Makale

ÇOCUKLARI VE GENÇLERİ SUÇA İTEN FAKTÖRLER

ÇOCUKLARI VE GENÇLERİ SUÇA İTEN FAKTÖRLER

Doç. Dr. Hüseyin PEKER
19 Mayıs Ü. ilahiyat Fak. Öğ. Üyesi

Yüzyılımızın ikinci yarısında, yani İkinci Dünya Savaşından sonra toplumlarda önemli deği­şiklikler meydana gelmiş ve gel­mektedir. Teknolojik alandaki büyük gelişmeler, bir taraftan oldukça kolaylık ve rahatlıklar getirirken, diğer taraftan bir çok yeni ihtiyaçlar da ortaya çıkarmakta, uyum problemleri ve suçlar artmaktadır. Toplum­sal, kültürel ve teknolojik ge­lişmeler, bir çok problemi de be­raberinde getirmektedir. Geliş­miş, kapitalist ülkelerde gözle­nen hızlı değişim, bu problem­leri azaltmaya yetmediği gibi aksine çoğaltmaktadır, “örne­ğin, teknolojisi ve buna bağlı olarak ekonomisi gelişmiş Batı toplumlarında şiddet eylemleri, intiharlar, saldırılar, boşanma­lar, uyuşturucu bağımlılığı ve cinsel suçlarda çok büyük artışlar olmaktadır.(1) Bu top­lumlarda suç, ortalama olarak, nüfustan dört kez daha hızlı ar­tış göstermektedir. (2) Refah dü­zeyi yükselen inansan daha mutlu olmaları beklenirken, tam tersi olması ve bir takım olum­suzlukların, suçların ortaya çık­ması, önemli bir çelişki oluş­turmaktadır.

Diğer bir çok memleketlerde olduğu gibi ülkemizde de suç sayısı, yıllık nüfus artış oranın­dan daha hızlı artmaktadır. Ör­neğin 1983 yıl sonu itibariyle Ceza ve Tutukevlerindeki tutukluların sayısı 113.333 iken 1984 yıl sonunda, yani bir yıl sonra bu rakam % 11.35 artışla 126.200 e ulaşmıştır. (3)

Aynı şekilde çocuk suçların­da da hızlı bir artış görülmek­tedir. Günümüzde çocuk suçlu­luğu, güncel bir sorun olarak dikkatimizi çekmektedir. Ayrı­ca, yapılan araştırmalarda, ile­ri yaşlarda suç işleyenlerin bü­yük bir bölümünün çocukluk ve ergenlik dönemlerinde de suç işlemiş olmaları, sorunun öne­mini daha da artırmaktadır. (4)

İnsan yaşayışının bütün be­lirtilerinde olduğu gibi, çocukla­rın ve gençlerin kötü alışkan­lıklar kazanmalarının ve suç işlemelerinin de şüphesiz çok çeşitli nedenleri vardır. Zaten suç, psikolojik, sosyolojik, hu­kukî, kronolojik, dinî ve ah­lâkî niteliği olan bir kavram­dır. işte suça bu genel çerçeve

içerisinde baktığımızda ço­cukları ve gençleri suça iten faktörleri §u şekilde sınıflandırabiliriz.

1 — KALITIMLA İLGİLİ FAKTÖRLER :

