşanıyordu. Böylece Asr-ı Saadette ilim ile amel bir arada yürütülüyordu.[17]

4- Sünnetin Dindeki Yeri ve Önemi:

Kur’an-ı Kerim, İslâm dininin ana kaynağıdır. Fıkıh, akâid, ahlâk, iktisad,... v.s. gibi alanlarda birinci elden kaynaklık eder. Kur’an temel alınmadan hiçbir dinî hü­küm ortaya konulamaz. Onu referans alma zorunluluğu vardır. Sünnet ise, Kur’an’ın açıklayıcısıdır. Elbette açıklayan, açıklanandan sonra gelir, İmam Evzâî; “Kur’an-ı Kerim’in sünnete ihtiyacı, sünnetin Kur’an-ı Kerim’e olan ihtiyacından daha büyük­tür” demiştir.[18]

Kur’an’la sünnet arasında bazı farklılıklar mevcuttur. Kur’an, Allah kelamıdır. Lafzı onun katından indirilmiş, tilavetiyle ibadet edilmekte, bütün insanlık en küçük bir suresinin bir benzerini getirmekten âciz kalmış, tevatüren nakledilmiştir. Sünnet­te durum böyle değildir. Bir kısmı tevatüren, büyük bir kısmı ise âhâd haberlerle sa­bit olmuştur. Lafzıyla da ibadet edilmez.

Ancak şunu da ifade etmeliyiz ki, Kur’an’m bu üstünlüğü, delillik bakımından aralarında farklılık olmasını gerektirmez. Delil olma noktasında sünnet, kitapla aynı seviyede mütalaa edilmiştir. Bir problem karşısında önce Kur’an’dan, onda yoksa sünnetten delil aranır.

Sünnetin dinde delil olduğu hususunda, Kur’an, sünnetin kendisi, icma ve saha­beden nakledilen bilgiler vardır.

a) Kur’an’dan Delil: Kur’an’ı dikkatli bir şekilde incelediğimizde Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber’i ve onun sünnetini çok müstesna bir yere oturtmakta ve ona itaati kendisine olan itaatle bir tutmakta olduğunu görmekteyiz.

Hz. Peygamber’e itaat etmeyi, ona karşı çıkmamayı onun hükümlerine boyun eğ­meyi emreden ayetlerden bazıları şunlardır:

1. “De ki: Eğer Allah ’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahla­rınızı bağışlasın. Allah, çok bağışlayan ve esirgeyendir.”[19]

2. “Kim Peygambere itaat ederse, kesinlikle Allah’a itaat etmiş olur...”[20]

3. “Ey iman edenler! Allah ’a itaat edin. Rasûlullah ’a ve sizden olan emir sahipleri­ne (idarecilere) itaat edin. Bir şeyde ihtilafa düşerseniz, Allah’a ve ahiret giinüne inanıyorsanız eğer, onu(n hallini) Allah ’ın kitabına ve Rasûlü(nün sünneti)ne götü­rün. Böyle yapmanız sizin için hayırlı ve (netice itibariyle de) pek iyidir.”[21]

4. “Allah ve Rasûlü bir konuda hüküm verdiği zaman, artık mü’min bir erkek ve ka­dın için, hiçbir tercih hakkı yoktur. Zira kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”[22]

5. “Rabbın adına yemin olsun ki, onlar, aralarında ihtilaf ettikleri şeylerde seni ha­kem kılmadıkça, sonra da içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan senin verdiğin hükme tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe, asla iman etmiş olmazlar.”[23]

Yukanda zikrettiğimiz ayetlerden anlaşıldığına göre:

1) Müminler, Allah’a, O’nun Resûlüne ve yetki sahiplerine itaate davet edilmekte,

2) Müminler, Hz. Peygamber’e tabî olmaya çağrılmakta,

3) Müminler, Hz. Peygamber’e karşı gelmekten sakındırılmakta,

4) Müminlerden Hz.Peygamber’in verdiği hükümleri kabul edip, boyun eğmele­ri istenmektedir.

Allah’a ve Resûlüne itaatin birlikte zikredildiği ayetleri inceleyecek olursak, Al­lah’a itaatin karşılığının Kur’an olduğu da kesinlikle açıktır.

Resule itaatin karşılığı ise, Kur’an olabileceği gibi, Kur’an’da hazır çözümlerin bulunmadığı konularda, Hz. Peygamber’in Kur’an’ı yorumu, Kur’an’a dayalı içtiha­dı olabilir. Bu yorumlar ve içtihatlar ise sünnet içerisinde yer almaktadır.

