ÇOCUKLARI VE GENÇLERİ SUÇA İTEN FAKTÖRLER
Yüzyılımızın ikinci yarısında, yani İkinci Dünya Savaşından sonra toplumlarda önemli değişiklikler meydana gelmiş ve gelmektedir. Teknolojik alandaki büyük gelişmeler, bir taraftan oldukça kolaylık ve rahatlıklar getirirken, diğer taraftan bir çok yeni ihtiyaçlar da ortaya çıkarmakta, uyum problemleri ve suçlar artmaktadır. Toplumsal, kültürel ve teknolojik gelişmeler, bir çok problemi de beraberinde getirmektedir. Gelişmiş, kapitalist ülkelerde gözlenen hızlı değişim, bu problemleri azaltmaya yetmediği gibi aksine çoğaltmaktadır, “örneğin, teknolojisi ve buna bağlı olarak ekonomisi gelişmiş Batı toplumlarında şiddet eylemleri, intiharlar, saldırılar, boşanmalar, uyuşturucu bağımlılığı ve cinsel suçlarda çok büyük artışlar olmaktadır.(1) Bu toplumlarda suç, ortalama olarak, nüfustan dört kez daha hızlı artış göstermektedir. (2) Refah düzeyi yükselen inansan daha mutlu olmaları beklenirken, tam tersi olması ve bir takım olumsuzlukların, suçların ortaya çıkması, önemli bir çelişki oluşturmaktadır.
Diğer bir çok memleketlerde olduğu gibi ülkemizde de suç sayısı, yıllık nüfus artış oranından daha hızlı artmaktadır. Örneğin 1983 yıl sonu itibariyle Ceza ve Tutukevlerindeki tutukluların sayısı 113.333 iken 1984 yıl sonunda, yani bir yıl sonra bu rakam % 11.35 artışla 126.200 e ulaşmıştır. (3)
Aynı şekilde çocuk suçlarında da hızlı bir artış görülmektedir. Günümüzde çocuk suçluluğu, güncel bir sorun olarak dikkatimizi çekmektedir. Ayrıca, yapılan araştırmalarda, ileri yaşlarda suç işleyenlerin büyük bir bölümünün çocukluk ve ergenlik dönemlerinde de suç işlemiş olmaları, sorunun önemini daha da artırmaktadır. (4)
İnsan yaşayışının bütün belirtilerinde olduğu gibi, çocukların ve gençlerin kötü alışkanlıklar kazanmalarının ve suç işlemelerinin de şüphesiz çok çeşitli nedenleri vardır. Zaten suç, psikolojik, sosyolojik, hukukî, kronolojik, dinî ve ahlâkî niteliği olan bir kavramdır. işte suça bu genel çerçeve
içerisinde baktığımızda çocukları ve gençleri suça iten faktörleri §u şekilde sınıflandırabiliriz.
1 — KALITIMLA İLGİLİ FAKTÖRLER :
Kalıtım, çoğalma fonksiyonu sırasında, bir kuşaktan diğerine, kromozomlar ve özellikle genler aracılığı ile bazı fizikî ve psikolojik özelliklerin geçmesidir. Kalıtımla intikal eden özelliklere, fizyolojik yapının dışında, sinir sisteminin ve beynin fonksiyonlarının da dahil olduğu belirtilmektedir. İşte suç olarak nitelendirilen bazı olumsuz davranışlarda ve uyum bozukluklarında da, kalıtımla intikal eden bazı iç salgı bezlerindeki bozuklukların (5) ve bazı mizaç özeliklerinin etkili olduğu ileri sürülmektedir. Ancak bu konuda şüphesiz kesin bir şey söylemek zordur. Çünkü her ne kadar bazı insanlar mizaç itibariyle çabuk hiddetlenen, çabuk Öfkelenen ve kızan, yahut çok saf bir şekilde başkalarının küçük bir telkiniyle suç işleyecek yapıda ise de, kişinin böyle bir özelliğe sahip olmasında, çevreden gelen faktörlerin de önemli rolü vardır. İnsan, doğuştan itibaren bir çok etkilere, çevre uyarmalarına tabidir. Bu nedenle kalıtımla çevreyi birbirlerinden kesin sınırlarla ayırmak mümkün değildir. Kalıtım yoluyla geçen özelliklerin uygun çevre şartlan altında gelişme imkânı bulabildiği, çevrenin sağladığı gelişme imkânlarının da uygun kalıtım ortamında meyve verebileceği kabul edilmektedir. Nasıl ki toprağa ekilen tohum ve tarla ne kadar mükemmel olursa olsun, en iyi ürünün elde edilebilmesi, büyük ölçüde bakımın derecesine bağlı olduğu gibi, kötü tohum ve çorak tarladan da ancak bir dereceye kadar ürün almak mümkün ise, kalıtım ve çevre ilişkisi de böyledir. (6)
Bu nedenle bazı kalıtsal Özelliklerin, çocukları ve gençleri suça yöneltmede etkili olabileceği söylenebilirse de, bunda çevre faktörünün önemli rolü olduğunu da unutmamak gerekir.