Kalıtım, çoğalma fonksiyonu sırasında, bir kuşaktan diğeri­ne, kromozomlar ve özellikle genler aracılığı ile bazı fizikî ve psikolojik özelliklerin geç­mesidir. Kalıtımla intikal eden özelliklere, fizyolojik yapının dı­şında, sinir sisteminin ve bey­nin fonksiyonlarının da dahil olduğu belirtilmektedir. İşte suç olarak nitelendirilen bazı olumsuz davranışlarda ve uyum bozukluklarında da, kalı­tımla intikal eden bazı iç salgı bezlerindeki bozuklukların (5) ve bazı mizaç özeliklerinin etkili olduğu ileri sürülmektedir. An­cak bu konuda şüphesiz kesin bir şey söylemek zordur. Çün­kü her ne kadar bazı insanlar mizaç itibariyle çabuk hiddetle­nen, çabuk Öfkelenen ve kızan, yahut çok saf bir şekilde baş­kalarının küçük bir telkiniyle suç işleyecek yapıda ise de, ki­şinin böyle bir özelliğe sahip olmasında, çevreden gelen fak­törlerin de önemli rolü vardır. İnsan, doğuştan itibaren bir çok etkilere, çevre uyarmalarına tabidir. Bu nedenle kalıtımla çevreyi birbirlerinden kesin sı­nırlarla ayırmak mümkün de­ğildir. Kalıtım yoluyla geçen ö­zelliklerin uygun çevre şartlan altında gelişme imkânı bulabil­diği, çevrenin sağladığı geliş­me imkânlarının da uygun ka­lıtım ortamında meyve verebi­leceği kabul edilmektedir. Na­sıl ki toprağa ekilen tohum ve tarla ne kadar mükemmel o­lursa olsun, en iyi ürünün elde edilebilmesi, büyük ölçüde bakı­mın derecesine bağlı olduğu gi­bi, kötü tohum ve çorak tarla­dan da ancak bir dereceye ka­dar ürün almak mümkün ise, kalıtım ve çevre ilişkisi de böyledir. (6)

Bu nedenle bazı kalıtsal Özel­liklerin, çocukları ve gençleri suça yöneltmede etkili olabile­ceği söylenebilirse de, bunda çevre faktörünün önemli rolü olduğunu da unutmamak gere­kir.

2 — AİLEDEN KAYNAK­LANAN FAKTÖRLER

Çocuğun dış dünya ile ilk ilişkileri aile ortamı ile başlar. Dünyada ilk ilişki kurduğu kimseler büyük çoğunlukla an­ne ve babasıdır. Daha sonra kardeşler ve diğer aile birey­leri onun temas alanına girer. İşte çocuğun bu insanlarla o­lan karşılıklı ilişkisi sırasında o, çeşitli davranışlarını, beceri­lerini, görgü kurallarını, değer yargılarını, alışkanlıklarını, kı­saca hayatında en çok etkili o­lan örnekleri kazanır ve bunla­rı aile çevresinden alır.

Sev­meyi, saymayı, korkmayı, kork­mamayı, vermeyi, almayı, ilk yıllarda kazanır. Bazı psikolog­lar, çocuğun altı yaşına kadar kazandıklarının, ömür boyu ka­zanılanların ’% 30 unu, bazıları ise 90 ını oluşturduğunu be­lirtmektedirler. Bu nedenle ço­cuğun hayatında en etkili çev­renin aile çevresi olduğunda şüphe yoktur.

İşte çocuk üzerinde bu derece etkili olan ve kazandırdığı özel­liklerle ileriki yaşlarda da et­kisini devam ettiren aile çev­resi, bilhassa anne ve baba, a­caba hangi tutum ve davranış­larıyla çocuklarda suça eğilim oluşturmakta ve onları suç iş­lemeğe yöneltmektedir? Kısaca bunlar üzerinde durmak istiyo­rum.

Anne babanın olumsuz tutum ve davranışlarım genel olarak iki grupta toplayabiliriz :

1 — Çocuklara kötü örnek olma,

2 — Hoşgörü ve sevgiyle de­ğil, baskıyla hareket etme.

Çocuklara kötü örnek olma­nın suç işlemedeki rolü:

İnsanın ilk çocukluk devresi, yani 2-6 yaş arası taklit devre­sidir denebilir. Çocuk bu dev­rede, bilinçli veya bilinçsiz ola­rak davranışları ve gelenekleri taklit ve tekrara başlar, öyle ki, taklit yalnız hareketlerde ol­maz, duygular ve heyecanlar da taklit edilir.

İşte çocuğun ilk öğrendikle­ri taklitle olduğundan ve tak­litle öğrenim daha sonraki yaş­larda da devam ettiğinden, ay­rıca ilk plânda anne ve baba taklit edildiğinden, ebeveynin çok dikkatli davranması şart­tır.

Çocuklar sözden çok hare­ketlerin etkisi altında kalırlar. Büyüklerin yanlış hareketlerini gören çocuklardan, başka tür­lü hareket istenmesi onları şa­şırtır ve onlarda iyi ve kötü hareketler hakkında sağlam bir fikir uyanmasına engel olur. Ayrıca gençlerin büyükle­rine karşı güvenini sarsar. Bu­nun için çocuklardan İstenilen her hareketin büyükler tarafın­dan yapılması şarttır.