Günümüzde sahip olduğu akademik unvanlann arkasına sığınan bazı kişiler, “bunlar Kur’an’da yer almamaktadır” diyerek, hadislerde açıklanan bazı İslâmî hü­kümleri dışlamakta, İslâm dinini sanki peygambersiz bir din seviyesine indirmekte­dirler. Bazıları da, “peygamber geldi mektubu tebliğ etti, insanlara ulaştırdı, vazife­si sadece buydu, vazifesini yaptı ve çekip gitti” diyerek, peygamberi bir postacı du­rumuna düşürmekte, peygamberin kutsal görevini göz ardı ederek, peygamberi dev­re dışı bırakmakta, kendilerini peygamber yerine koyarcasına kafalarına göre Kur’an’ı yorumlamaya çalışmaktadırlar. Yahudi ve Hıristiyanların dinlerini tahrif et­tikleri gibi son ilâhî din olan İslâmı tahrif etmek isteyenler var, fakat Yüce Allah, İs­lâm dininin, Kur’an’ın tahrif edilmesine kesinlikle izin vermeyecektir. Çünkü Kur’an’ın muhafazası, Allah’ın güvencesi altına alınmıştır.[24]

b) Sünnetten Delil: Yine bir çok hadiste Hz.Peygamber’e ittiba etmenin gerek­liliği ifade edilmektedir. Mesela, Buhârî’nin Ebu Hureyre’den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:

“Bütün ümmetim cennete girecektir, ancak yüz çevirenler müstesnâ!”

Dediler ki:

- Ey Allah’ın Resûlü! yüz çeviren kimdir?

“Kim bana itaat ederse cennete girer. Bana isyan edene gelince o, yüz çeviımiştir.[25]

Yine başka bir hadiste Hz.Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Şunu kati ola­rak biliniz ki, bana Kitap (Kur’an), bir de onunla beraber, onun bir misli daha veril­miştir. Karnı tok bir halde, rahat koltuğuna oturarak: ‘Şu Kur’an’a sarılınız, onda helal olarak ne bulursanız onu helal kabul ediniz, neyi de haram bulursanız onu ha­ram biliniz’ diyecek, bazı kimseler gelmek üzeredir. Şüphesiz ki, Allah Resûlünün ha­ram ettiği şey, Allah’ın haram ettiği şey gibidir.[26]

“Dikkatli olun, koltuğuna yaslanmış bir adama benden bir hadis ulaştığında, bel­ki de o şöyle diyecektir: ‘Aranızda Allah’ın kitabı var. Onda helal bulduğunuzu he­lal, haram bulduğunuzu da haram sayarız’. Oysa, Allah Resûlünün haram kıldığı da tıpkı Allah’ın haram kıldığı gibidir.[27]

Hadiste geçen “onun bir misli” ifadesinde anlatılan şeyin, Hz. Peygamber’in sün­neti olduğu ve bunun da Kur’an’da “hikmet” olarak anlatıldığı, pek çok kaynakta ifade edilmiştir.[28]

c) Sahabenin Sünnete Karşı Tutumu: Sahabe ve Raşid halifelerin icraatları sünnetin dinde delil oluşunun başka bir güzel örneğidir. Onlardan herhangi birinin ne Hz. Peygamber’in sağlığında, ne de vefatından sonra, “ben Kur’an’ı iyi bilirim. Kur’an varken başka bir şeye ihtiyacımız yoktur” dememiştir. Aksine bütün işlerin­de ve karşılarına çıkan yeni toplum meselelerini değerlendirme ve çözmede Kur’an ve Sünneti esas almışlardır. Halid b.Üseyd adındaki biri, Abdullah b. Ömer’e şöyle der: “Biz Kur’an’da, normal ikamet (hazar) halindeki namazı ve korku namazını bu­luyoruz, fakat sefer namazını bulamıyoruz. Nasıl oluyor bu?” İbn Ömer dedi ki: “Ey kardeşimin oğlu! Biz hiçbir şey bilmez iken Allah, bize Muhammed (s.a.v)’i gönder­di. Biz ancak ondan gördüğümüz şeyleri yapıyoruz. Namazın yolculukta kısaltılma­sı da O’nun koymuş olduğu bir sünnettir.”[29] Hz. Ebu Bekir’in hilafeti zamanında, yaşlı bir kadın gelerek vefat eden torununun mirasından payını almak istedi. Hz. Ebu Bekir ona şöyle dedi: “Senin için ne Allah’ın Kitabında ne de sünnette bir hüküm ol­duğunu bilmiyorum” dedi. Sonra da konuyla ilgili Hz. Peygamber’in herhangi bir be­yan veya uygulamasının olup olmadığını sahabeye sordu, Hz. Peygamber’in nineye mirasta 1/6 pay verdiği iki sahabi tarafından açıklanınca aynı hükmü uygulamıştır.[30] Sahabenin sünnetle ameli ve icması hakkında kaynaklarda daha birçok delil bulun­maktadır.

