Makale

İSLAM’DA AİLE VE ANNELİK

İSLAM’DA AİLE VE ANNELİK

M. Nihat HATİPOĞLU
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

GİRİŞ

Cemiyetin en küçük birimi aile, bütün toplumlarda devleti meyda­na getiren en uzun ömürlü kurumdur. Kültür ve ahlâk normları bir­birinden çok farklı da olsa aileler yapı olarak bir birlerine benzerler. Her ailede baba, anne ve çocuklar katılımcı esas öğelerdir. Ailenin iskeletinde var olan bazı aslî unsurlara geniş ailelerde; dede, nine, kayın valide, kayın peder, gelin, damat ve torunlar gibi ikinci ve üçüncü dereceden katılımcılar da eklenir.

Ailenin meydana getirdiği topluluk ve sıcak ilişkiler, ancak meş­ru bir nikah akdiyle sağlanabilir. Arada nikah akdi olmadan meyda­na gelen beraberlikler evlilik sayılmadığı gibi, böyle bir birlikten ai­lenin doğması da mümkün değildir. O halde saygın bir beraberliğin nikâhla kayıt altına alınmış olması zaruridir. Batı cemiyetlerinde hızla devleşen ve toplumlunuzda da görülmeye başlanan "nikahsız güvencesiz" beraberlik, kadıma onur ve kişiliğini onarılmaz tarzda tahrip ederken, dini duyguların zayıflamasına, geleneklerin yıkılma­sına, toplumun çözülmesine ve hatta devletin veri iğini meydana ge­tiren güven, saygı, aile bağı, kardeşlik ve benzeri bütün müesseselerin de kaybolup gitmesine zemin hazırlamaktadır. Bunda genel anlamda dini eğitim ve öğretimin yetersizliği, kitle iletişim araçla­rında resmi kaynaklı dini kültür program ve yayınlarının hiç dene­cek noktada olmasının büyük rolü vardır. Aile ve onu meydana geti­ren öğelerin dini kültür açısından yeterli hale getirilmesine imkân veren her türlü kontrollü faaliyet, bu unsurların sosyo-psikolojik yön­den gelişmelerine zemin hazırlayacağı gibi, cemiyeti ve devletin ge­leceğini dayandırmak zorunda olduğu “insanın” sadakat, birlik beraberlik şuurunu da hızlandıracaktır. Bu sebepten dolayıdır ki; ailele­rin İslâmî kültür açısından eğitilmeleri, yetiştirilmeleri, yönlendiril­meleri, hayati bir önem taşımaktadır. Zira din, insanlığın en eski ve temel ihtiyacıdır, insanlıkla vardır, insanlıkla var olması devam ede­cektir ve O’nun yokluğu birçok negatifliğin başlangıcı olacaktır. Din için her hangi bir alternatif söz konusu olamaz.

Son yıllarda TV ve benzeri yayın organlarımızda, ithal edilen yabancı dizi ve yayınların hazırlandıkları toplumun kültür ve gele­neklerini beraberinde taşımaları aile yapımızda ciddî sıkıntılar mey­dana getirmiştir, Aile bireylerinin beraberce oturup seyrederken utandıkları, yüzlerinin kızardığı bu türden diziler cemiyet içinde saygı, sevgi, kardeşlik, güven, birlik ve fedakârlık duygularını yıkıp yok et­mektedir. Hatta Batı kaynaklı diziler aile esprisini ön plana çıkarsa bile, bizim İslâmî ve millî karakterimizle uyuşmaz. Çarpık aile ilişki­leri de ¡rahatça gözlenebiliyor. Çocukların baba ve anneye, ebeveynin çocuklarına, eşlerin birbirlerine karşı bütün tavırları geleneklerimiz­le, inancımızla, ahlak anlayışımızla taban tabana aykırılık göster­mektedir. Uydu yayıncılığı tamamen yaygınlaştığında kültürümüzü yıpratan yayınlar genelleşebilecektir. Olay, alternatif milli karak­terli yayınları zaruri kılmaktadır.

Ailedeki her birey kendisine düşen dinî, millî, tarihî ve sosyal sorumluluğu bilerek hareket etmek zorundadır.

Ailenin unsurlarından olan anneyi daha sonraki bölümlerde ge­nişçe ele alacağımız için şimdilik özlü olarak baba (veya koca) ile evlâtlardan ana hatlarıyla bahsedelim.

A) AİLE BİREYLERİ

1) BABA : Yani koca; Aile içindeki görevlerini en şerefli aile reisi olan sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’ in tavırlarına benzeterek ye­rine getirilmelidir. Ailesine İslâmî kültür ve ahlâkı öğretmeli, evlat­larına güzel örnek olmalı, aileye yönelecek gayr-i İslam-i etkileri et­kisiz hale getirmeli ve aile hazinesini hırsızlara karşı koruyacak her türlü tedbiri almalıdır.

Eşinin kendisi gibi Allah’ın yarattığı muhterem bir insan oldu­ğunu, tek bir nefisten yaratıldıklarını, eşinden üstün olmadığını üs­tünlüğün ancak takva ile olduğunu (1) bilmek zorundadır. Eşi ona emanettir, ruhî ve bedenî rahatlık bulmaya gayret edecektir. (2) Aralarında ülfet, sevgi, rahmet ve vefa olmalıdır.(3). Eşine iyilik ve güzellikle muamele edecektir(4).

Baba, çocuklarına yönelik görevlerinde de adaletten ayrılmayacak, kızını istemediği kimse ile evliliğe zorlamayacak, (5) ona talip olanlar içinde dinen müspet olanı ön plana çıkarmaya çalışacak, dini eğitim ve Öğretimlerine gerekli ilgiyi gösterecek, erkek çocuklarına kız çocuklarından daha çok ilgi göstermek suretiyle birini diğerine tercih etmeyecektir. Kız ve erkek çocukları; hediye, sevgi ve hatta sevip okşamada bile eşit tutacaktır.

Peygamber (s.a.s.) in çocuklara, özellikle kız evlatlara, yetim­lere, torunlarına kargı çok merhametli ve toleranslı olduğunu bilerek bu ölçüleri çocuklarla ilgili münasebetlerinde esas teşkil ettirecektir.