Bunun dışında çocuk, kendi­sine empoze edilen fikirlerle bü­yüklerin yaşadığı hayat arasın­daki farkı gördükçe fikirlere karşı şüpheci tavır almaya baş­lar* Anne-babanın yalan söyle­mesi, ikiyüzlü olması, başkala­rının haklarına saygı gösterme­mesi, içki kullanması, sigara iç­mesi, kumar oynaması ve ben­zeri davranışlarda bulunması, çocuğun da bunları yapmasının en büyük etkeni olabilir. Biz bunları yapıyoruz, ama bunlar kötüdür, sen yapma demek problemi çözmez. Çocuk da ay­nı şekilde bu ve benzeri davra­nışları yapmaya özenir. “Genç­likteki istikrarsızlığın yarattığı güvensizliği meydana getiren etkenlerden biri de anne-baba­nın, büyüklerin ahlâk normları­na gençlerin riayet etmelerini istemelerine karşılık, kendileri­nin bunları uygulama mevkiine koyamayıştandır. (7)

Ayrıca aile eğitiminde birlik olmalıdır. Çocukların iyi alış­kanlıklar kazanması, iyi hare­ketlerin birlikte yapılmasıyla olur. Çocuk, kendi çevresinde bulunan insanların kötü hare­ketlerden çekindiklerini ve kö­tülükten, suç işlemekten hoş­lanmadıklarını görürse, kendisi de iyi hareketler yapmaktan zevk almaya başlar. Buna kar­şılık, babanın istediğini ana, babanın istediğini baba Hoşgör- mezse veya her ikisinin istedi­ğini, aile içinde bulunan diğer bireyler hoş görmezlerse, çocuk gideceği yönü şaşırır. Bu du­rum, çocuğun gizli iş yapması­na, yalancı ve hileci olmasına ve ileriki aşamada suç işleme­sine yol açabilir.

Bu nedenle ana-baba iyi dav­ranışlarıyla çocuklarına örnek olmalı, onlara helâl-haram kav­ramlarını, iyi ve kötü hareket­lerin neler olduğunu öğretirken, söylediklerini başta kendileri uygulamalıdır.

Hoşgörü ve sevgiyle değil de baskıyla hareket etmenin o­lumsuz etkilerini ise şöyle açık­layabiliriz

Sevgi, insanları birbirine yak­laştıran, onları bir arada tutan en önemli duygudur. Anlayış, hoşgörü ve acıma da bu duy­gunun ürünleridir. Psikolojinin ortaya koyduğu gerçek şudur ki, “insanoğlu sevme yeteneği­ni, sevile sevile kazanır”. (8)

Sevgi ayrıca, çocuğun ruhen ve bedenen gelişmesi için ana sütünün yanında, çocuğa veri­lecek en değerli beslenme kay­nağıdır, “Yapılan araştırmalar, çocukluklarında aile çevresinde sevgi ve anlayış görerek yetiş­tirilen ve aile bireyleri ile iyi ilişkiler kuran çocukların, diğer insanlarla da olumlu ilişkiler

kurmakta güçlük çekmedikleri­ni göstermektedir.(9)

Bunun aksine, çocuğun anne ve babasından gereken İlgi ve sevgiyi görmemesi, ihmal edil­mesi, onun uyumsuzluğunun en büyük nedeni olabilir. Annesin­den sevgi, şefkat, ilgi bekleyen yavrunun, annesinin içkili oldu­ğunu görmesi, onu sevmesi, gez­dirmesi yerine kumar masala­rına oturup onu kapı Önüne at­ması veya ona oyuncak vererek bir odaya kapatması ya da çok ehliyetsiz birinin yanına bıra­karak keyfe ve eğlence âlemle­rine gitmesi, çocukta uyumsuz­lukların gelişmesine en uygun

şartlan hazırlaması demektir.

(10)

Diğer taraftan, çocuğa her­hangi bir hareket yaptırmak veya yaptığı kötü bir hareket­ten onu vazgeçirmek için uy­gulanan baskı eğitimi ise, onu ya iki yüzlülüğe ya da çekin­genliğe, silikliğe götürür, pasif, korkak veya isyankâr yapar.