5- Kur’an’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri:

Sünnet, Kur’an’ın yaşanmış bir tefsiri, İslâm’ın pratik ve örnek bir tatbikidir. Çünkü Hz.Peygamber (s.a.v), tefsir olunmuş bir Kur’an ve yaşayan bir İslâmdı. Ni­tekim Sahabe Hz. Aişe validemize, Hz. Peygamber’in ahlâkı nasıldı diye sordukla­rında, Hz. Aişe onlara: “Siz Kur’an okumuyor musunuz? Rasûlüllah’ın ahlâkı, Kur’an’ın kendisiydi”[31] buyurmuştur.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Kur’an-ı Kerim’in en önemli tefsir kaynağı Hz.Peygamber’in sünnetidir. Sünnet, Kur’an’ın mücmelini tafsil, müşkilini tavzih, umumunu tahsis, müphemini ve diğer hususlannı izah eden önemli bir kaynaktır.[32] Mekhul’e göre, Kur’an’ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazladır.[33] Nitekim bir hadiste; “Bana kitapla beraber, misli de verildi” denil­mektedir.[34] Bu konuda sünnete o kadar ehemmiyet verilmiştir ki, Yahya b. Ebî Ke­sir, sünnet Kur’an’a kâdîdir, Kitab ise sünnete kâdî değildir, demiştir.[35] Bu söz Ah­med b.Hanbel’e söylendiğinde, “bunu söylemeye cesaret edemem, fakat sünnet, ki­tabı tefsir ve tebyin eder derim” demiştir.[36] Bizce de Ahmed b. Hanbel’in sözü en doğru sözdür. Çünkü Peygamber (s.a.v)’in dine dair sözleri ve tatbikatı, Kur’an’ın tefsiri niteliğindedir. Bu sözler ve tatbikat, Kur’an’dan sonra ikinci şer’î kaynaktır. Dolayısıyla bunlar, Kur’an’ın içeriğini izah mahiyetindedir. Fakat Kur’an’ın nassına aykırı olan sözler, Peygamberin kendi sözü olarak kabul edilemez. Zira Peygamber, Kur’an’a aykırı söz söyleyemez. O’nun düşünceleri, hep Kur’an’ın prensipleri doğrultusundadır.[37]

Kitapta olan ve olmayan şeylere delaleti bakımından sünnet üç kısma ayrılır:

1- Kur’an’ın Hükümlerine Paralel Hükümler Getiren Sünnet: Sünnet, bazen herhangi bir konuda bir açıklama ve detay vermeksizin, Kur’an’ın hükümlerine pa­ralel hükümler getirir, Kur’an’daki hükümleri tekid eder, pekiştirir. Mesela, “Nama­zı kılın, zekatı verin”[38] “Oruç sizin üzerinize farz kılındı”[39] “Oraya gitmeye yol bu­lana haccetmek, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır”[40] ayetleri ile, Rasûlullah’ın “İslâm beş temel üzerine kurulmuştur”[41] hadisi, birbirleri ile örtüşmektedir.