Peygamber (s.a.s.) kız çocuğun diri diri toprağa gömüldüğü, ço­cukların kucağa alınıp okşanmasının ayıp kabul edildiği, belki torun sahibi olmayanların rahat konuşamayacağı bir cemiyeti çocuklarına önem veren sağ duyulu, hassas çizgileri olan bir kitle haline getirdi. Hz. Ömer (r.a) m daha sonraki dönemlerde yaşlı sahabe için çocuk yaştaki İbn-i Abbas’ı alıp onunla istişarede bulunması insanlık için önemli bir inkılap sayılır.

Yeri gelmişken belirtmek lazım ki; günümüzde ebeveyn bundan 20-30 sene önceki baba ve annelere göre çok daha ciddi sorumluluk­larla karşı kalcıyadır. Tekniğin baş döndürücü bir hızla insanlığa yepyeni imkânlar sunduğu günümüzde beraberinde getirdiği negatif unsurlar da yok değildir. Daha doğru bir ifadeyle; tekniğin verileri­nin zaman zaman yanlış kullanılması cemiyetin, ailenin ve Özellikle de genç nesillerin önüne handikaplar çıkarmaktadır. Uyuşturucu mad­deler, ahlâk ve gelenekleri tahrip eden yayınlar, dinî ve millî kültü­rümüze ters ürünler veren “görüntülü” yayınlar, sanat etkinlikleri olarak nitelenen tiyatro, sinema, resim, sergiler vs. geziler, paneller, seminer ve konferansların kültürümüze aykırı olanları (bütün bun­ların İnancımıza, millî kültürümüze, İslâmî olan geleneklerimize, ha­yat tarzımıza aykırı ürün ve sonuç verenlerini kastediyoruz) gençlik üzerinde menfi etkiler yapmaktadır. İslâmî bilen babalar olarak yu­karıda sayılan bazı unsurların; görüntülü yayınlar, sanat etkinlikle­ri, sosyal etkinlikler vs. den, iman ve hayat tarzımıza uygun olanla­rına çocuklarımızı alıştırmamız şarttır. Kötü çevre; çirkin alışkan­lıkları olan arkadaşlar; cemiyette zorlanarak hoş gösterilmeye çalı­şılan, ama temelinde genç kızların istismar edilmesine, onlardan fay­dalanma ve onları aldatma esaslarına oturtulmuş kız-erkek ilişkileri, yanlış ortamlar ülkenin, vatanın birliğinin, dinin bekasını yıpratılması gayesiyle kurulmuş olan örgütler ve daha birçok zararlı alışkanlık­lar evlatlarımızı bekleyen tehlikelerdir. Babaların bu noktada hayli­ce hassas olmaları gerekir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İsmail (a.s.) den bahsedilirken onun sözüne sadık olduğu vurgulandıktan sonra ikinci özelliği ön plâna çıkarılır. Şöyle buyurulur : ‘’Ehline (ailesine-halkına) namazı ve ze­kâtı emrederdi. Rabbimin nezdinde beğenilen bir kimse idi.”(6) Hz. İsmail’in beğenilecek noktada olmasının ehline ibadetleri hatırlat­masıyla ilintili olduğu muhakkaktır. Âyet-i Kerîme’den; bütün pey­gamberlerin ümmetlerine, babaların ailelerine namaz, zekât gibi ibadetlere dikkat etmelerini emrettiklerim anlıyoruz. Bu Hz. Âdem’­den Hz. Peygamber (s.a.s.) e kadar değişmez bir kural olarak de­vam etmiştir”

Taha Suresinde, Peygamberimizin bir baba olması yönüne hi­tap edilerek şöyle vah yedilmiş olduğu haber veriliyor : “Ailene nama­zı emret; kendin de ona sabır ile devam et! Biz, senden rızık istemiyo­ruz; biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç takva ehlinindir.” (7)

“Ey inananlar! Kendinin ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, İri gövdeli, sert tabiatlı, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen w emredildiklerini yapan melekler vardır.” (8)

ÇOCUKLAR

Kur’ân-ı Kerim’de ebeveynin haklan ve çocukların onlara iyi­likte bulunmaları ortaya konulurken; Allah’a ibadetten hemen sonra anne ve baba konusunun gelmesi dikkati çekicidir. “Allah’la ibadet edin ve O’ na hiç bir şeyi şerik koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanındaki ar­kadaşa, yolcuya ve maliki bulunduğunuz kimselere iyilik ediniz.” (8)

a) Ebeveynleri Yaslanınca:

Baba ve anneye saygı ve sevgi; sadece kendileri dinç ve güçlüyken olmayacaktır. Zira ebeveyn zengin, güçlü, kuvvetli ve sağlıklıyken kendilerine ihtiyaç hisseden çocukları zaten yumuşak davra­nırlar. Asıl önemli olanı ebeveynin ellerinden zenginlik, sağlık ve kuvvet gibi imkânlar gittiğinde evlâtların ne yapacağıdır. Kur’ân-ı Kerîm bunu şu şekilde çözüme bağlamıştır ;

“Rabbin Teâlâ şöyle hükmetti : Yalnız O Allah’a ibadet ede­ceksiniz, analarınıza, babalarınıza iyilik yanacaksınız. Şayet bun­lardan biri veya her ikisi, senin yanında ihtiyarlarsa sakın onlara “öf” deme, yüzlerine bağırma, onlara saygı ile hitap et. Acıdığından onlara tevazu kanadını aç da, “Ya Rab! Küçüklüğümde bana şefkat gösterdikleri gibi sen de onlara merhamet et. de.”(10)

Ayet-ı Kerime baha ve anneye karsı her türlü sevgi, saygı, şef­kat, merhamet, iyilik, ikram ve güzel hareketleri emrederken; on­ları üzecek, darıltacak, kıracak, mutsuz yapacak, küstürecek her türlü söz ve eylemden sakındırmıştır.

Anne ve babaya duyulacak saygı, sevgi, şefkat karşılıklı men ölçüsünün dışında tutulmalıdır. Hatta baba veya anne sağlık­lı iken evlâtlarım üzmüş ve kırmışsa bile, daha sonra muhtaç hale geldiklerinde gocuklarının intikam duygusuyla hareket etmemeleri gerekir. “Biz insanların ana ve babalarına iyilik etmelerim vasiyeti ettik.” (11)

b) Ebeveyne İsyanı Büyük Günahlardandır :

Baba ve anne hakkına son derece dikkat eden İslâm, onlara zulüm ve isyanı Allah’a isyan gibi görmüştür :

"Ebu Bekir Nûfey b. Haris (r.a.) den şöyle dediği rivayet olun­muştur : Resul-i Ekrem (s.a,s.) Efendimiz :

— En büyük günahlardan size haber vereyim mi? buyurdu ve bu cümleyi üç defa tekrarladı.

