Makale

HİCRET’İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

BAŞYAZI

HİCRET’İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Mehmet Nuri YILMAZ
Diyanet İşleri Başkanı

11 Haziran Cumartesi günü Hicretin 1415. yıldönümüdür. Hicri yılın başlangıcı kabul edilen Hicret olayı, insanlık tarihinin çok önemli bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Bu nedenle tarihin bu şanlı sayfasından kısaca bahsetmek uygun olacaktır.
Yüce Allah, ilahi mesajını insanlara duyurmak zaman zaman doğru yoldan sapan ve ahlâksızlığa düşen toplulukları uyarmak, onları hakka ve hakikate çağırmak maksadıyla Hz. Adem’den başlamak üzere pek çok Peygamber göndermiştir. Kur’an-ı Kerim’in beyanına göre Peygamber gönderilmeyen hiç bir kavim ve topluluk yoktur. (Nahl:36, Kasas:59...)
İlahi emir ve yasaklan insanlara tebliğ etmekle görevlendirilen bütün Peygamberler, kendilerine tevdi edilen ilahi vazifeleri hakkıyla yerine getirmeye çalışmışlardır. Ne var ki, cemiyetler içinde insanları idare etme mevkiinde olanlar, güçsüz ve sessiz çoğunluğa tahakküm edenler, dünya menfaatlerinin ellerinden gideceği endişesiyle, Allah elçilerine muhalefet etmişler, hatta öldürmeye kasdetmişlerdir. Son Peygamber Hz .Muhammed’(S.A.S) de insanlığı tenvirle görevlendirildiği I zaman durum aynı olmuş, Kureyş’in zalim güruhu; O’na ve etrafındaki bir avuç mü’minler topluluğuna en adi muameleleri reva görmüşlerdir. Ama karanlık günlerin aydınlık olacağına candan inanan, hayat ölçülerini Kur’an’dan ve Hz. Peygamberden alan ilk mü’minler, Resulüllah’ın etrafında sımsıkı kenetlenmişler ve Kureyş’in yapmış olduğu her türlü zulüm ve işkenceye sabırla göğüs germişlerdir.
Ancak, çekilmez bir hal alan vahşet karşısında Mekke’de islam’ı yayma imkanı kalmadığı ve Medine’de daha uygun ortam olduğu anlaşılınca, İlahi emirle Peygamberimiz ve ashabı, bundan 1415 sene evvel (M.622 yılında) böyle bir Muharrem ayında, doğup büyüdükleri öz vatanlarını, mal ve mülklerini, yakınlarını ve dostlarını terkederek Mekke’den Medine’ye hicret etmişlerdir.
Medineli müslümanlar (Ensar) da, Mekkeli (muhacir) kardeşlerini bağırlarına basmışlar.herbiri bir muhaciri kardeş edinmek, mal, mülk ve servetlerine ortak etmek suretiyle mukabelede bulunmuşlar, davayı birlikte omuzlayarak zafere ulaştırmışlardır.
Şimdi çok kısa olarak anlatmaya çalıştığım hicret hadisesi üzerinde bir fikir jimnastiği yapmaya çalışalım:
Pergamberimiz ve ilk mü’minler, niçin mallannı, mülklerini, vatanlarını terkettiler? Onlar için bunların hiç değeri yok muydu? Elbette her insan için olduğu gibi, onlar için de bu varlıkların çok büyük önemi vardı. Bunu anlamak için Resulüllah’ın Mekke’den ayrılırken söylediği şu mübarek sözlere kulak vermemiz kafidir; "Ey Mekke! Bütün dünyada en sevdiğim şehir Sen ve Senin topraklarındır. Fakat ne yapayım ki, senin evlatların beni, senin duvarların arasında huzur içinde bırakmıyorlar."
Evet, bu sözlerden, Allah Resulünün kalbindeki vatan sevgisi ve hasretinin ızdırabı hissedilmektedir. Bütün muhacirler de şüphesiz bu sevgi ile dolu idiler. Öyleyse niçin hicret ettiler?
Onlar için vatan, mal, mülk, eş, dost, akraba sevgisinden daha önce Allah ve Peygamber muhabbeti, i’la-i kelimetullah aşkı geliyordu. Zaten Allah’ı ve Resulü’nü herşeyden daha çok sevmedikçe olgun mü’min olabilmek de mümkün değildir, işte bu sevgiyi madde sevgisine tercih ettikleri için Hicret etmişlerdir. Allah’ın Yüce Dini’ni daha rahat ve uygun bir ortamda yayabilmek, Resul-i Ekrem’in mübarek vücuduna bir zarar verdirmemek maksadıyla göç etmişlerdir. Bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlar, canlarından, cananlarından geçmişler, ama Allah’a ve Peygamberi’ne bağlılıktan, Kur’an’ın rehberliğinden asla vazgeçmemişlerdir. Çünkü bu mukaddes nesilde aşk ihtirasa, ruh bedene, iman nefse galip gelmişti.
İşte bundan dolayı ashab-ı kiram, Kur’an’ın övgüsüne mazhar olmuşlardır. Yüce Allah, kendi nezdinde onların yüksek derece ve mertebelere sahip olduğunu bize müteaddit ayetlerle haber vermektedir.(Bkz. Enfal:73, Bakara:218, Nahl:41,42...)
Onlar mukaddes dava uğrunda bu derece büyük fedakârlıklarda bulunmuşlarken ve pek çok sıkıntı ve zorluğu yılmadan büyük bir aşkla yaşamışlarken, acaba biz ne yaptık ve ne yapmaktayız?
Bu soru üzerinde bütün mü’minler iyi düşünmeli ve Hicret olayını çok iyi anlayıp ibretler çıkarmalıdır.
Ayrıca bu vesile ile şunu da ifade edeyim ki; lügatte; " Göç etmek, terketmek, ayrılmak" anlamına gelen "Hicret" kelimesi, " kötülüklerden uzaklaşmak" manasını da ihtiva etmektedir.
Bu manada düşünülünce Hicret bitmemiştir ve devamlıdır. Kötülükleri terkeden mü’minler, her an Hicret halindedirler. Şu halde gönüllerimizi karartan günahlarımızdan uzaklaşmak ve gerektiğinde Allah yolunda maddi ve manevi fedakârlıkta bulunmak suretiyle Hicretin gerçek sırrına ermeye çalışalım.