Cezaların amacı, yanlış dav­ranışların, kayıtsızlıkların tek­rarına engel olmak, suç ve kötü alışkanlıkların meydana gelme­sini önlemektir. Cezanın yarat­tığı korku ve acı sayesinde ço­cuklar, uygunsuz hareketler yapmaktan çekinirler. Ancak beden cezası, dayak, odaya ve kömürlüğe kapama, aç bırak­ma v.s. gibi cezaların ilk etki­si, eğitken (yani anne, baba ve­ya öğretmen) ile çocuk arasın­da soğukluk yaratmasıdır. As­lında ana-babaların ikide bir de cezaya başvurmaları, kızmak­tan, kolay iş görmekten ve ce­zayı gerektiren hareketlerin ne­denlerini düşünmemek ve araştırmamaktan ileri gelir. Çocuk neden uygunsuz harekette bu­lunuyor? Onu, bu hareketi yap­maya iten sebepler nelerdir? Çoğu zaman bunlar araştırılma­dan, uygunsuz hareket, kestir­me ve kolay bir yol olan dayak­la giderilmeye çalışılır. Bu da çocukları, gizli yaramazlıklara, yalancılıklara ve suç fişlemeyi; kadar götürebilir.

Anne-babanın veya diğer eği­ticilerin amacı, çocukları ahlâkî ve İnsanî sorunlara karşı du­yarlı yapmak, onları kendi iç­lerinden ve vicdanlarından ge­len emirlere ve seslere göre harekete alıştırmak olmalıdır. Eğer bir çocuk her vakit kor­ku ile büyürse, onda olumlu bir kişilik meydana gelmediği gibi, kendi kendine kolayca ka­rarlar da veremez. Bu gibilerde

gizli iş yapmayı, ikiyüzlü ol­mayı tabiî görmek gerekir. (ll)

Bunun yanında, ana ve baba arasındaki ilişkilerin şekli de çocuğu büyük ölçüde etkiler. Ana-babanın devamlı çocuk Ö­nünde tartışmaları, kavgaları, evi terk etmeleri, kovma, döv­me, küfürler ve ailenin dağıl­ması, çocukta, mutsuz, endişeli ve güvensiz bir yaşamın to­humlarını atar, onda sevgi ve saygı yerine nefret duygusu­nu yerleştirerek, onu suç işle­meye hazır bir duruma getirir.

O halde anne-baba şunu çok iyi bilmelidirler : Çocuklar, ye­ni filizlenen ve yetişen körpe fidanlar gibidirler. Bu fidanla­rın, nasıl suya, ışığa ve temiz havaya İhtiyacı varsa, çocukla­rın da sevgi, ilgi, merhamet ve hoşgörüye ihtiyacı vardır. An­cak, çocuğa ilgi ve sevgi göste­rirken ölçülü davranmalı, aşırı­lığa kaçılmamalıdır. Aşırı sev­gi de çocuğu şımartan, bencil yapan bir etken olabilir.

3 — ARKADAŞ ÇEVRE­SİNDEN KAYNAKLA­NAN FAKTÖRLER :

Çocuğun iyi ya da kötü dav­ranışlar kazanmasında arkadaş çevresinin de büyük etkileri var­dır. Çocuk, her gün birlikte ya­sadığı, oynadığı, uzun süre ve­ya ara sıra birlikte bulunduğu akranlarının, sevdiği kimsele­rin davranışlarını aynen kabul eder ve onlar gibi davranmaya çalışır. Bu nedenle çocuğun i­lişki kurduğu kimseler ne ka­dar iyi ve ahlâklı ise, çocuk on­lardan iyi ve doğru şeyler öğ­renir ve öyle gelişir. Arkadaş­ları nasıl davranıyorsa o da on­lar gibi davranmaya çalışır. Hatta onların tasvibini almak, arkadaş grubunun saygısını ka­zanmak için, grup üyelerinin gösterdikleri davranışları en üst düzeyde yapmaya çaba harcar. Eğer arkadaş çevresi bozuk, u­yumsuz, ahlâk dışı ve suç nite­liğinde davranışlar gösteren ki­şilerden oluşmuş ise, çocuk, o zaman değişir ve onların değer­lerini yavaş yavaş benimseye­rek alışkanlık haline getirir. “Üzüm üzüme baka baka ka­rarır” Atasözü, bunu çok güzel açıklamaktadır.