— Evet Ya Rasulallah dedik. Resul-i Ekrem :

— Allah’a şerik koşmak, ana ve babaya âsi olmak, buyur­du.”(12)

Hemen belirtmek gerekir ki anne ve babanın sözü ancak dine muhalif olan konularda., Allah’a isyanı emrettiklerinde dinlen­mez." (13)

c) Baba ve Ana Hakkı Ödenemez :

Çocuklar ne kadar gayret de etseler, baba ve annelerinin hak­kım ödeyemezler. İslâm, Allah yolunda cihadın üstünde tuttuğu ana-baba hakkım teşvik etmiş ve onlara hizmetin Allah katında mükafatının olduğunu açıkça ilân etmiştir.

Abdullah b. Anır b. el-As (r.a.) anlatıyor :

— Günlerden birinde peygamberimize bir kimse geldi ve;

— Allah’tan ecrini umarak hicret ve cihat etmek şartıyla size biat ediyorum, dedi. Resûl-i Ekrem :

  • Ana ve babadan hayatta bulunanlar var mı? diye sordu, O :
  • Eve, ikisi de sağdır, dedi. Peygamberimiz :
  • Allah’tan ecir bekliyor musun? buyurdu, O :

— Evet, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz :

— Öyleyse ana ve babana dön, onlara iyi bak buyurdu. (14) Ebu Hureyre (r.a.) den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem

şöyle buyurmuştur : “Hiçbir çocuk babasının hakkını layıkıyla öde­yemez. Meğer ki, baba başkasının malı (memlûkü-kölesi) olup da onu satın alarak azat etmiş olsun.’’(15)

Netice olarak : Baba ve anne hakkı konusunda söylenecek bir­çok husus vardır. Ama Özlü olarak şunu diyebiliriz : İslâm evlâdın merhametini baba ve annesine karşı takınacağı tavırlarıyla orantılı olarak tesbit buyurmuştur. Bu hassasiyeti göstermeyen Allah ka­tında merhametsiz sayılacaktır.

B) ANNELİK ANLAYIŞININ BOYUTLARI

Anne Kavramı Etrafında

Anne, Arapça olarak ifade edilmek istendiğinde “Umm” ke­limesi kullanılır. Ragıp Isfahanı “anne” Umm kelimesi hakkında şöyle der : Bir şeyin meydana gelmesinde, ıslahında veya yetişme­sinde esas teşkil eden her şeye umm denir.

Levhi Mahfuz bu nedenle Ummü’l Kitap (16) olarak ifade edil­miştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamberin annelerinden —genellikle— sa­rih isimleriyle değil de annelik vasıfları ön plâna alınarak bahse­dilmiştir. Aslında bu bile tek başına anneliğin İslâm’daki ayrıcalı­ğını ispatlayan açık belgelerdendir. Hz. Musa (a.s.) m annesinden bahsedilirken :

“Musa’nın anasına O’nu emzir, kendisine zarar geleceğinden en­dişelendiğinde O’nu denize bırakıver,.,” (17) denmiştir.

Hz. İsa’nın annesinden haber verildiğinde “Meryem oğlunu {Hz. İsa’yı) ve annesini de {kudretimize) bir alamet kıldık...’’ (18) denir.

Şerefli Mekke’den bahsedilirken de “şehirlerin anası” (19) sı­fatı eklenir.

Ümmet kelimesi de “Umm” aslından türeme bir kelimedir. (20)

En Şerefli Aile

Müslümanlar erkek ve kadın olarak meşru nikâh akdiyle bir- araya gelip aile kurmak istediklerinde örnek alacaktan ilk ve en ciddi aile olarak Peygamberimizin ailesini bulurlar. Aslında yeni evliler hayatta karşılaşacakları yıpratıcı olayları aşmada kendileri­ni yönlendirecek tecrübeli insanları hep aramışlardır. Çoğu kez yanlış Örnekler de edinmişlerdir. Bu noktada ibresi en sağlam olan aile olarak Peygamberimizin ailesi ele alınmalı ve önder edinilmelidir. Peygamberimizin ailesinde baba, anne, kız ve erkek çocuk­lar ve torunlar vardır. Daire daha genişçe düşünüldüğünde bunun içi­ne damatları da almak mümkündür.

Esasen Peygamberimizin ailesini taklit sadece bir tavsiye de­ğil, doğrudan doğruya dinî bir vazifedir. “Peygamber, müminlere kendi canlarından üstündür. Eşleri onların analarıdır. Akraba olan­lar, Allah’ın kitabına göre, birbirlerine (miras bakımından) Muha­cirlerden ve Ensar’dan daha yakındırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır. Bunlar kitapta yazılı bulunmak­ladır(21)örnek olarak almak istersek Peygamber (s.a.s.) in, kızı Fatıma (r.a.) ile olan münasebeti, ona yönelik sevgi ve şefkati, ona seslenirken annesine seslenir gibi tarifi mümkün olmayan heybetli duygular taşıması dikkate alınmalıdır. Hz. Fatıma’ya seslenirken ‘ Babasının annesi,” (22) derdi. Kızını annesinin makamında sayardı.

Annelik Sürekli bir bağdır.

Annelik ilâhî merhametin dünyamıza yansıyan en sürekli gö­rüntülerinden biridir. Annelikteki şefkat duygusu insanlar âlemin­de görüldüğü gibi hayvanlar âleminde de görülür.

Bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyorlar : “Allah ,(azze ve celle) rahmeti yüz parçaya ayırdı. Doksan dokuz parçasını kendi yanında bıraktı. Yeryüzüne ise bir parçasını indirdi, işte bu bir parçayla insanlar birbirlerine merhamet ederler, hatta (bu bir parçanın sünnetinedir ki) kısrak (süt emen) yavrusuna zarar ve­rir korkusundan bir ayağının tırnağını yukarı kaldırır.” (23)

Selma’nı Farisî (r.a.) ın rivayet ettiği bir hadiste şu ifadeleri bulabiliriz : Allah’ın yüz (derece) rahmeti vardır, O rahmetten bi­lisiyle bütün insanlar birbirlerine acır ve merhamet ederler. Allah rahmetinin doksan dokuzunu kıyamet gününe bırakmıştır.” (24) Araştırıcılar hayvanların duygu ve güdüleri üzerine yaptıkları incelemeler neticesinde hayvanlardaki duygular arasında en güçlü olanının “annelik” olduğunu testi it etmişlerdir. Bundan sonra su­suzluk, açlık, cinsellik ve merak gibi güdü (sevkı tabii) ler yer alır. (25)

Hayvanlardaki annelik duygusu diğer yaratıklardan farklı ola­rak bazı özellikler taşır, insanlardaki annelik duygusu süresiz iken, bu güdü hayvanlarda yavrunun annesine olan ihtiyacı süresi ka­dardır. Yavru kendi başına hareket edebilecek, yemeğini, avını yakalayabilecek noktaya gelince anneyle olan bağı kopar. Böyle bir aşamaya gelen yavru gerekirse annesinin elindeki aynı dahi ondan acımasızca alır.

Yaratılmışların şereflisi olan insanlardaki annelik bağı çok fark­lıdır. Zira her şeyden önce İslam’a göre “annelik bir dinî yükümlülüktür, Anne ile yavrusu arasındaki sevgi bağı hiçbir zaman tüken­mez. ilk etapta şefkat anneden çocuğuna yöneliktir, ancak çocuk büyür güçlü hale gelir, anne de tam aksine yaşlanır ve sevgiye, merhamete, bakıma muhtaç hale gelince merhamet çocuklardan an­nelerine yönelir. Anneden çocuklara akan merhamet ve şefkat akı­mı yön değiştirir ve çocuktan anneye doğru yönelir. İslâmî kültüre göre yetişmiş ailelerde bu müspet tecrübe sürekli yaşanır. Dikkat edildiğinde İslâm’ın annelik dairesinin çok daha geniş boyutlu ol­duğu görülür.

Süt anneliği de annelik kavramı içinde önemli bir yer alır. Herhangi bir kadın henüz iki yaşını doldurmamış çocuğu alır ve ona süt verirse (doyurucu olması gereken süt emişmenin süresi ve sa­yısı mezhepler arasında ihtilaf konusudur) o çocuğun süt annesi olur. İslâm rahmeti sütten doğan ilişkiyi hayat sonuna kadar sür­dürür ve bu yabancı kadım çocuğun annesi sayar, artık çocuk süt annesinin yaşadığı ailenin bir parçası sayılır. Süt annesine saygı, merhamet ve rahmet duymak zorundadır.

O halde “annelik” kavramı itibariyle yaratıkların üç grup için­de tasnif edildiğini görebiliriz :

1. Hayvanlar açısından annelik : Bu âlemde sevgi ve merhamet anneden yavrularına yöneliktir ve yavruların büyümesine kadar sü­rer. Ondan sonra ilişkiler kopar. Anne yavrusunu, yavru annesini tanımaz.

2. İnsanî açıdan annelik : Yaşayan insanlarda gördüğümüz ir­tibat ebeveynden çocuklara ve çocuklardan da ebeveyne yöneliktir. Ancak gerek tecrübeler ve gerekse de genel nitelikleri itibariyle özellikle Müslüman olmayan toplumlarda gördüğümüz; çocukla­rın büyüklerine yönelik sevgi ve şefkat alışverişlerinin son derece zayıf ve hesaplı olduğudur. Bazı Avrupa ülkelerinde çocukların belli bir yaşa geldikten sonra evlerini terk edip bağımsız yaşadıkları, ve­ya tersine anne ve babanın çocuklarından kaldıkları odalardan dolayı kira istedikleri Avrupa’da görev yapan görevlilerimizin tec­rübelerinden bizlere aktarılmıştır.

3. İslâmî açıdan annelik : İslâmî noktadan annelik ve ilgili ku­rumlar, iç içe daireler halinde seyreder. Biri diğerinden kopmaz, ay­rılmaz bağlar, halinde sonsuza doğru devam ederler. Bir açıdan an­neden çocuklarına, çocuklardan annelerine; bir diğer açıdan ise süt anneden süt çocuğuna ve süt çocuğundan süt anne-baba ve diğer ak­rabalarına karşı görev, sorumluluk ve şefkat hayat boyunca devam eder. İslâmî âdetlere göre düzenlenmiş olan bu tarz irtibatlar, bir yumak halinde aileyi meydana getirir. Aile de ışık ve nurunu en şe­refli İslâm ailesi olan Hz. Peygamber (s.a.s.) in ailesinden alır.

Evlilikten anneliğe geçiş

Evlilik, İslâm’ın teşvik ettiği, kişiyi haramdan koruyan, aynı zamanda annelik ve evlât sahibi olabilmenin de meşru yolunu oluş­turan bir müessesedir.

“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi) ’nizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (26)

Ayet-i Kerîme’de üç nokta dikkati çekmektedir :

1) Erkeğin cinsinden (yani insandan) eşlerin yaratılmış olması.

2) “Kaynaşmanız için” yani kendileriyle biyolojik, kalbi ve ruhî sükûnetin oluşacağı eşler yaratılmış olması.

3) İki eş arasında sevgi ve merhamet alış verişinin meydana gelmiş olması.

Üç nokta “düşünenler” için ibretler taşıyan dersler verecek niteliktedir. Evlilik müessesesi kurulamazsa, anneliğin, şefkatin, eşe bağlılık ve sadakatin, evlat için fedakârlığın, yaşlılık dönemine var­mış büyüklere merhametin hakkıyla anlaşılabilmesi mümkün değil­dir.

Sosyal boyutu ne olursa olsun her toplum ve bireyde meşru birleşmenin tek yolu olan evlilik kurumu yaygın! aştırıl malıdır. Bun­dan hiç kimsenin müstağni olması düşünülemez.

“Ant olsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik...(27) Kuşkusuz peygamberler her top­lumun moral, kişilik, karakter, ilim, iman ve diğer bütün vasıflar

itibariyle en üstün ve dengeli insanlardır. Bu denli güçlü olan böyle seçkin insanlar evliliğe, eşe ve çocuklara ihtiyaç hissediyorlarsa hiç kimse kalkıp da evlilik kurumu olmadan ve ailesiz olarak yaşaya­bilmenin erdem olduğundan söz edemez.

Kur’ân-ı Kerîm eğitimci yönünü annelik bazında terk etmemiş, ‘ebeveyne” ilişkin tavırları da kurumlaştırmıştır.

