Makale

YUNUS EMRE’DE ÖLÜM: GENÇ ÖLÜMLERİ VEYİ “GÖK EKİNİ BİÇMEK”

YUNUS EMRE’DE ÖLÜM: GENÇ ÖLÜMLERİ VEYİ “GÖK EKİNİ BİÇMEK”
Yrd. Doç. Dr. Namık AÇIKGÖZ
Gün döner gündöndü yere serilir Bir saz btırgtâamr bir tel gerilir
Her akşam bir Ölü oğul dirilir Ana gönündeki yaşlar katında
Yetik. Ozan
Irk, din, cinsiyet, renk, sos­yal ve kültürel seviye gibi fark­lılıklara bakılmaksızın bütün in­sanlarda müşterek bir takım be­şeri hisler vardır. Bunlardan bi­risi de, ölüme, bilhassa gençle­rin ölümüne üzülmektir.
Diğer hak dinlerde olduğu gi­bi, İslâmiyette de, ölümün mü kadder olduğu, “Her nefis ölü­mü tadacaktır!” ezelî ve edebi hükmüyle vazedilmiştir. Bura­da kasdedilen ölüm, bedenin ha­yati fonksiyonlarım kaybetme­sidir; yoksa insan ruhunun bakiliğinin sona ermesi değil. Yûnus Emre’nin de dediği gibi(1),
Ten fâııîdiir cân ötmez gidenler girü gelmez
Ölür ise ten ölir cânhır ölesi degil
(85/2)
ölecek olan tendir; bakî kalan ise can veya ruhtur.
Bu mânâda, Ölümün nefs Ue fizik dünya arasındaki irtibatın bitişi inancıyla hareket eden İslâm mutasavvıflar:, ölümü, mecâzî âlemden hakîkî âleme geçişte bir merhale addetmişlerdir. Bu yüz­den de, zımnen, dünya malına tamah etmemeyi telkin eden “ölme­den önce Ölünüz!u düstûru ile inanç sistemini dokuyan mutasavvıf­lar, fizikî ölümü âdetâ hoş karşüamışlardır. Bunun en güzel misâli, Hz. Mevlânâ’nın ölüm gecesini Şebi Arûs : Düğün Gecesi olarak mü- tâlaa etmesidir.
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması vâkı’ası, ardında, yaklaşık 300 yıllık bir kültür birikimiyle gerçekleşirken, İslâm’ın üâhî prensipleriyle yoğurulan Türk sosyal hayatında, önemli deği­şiklikler gerçekleşmiş ve ölümü hazmedemeyerek Azrail’e kafa tu­tan Deli Dumrul’dan, (Dede Korkut hikâyelerindeki),
Yûnus kim öldürür seni viren ahır yine cânı
Bu canlara hükttı ideni kim idügin bildüm ahî
(171/12)
Veya
İy nice arslanları atar akd&rur ölüm
(63/4)
anlayışına gelinmiştir.
Ölüm gerçeğini beşeri planda işleyen, ancak, İlâhî olarak da olgunlaştırıp kamuoyuna mâl eden şahsiyetlerden birisi de Yûnus Emre’dir.