2 — AİLEDEN KAYNAKLANAN FAKTÖRLER
Çocuğun dış dünya ile ilk ilişkileri aile ortamı ile başlar. Dünyada ilk ilişki kurduğu kimseler büyük çoğunlukla anne ve babasıdır. Daha sonra kardeşler ve diğer aile bireyleri onun temas alanına girer. İşte çocuğun bu insanlarla olan karşılıklı ilişkisi sırasında o, çeşitli davranışlarını, becerilerini, görgü kurallarını, değer yargılarını, alışkanlıklarını, kısaca hayatında en çok etkili olan örnekleri kazanır ve bunları aile çevresinden alır.
Sevmeyi, saymayı, korkmayı, korkmamayı, vermeyi, almayı, ilk yıllarda kazanır. Bazı psikologlar, çocuğun altı yaşına kadar kazandıklarının, ömür boyu kazanılanların ’% 30 unu, bazıları ise 90 ını oluşturduğunu belirtmektedirler. Bu nedenle çocuğun hayatında en etkili çevrenin aile çevresi olduğunda şüphe yoktur.
İşte çocuk üzerinde bu derece etkili olan ve kazandırdığı özelliklerle ileriki yaşlarda da etkisini devam ettiren aile çevresi, bilhassa anne ve baba, acaba hangi tutum ve davranışlarıyla çocuklarda suça eğilim oluşturmakta ve onları suç işlemeğe yöneltmektedir? Kısaca bunlar üzerinde durmak istiyorum.
Anne babanın olumsuz tutum ve davranışlarım genel olarak iki grupta toplayabiliriz :
1 — Çocuklara kötü örnek olma,
2 — Hoşgörü ve sevgiyle değil, baskıyla hareket etme.
Çocuklara kötü örnek olmanın suç işlemedeki rolü:
İnsanın ilk çocukluk devresi, yani 2-6 yaş arası taklit devresidir denebilir. Çocuk bu devrede, bilinçli veya bilinçsiz olarak davranışları ve gelenekleri taklit ve tekrara başlar, öyle ki, taklit yalnız hareketlerde olmaz, duygular ve heyecanlar da taklit edilir.
İşte çocuğun ilk öğrendikleri taklitle olduğundan ve taklitle öğrenim daha sonraki yaşlarda da devam ettiğinden, ayrıca ilk plânda anne ve baba taklit edildiğinden, ebeveynin çok dikkatli davranması şarttır.
Çocuklar sözden çok hareketlerin etkisi altında kalırlar. Büyüklerin yanlış hareketlerini gören çocuklardan, başka türlü hareket istenmesi onları şaşırtır ve onlarda iyi ve kötü hareketler hakkında sağlam bir fikir uyanmasına engel olur. Ayrıca gençlerin büyüklerine karşı güvenini sarsar. Bunun için çocuklardan İstenilen her hareketin büyükler tarafından yapılması şarttır.