Şehitlik gayesine eren Peygamberlerden biri olan Hz. Yahya (a.s.) in baskın ve şerefli karakteri vurgulanırken “ebeveyne” olan ilgisi ön plâna alınmıştır. “Ey Yahya! Kitap’a (Tevrat’a) kuvvetle sarıl.!” (dedik) ve henüz çocuk (sabi) iken ona hikmeti verdik. Ta­rafımızdan ona kalp yumuşaklığı ve temizlik de (verdik) O çok sa­kınan bir kimse idi. Ana-babasına iyilik ederdi. İsyankâr bir zorba değildi.” (28)

“Kur’ân-ı Kerîm, Hz. İsa (a.s.) nın mucizevî doğumundan son­ra annesiyle olan ilgisini şöyle anlatır.

“Çocuk şöyle dedi. Ben Allah’ın kuluyum. O, bana Kitabı verdi. Ve beni Peygamber yaptı, Nemle olursam olayım O, beni müba­rek kıldı. Yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.(29)

Anne olacak eşi seçerken ölçü

İslâm dini insanları değerlendirirken güzellik, maddî güç, ma­kam, mevki gibi noktaları esas almaz.

“Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.” (30)

Maddî ölçülerin her türlü ilişkide esas kabul edildiği günümüz­de Kur’an’ı değerlendirmelerin hayati önemi vardır. İslâmî terbiye insanları değerlendirirken, “alelade” ve “kalbin temizliği” noktalarını Ön plâna çıkarırken aynı hassasiyeti eş seçiminde de gösterir.

Ebu Hureyre (r.a.) dan rivayet edildiğine göre Peygamberi­miz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur : Kadın dört (özelliği) için nikâh olunur, malı için, soyu için, güzelliği için, dini için, her mü’min kişi sen bunlardan) dindar olanını seç, (aksi halde) hüsrana ve yoksul­luğa düşersin.” (31)

Hadiste genellikle dikkatten kaçan önemli bir nokta vardır. O da şudur : Peygamberimiz (s.a.s.) insanların evlilikte Övdükleri dört temel unsurdan bahsediyorlar. Zenginlik, güzellik, soy ve din al­ternatifleri göz önüne alındığında baskın olan tercihin dinin dışında olduğu gözlenir. Halbuki bu ciddi bir hatadır. Zenginlik her an elden gidebilir, güzellik geçici bir biyolojik farklılıktır. Soy da kişinin mutluluğu için yeterli bir tercih sebebi olmamalıdır. Ama din; kül­tür ve ahlâk ağırlığı iki yönü de mutlu kılar. Ayrıca, çirkin, fakir ve nesep itibariyle de özelliği olmayan bir kadın dindar, samimi ve ahlâklı ise değerlidir, kıymetlidir ve tercih sebebi olmalıdır. İşte bu nokta kadım değerlendirirken kadını güzelliğine, malına ve so­yuna göre kefeye koyan menfaatçi ve maddeci zihniyete en güzel cevaptır. İslam’da kadın, kadın olduğu için değerlidir, şereflidir, kıymetlidir.

İslam kadınlar hakkındaki uygulamayı fark göstermeksizin er­kekler hakkında da aynı tarzda uygulamaya koyuyor. Ebu Hureyre (r.a.) rivayet ettiği hadiste Efendimiz (s.a.s.) in şöyle buyurdu­ğu rivayet ediliyor :

“Huyundan ve dindarlığından razı olduğunuz bir adam (ya­kınınız olan bir kızla evlenmek için) size geldiği zaman (kızı) onun­la evlendirin. Eğer (bunu) yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk olacaktır.” (32)

Anne olacak eş seçiminde çocukların geleceğini güvence altına alma özel ilgisini ihmal etmeyen Yüce dinimiz; evlilik önündeki en­gelleri de tümden kaldırmayı veya en azından hafifletmeyi hedef­lemiştir.

Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyorlar : “Bereket itibariyle en büyük (ve kıymetli) nikâh yükü en az olan nikâhtır.” (33)

C) İSLAM’IN ANNEYE VERDİKLERİNDEN

1. Çocuğa bakma ve terbiye hakkı

Küçük çocuğu, terbiye, kollama, bağrına basma hakkım İs­lam anneye vermiştir. Sünnet ve icma ile konu tartışmasız olarak böyle kabul edilmiştir. ‘’Hidayet”(34) dediğimiz olay belli yaşa kadar çocuğun terbiyesi, yetiştirilmesi, problemlerinin giderilmesidir ki İslâm bu hakkı —çocuğa düşkünlüğü ve merhametinin bas­kınlığı dolayısıyla— anneye vermiştir.

Abdullah bin Amr bin el-As (r.a,) dan rivayet edildiğine göre bir kadın Peygamberimizin yanma geldi ve şöyle dedi : Ey Allah’ın Resulü! Şu (küçük) oğlum! Karımı onun için aklımı onun için himaye, dememi onun için su (kaynağı) yaptım. Babası beni boşadı: Çocuğu benden söküp alacağını zannediyor. Peygamber ¡(s.a.s.) şöyle buyurdu : Sen (çocuğu himayende bulundurma, bakı­mını üslenme konusunda) evlenmedikçe, babasından daha çok hak sahibisin.’’ (35)

Hidane hakkının kadına ait olduğu konusunda âlimler icma olduğunu belirtmişlerdir. îcma delili olarak da Hz. Ebu Bekir (r.a.) dönemindeki bir olay Örnek gösterilir.

Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer (r.a.) hanımı Cemile’yi bo­şadı. Hz, Ömer (r.a.) m Cemile’den bir oğlu vardı. (Talak hadise­sinden) sonra Hz. Ömer (r.a.) ile hanımı arasında çocukları Asım’ın bakımı konusunda anlaşmazlık çıktı. Her biri çocuğun kendi kontrol ve bakımı altında olmasını arzu ediyorlardı. Konuyu Hz. Ebu Be­kir (r.a.) ya götürdüler. Hz. Ebu Bekir (r.a.) da çocuğun annesin­de kalmasına hükmetti. Daha sonra da Hz. Ömer’e şöyle dedi : “An­nesinin kokusu, dokunması, elinin değmesi ve tükürdüğü çocuk için senin yanındaki bal peteğinden daha hayırlıdır.”