Ahmed Yesevî kaynaklı Türk-İslâm tasavvuf geleneğinin Ana­dolu’daki mühim takipçilerinden olan ve aynı zamanda Türk ede­biyatının Önde gelen edebî şahsiyetlerinden biri olan Yûnus Emre, şiirlerinde, tasavvufun en önemli temellerinden biri olan sevgiyi, İs­lâm tasavvufu motifleriyle işlemiştir. Şiirlerindeki bu ana motif çer­çevesinde, Yûnus Emre, Allah aşkının beslediği bir heyecan ile, hayat ve ölüm arasında bir fark görmez :
Dost ışkına ulaşandan dünyâ ahi ret bir oldı
(5/3)
diyen Yûnus Emre, âşıkların ölmeyeceğini, fizik dünyadan ayrıla­rak Allah’a kavuşacaklarını, şu beyitlerde dile getirir :
Ko ölüm endişesin âşık ölmez bâkidür
ölüm âşıkun nesi çün nûr-ı ilahidür
Ölmekden ne korkarsın çiinki Hakk’a yararsın
Bil ki ebedî varsın bu söz fâsid da’vîdür
(24/1,2)
Pek çok manzûmesinde, Allah için Dost lafzını kullanan Yû­nus Emre, yukarıdaki görüşlerine paralel olarak, ama daha beşerî hislerle ölümü şöyle karşılar :
Dostdan haber geldi bana turayım anda varayım
(109/1)
Yûnus Emre, aynı psikolojiyi,
Bir nazarda kalmayalım! gel dosta gidelüm gönül
Hasret ile ölmeyelüm gel dosta pidelimi gönül , beytiyle başlayan ve
Girçek erene varalıım Hakk’ın haberin soralum
Yûnus Emre’yi alalum gel dosta gidelüm gönül
(90,manzûme)
beytiyle biten manzûmesinde de terennüm eder(2).
Bir İnsan Ömrünün kozmik âlemde ve bütün zamanlarda bir kıymet ifâde etmeyeceğinin şuûrunda olan Yûnus Emre,
Bâri koyu ban kaçmasan göçginei gibi geçmesen
Ölüm şarâbın içmesen âh nideyim ömrüm seni
(176/6)
ve
Geldi geçdi ömrüm benüm şol yil esüp geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi
(178/1)
beyitlerinde de ifâde ettiği gibi, ölüm karşısında pek endişe duymaz. Bu dünyada geçirilen hayatı, bir köprüden geçmeye benzeten Yû­nus Emre, yaşanan Ömrün kârının sevmek ve sevilmek olduğunu şöy­le söyler :
Dünyaya gelen göçer bîr bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer câhiller anı bilmez
(60/4)
Sevelüm sevilelüm dünya kimseye kalmaz
(60/5)
Dünyanın fânîliği ve mecâzî âlemden hakîkî âleme geçişle Dost’a kavuşulacağım söyleyen Yûnus Emre, gerek kadere müte­vekkil bir anlayışla ve gerekse tasavvufî vahdet anlayışıyla, ölümü hoş karşüayan ve hattâ isteyen bir mutasavvıf şâirdir. Şu beyit­lerde bunu açıkça görmek mümkündür :
İşbu söze Hak tanukdur bu can gövdeye konukdıır
Bir gün ola çıka gide kafesden kuş uçmuş gibi
(178/2)
Gider imiş bunda gelen dünya işi cümle yalan
Ağlar ömrü yavı kılan âh nideyim ömrüm seni
(176/4)
Yûnus imdi salâdur gel gidelüm yoklığa
Gözlenin lâyık ise Dost didârın göresi
(172/8)
Bu dünyâya gelen kişi âhır yine gitse gerek
Müsâfirdür vatanına bir gün sefer itse gerek
Va’de kılduk ol Dost ıla biz bu cihâna gelmedin
Pes ne kadar eğlenevüz ol vademüz yitse gerek
Biz de varavuz ol ile kaçan ki va’demıiz gele
Kişi varacağı yire gönllni berldtse gerek
(83/1,2,3)
Öbür Yûnus’a âit olduğu söylenen, ancak, gelenek, üslûp ve muhteva itibâriyle Yûnus Emre’nin estetik ve tasavvuf anlayışı çerçevesinde kabul edilen şu beyitte de, ölüm, emânetin iâde edil­mesi gibi mütalaa edilmiştir :
Vaktünüze hazır olun ecel varur gelür bir gün
Emânetdür kuşça cânun ıssı vardur alur bir gün
(9/1)
Yûnus Emre’nin manzûmelerinin bir çoğunda aynı temayı iş­leyen ifâdelere rastlamak mümkündür. Fakat her ne kadar ölüm gerçeği karşısında korkusuz olursa olsun, Yûnus Emre de canlı bir mevcûdiyettir ve beşerî hisleri, İnsanî özellikleri olan bir varlıktır. Bu yüzden, onun da zaman zaman ölümü trajik bir vâkıa olarak İdrak ettiği anlaşılmakta; yani ölüm karşısında, tasavvuftan kay­naklanan iyimser tavır yanında trajik hisler, bir zıddiyetler komp­leksi olarak aynı bünyede bulunmaktadır.