Bu nedenle çocuğun, arkadaş­larını çok iyi seçebilmesi şart­tır. Ana-baba, çocuğun seçeceği arkadaşlara açıkça müdahale etmemeli, ancak iyi arkadaşlar edinmekte ona dostça yardım etmelidir. Arkadaşlarının iyi ta­raflarını övmeli, kötü tarafla­rım da mümkün mertebe ona buldurmalıdır. Zararı gelebile­cekleri kendisinin tasfiye etme­sini sağlayacak kadar onu ol­gunlaştırmaya çalışmalıdır.

Her ne olursa olsun an-baba, çocuğun aile dışında kimlerle arkadaşlık kurduğunu kontrol etmeli ve ahlaklı çocuklarla ar­kadaşlık kurması için elinden gelen çabayı sarf etmelidir.

4 — OKULDAN KAYNAK­LANAN FAKTÖRLER

Çocuğun uyumlu veya uyum­suz davranışlar göstermesinde etkili olan çevrelerden biri de okuldur. Okul hayatı, aile ile toplum arasında orta bir ha­yat, adeta köprü vazifesi gören bir hayattır.

Okul hayatında çocuklara, arkadaşlık çevresi kuvvetli et­ki yapmaktadır. İyi ve kötü e­ğitim görmüş çocukların ara­sında yıllarca yaşayan, onlarla gülen, oynayan ve samimi dost­luk kuran bir çocuğun onlar­dan etkilenmemesi mümkün de­ğildir.

Ancak arkadaşlık etkisinin ötesinde, okul hayatında, çocuk­lar üzerinde, arkadaşlarından daha kuvvetli etki yapan bir diğer etken de Öğretmendir, öğretmenin şahsiyeti ve sınıf­taki tavır alışı, bilhassa ilk sı­nıflarda çok daha önemlidir.

Okulda gerekli rehberliğin yapılmaması, çocuklardan kapa­sitelerinin üzerinde başarı bek­lenmesi, öğretmenlerin disiplin ve eğitim tutumlarındaki fark­lılıklar, bazı öğretmenlerin çok sert, eziyet etmekten hoşlanan; bazılarının aşın yumuşak, ih­malci, nemelazımcı; bazıları­nın alaycı, hiç bir şeyi beğen­meyen bir tutum içinde olmamaları, çocuklarda, ve gençlerde olumsuz davranışların ve uyum­suzlukların kazanılmasında en belirgin olan ve onları suçlulu­ğa kadar götüren faktörler olabilmektedir. (12)

5 — BASIN VE YAYIN ORGANLARINDAN KAY­NAKLANAN FAKTÖR­LER :

Bilindiği gibi çocuğun ilk çev­resi ailedir. Daha sonra çocuk büyüdükçe çevresi de yavaş ya­vaş değişir ve genişler. Böylece zamanla arkadaşları, yakın komşuları, görüştüğü diğer in­sanlar, okuduğu kitaplar, gaze­te ve dergiler, gördüğü filmler, dinlediği ve izlediği radyo, te­levizyon programlan onun çev­resini oluşturur ve davranışla­rında rol oynar. Hatta o kadar ki bugün, çocukların eğitimine elverişli aile havası sönmeğe yüz tutanaktadır. Zira aileler içine bol bol kültür endüstrisi girmekte, gazeteler, dergiler, teypler, radyo ve televizyonlar her evi sarmaktadır. Böyle bir

hava içerisinde ana-baba çoğun­lukla pasif kalmaktadır. Hele çocukların ve gençlerin, sine­malardan ve televizyondan a­çık saçık aşk ve öpüş sahneleri görmesi, çeşitli cinayet filmlerini seyretmesi, gençlerde mad­dî hayata ve maddî zevklere karşı büyük ilgi uyandırmakta ve onları maddî hayatın kucağı­na itmektedir. (13)