Olay sahabenin huzurunda meydana geldi de hiç kimse Hz. , Ebû Bekir’in verdiği bu fetvayı reddetmedi, (36)

Annenin fıtrattan kaynaklanan pedagojik şefkati, inceliği, duy­gularının hassasiyeti, ruhi yapısının coşkunluğu özelliklerini bilen İslâm, ona merhamet ederek küçük yavrusunu kendisinden kopar­mamış bilakis sahabe dönemindeki uygulamasıyla da bunu pekiş­tirmiştir. :

2. Dul anneye cennet mükâfatı:

Dul kalmış olan kadının uygun bir taliplisi çıktığında evlenmesi dinimizin teşvik ettiği hususlardandır.

Ancak dul kadın evlenemez ve bütün gücüyle çocuklarını ye­tiştirmeye gayret eder, dinini, izzet ve namusunu da muhafaza eder­se cennete gireceği haber verilmiştir.

Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur :

‘Ben ve yanakları (süs ve ziynetini terk etmiş yetimlerine ye­mek yapmaktan hizmette bulunmaktan) siyahlaşmış kadın kıyamet günü şu ikisi (o esnada Peygamberimiz orta parmağı ile işaret par­mağını yan yana getirip gösteriyordu) gibiyiz.

(Bahsettiğim o) kocasız kalmış mansıp sahibi ve güzel ka­dın, hayatını yetimlerine adamıştır. Çocukları ölünceye veya büyüyüpte kendine ihtiyaçları kalmayıncaya kadar öyle olmaya devam eder” (37)

Hadis gerçekten de anneler için büyük müjdeler taşımaktadır. Peygamberimiz (s.a.s.) çocuklarına hizmet için evlenmemeyi ter­cih eden iffetli dul kadınla kendisinin kıyamet günü beraber ola­cağını anlatmak için iki parmağım birleştirerek örnek göstermiştir. Gerçekten de yetimlerine iffetli bir hayatla hizmet etmeye gayret ederken, dünyanın sıkıntılarından yüzü kirlenmiş, siyahlaşmış olan annenin kıyamet gününde yüzü parlayacaktır.

Genellikle kendisini unutulmuş ve yalnızlığa itilmiş kabul eden dul hanımlarla; çevrelerindeki dul hanımları istismar kaynağı ola­rak görmeye alışmış bazı menfi kişilerin İslâmî olan bu ölçülere büyük ihtiyacı vardır,

Anne, günahları affettirmeye vesiledir.

İslâm’ın anneye nasip ettiği ayrıcalıklardan biri de anneye hiz­met edenlerin günahlarını affettirecek imkana sahih olmalarıdır. Peygamberimiz anneye hizmetin karşılığının cennet olduğunu müjdelemişlerdir.

Muaviye b. Cahime (r.a.) dan rivayet edildiğine göre kendisi Peygamberimizin yanına gelerek şöyle demişti : “Ey Allah’ın elçi­si, gazveye Cihat’a gitmek istiyorum. Seninle bunu istişare etmeye geldim (ne emredersin.)”

Peygamber (s.a.s.) annen var mı diye sordu : Muaviye “evet” deyince Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu : Annenin yanında kal (kendini ona hizmete ada) zira cennet onun yanındadır. (38)

İslâm anneye saygı ve hizmet konusunda eski dinlerin, çağdaş felsefelerin ve modem düşüncenin hayal bile edemediği derin çizgi­leri yeryüzü sakinlerinin hâfızasına işlemiştir : Anne gayr-ı Müslim bile olsa ona hizmet ve saygıda tereddüt gösterilmeyecektir. Peygamberimize sorulan bir soruya verdikleri cevap bu anlamda Müslümanlara ciddi ölçüler vermiştir.

Esma binti Ebu Bekir (r.a.) şöyle anlatıyor : Müşrike olan an­nem beni ziyarete gelmişti. Anneme karşı nasıl davranacağımı^ pey­gamberimize sordum. Şöyle dedim : Annem yanıma geldi, benden (iyilik) istiyor ona iyilikte bulunayım mı? Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu : “Evet, annene şüheda (iyilikte, şefkatte, yardım­da) bulun”(39)

Şerefli dinimiz anneye saygı ve hizmeti günahlardan bağışlan­ma için bir fırsat olarak göstermiştir. İbn-i Ömer (r.a.) dan rivayet edildiğine göre kendisi şöyle ahlatıyor : Bir adam Resülüllah (s.a.s.) e gelerek şöyle dedi : “Bü­yük bir günah işledim. Tevbe yolu var mı?

Peygamber (s.a.s.) adama “annen var mı? diye sordu, Adam; annem yoktur, dedi. Peygamberimiz (s.a.s.) bu sefer; Teyzen var mı? diye sordu, Adam; evet deyince, Peygamber (s.a.s.) (o halde) O’na iyilikte bulun, dedi. (40)

Hadiste teyzeye annenin bacısı olması dolayısıyla özel önem verilmiştir, ki gerçekten de dikkate değer bir husustur. Zira asıl saygı merkezi annedir, annenin hayatta olmaması ve ona . karşı •7-dünyada— yapılacak saygı ve hizmetin imkansız olması dolayı­sıyladır ki teyze çıkış noktası olarak takdim edilmiştir. Amcaya olan saygı nasıl baba’ dan ötürü ise, teyzeye duyulan sevgi ve önem, de anneden dolayıdır.

.

4. Anne ölümünden sonra da hayattakilerin ilgi odağıdır;

Annenin dünyadaki etkisi sadece hayatıyla bağlantılı değildir. İslâm anneye, kabrindeyken bile dünyada evlatlarına sorumluluk ve görev yükleme yetkisi vermiştir. Bunun diğer anlamıda şudur : Evlatlar anneye ölümünden sonra da sevgi, saygı, vefa ve iyilikte bulunmak zorundadır. Bu iyilik yollarından biri de annenin (ve ba­hanın) arkadaşlarına saygıda hizmette bulunmaktır. "

Malik b. Rabia es-Sâide’den rivayet edildiğine göre, bir adam Peygamberimiz (s.a.s.) e gelerek şöyle’ dedi : Ey Allah’ın Resulü : Baba ve annemin ölümlerinden sonra yapabileceğim bir iyilik kal­dı mı? Peygamber (s,a.s.) şöyle cevap buyurdular : Evet onlar için ve istiğfarda bulunmak, vasiyet (ve tavsiye) lerini yerine getirmek, (onlara yakın olan) akrabaya sılai rahimde bulunmak, ve onların dostlarına ikramda bulunmaktır. (41)

Ailenin asıl birimlerinden olan babanın dostlarına saygıyı da, yine bu daire içinde düşünmek gerekir, İbn-i Ömer (r.a.) şöyle di­yor : Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyururken duydum, iyiliklerin en iyisi kişinin babasının dostuna —babasının vefatından sonra— iyi­likte bulunmasıdır, (42)

Dikkat edilecek olursa; ebeveyne yakın daireden (amca ve teyze gibi) uzak daireye kadar (baba ve annenin dostlar, arkadaş­ları gibi) bütün tanıdıklarına saygı, sevgi, iyilik, hoşgörü, teşvik edilmiş ve Allah’a yakınlığın yolu olarak takdim edilmiştir. Bütün bunlar anneye ve babaya verilen ilahi değerin itimat ve kıymetin dozunu gösteren çarpıcı örneklerdir.