Bunun dışında çocuk, kendisine empoze edilen fikirlerle büyüklerin yaşadığı hayat arasındaki farkı gördükçe fikirlere karşı şüpheci tavır almaya başlar* Anne-babanın yalan söylemesi, ikiyüzlü olması, başkalarının haklarına saygı göstermemesi, içki kullanması, sigara içmesi, kumar oynaması ve benzeri davranışlarda bulunması, çocuğun da bunları yapmasının en büyük etkeni olabilir. Biz bunları yapıyoruz, ama bunlar kötüdür, sen yapma demek problemi çözmez. Çocuk da aynı şekilde bu ve benzeri davranışları yapmaya özenir. “Gençlikteki istikrarsızlığın yarattığı güvensizliği meydana getiren etkenlerden biri de anne-babanın, büyüklerin ahlâk normlarına gençlerin riayet etmelerini istemelerine karşılık, kendilerinin bunları uygulama mevkiine koyamayıştandır. (7)
Ayrıca aile eğitiminde birlik olmalıdır. Çocukların iyi alışkanlıklar kazanması, iyi hareketlerin birlikte yapılmasıyla olur. Çocuk, kendi çevresinde bulunan insanların kötü hareketlerden çekindiklerini ve kötülükten, suç işlemekten hoşlanmadıklarını görürse, kendisi de iyi hareketler yapmaktan zevk almaya başlar. Buna karşılık, babanın istediğini ana, babanın istediğini baba Hoşgör- mezse veya her ikisinin istediğini, aile içinde bulunan diğer bireyler hoş görmezlerse, çocuk gideceği yönü şaşırır. Bu durum, çocuğun gizli iş yapmasına, yalancı ve hileci olmasına ve ileriki aşamada suç işlemesine yol açabilir.
Bu nedenle ana-baba iyi davranışlarıyla çocuklarına örnek olmalı, onlara helâl-haram kavramlarını, iyi ve kötü hareketlerin neler olduğunu öğretirken, söylediklerini başta kendileri uygulamalıdır.
Hoşgörü ve sevgiyle değil de baskıyla hareket etmenin olumsuz etkilerini ise şöyle açıklayabiliriz
Sevgi, insanları birbirine yaklaştıran, onları bir arada tutan en önemli duygudur. Anlayış, hoşgörü ve acıma da bu duygunun ürünleridir. Psikolojinin ortaya koyduğu gerçek şudur ki, “insanoğlu sevme yeteneğini, sevile sevile kazanır”. (8)
Sevgi ayrıca, çocuğun ruhen ve bedenen gelişmesi için ana sütünün yanında, çocuğa verilecek en değerli beslenme kaynağıdır, “Yapılan araştırmalar, çocukluklarında aile çevresinde sevgi ve anlayış görerek yetiştirilen ve aile bireyleri ile iyi ilişkiler kuran çocukların, diğer insanlarla da olumlu ilişkiler
kurmakta güçlük çekmediklerini göstermektedir.(9)
Bunun aksine, çocuğun anne ve babasından gereken İlgi ve sevgiyi görmemesi, ihmal edilmesi, onun uyumsuzluğunun en büyük nedeni olabilir. Annesinden sevgi, şefkat, ilgi bekleyen yavrunun, annesinin içkili olduğunu görmesi, onu sevmesi, gezdirmesi yerine kumar masalarına oturup onu kapı Önüne atması veya ona oyuncak vererek bir odaya kapatması ya da çok ehliyetsiz birinin yanına bırakarak keyfe ve eğlence âlemlerine gitmesi, çocukta uyumsuzlukların gelişmesine en uygun
şartlan hazırlaması demektir.
(10)
Diğer taraftan, çocuğa herhangi bir hareket yaptırmak veya yaptığı kötü bir hareketten onu vazgeçirmek için uygulanan baskı eğitimi ise, onu ya iki yüzlülüğe ya da çekingenliğe, silikliğe götürür, pasif, korkak veya isyankâr yapar.