Bugün aile fertleri, boş saat­lerinin büyük bir bölümünü te­levizyon karşısında geçirmekte­dirler. Televizyon programları ise, Özellikle basta cinayetler ve ahlâka aykırı filmler, bilim-kurgu türü masallar ile çocuklara ve gençlere kötü örnek olmak­tadır. Henüz bulûğ devresinden Önce ve sonra, ihtiras ve şeh­veti uyandırma vasıtaları olan resimli gazete ve dergiler, si­nema ve yazılar ise, gelişme çağında olan gençlerin ruhun­da geniş tahribat yapmaktadır,

ABD’de, on bin çocuk üzerin­de yapılan bir araştırmada, şid­det unsuru içeren televizyon programlarını seyreden çocuk­larda, saldırgan davranışın art­tığı ortaya konmuş; bir başka araştırmada da, televizyon sey­retme sıklığı ile anti sosyal dav­ranış arasında ilişki olduğu gö­rülmüştür. TRT’de oynanan di­zilerin büyük bölümünün ABD kaynaklı olması, bu sonuçlar­dan çıkartılması gereken ders­ler ve alınması gereken önlem­ler olduğunu düşündürmektedir,(14)

Bu konuda yetkililere büyük görevler düşmektedir. Vatan­daşlarını korumakla yükümlü olan devletin, gençleri baştan çıkaran yayınlara ve problem­lere el atması gerekir.

Sonuç olarak, aile bütünlü­ğünün sağlanması için, çocuk­

ana-baba arasındaki iliş­kilerin sağlıklı bir düzene otur­tulabilmesi, çocuk suçları ve kötü alışkanlıklarıma önlenebil­mesi için, toplumun etkili tüm müesseselerinin bu amaç doğ­rultusunda görev yapmaları, aile ve çocuklara iyi örnekler sunmaları şarttır.

1953 yılında Trabzon ili Sürmene ilçesinde doğdu. 1967 yılında Adana Tepe dağ Ortaokulunu, 1970 yılında Ankara Atatürk Lisesini ve 1974 yılında da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirdi. Aynı Fakültenin Din Psikolo­jisi Kürsüsüne bağlı olarak "Din Değiştirmede Psiko-Sosyolojik Etkenler" konusunda hazırlamış olduğu doktora tezini 1979 yılında tamamladı. 1930 yılında Samsun Yüksek İslâm Enstitüsüne tayin oldu. Bu Enstitünün 1982 yılında On dokuz Mayıs Üniversitesi’ne bağlı İlâhiyat Fakültesi’ne dönüşme­sinden sonra 25.7.1983 tarihinde yardımcı doçent, 23.11,1987 tarihinde doçent oldu. Halen aynı fakültede öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

(1) Aydın Ankay, Çocuk Suçları ve Mahkemeleri, Çağdaş Eğitim, Sayı 152, Şubat 1990, s. 21.

(2) Halûk Yavuzer, Psiko-sosyal A­çıdan Çocuk Suçluluğu, İstanbul 1981, s. 1.

(3) Bkz.: Adalet İstatistikleri, 1983­84, Başbakanlık Devlet İstatis­tik Enstitüsü, Ankara, 1985-86.

(4) Yavuzer, a.g.e., s. 3.

(5) Bkz.: Doğan Cağlar, Uyumsuz Çocuklar ve Eğitimi, Ank. U. Eğt. Fak. Y., Ank., 1981, s. 24­27.

(6) Vedide Baha Pars ve Arkadaş, lan, Eğitim Psikolojisi, MEB., İst., 1968, s. 252.

(7) Refia gemin, Gençlerimizin Psiko-Pedagojik Problemleri, İst. Ü. Ed. F.Y., İst., 1973, s.

(8) Atalay Yörükoğlu, Çocuk Rııh Sağlığı, Ank„ 1983, s. 137.

(9) Ayla Oktay, Okul öncesi Eği­tim ve Aile, Millî Eğitim ve Din Eğitimi, İlmi Seminer, Ank., 1981, s. 84.

(10) Çağlar, a.g.e., s. 35.

(11) H. Fikret Kanad, Kısaltılmış Pedagoji, İst., 1977, s. 70.

(12) Çağlar, a.g.e., s. 37-38.

(13) Kanad, a.g.e., s. 156-157.

(14) Acar Baltaş, Televizyonun Gücü ve Televizyonda Şiddet öğesi­nin Çocuklara, Gençlere, Toplu­ma Yansıması, Aile ve Çocuk, Yıllık Dergi, îst, 1987, s. 5-6.