5. Kadın, Peygamberleri doğuran insandır. Peygamberlerin annesidir.

Annelere verilen en Önemli görev ve aynı zamanda en şerefli mevki “Peygamber” doğuran ve yetiştiren konumda olmalarıdır. Peygamberlerin hepsi Hz. Adem hariç çocukluklarını bir anne­nin kucağında, şefkat kanatlan altında geçirmişlerdir. Hatta kü­çük yaşta öz annelerini kaybedenler, süt annenin ihtimam ve şef­katiyle öz annenin boşluğunu kapatmaya gayret etmişlerdir. Pey­gamberimiz (s.a.s.) bunun belirgin örneklerinden biridir. Zira an­nesinin izniyle süt anneye verilen Peygamberimiz, Hz, Halime’de ünsiyet bulmuş ve onun hakkını hayatı boyunca unutmamıştır.

Peygamberler (a.s.) m Kur’an’da anlatılan kıssalarında, an­neleriyle veya birer anne olan zevceleriyle— ilgili kıymetli me­sajlar tesbit etmek mümkündür. Bir kısmını örnekleriyle hatırla­yalım

a) Hz. Hacer ve Anneliğin Hac Menâsikine etkisi:

İbrahim aleyhisselâm’ın zevcesi Hacer ve oğlu İsmail’i kuru bir araziye bırakması sonucunda “anne Hacer” oğlunun bütün so­rumluluğunu yüklendi. Hz. İbrahim, Şam çevresinde iken çocuğuyla ilgili bütün ihtimamın odak noktası hanımı Hacer’di.

Hz, İbrahim’in hanımı ve Hz. İsmail’in annesi olan Hacer, ku­rak arazide su aramak için Safa ve Merve denilen iki tepe ar asin­ce koşturup duruyordu. Yüce Allah daha sonra, Hacer (a.s.) çocuklarına su aramak için katlandığı fedakârlığı haccın menasikinden biri haline getirecek ve “anneliğin" şerefini temsilen o günün hâtırasını kıyamete kadar taşıyacaktı.

b) Hz. Musa’nın Annesinin oğlu için verdiği mücadele:

Hz. Musa’nın hayatında annesinin büyük etkisini görebiliriz. Ha. Musa’yı annelik merhameti kuşattı ve aynı merhamet onu Firavun ’un şerrinden korudu : “Musa’nın annesine : Çocuğu emzir, başına gelecekten korktuğun zaman onu suya bırak; korkma, üzül­me, Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve Peygamber yapacağız” diye bildirmiştik.”(43)

Allah’ın rahmeti anne yüreğinin daha fazla üzülmesine müsaade etmemiş ve uçsuz bucaksız suyun dalgalan arasına konulan bebe­ğin yaşayacağı, büyüyeceği ve hatta peygamber olacağı annenin yüreğine ilham edilmişti. Ayet Kerîme’yi takip ettiğimizde annenin evladına şefkati, Yüce Allah’ın da anneye merhameti daha net ola­rak ortaya çıkar; çocuğunu denizin dalgalarına terk eden annenin yüreği endişe ve korkudan bomboş kalmıştı: “Musa’nın anasının yüreği (tasadan) bomboş kalıverdi. Eğer biz, (vadinize inananlar­dan olması, için) onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse meydana çıkaracaktı.’’(44)

Hz. Musa’nın kıssasında annelik etkisinin çok belirgin bir şe­kilde ve her yerde karşımıza çıktığını görebiliyoruz. Hz. Musa bir annenin (öz annesinin) kucağını terk ettiğinde, başka bir annenin (Firavun ‘un karısının) kucağını bir merhamet ocağı olarak buldu : “Firavun ‘un karısı (sepetin içinden çocuk çılanca kocasına) iki­mizin de gözü aydın! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlâ d ediniriz, dedi. Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı.”(45)

Yüce Allah’ın ne garip tecellisidir ki; Firavun ‘un saltanatını yı­kacak olan Hz. Musa (a.s.) ın hayatta kalması Firavun ailesinin evlada olan düşkünlüğü sayesinde gerçekleşmiştir. Firavun ‘un karsı "...ya da onu evlat ediniriz” derken annelik duygusu onu konuştur­muştu ve bu duygu Firavun ‘un zulüm saltanatının da sonu olmuştu.

c) Hz. Meryem’in bütün hazırlığı Anneliğe” geçiş içindi

Hz. Isa (a.s.) hayatında annelik müessesesi önemli yer tutmuş­tur. Daha doğrusu Kur’an’da Hz. İsa’nın dünya hayatında çok önce

annesi ve annesinin yaşantısı uzun uzun anlatılmıştır. Hz. İsa’nın dünyaya gelişiyle noktalanan doğumdaki mucizenin odak, noktası Hz, Meryem olmuştur.

Kur’ân Hz. Meryem’in istisnai doğumuna kolaylık sağlansın diye bütün ortamın Yüce Allah tarafından hazırlandığını haber veriyor.

"Hurma ağacını kendine doğru silkele ki, üzerine olgun taze turma dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan, birini görürsen deki : ben, çok merhametli olan Allah’a oruç adağımı, artık bu gün hiçbir insanla konuşmayacağım’(45)

d) Peygamberimiz annesi Hz. Amine’ye hasret duyardı.

Peygamberimiz (s.a.s.) babasının vefatından sonra doğumunu müteakip belli bir döneme kadar annesinin gözetiminde yaşadı. An­nesinin de vefatından sonra önce dedesi Abdülmuttalip daha sonra da amcası Ebu Talip’in şefkatli kanatları altına sığındı.