Cezaların amacı, yanlış davranışların, kayıtsızlıkların tekrarına engel olmak, suç ve kötü alışkanlıkların meydana gelmesini önlemektir. Cezanın yarattığı korku ve acı sayesinde çocuklar, uygunsuz hareketler yapmaktan çekinirler. Ancak beden cezası, dayak, odaya ve kömürlüğe kapama, aç bırakma v.s. gibi cezaların ilk etkisi, eğitken (yani anne, baba veya öğretmen) ile çocuk arasında soğukluk yaratmasıdır. Aslında ana-babaların ikide bir de cezaya başvurmaları, kızmaktan, kolay iş görmekten ve cezayı gerektiren hareketlerin nedenlerini düşünmemek ve araştırmamaktan ileri gelir. Çocuk neden uygunsuz harekette bulunuyor? Onu, bu hareketi yapmaya iten sebepler nelerdir? Çoğu zaman bunlar araştırılmadan, uygunsuz hareket, kestirme ve kolay bir yol olan dayakla giderilmeye çalışılır. Bu da çocukları, gizli yaramazlıklara, yalancılıklara ve suç fişlemeyi; kadar götürebilir.
Anne-babanın veya diğer eğiticilerin amacı, çocukları ahlâkî ve İnsanî sorunlara karşı duyarlı yapmak, onları kendi içlerinden ve vicdanlarından gelen emirlere ve seslere göre harekete alıştırmak olmalıdır. Eğer bir çocuk her vakit korku ile büyürse, onda olumlu bir kişilik meydana gelmediği gibi, kendi kendine kolayca kararlar da veremez. Bu gibilerde
gizli iş yapmayı, ikiyüzlü olmayı tabiî görmek gerekir. (ll)
Bunun yanında, ana ve baba arasındaki ilişkilerin şekli de çocuğu büyük ölçüde etkiler. Ana-babanın devamlı çocuk Önünde tartışmaları, kavgaları, evi terk etmeleri, kovma, dövme, küfürler ve ailenin dağılması, çocukta, mutsuz, endişeli ve güvensiz bir yaşamın tohumlarını atar, onda sevgi ve saygı yerine nefret duygusunu yerleştirerek, onu suç işlemeye hazır bir duruma getirir.
O halde anne-baba şunu çok iyi bilmelidirler : Çocuklar, yeni filizlenen ve yetişen körpe fidanlar gibidirler. Bu fidanların, nasıl suya, ışığa ve temiz havaya İhtiyacı varsa, çocukların da sevgi, ilgi, merhamet ve hoşgörüye ihtiyacı vardır. Ancak, çocuğa ilgi ve sevgi gösterirken ölçülü davranmalı, aşırılığa kaçılmamalıdır. Aşırı sevgi de çocuğu şımartan, bencil yapan bir etken olabilir.
3 — ARKADAŞ ÇEVRESİNDEN KAYNAKLANAN FAKTÖRLER :
Çocuğun iyi ya da kötü davranışlar kazanmasında arkadaş çevresinin de büyük etkileri vardır. Çocuk, her gün birlikte yasadığı, oynadığı, uzun süre veya ara sıra birlikte bulunduğu akranlarının, sevdiği kimselerin davranışlarını aynen kabul eder ve onlar gibi davranmaya çalışır. Bu nedenle çocuğun ilişki kurduğu kimseler ne kadar iyi ve ahlâklı ise, çocuk onlardan iyi ve doğru şeyler öğrenir ve öyle gelişir. Arkadaşları nasıl davranıyorsa o da onlar gibi davranmaya çalışır. Hatta onların tasvibini almak, arkadaş grubunun saygısını kazanmak için, grup üyelerinin gösterdikleri davranışları en üst düzeyde yapmaya çaba harcar. Eğer arkadaş çevresi bozuk, uyumsuz, ahlâk dışı ve suç niteliğinde davranışlar gösteren kişilerden oluşmuş ise, çocuk, o zaman değişir ve onların değerlerini yavaş yavaş benimseyerek alışkanlık haline getirir. “Üzüm üzüme baka baka kararır” Atasözü, bunu çok güzel açıklamaktadır.