2- Kur’an’m Hükümlerini Açıklayan Sünnet: Kur’an’ı açıklayan sünnet, Kur’an’daki mutlakı takyid, umumu tahsis, mücmeli tafsil eder, müphemi açıklar ve pratik örneklerini ortaya koyar.[42] Kur’an’da Rabbimizin bazı emirleri vardır. Örnek verecek olursak: Yüce Allah, bizlere: “Namazı kılınız, zekatı veriniz”[43] buyuruyor. Namazın günde hangi vakitlerde, kaç rekat olduğu, nasıl kılınması gerektiği; zekatın tafsilatı ve bunlar gibi İslâm fıkhında bulunan binlerce mesele Kur’an-ı Kerim’de var mıdır? Elbette bu ayrıntılı hükümleri Kur’an’da bulmamız mümkün değildir. İşte bu ayrıntıları Allah’ın emriyle Hz. Peygamber, bize getirmiş ve öğretmiştir. Bir hadis-i şeriflerinde: “Beni nasıl namaz kıldığımı görüyor iseniz, siz de öylece namaz kılı­nız”[44] buyurmuşlardır. Yine, “Hac ibadetinin yapılış şekillerini benden alınız (öğre­niniz)”[45] hadis-i şerifi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in haccın edasıyla ilgili fiillerinin, Yü­ce Allah’ın, “Oraya gitmeye yol bulana haccetmek, Allah’ın insanlar üzerindeki hak­kıdır”[46] ayetini beyan ettiğine delalet etmektedir. Kur’an’ı sünnetten ayrı düşünmek, Kur’an’ı anlamamaktır. Bu da, Peygambersiz bir din hayal etmek olur ki, o da mu­haldir.

3- Kur’an’da Yer Almayan Konularda Müstakil Hüküm Koyan Sünnet: Yü­ce Allah, Hz. Peygamber’e izaha muhtaç Kur’an ayetlerini açıklama yetkisini verdi­ği gibi, aynı şekilde ona Kur’an’da olmayan hususlarda hüküm koyma yetkisini de vermiştir. Nitekim O, bazı konularda önce vahiy beklemiş, gelmeyince kendi içtiha­dına göre veya Kur’an dışında aldığı bir vahiy ile hüküm vermiştir. Onun bu hüküm­leri hiç şüphesiz vahiy kontrolü altındaydı. Bu sebeple zaten büyük hatalar yapması düşünülemeyecek olan Hz. Peygamber’in, küçük bazı hataları -ki biz bunlara zelle diyoruz- vahiy tarafından düzeltiliyordu. Bu bakımdan onun her türlü hükmü bir ne­vi vahiy tasdikinden geçmiş hükümler oluyordu.[47]

Şimdi, Hz.Peygamber’in genel olarak hüküm verme yetkisini ifade eden bazı ayetleri kaydedelim:

“Rabbın adına yemin olsun ki, onlar, aralarında ihtilaf ettikleri şeylerde seni ha­kem kılmadıkça, sonra da içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan senin verdiğin hükme tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe, asla iman etmiş olmazlar.”[48]

“Mu’min bir erkek ve kadın için, Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, artık onlar için hiçbir tercih hakkı yoktur. Kim Allah ve Rasûliine karşı gelirse, apa­çık bir sapıklığa düşmüştür.”[49]

“Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; -eğer gerçekten Allah ve ahiret gününe inanıyorsanız- Onu Allah’a ve Resulüne götürün. İşte bu, daha iyi ve sonuç bakımından daha güzeldir.”[50]

Hz.Peygamber’e genel olarak tatbikatta ortaya çıkan bazı konularda hüküm ve karar yetkisi verildiği gibi, Kur’an’da olmayan hususlarda ona haram ve helal koy­ma yetkisi de verilmiştir. Nitekim aşağıdaki ayetlerde bu husus şöyle ifade edilmek­tedir:

“Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı bulunanlara, O elçiye, O ümmî Peygambere uyarlar. O Peygamber ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötü­lükten meneder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerinde­ki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura uyanlar, işte fela­ha erenler onlardır.”[51]

“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyen kim­selerle, küçülerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın.”[52]

Kur’an’ın kabul veya reddetmeyip, herhangi bir şey söylemediği bir konuda ye­ni bir hüküm getiren hadisler de vardır. Mesela, ölü hayvan eti haram olmasına rağmen[53], Hz. Peygamber, deniz hayvanlarının bunun dışında olduğunu belirtmiş ve bu­nu: “Denizin suyu temiz, ölüsü helaldir”[54] şeklinde açıklamıştır. Yine Hz. Peygam­ber, iki ölü hayvan ve iki türlü kanın helal olduğunu da şöyle belirtmiştir: “İki ölü ve iki kan bizlere helal kılınmıştır. İki ölü: Çekirge ve balık, iki kan da ciğer ve dalak­tır.”[55]

