Makale

Necip Fazıl'da Fikir Çilesi

Necip Fazıl’da Fikir Çilesi
İhsan Kurt

Bütün çağlar göstermiştir ki insanlar tefekkürden, yani düşünceden uzaklaştıkça düşüncesiz davranışlar daha çok sergilenir olmuştur. Bu gerçeği çok iyi idrak eden ve gözlemleyen Necip Fazıl da kendini hep bir “fikir çilesi” içerisinde görmüş, yeri geldikçe bu konudaki düşüncelerini ifade etmiştir. Ferdi iç ya da dış etmenler bakımından rahatsız eden, insanın fiziki ve psikolojik dengesini bozan olayların giderilmesi için girişilen amaçlı zihnî davranışların tamamı da bir düşüncedir. Necip Fazıl’ın, özellikle zihnî davranışlar boyutundaki fikir çilesinde yoğunlaştığı söylenebilir. Onun nesir yazılarının yanı sıra, şiirlerindeki duygu çatışmalarından da bu durum anlaşılmaktadır.
Çiledeki insan Necip Fazıl’ın “azap” olarak nitelendirdiği fikir çilesine geçmeden önce, onun fikir konusundaki düşüncelerinin öz de olsa aktarılması gerekir.
Necip Fazıl, Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretlerini tanıdıktan sonra, bütün hayatının yanı sıra fikir coğrafyasında da sınırlar dalga dalga genişlemiş, tefekkür onun bırakmadığı değil bırakamadığı, onu çepeçevre kuşatan aslî çilenin özü olmuştur. Bunun için Necip Fazıl, fikir ve düşünmek konusuna dışından yaklaşarak bir mana biçmek yerine yaşadığı fikir çilesini tefekkürün tarifi olarak bize sunmuştur. Hatta o, düşünce iddiasında bulunan satıhçı insanları "iki ayağı üzerinde şaha kalkmış ve hazmedilebilecek bütün hayvanları mideye indirme sevdasında korkunç bir hayvan" olarak vasıflandırmıştır. Sadeliğin değil ama satıhçılığın ve basitliğin yanında olmayı hiçbir zaman kabullenememiştir.
Necip Fazıl’ın şiirlerini ve nesirlerini yüksek sanat dehasının mahsulleri olarak görenler çok haklıdır. Fakat onun bu eserlerinde sancılı bir ruhun çileli tefekkürlerini de görmek, her bir mısra ve cümlesinde beynine saplanan kıymığın sebep olduğu yansımaları da göstermek gerekir. Çünkü onun eserlerini yüksek sanat mahsulleri yapan, yine onun muhatap olduğu fikir çilesinin neticesidir. Necip Fazıl, fikir ekmeği verecek olan "fırın"ı iyi tespit edebilen bir düşünce adamı olmakla da bu fırında boşuna aç olarak beklemez. Ancak bu fırında fikirle birlikte pişmeye, azaba eş fikir çilesini çekmeye ve bütün bunlara katlanmaya çalışır. Bu bekleyişte bir kararlılık, sabır ve inanç vardır:
“Hasretle beklenen gelir mutlaka;
Sultan fikir, şanlı otağa gelir.”
Necip Fazıl, fikrin insan için önemini, toplumlar ve insanlık için kıymet biçilemeyecek değerini özetlerken, gayenin sadece bu olmadığını da işaret eder:
“Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası!
Bir vicdanın, bilmem, kaçtır hava parası.”
Diyen Necip Fazıl, fikir haysiyetine olduğu kadar fikir namusuna da önem verir. Burada “fikir” ifade eden “insan”ın sağlıklı ve sağlam kişiliği de önem arz eder. Hatta yeni, doğru ve güzel fikirleri; kurnaz ve sahtekâr istismarcıların birtakım müşahhas misallere tatbik ederek daima yanlış ve çirkin göstermeye çalıştıklarını da belirtir. Bu sahtekârlıkları ilan eder. Necip Fazıl’a göre fikir, sadece taarruz ve fetih manivelasıdır. Bunun için o, "İnsan başını sıçan kafasından ayıran tek hassa! Ha tüfeği olmayan asker, ha öfkesi olmayan fikir." derken, fikirde öfke arayan bir mütefekkirdir. Tabii ki bu öfke de; fiziki bir saldırganlığı değil, ifade edilen fikirlerin akıllıca ve mertçe savunulmasının da yapılması gerektiğini arzular. Öyle ki, düşünmeyen kafa onun için pis bir hayvandan farksızdır. Ama Necip Fazıl, fikrin öfkesinden bahsederken, bu bildiğimiz basit heyecanları kastetmek yerine fikirde aksiyonu işaret etmiştir. Nitekim o, hayatında da fikrin öfkesine sahip bir şahsiyet olarak yaşamış, savunduğunu hayatına sıkıca giydirmesini bilmiştir.