Yûnus, ölümün trajik cihetini, bizzat ölümü ve ölüm sonrası dînî merâsimi tasvir ederek ihsas ettirmeye çalışır. Aşağıdaki man­zumesinde, Yûnus, ecelin gelip cam alması, ömür kadehinin dolma­sı, gözlerin süzülüp canın çıkması, dilin dolaşması, suyun ısınması, kefene sarılma, tabuta konulup kabre yerleştirilme, üste toprak saçılma, herkesin gelip mezarın başına toplanması ve sorgu melek­lerinin sorguya çekmesini kaderci bir anlayıştan ziyade, trajik bo­yutuyla tasvir eder :
Şensin kerîm şensin rahim Allah sana sundum elüm
Senden artuk yokdur emlim Allah sana sundum elüm
Ecel geldi va’de irdi bu ömrün kadehi toldı
Kimdir ki içmedin kaldı Allah sana sundum ellim
Gözlerüm üşde süzüldi cânum gevdeden üzüldü
Dillim tetiği bozuldı Allah sana sundum elüm
Uş biçildi kefen donum hazrete yöneltdüm yönüm
Aceb nice ola hâlüm Allah sana sundum elüm
Urdılar suyum ılıdı kavın kardaş cümle geldi
Esen kalsun kavunı kardaş Allah sana sundum elüm
Geldi sala cam sanlur dört yana sala virilür
İl munâzuma dirilür Allah sana sundum elüm
Salacamı götürdiler makbereme yittirdiler
Halka olup oturdılar Allah sama sundum elüm
Çün cenazeden şeşdiler üstüme toprak aşdılar
Hep koyubam kaçdılar Allah sana sundum elüm
Yidi tamu sekiz uçmak her birînün vardur yolı
Her bir yolda yüz bin çarşû Allah sana sundum elüm
Geldi Münker ile Nekir her birisi sordı bir dil
İlahî sen cevâb virgil Allah sana sondum etüm
Görün aceb oldı aman gönülden eylen üz figân
Ölür çim anadan toğan Allah sana sundum elüm
Yûnus tap uzatdun sözi Allahıma dutgıl yüzi
Dîdârdaıı ayurma bizi Allah sana sundum elüm
(100. menzûme)
Sâdece Ölümün değil, ölümden sonrasının zâhirî durumunu da trajik bir üslûp ile ifâde eden Yûnus, meşhûr :
Bir garip ölmiş diyeler üç günden sonra tuyalar
Soğuk suyile yayalar şöyle garib bencileyin
(128/6)
beytinde, ölüm ile yalnızlığı yanyana getirip hüzünlü bir atmosfer tasvir etmektedir.
Mezarın, ölümden bir müddet sonraki hâlini de, son derece gerçekçi ve bir o kadarda acıklı bir üslûp ile şu şekilde tasvir edildiği görülür:
Beş karış bozdurur tonum ilan çıyan yiye tenüm
Yıl geçe obrda sinftm unıdulup kalanı bir gün
(115/4)
Baş una dikeler hece ne irte hilem ne gice
Alemler ümidi hoca sana ferman olan bir gün
(115/5)
Bir gün ola sensüz kalanı kurda kuşa övün olanı
Çüriyüben toprak olanı ah nideyim ömrüm seni
(176/7)
Yûnus Emre, bu tür görüşlerini, muhtelif beyitlerde zikretmek­le kalmaz, meselâ şu manzumesinin tamamında, trajik bir kabristan tasviri çizer :
Teferrüc eyleyü vardum sabahın sinleri gördüm
Karışmış kara toprağa şu nâzük tenleri gördüm
Çürimiş toprak içre ten sin içinde yatur pinhan
Boşanmış tanıar akmış kan balmış kefenleri gördüm
Yıkılmış sinleri tohnış evleri belürsüz olntfş
Kamu endişeden kalmış ne diişvar halleri gördüm .