Bu nedenle çocuğun, arkadaşlarını çok iyi seçebilmesi şarttır. Ana-baba, çocuğun seçeceği arkadaşlara açıkça müdahale etmemeli, ancak iyi arkadaşlar edinmekte ona dostça yardım etmelidir. Arkadaşlarının iyi taraflarını övmeli, kötü taraflarım da mümkün mertebe ona buldurmalıdır. Zararı gelebilecekleri kendisinin tasfiye etmesini sağlayacak kadar onu olgunlaştırmaya çalışmalıdır.
Her ne olursa olsun an-baba, çocuğun aile dışında kimlerle arkadaşlık kurduğunu kontrol etmeli ve ahlaklı çocuklarla arkadaşlık kurması için elinden gelen çabayı sarf etmelidir.
4 — OKULDAN KAYNAKLANAN FAKTÖRLER
Çocuğun uyumlu veya uyumsuz davranışlar göstermesinde etkili olan çevrelerden biri de okuldur. Okul hayatı, aile ile toplum arasında orta bir hayat, adeta köprü vazifesi gören bir hayattır.
Okul hayatında çocuklara, arkadaşlık çevresi kuvvetli etki yapmaktadır. İyi ve kötü eğitim görmüş çocukların arasında yıllarca yaşayan, onlarla gülen, oynayan ve samimi dostluk kuran bir çocuğun onlardan etkilenmemesi mümkün değildir.
Ancak arkadaşlık etkisinin ötesinde, okul hayatında, çocuklar üzerinde, arkadaşlarından daha kuvvetli etki yapan bir diğer etken de Öğretmendir, öğretmenin şahsiyeti ve sınıftaki tavır alışı, bilhassa ilk sınıflarda çok daha önemlidir.
Okulda gerekli rehberliğin yapılmaması, çocuklardan kapasitelerinin üzerinde başarı beklenmesi, öğretmenlerin disiplin ve eğitim tutumlarındaki farklılıklar, bazı öğretmenlerin çok sert, eziyet etmekten hoşlanan; bazılarının aşın yumuşak, ihmalci, nemelazımcı; bazılarının alaycı, hiç bir şeyi beğenmeyen bir tutum içinde olmamaları, çocuklarda, ve gençlerde olumsuz davranışların ve uyumsuzlukların kazanılmasında en belirgin olan ve onları suçluluğa kadar götüren faktörler olabilmektedir. (12)
5 — BASIN VE YAYIN ORGANLARINDAN KAYNAKLANAN FAKTÖRLER :
Bilindiği gibi çocuğun ilk çevresi ailedir. Daha sonra çocuk büyüdükçe çevresi de yavaş yavaş değişir ve genişler. Böylece zamanla arkadaşları, yakın komşuları, görüştüğü diğer insanlar, okuduğu kitaplar, gazete ve dergiler, gördüğü filmler, dinlediği ve izlediği radyo, televizyon programlan onun çevresini oluşturur ve davranışlarında rol oynar. Hatta o kadar ki bugün, çocukların eğitimine elverişli aile havası sönmeğe yüz tutanaktadır. Zira aileler içine bol bol kültür endüstrisi girmekte, gazeteler, dergiler, teypler, radyo ve televizyonlar her evi sarmaktadır. Böyle bir
hava içerisinde ana-baba çoğunlukla pasif kalmaktadır. Hele çocukların ve gençlerin, sinemalardan ve televizyondan açık saçık aşk ve öpüş sahneleri görmesi, çeşitli cinayet filmlerini seyretmesi, gençlerde maddî hayata ve maddî zevklere karşı büyük ilgi uyandırmakta ve onları maddî hayatın kucağına itmektedir. (13)
Bugün aile fertleri, boş saatlerinin büyük bir bölümünü televizyon karşısında geçirmektedirler. Televizyon programları ise, Özellikle basta cinayetler ve ahlâka aykırı filmler, bilim-kurgu türü masallar ile çocuklara ve gençlere kötü örnek olmaktadır. Henüz bulûğ devresinden Önce ve sonra, ihtiras ve şehveti uyandırma vasıtaları olan resimli gazete ve dergiler, sinema ve yazılar ise, gelişme çağında olan gençlerin ruhunda geniş tahribat yapmaktadır,
ABD’de, on bin çocuk üzerinde yapılan bir araştırmada, şiddet unsuru içeren televizyon programlarını seyreden çocuklarda, saldırgan davranışın arttığı ortaya konmuş; bir başka araştırmada da, televizyon seyretme sıklığı ile anti sosyal davranış arasında ilişki olduğu görülmüştür. TRT’de oynanan dizilerin büyük bölümünün ABD kaynaklı olması, bu sonuçlardan çıkartılması gereken dersler ve alınması gereken önlemler olduğunu düşündürmektedir,(14)
Bu konuda yetkililere büyük görevler düşmektedir. Vatandaşlarını korumakla yükümlü olan devletin, gençleri baştan çıkaran yayınlara ve problemlere el atması gerekir.