Yine o, yeryüzünde insan ve cemiyet konusunda bir şekil ifadesi istenmeyen fikri, zarını yırtmamış bir tohum olarak vasıflandırır. Buradan da anlaşıldığı gibi aksiyon bir özellik kazanmayıp insan ve cemiyetlere ulaşamayan fikirler zarını yırtmamış tohum hâlinde kalmaya mahkûmdur. Dolayısıyla böyle bir mahkûmiyet, yani insanlara ulaşamayan fikirler çok değerli de olsa pek bir anlam ifade edemeyecektir. Bunun için Necip Fazıl, kendi dönemi içinde fikirlerini insanlara ulaştırmanın ilk basamağı olarak Büyük Doğu’yu çıkarmıştır.
Necip Fazıl’a göre fikir çok kuvvetli de olsa aksiyona geçirilmediği sürece hiçbir işe yaramaz. Dolayısıyla fikir, sahibi uyurken bile rüya hâlinde aksiyon avcısı olmalıdır. Ona göre fikir aksiyonsuz olamaz. Çünkü aksiyonsuz fikir olsaydı, "Bütün peygamberler bulutlar üstünde doğarlar, yaşarlar, ölürler ve Roma Kayzerleri telaşa düşmezdi." Yine Necip Fazıl’ın gözünde aksiyon düşmanı fikir adamı da, dişleri sökülmüş ve pençeleri törpülenmiş bir sirk aslanı kadar merhamet telkin edicidir. Bu tipler bu derece zavallı ve acındırıcı bir duruma düşmüş demektir. Ya da “fikir” adına anlamsızlığı yaşamaya kendini mahkûm etmiştir.
Fikir ve fikir adamı konusunda bu kadar açık düşünceleri olan Necip Fazıl, hayatında mütemadiyen dalgalanan, suda yayılan halkalar gibi, fikrin çilesiyle muzdarip olmuştur. Öyle ki onda her şey bir fikirdir: kumar, zaman, insan, cemiyet, gölgeler, şehir, her şey... O, "sıcak yarada kezzap" ızdırabını çektiren bu fikirlere rağmen bunları bir nimet olarak kabul eder ve "Ey Müslüman, sana düşen nimetse sadece çile... Uyumamak ve düşünmeye memur olmak... Bu çile kapısından erişilecek dünyayı bilseydin, yatağını ve yorganını satardın." der. Hatta o, öncelikle insanoğlunun düşünmekten büyük haysiyeti olmadığının düşünülmesini söyler.
Fikirden uzak ve üstelik düşünmeden konuşanlar için Necip Fazıl; "Dümdüz, çırçıplak apaydınlık bir vuzuhla konuşan insanlara dikkat ettim. Her defasında karşımda bir aptal vardı." derken, bunu bir örnekle açıklar; "Bir odada ışıkları kıstıkça mesafeler ebedileşir, ışık büsbütün söndürülünce mesafe kalmamıştır; aynı fark…"
Necip Fazıl, her ne şekilde olursa olsun insanın soru sorma hassasiyetinden uzak olmasını fikir fakirliğinin veya fikirsizliğin bir başka cephesi olarak görür. Toplumda gördüğü fikirsizlikler, onu bir başka şekilde fikir çilesini çekmeye mecbur eder. Fikrin öfkesine sahip mütefekkir şair, sansasyon gazetelerinin yurdumuzda fikri idam etmiş olduklarını, belirtirken; “Bizde ne yazık ki fikir, kedinin suratına sigara dumanı üflenmiş gibi herkesin tuh deyip kaçtığı bir nesne hâline” geldi der.
Necip Fazıl, bugüne kadar başımıza gelen felaketlerin en önemli sebebi olarak fikirsizliğimizi gösterir. Hatta bizde ölçü sahibi fikir adamı yetişmemesi için her şey yapıldığını da belirtir. Bunun için üniversitelerimiz esersiz profesörlerle, iktidar makamlarımız, iş ve hareket yetkisini hangi çileye borçlu olduğu meçhul kabadayılarla doludur. Dolayısıyla batının "izm" bandrollü aşağılık ithal mallarını, büyük Türk tefekkür gümrüğünde muayene edecek ve iç ölçülere vuracak uzmanlar kadrosundan mahrumuz. Necip Fazıl, bu mahrumiyete tarih içinde de rastlandığını örnekler vererek belirtir. Hatta bunu tarihten zamanına da taşır. Bağdatlı Ruhi’nin; dünya hevesi ile kimisi halkın emekte/ kimi oturup zevk ile dünyayı yemekte, diye ifade edilen şiirini hatırlatırcasına, mevcut durumdaki fikirsizliklerin “fikir markalı” yerlerde yoğunlaşmasından da bir çilenin içerisine girer. Birçok eserinde, sokaktaki adamın idrak ve anlayışının ilerisinde söyleyeceği bir şeyi olmayan fakat fikrin maskesine sığınmış olan her türlü zevattan rahatsızlık duyar.
Necip Fazıl, maddi ihtiyaçların karşılanma kaynağı olarak da fikri gösterir. Ona göre; ne yola, ne madene, ne buğdaya, ne silaha muhtacız! Sadece mahrum olduğumuz fikre ihtiyacımız vardır. Çünkü “fikir olunca hepsi olur, o olmayınca da hiç biri olmaz”. Dolayısıyla fikirsizliğimizi idrak ettiğimiz gün, her şeyi idrak ve her çareyi elde etmek imkânına ereceğiz.
Kısaca Necip Fazıl’da fikir çilesini, tefekkür edeni, kitaplık çapta yoruma götürülebilecek vecizeleşen şu şiirinde görebiliriz:
“Zıpkın düşüncelerden kalbim iğne yastığı,
Çökecekmiş gibi yer, ayağımın bastığı.”