Yaylalar yaylamaz olmış kışlalar kışlamaz olmış :
Bar dutmış söylemez olmış ağızda dilleri gördüm
Kimisi zevk işretde kimi saz u beşâretde
Kimi belâ vü ntihnetde dün olmış günleri gördüm
Soğulmuş şol kara gözler belürsüz olmış ay yüzler
Kara toprağını altında gül direr elleri gördüm
Kimi boyan eğüp yatmış tenini toprağa katmış
Anasına küsüp gitmiş boynın buranları gördüm
Kimi zârî kılup ağlar zebaniler çatım tağlar
Dutaışmış sinleri oda çıkan dütiinleri gördüm
Yûnus bunı kanda gördi gelüp bize haber virdi
Aklum vardı bilüm şaşdı nitekim şunları gördüm
(107. manzume)
Yûnus Emre’nin trajik bir üslûpla tasvir ettiği en büyült vak’a kıyâmet günüdür. O gün ağlanacak bir gündür. Çünkü o gün yer­ler yarılacak, gök çatlayacak, bütün günahlar sorulacaktır. O gü­nün korkusu, mâsum çocukları ihtiyarlatacaktır. O gün kadın erkek herkes ağlayacak ve dünya varlıklarından temizlenecektir. Yu­nus, bütün bunları, beşerî hisler çerçevesinde şöyle dile getirir :
Anup kıyamet günini ağlaşalum ol gün için
Ol gün melâmet günfdür ağlaşalum ol gün içün
Ol günde yırler yarıla cümle ölenler dirile
Cümle günahlar sonla ağlaşalum ol gün içün
Ol günde gök çatlayısar insan nice katlanısar
Ol günde kim korkmayısar ağlaşalum ol gün içün
Ah ol günün korkulan koca kılur ma’sûmları
Nice olur mücrimleri ağlaşalum ol gün içün
Ol gün katı efgân ola irkek dişi uryân ola
Cümle ciğer biryâtı ola ağlaşalum ol gün içün
İy Yûnus Emre gir yola hâl bilmezüz kandaş n’ola
Meğer derman Hak’dan ola ağlaşalum ol gün içün
(130. man.)
Mutlak bir hakikat olan ölümün beşerî planda bir diğer tra­jik boyutu da, çaresizliktir. Yûnus Emre bu çaresizliği ölüm kadar gerçek ve ölüm kadar muhakkak görüyor ve şöyle dile getiriyor :
Kanı veliler nebiler geldi geçdi cümle bular
Ağız açup kara yirler birin birin yutsa gerek
(84/3)
Güvenmegil kardaşuna yanımda sevdük konşuna
Eksel gelicek başıma hısım gardaş nitse gerek
(84/5)
Yûnus Emre Dîvanı’nda, bir isyan veya kabullenememezlik şeklinde olmasa da, ölüm karşısında, beşerî idrâkin sınırlarını zor­layan çaresizliğin en trajik sahneleri, “genç ölümleri’ ’nin ifâde edil­diği beyit ve manzumelerde göze çarpar. Her hangi bir etnik, dînî ve sosyal bir tasnife tabi tutulmaksızın diğer bütün insanlarda de­rin üzüntülere yol açan ölümün ve bilhassa gençlerin ölümünün, Yû­nus Emre’de de derin izler bırakması tabiîdir.