Bundan başka Hz.Peygamber, ayette nikahı haram kılınanlar arasında sayılma­masına rağmen[56], bunlara kişinin hanımının üzerine onun hala ve teyzesini bir nikah altında tutmanın haram olduğunu ilave etmiştir.[57] Yine Kur’an’da geçmeyen, katır, ehlî eşek, aslan, kaplan, fil, kurt, kirpi[58], maymun ve köpek gibi hayvanlarla; kar­tal, atmaca, şahin ve doğan gibi yırtıcı kuşların etinin haramlığı da hadislerle sabit olmuştur.[59]

Yine ninenin mirasçı olması ve altıda bir hisse alması[60] gibi hususlar bu cümledendir. Hiç şüphesiz, Hz. Peygamber’in bu yetkisini Yüce Allah’tan tamamen bağımsız olarak değerlendirmemek gerekir. Elbette o, bu nevi hükümleri Yüce Allah’ın ken­disine verdiği yetki ve onun kontrolü altında vermektedir. Zaten genelde, Hz.Pey­gamber bu hükümleri verirken daima Kur’an’daki umumi prensiplere dayanmıştır.

6- Günümüzde Hadise Bakış Tarzı:

Müslümanlar iktidarlannı kaybedip Batılı devletlerin sömürgesi haline geldikten ve kültür emperyalizmi erozyonuna uğradıktan sonra, dünya siyaseti ve yapılanma­sında söz haklarını yitirmişlerdir. Özellikle Batılılar bu geniş sömürge topraklarında kendilerini kalıcı kılabilmek için İslâm’ın dayanaklarını yıkmaya ve kendi bâtıl dü­şüncelerini yaymaya başladılar. Bu amaçla Kur’an, Hadis, Tefsir ve Siyer gibi alan­larda çalışmalar yaptılar. Bu çalışmalarda şöhret bulan oryantalistler yetişti. Spren­ger, Goldziher, Schact, Caetani, Robson ve Horovitz gibiler kendi çalışma sahaların­da sivrildiler. Onların İslâmı hedef alan bu yanlış yorum ve saptırmaları, İslâm âle­minde kendisini “modern” ve “aydın” düşünen kişiler olarak kabul eden bazı müslü­manları etkilemiştir.

Sünneti terk etme fikri ilk kez Irak’ta ortaya çıkmıştır. Daha sonra bu fikir, Mısır ve Hindistan’da devam ettirilmiştir. Mısır’da Muhammed Abduh, Tevfik Sıdkî, Seyyid Reşid Rıza, Ahmed Emin, İsmail Edhem ve Ebu Reyye ortaya sünnetle ilgili ba­zı düşünceler atmışlardır. Muhammed Abduh; bu asırda Müslümanların Kur’an’dan başka önderleri olmadığını söylemiş, Tevfik Sıdkî ise, Kur’an ayetlerinde sünnete ih­tiyaç olmadığı sonucunu çıkarmıştır. Reşid Rıza da yazılarında Tevfik Sıdkî’yi des­teklemektedir.

İsmail Edhem, sünnetin tarihi ile ilgili bir kitapçık yayınlamış, bu kitapçıkta, mevcut hadislerin, hatta Buharî ve Müslim’e ait olan “Sahihayn” denilen kitaplarda­ki hadislerin bile asılları ve dayanaklarının olmadığını iddia edip, bu kitaplar hakkın­da uydurma niteliği ve ihtimali olduğu kanaatini taşımaktadır.[61]

Mısırdaki bu reformist hareketlerin daha cüretkarı Hindistan’da görülmüştür, Ğulam Ahmed Perviz, “Ehlü’l-Kur’an” isimli bir cemiyet kurmuş ve aylık bir dergi çı­kartmıştır. Bu kişi, hadislerin normatifliğini tamamen reddetmekle yetinmez, beş va­kit namaz, şekli, rekatları gibi tevatürle nakledilenleri de reddetmektedir. Bu şahıs ayrıca, “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, kafirlerin ta kendileridir”[62] ayetini, peygamber sözü dahi olsa, Kur’an dışındaki herhangi bir sözle amel edenlere atfetmektedir.[63]

Günümüzde yukarıda zikrettiğimiz ilmî nitelikten uzak, deforme olmuş, gündem­den kalkmış fikirlerin, ülkemizde modernist diye nitelenen bazı kimseler tarafından sanki gizli bir hazine keşfetmiş gibi yeniden gündeme getirilmesi üzücü bir olaydır. Bu tavırlar özellikle ülkemizde yeni yeni yerleşmekte olan İslâm bilinci ve şuurunu sarsabilecek bir tehlike arz etmektedir. Çünkü bu tartışmaların bir kısmı ilmî plat­formdan uzaktır ve gazete sütunlarına kadar uzanmaktadır. İslâm dininin temel iki kaynağı olan Kur’an ve Sünnet hakkındaki eksik bilgilenme ve yanlış yönlendirme­nin, nelere mâl olacağını şimdiden tespit etmek pek zor değildir.