Sonuç olarak, aile bütünlüğünün sağlanması için, çocuk
ana-baba arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir düzene oturtulabilmesi, çocuk suçları ve kötü alışkanlıklarıma önlenebilmesi için, toplumun etkili tüm müesseselerinin bu amaç doğrultusunda görev yapmaları, aile ve çocuklara iyi örnekler sunmaları şarttır.
1953 yılında Trabzon ili Sürmene ilçesinde doğdu. 1967 yılında Adana Tepe dağ Ortaokulunu, 1970 yılında Ankara Atatürk Lisesini ve 1974 yılında da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirdi. Aynı Fakültenin Din Psikolojisi Kürsüsüne bağlı olarak "Din Değiştirmede Psiko-Sosyolojik Etkenler" konusunda hazırlamış olduğu doktora tezini 1979 yılında tamamladı. 1930 yılında Samsun Yüksek İslâm Enstitüsüne tayin oldu. Bu Enstitünün 1982 yılında On dokuz Mayıs Üniversitesi’ne bağlı İlâhiyat Fakültesi’ne dönüşmesinden sonra 25.7.1983 tarihinde yardımcı doçent, 23.11,1987 tarihinde doçent oldu. Halen aynı fakültede öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
(1) Aydın Ankay, Çocuk Suçları ve Mahkemeleri, Çağdaş Eğitim, Sayı 152, Şubat 1990, s. 21.
(2) Halûk Yavuzer, Psiko-sosyal Açıdan Çocuk Suçluluğu, İstanbul 1981, s. 1.
(3) Bkz.: Adalet İstatistikleri, 198384, Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara, 1985-86.
(4) Yavuzer, a.g.e., s. 3.
(5) Bkz.: Doğan Cağlar, Uyumsuz Çocuklar ve Eğitimi, Ank. U. Eğt. Fak. Y., Ank., 1981, s. 2427.
(6) Vedide Baha Pars ve Arkadaş, lan, Eğitim Psikolojisi, MEB., İst., 1968, s. 252.
(7) Refia gemin, Gençlerimizin Psiko-Pedagojik Problemleri, İst. Ü. Ed. F.Y., İst., 1973, s.
(8) Atalay Yörükoğlu, Çocuk Rııh Sağlığı, Ank„ 1983, s. 137.
(9) Ayla Oktay, Okul öncesi Eğitim ve Aile, Millî Eğitim ve Din Eğitimi, İlmi Seminer, Ank., 1981, s. 84.
(10) Çağlar, a.g.e., s. 35.
(11) H. Fikret Kanad, Kısaltılmış Pedagoji, İst., 1977, s. 70.
(12) Çağlar, a.g.e., s. 37-38.
(13) Kanad, a.g.e., s. 156-157.
(14) Acar Baltaş, Televizyonun Gücü ve Televizyonda Şiddet öğesinin Çocuklara, Gençlere, Topluma Yansıması, Aile ve Çocuk, Yıllık Dergi, îst, 1987, s. 5-6.