Kimse bilmez ölüm nice turmaz ahır irte gice
Yiğit oğlan karı koca boyum eğüp yatsa gerek
(84/2)
diyerek, ölümün genç-yaşlı dinlemeden herkese eşit şartlarda ve zamanda geldiğini söyleyen Yûnus Emre, bir kabristan tasvirinde İse, gençliğin ve güzelliğin sona erdiği yalnızlık iklimini şöyle an­latır
Kam ol şirin sözlüler kanı ol güneş yüzlüler
Şöyle gayip olmış bunlar hiç beliirmez nişanlan
(170/5)
Tamamı kabristan tasviri olan bu manzûmeden başka, Yûnus Emre, şu beyitlerinde de, taze gelinlerin, genç delikanlıların, kü­çük çocukların ölümüne yanmaktadır:
Kimi kız kimi gelin dünyâdan çekmiş elin
Gördüm ölenler hâliıı diyem işidenlere
Yatur şeyh ü dânişmend çürümiş sümük ü ten
Yoldaş olursa iman ya ne gussa banlara
Yaktur yiğid ü koca ne irte bilür ne gice
Ne kapu var ne haca girmiş gülistanlara
Gördüm oğlancıkları uçmakdadur canlan
Ne soru var ne hisâib girmiş gülistanlara
(160/2,3,4,5)
Yûnus Emre, şu manzumesinde ise, devrinin sosyal anlayışı­na göre, toplumun örnek tiplerinden birisi olan savaşçı, gençlerin ölümlerini, onların muhtelif savaşçılık husûsiyetleriyle bir münâsebet kurarak anlatır :
Yir yüzinde gezer idüm uğradum miiketler yatur
Kimi ulu kimi kiçi hey kuşağı berkler yatur
Kimi yiğit kimi koca kimi vezir kimi hoca
Gündüzleri olmış gice buncılayın çoklar yatur
Toğrı varur yolları kalem tutardı elleri
Bülbüle benzer dilleri danışman yiğitler yatur
Ulu kiçi ağlaşmışlar server yiğitler dıişmişler
Baş ucında yay sımışlar kurul ıtfian oklar yatur
Atkın izi tozılu önleri tabıl-bazılu
İle güne hükmi yazılu şu muhteşem beğler yatur
Gice gündüz oğlancıklar söyler iken bülbül gibi
Ayrılmışlar anaları sinlerini bekler yatur
Elleridür kınalı hep karavaşları şekerleb
Kargu gibi uzun boylu gül yüzlü hatunlar yatur
El bağlamışdur kamusı Hak Çalab’dandur aımısı
Nökerli kızdur kimisi alınmadın çoklar yatur
Yûnus bilmez kendü hâlin Çalab’dur söyledür dilin
Bir nicesi yeni gelin ak teleme yüzler yatur
(50. manzume)
Aynı psikolojiyi bir başka manzumesinde de terennüm eden Yûnus Emre, sabah sessizliği ve yalnızlığıyla birleştirdiği kabris­tan görünüşü (3) çerçevesinde, yine muradına eremeden ölen genç­leri anlatır :
Sabahın sinleye vardum gördüm cümle ölmiş yatur
Her biri bîçâre olmış ömrin yavı kılınış yatur
Vardum bunların katına bakdum ecel heybetine
Nice yiğit muradına irememiş ölmiş yatur
Yimiş kurd koş bunı keler nicelerin bağnn deler
Şol ufacuk nâ-resteler gül gibice solmiş yatur
Duzağa düşmüş tenleri Hakk’a ulaşmış canları
Görmez misim sen bunları növbet bize gelmiş yatur
Fasitmiş incii dişleri dökilmiş sam saçları
Kamu bitmiş teşvişleri emr ü nemde irmiş yatur
Gitmiş gazin ün karası hiç işi yofedur taraşı
Kefen bizinün paresi sünüğe sarılmış yatur
Yûnus gerçek âsıli isaıı mülke sûret bezemegil
Mülke sûret bezeyenler kara toprak olmış yatur
(51. manzume)
Buraya kadar zikredilen beyit ve manzumelerde, Yûnus Emre, doğrudan kendi görüşlerini zikretmezse de, üslûbundan ve dikkat ettiği noktalardan, onun dolaylı olarak ölüm ile ilgili düşüncelerini anlamak mümkündür. Fakat Yûnus Emre Divânı’nda yer alan bir manzûme vardır ki, şâir burada, son derece gerçekçi, ama bir o ka­dar da pastoral bir üslûp ile genç ölümlerine bakışını sergilemek­tedir. Şâire göre, aşağıdaki iki beyitte, insan ekin eken “ekinci”ye, çocuklar ve gençler de tohuma ve sararmamış “gök ekin”e benze­mekte; genç ölümleri ise bu gök ekinin biçilmesine benzemektedir:
Miskin âdem oğlanını benzetmişler ekinciye
Kimi biter kimi yiter yire tohum saçmış gibi
Bu dünyâda bir nesneye yamar içıim köynür özüm
Yiğid iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi .
(178/3,4)
Yûnus Emre, hiç bir beytinde, ölüm ile ilgili ifâdelere, burada olduğu gibi sâbip çıkmamıştır. Diğer görüşler, ya tasvirî bir hu- sûsiyet arzetmekte veya mevcûdun temsilî olarak anlatılması şek­linde karşımıza çıkmaktadır. Fakat şâir ikinci beyitte, genç ölüm­leriyle ilgili olmak üzere “içi yanan” ve “özü köynüyen” bir şahsi­yet olarak bizzat kendisini ortaya koymaktadır. Bu beyitle, Yûnus Emre’nin ölüm karşısında ve bilhassa genç ölümleri karşısında, his­leri zirveye ulaşmakta ve bunun şiddetini ifâde etmek için de, her toplumda, her zaman ve her yerde geçerli olan “gök ekinin biçil- mesi”nin verdiği üzüntüye müracaat etmektedir.
SONUÇ
Şüphesiz, Yûnus Emre’nin ölümü türlü boyutlarıyla işlediği manzûmesinin sayısı çoktur. Fakat, bunların tamamında ileri sürü­len görüşlerin, bir takım farklılıklarla birbirine benzediği, bir ger­çektir.
Ölüm karşısında mütevekkil bir müslüman olarak kadere bo­yun eğme psikolojisini muhtelif açılardan de alan ve
Ol iki cihan güneşi zahir dünyasın değştirdi
Câhil anı öldi sanur ol hod ölmez ölür değül
(88/6)
beytinde de zikrettiği gibi, iki cihan güneşi Hz. Muhammed’in bile bir gün gelip zahirî âlemden göçeceği gerçeğini vurgulayan Yûnus Emre, ölümü “canlar canım bulmak” (121/1) diye idrak ederken ömrünün baharında ölen gençlerin ölümüyle karşılaştığında, daha beşeridir.
CANDAN İÇERÜ
Severim ben seni candan içerü
Yolum vardır bu erkandan içerü
Şeriat, tarikat yoldur varana,
Hakikat marifet andan içerü
Beni bende demem bende değüim.
Bir ben vardır bende, benden içerü,
Süleyman kuş dilin bilur dediler.
Süleyman var Süleymandan içerü.
Tecelliden nasib erdi kimine,
Kiminin maksudu, bundan içerü.
Senin aşkın beni benden aluptur
Ne şirin derd bu dermandan içerü
Miskin Yunus gözü tuş oldu sama
Kapunda bir kuldur senden içerü
YUNUS EMRE
(1) Bu çalışmada şu eser esas alınmıştır: Yûnus Emre Dîvanı, (Haz.: Faruk Kad­ri Timurtaş), İstanbul 1972. Çalışmamızda, seçilen örneklerin yanına man- zûme ve beyit numarası verilecektir.
(2) Aynı temayı işleyen başka manzûmeler de vardır. Bazıları şunlardır:
100., 121.. 138., 187., vs. manzûmeler,
(3) Şu beyitlerde de, ölümle ilgili merâsim anlatılır: 87/14; 148/4, 5, 6.123
Yrd. Doç. Dr. Namık AÇIKGÖZ

1956 yılında Manisa’da doğ­du. İlk ve orta tahsilini Turgut­lu’da, yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi DTCF’de tamamladı. 1986 yılında Fırat üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde doktora yaptı. Hâlen, aynı üni­versiteye bağlı Fen-Edebiyat Fa­kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim üyesi ola­rak çalışmaktadır.