SONUÇ:

Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, Kur’an-ı Kerim, İslâm dininin ana kaynağıdır. Fıkıh, akaid, ahlâk, iktisad,... v.s. gibi alanlarda birinci elden kaynaklık eder. Kur’an temel alınmadan hiçbir dinî hüküm ortaya konulamaz. Onu referans alma zorunluluğu vardır. Sünnet ise, Kur’an’ın açıklayıcısıdır.

Yüce Allah’ın beşere kendi içlerinden birini örnek seçerek peygamber olarak göndermesi, insanlık için en büyük bir lütuftur. Hz. Muhammed (s.a.v)’e inanmak, sadece onun peygamber olduğunu tasdik etmek demek değildir. Ona iman etmek, ona itaat etmeyi de gerektirir.

Ayrıca Hz. Peygamber’e verilen bilgiler sadece Kur’an’dan ibaret değildir. Ayetlerde, O’na Kitapla birlikte “hikmet” de verildiği ifade edilmektedir. Ona verilen hikmeti, İslâm âlimleri sünnet olarak açıklamaktadırlar. Dolayısıyla Onun sünneti inananları bağlamaktadır.

Son olarak diyebiliriz ki, Kur’an’ın Allah’ın muradına uygun, doğru bir şekilde anlaşılma­sı ve içerdiği prensiplerin hayatta tatbik edilmesi için, Hz. Peygamber’in sünnetine ihtiyaç var­dır. Sünnet olmadan Kur’an’ı doğru anlayıp, ahkâmını hayatımızda uygulamamız mümkün de­ğildir. İşte bu durumu çok iyi bilen İslâm düşmanları, doğrudan doğruya Kur’an’a saldırmak­tan bir netice alamayacaklarını çok iyi bildiklerinden; Hz. Peygamber’in ve O’nun sünnetinin dindeki yerini sarsmaya, hadisler üzerinde şüphe uyandırmaya çalışmaktadırlar. İnananların bu oyuna gelmemeleri, Hz. Peygamber’in önderliğine ve Onun sünnetinin rehberliğine sımsı­kı sarılmaları gerekmektedir.

KAYNAKLAR

AHMED B. HANBEL, (Ö.241/885), - el-Müsned, Çağrı Yay., İstanbul 1982.

ATEŞ Süleyman, - Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1990.

BUHÂRÎ Muhammed b. İsmail, (Ö.256/879), -el-Câmiu’s-Sahih (Sahihu Buhâri), Mısır 1345. CERRAHOĞLU İsmail, -Tefsir İlminin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, A.Ü.İ.F. Yayınları,

Ankara 1968.

DÂRİMÎ Ebû Muhammed Abdullah b.Abdurrahman, (Ö.255/869), - es-Sünen, (Nşr: Muhammed

Ahmed Dehman), Beyrut trs.

DÂÛDÎ Zaferullah, - Şah Veliyyullah Dehlevî’den Günümüze Pakistan ve Hindistan’da Hadis Çalışmaları, İs­tanbul 1995.

DUMAN Zeki - Uygulamalı Tefsir Usulü ve Tefsir Tarihi, Kayseri 1992.

EBÛ DÂVÛD Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî, (Ö.275/888), - Sünen, Mısır 1951.

ERGUN Ahmet – “Hz Peygamber (sav) ve O’nun Sünnetine Olan ihtiyaç”, Parantez Dergisi, İstanbul 1995.

GAZÂLÎ Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed, (Ö.505/1111), - el-Mustasfâ min İlmi’l-Usûl, Mısır 1937.

GÜNGÖR Mevlüt - Kur’an-ı Kerim’in Hz. Peygamber’in Sünnetine Verdiği Değer, Kur’an Kitaplığı, İstan­bul 1996.

İBN HAZM Muhammed b.Ali b.Hazm, (Ö.456/1063), - el-İhkam fi Usuli’l-Ahkam.

İBN MÂCE Muhammed b.Yezid Kazvinî, (Ö.275/888), - es-Sünen, Tah: M.Fuad Abdulbaki, İstanbul 1981.