Mübarek yetim hayatı boyunca yetimliğin insana getirdiği- sı­kıntıyı bildiği içindir ki yetimlere şefkatle muamele etti. Vakıa Peygamberimiz (s.a.s.) bütün muhtaçlara yoksullara, sakatlara merhametle ilgi duyardı.

Peygamberler risalelerini uzun iklimlere taşırken kendilerini kucaklarında sevgiyle besleyen annelerini unutmamışlar, .onların iz­lerini hayatları boyunca hissetmişler ve onların insanların saygı ve sevgisinin merkezi olmalarım emretmişlerdir.

SONUÇ :

İslâm aile müessesesini kutsal ve dokunulmaz bir ku­rum olarak görmüştür. Aileyle ilgili bütün tasarruflar Kur’ân ve sünnet ölçüsünde oldukça ve rızayı İlahiyi kazandırmak kastedil­dikçe ibadet sayılır. İslam ancak meşru nikâh akdiyle olan münasebetleri değer kabul eder.

İslam, kadına verdiği Özel önem dolayısıyla, anneyi ailenin ‘en önemli unsuru saymıştır. Hatta bu ölçüyü şöyle formülleştirebiliriz:

Bugün yeryüzünde hiçbir kadın (veya anne) Hz, Ayşe’nin Pey­gamberimizin evinde ulaştığı hürriyete, değere, saygınlığa ve öne­me kendi ailesi içinde ulaşabilmiş değildir. Ve yine biç bir genç kız ’Hz. Fatıma’nın Peygamberimizin sımsıcak yuvasına erişebildiği özel öneme, ilgiye ve saygınlığa ulaşabilmiş değildir.

1955 yılında Diyarbakır’da doğdu. 1975 yılında Uşak imam Hatip Lisesini bitirdi. Aynı yıl Uşak Li­sesini dışardan verdi. 1981 yılında Ankara Üniversi­tesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1985-1987 yılları arasında Mısır’ın Ezher Üniversitesinde Tef­sir üzerine ihtisasta bulundu. Aynı yıllarda İskende­riye Edebiyat Fakültesinde misafir öğretmen olarak konferanslar verdi. (Halen Diyanet işleri Başkanlığı Din işleri Yük* sek Kurulu Uzmanı olarak görev yapan Hatipoğlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Hadis Anabilim dalında Doktora çalışmasını sürdürmek­tedir. Evli ve iki çocuk babası olan Hatipoğlu’nun Asr-ı Saadet’te Müşrik ve Münafık Liderler İslâmî Devlet ilkeleri; İnsanlığın geleceği ve İslam adlı eserleri vardır.

(1) Nisa, 1; Zümer, 6; en-Nahl, 72; Şura, 11; A’raf, 189.

(2) A’raf, 189.

(3) Rum, 21.

(4) Nisâ 19

(5) Sûyuti, Camiu’s Sağır, c. I, s. 3. (Tabaran î’den).

(6) Meryem, 55.

(7) Taha, 132.

(8) Tahrim, 6.

(9) Nisa, 36.

(10) Isra, 23-24.

(11) Ankebut, 8.

(12) Buhari, Edeb, 6; Isti’zan, 35; Diyanet, 75; İman, 16; Müslim, tman, 143; Tirmizi, Birr, 4; Tefsir, 4-7; Nesai, Tahrim, 3; Müsned (İmam Ahmet),C.5, s. 36, 38, 413.

(13) Ankebut, 8.

(14) Tirmizî, Cihat, 2; Ebu Davud, Cihat, 31; Nesai, Cihat, 5; Müsned (Ahmet) C 2 188 193*

(15) Müslim, İtk 25; Ebu Davud, Edeb, 130; Tirmizî, Birr, 8; İbni Mâce, Edeb, I; Müsned (Ahmet), C. 2, s. 230, 445.

(16) Zuhruf, 4.

(17) Kasas, 7.

(18) Mü’minun, 50.

(19) En’âm, 92.

(20) Nah], 120, Ali İmrân, 104.

(21) Ahzab, 6.

(22) Akkad, Mahmut; Fatımetüz-Zehra, Darul Kütubi’l.Arabiyye, Sh, 69.

(23) Buharî, K. Edeb, hd. 1973 (Müslim ve Tirmizî de rivayet etmiştir.).

(24) Buharî, Edeb, 19; Müslim, Tevbe, 18-20; Tirmizî, Deavat, 99; İbn-i Mace, Zühd, 35; Ebu Davud, Rikak 69; Müsned, C. 5, s. 439; C, 2, s. 334-434.

(25) El-Umûmettl fi’l İslâm, Mu’temerât, Kahire, s. 87,

(26) Rum, 21.

(27) Râd, 38.

(28) Meryem, 12-14.

(29) Meryem, 30.32;

(30) Hucurât, 13.

(31) Buhari Nikâh, Hd. No. 1793; Ebû Dâvud, Nikâh, b. 2; Nesaî, Nikâh, b. 13;

îbni Mace, Nikâh, b. 6; Dârİmİ, Nikâh, 4; îmam Ahmed Müsned, C. 2, s. 428.

(32) İbni Mace, Nikâh, b. 46, Hd. No: 1967.

(33) Mişkat, C. 2, sh. 161, Hd. No: 3097.

(34) Hidanet, El Fıkhlil İslâmî ve Edilletuhu, Lübnan, C. 7, s. 718.725.

(35) Mişkat, C. 2, s. 239, hd, 3278 (Ebû Dâvud ve Ahmed bir rivayet ettiler).

(36) Ef-Umûmetü Fİ’I İslâm, (Prof. Dr. Abdülaziz Kamil’in sunduğu bildirilen)8. 94.

(37) Ebu Dâvud, Edeb, bab, 121; Müsned, C. 6, s. 29.

(38) Süneni Nesai, Cİhad bab: 6.

(39) Buharî, Cizye, b. 18, Edeb, b. 7-8; Müslim, Zekât, b. 50; Ebu Davud,-Zekat, : b. 34; Müsned, C. 6, s. 344-347, 355. ’

(40) Ahmed, Müsned, C. 2, s. 14. - :

(41) Ahmed, Mtisned, C. 3, s. 498,

(42) Müslim, Birr, bab, 11-12; Ebu Dâvud, Edeb, bab; 130; Tirmizî, Birr, bab: 15,Ahmed, C. 2, sh. 88, 91, 97,

(43) Kasas, 7.

(44) Kasas, 10.

(45) Kasas, 9.(46)Meryem, 25-26.