KURTÛBÎ Muhammed b. Ahmed, - el-Câmi li Ahkâmil-Kur’an, Mısır 1966.

MÂLİK B.ENES - el-Muvatta, Mısır 1951.

NESÂÎ Ebû Abdirrahman Ahmed b.Şuayb (Ö.303/916), - Sünenü’n-Nesâi, Çağrı Yay., İstanbul 1981. NİSÂBÛRÎ Hakim, Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah, - el-Müstedrek, Haydarâbad trs.

RÂĞIB el-İsfehânî, Ebû’l-Kasım Hüseyin b.Muhammed, (Ö.502/1108), - Müfredâtü Elfâzı’l-Kur’an, Thk: Saffan Adnan Davûdî, Mısır 1970.

SERAHSÎ Ebu Bekir Muhammed b. Ebu Sehl Ahmed, - Usûlu’l-Fıkh, Kahire 1373.

SOYSALDI H. Mehmet, - “Kur’an Semantiği Açısından Takva”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 1; Elazığ 1996. - “Kur’an Tefsirinde HzPeygamber’in Yeri”, F.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 3, Elazığ 1998. – “Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Tefsir”, Fecr Yayınları, Ankara 2001.

ŞAFİÎ Muhammed b.İdris, - er-Risale, Thk: Muhammed Şakir, Mısır 1940.

ŞİMŞEK M. Sait, - “Asr-ı Saadette Kur’an ve Sünnetin Anlaşılması”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, Beyan Yayınlan, İstanbul 1994.

TİRMİZÎ Ebû İshak Muhammed b. İsa es-Sevrî, (ö. 279/892), - Sünenü’t-Tirmizi, Mısır 1965.

YILDIRIM Suat - Peygamberimizin Kur’an’ı Tefsiri, İstanbul 1983.

ZEHEBİ Muhammed Hüseyin, - et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, Mısır 1976



[1] Rağıb, el-Isfehânî, el-Müfredât, Beyrut 1962, s.669; Soysaldı, H. Mehmet, Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Tefsir, Fecr Yayınları, Ankara 2001, s. 27

[2] Soysaldı, a.g.e., s.34.

[3] Cin, 72/1-2.

[4] Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’an, 14; Darimî, Fedâilü’l-Kur’an, 1.

[5] Tirmizî, Sevabu’l-Kur’an, 14; Darimî, Fedâilü’l-Kur’an, 1; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 14, 17,26.

[6] Buharî, Bed’ü’I-Halk, 8; Müslim, İman, 312, Cennet, 2-5.

[7] Müttekîn kelimesi vikaye kökünden gelir. Vikaye, “korumak”, müttakî “korunan, takva sahibi” de­mektir. Aynı kökten gelen takvâ, Arap dilinde canlı bir varlığın, dışarıdan gelecek tehlikeli bir güce karşı ken­dini korumasını ifade eder. Bu kelime, daha önce de Arapça’da kullanılıyordu. Fakat Kur’an sistemi içine gi­rince önemli bir anlam kazandı. Kur’an’da takvâ, herhangi bir tehlikeden değil, Allah’ın azabından ve insa­nı bu azaba sürükleyecek günahlardan korunma anlamını kazanmıştır. Daha sonra inen âyetlerde takvâ, “saf dindarlık” anlamına gelmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz., Soysaldı, H. Mehmet, “Kur’an Semantiği Açısın­dan Takva”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 1; Elazığ 1996, s. 21-42.

[8] Bakara, 2/1-2.

[9] Sad, 38/29.

[10] Şimşek, M. Sait, “Asr-ı Saadette Kur’an ve Sünnetin Anlaşılması”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, Beyan Yayınları, İstanbul 1994,1, 233.

[11] Mâide, 5/67.

[12] A’râf, 7/68.

[13] A’râf, 7/79.

[14] Nahl, 16/44.

[15] Enfâl, 8/21-23.

[16] Daha geniş bilgi için bkz., Cerrahoğlu, Tefsir İlminin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, A.Ü.İ.F.Yayınları, Ankara 1968; Soysaldı, Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Tefsir, s.23.

[17] Duman, Zeki, Uygulamalı Tefsir Usulü ve Tefsir Tarihi, Kayseri 1992, s.85.

[18] el-Kurtubî, Muhammed b.Ahmed, el-Câmi Li Ahkâmi’l-Kur’an, Mısır 1966,1, 39.

[19] Âl-i İmran, 3/31.

[20] Nisa, 4/80.

[21] Nisa, 4/59.

[22] Ahzab, 33/36.

[23] Nisa, 4/65.

[24] Hicr, 15/9.

[25] Buhârî, İ’tisâm, 2; Bu konudaki başka hadisler için bkz., İbn Mâce, Mukaddime, 43; Tirmizî, İman, 18.

[26] İbn Mâce, Mukaddime, 2; Ebu Dâvud, Sünne, 6.

[27] Tirmizî, İlim, 10; Ebû Dâvud, Sünne, 6; İbn Mâce, Mukaddime, 2.

[28] Şafii, Muhammed b.İdris, er-Risale, Thk: Muhammed Şakir, Mısır 1940, s. 91-93; Gazzâlî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, el-Mustasfâ min İmi’l-Usul, Mısır 1937.I, 83; Serahsî, Ebu Bekir Muhammed b. Ebu Sehl Ahmed, Usûlu’l-Fıkh, Kahire, 1373, II, 90-96; İbn Hazım, Muhammed b.Ali b.Hazm, el-İhkâm fi Usuli’l-Ahkâm, I, 97-405.

[29] İbn Mâce, İkâme, 73; Nisaburî, Hakim, Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah, el-Müstedrek, Haydarabad trs, I, 258.

[30] İbn Mâce, Farâiz, 4.

[31] Müslim, Müsafirîn, 139.

[32] ez-Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, Mısır 1976,1, 55-57; Yıldırım, Suat, Peygam­berimizin Kur’an’ı Tefsiri, İstanbul 1983, s.31.

[33] el-Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’an, Mısır 1966,1, 39.

[34] Ebu Davud, K.Sünne, 5; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV, 130-131; el-Kurtubî, a.g.e, I, 37-38.

[35] el-Kurtubî, a.g.e, I, 39.

[36] el-Kurtubî, a.g.e, a.y

[37] Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1990, IX, 104.

[38] Bakara, 2/43.

[39] Bakara, 2/183.

[40] Âl-i Imran, 3/97.

[41] Buharî, İman, 1-2.

[42] Sünnetin Kur’an’ı Açıklama Şekilleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz„ Soysaldı, H. Mehmet, “Kur’an Tefsirinde Hz. Peygamber’in Yeri”, F. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 3, Elazığ 1998, s. 281-286.

[43] Müzzemmil, 73/20.

[44] Buhârî, Ezan, 18-60; Dârimî, Salat, 42; Ahmed b.Hanbel, el-Miisned, V, 56..

[45] Nesaî, Menasik, 220

[46] Âli İmran, 3/97.

[47] Güngör, Mevlüt, Kur’an-ı Keriın’in Hz. Peygaınber’in Sünnetine Verdiği Değer, Kur’an Kitaplığı, İstanbul 1996, s. 16.

[48] Nisâ, 4/65.

[49] Ahzab, 33/36.

[50] Nisa, 4/59.

[51] A’raf, 7/157.

[52] Tevbe, 9/29.

[53] Mâide, 5/3; En’am, 6/145.

[54] Ebu Davud, I, 54.

[55] İbn Mâce, Sayd, 9; Et’ime, 31; Ebu Davud, Et’ime, 34; Mâlik b .Enes, el-Muvatta, Mısır 1951, Sıfatü’n-Nebiyy, 30; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., II, 97.

[56] Nisa, 4/23.

[57] Buharî, Nikah, 27; Müslim, Nikah, 4; Ebu Davud, Nikah, 12; Tirmizî, Nikah, 31; Nesaî, Nikah, 47,48; İbn Mâce, Nikah, 31; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., II, 72.

[58] Kirpi etinin haramlığı konusunda bkz., Mâlik b.Enes, el-Muvatta, IV, 23.

[59] Müslim, es-Saydu ve’z-Zebâih, 3.

[60] İbn Mâce, Farâiz, 4.

[61] Ergün, Ahmet, “Hz.Peygamber (sav) ve O’ııun Sünnetine Olan ihtiyaç”, Parantez Dergisi, İstanbul 1995, s.33.

[62] Mâide, 5/44.

[63] Dâudî, Zaferullah, Şah Veliyyullah Dehlevî’den Günümüze Pakistan ve Hindistan’da Hadis Çalışmaları, İstanbul 1995, s.275-280; Ergiln, a.g.m., s. 33.